13 C
Kocaeli
Cuma, Ekim 18, 2024
Ana Sayfa Blog Sayfa 1263

Seçilme Yaşı Artık 25 Ama

Seçilme yaşının ülkemizde 25’e düşmesi süregelen siyasetteki en büyük reformlardan biri olup Türk demokrasi tarihinde devrim niteliğindedir. Bu yasayla meclis kapısındaki “30 yaşından küçükler giremez” anlayışı tarihin sayfalarına gömülmüştür.

Maalesef ülkemizde gençlerimizin apolitik olması, siyasetten nefret etmelerine karşı bu yasanın mecliste yasalaşması, gençlerin aktif siyasette rol almaları doğrultusunda ve temsilde adalet noktasında çok önemli bir girişimdir.

Ayrıca Meclis Başkanımızın AB parlamento toplantısında “Ulusal Avrupalılık Bilincinin Arttırılması” konusundaki gündem maddesi üzerindeki konusmasında öğrenci meclisleri projesi fikri AB Parlamento başkanları tarafıdan çok büyük bir ilgi gördü. Türkiye’nin siyasetin gençleştirilmesi adı altında yaptığı bu ataklar tüm dünyada takdir edilmiştir.

Her şeyin ötesinde hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun gençlere 25 yaşında TBMM’ye girebilmesine imkan sağlayacak olan bu yasa Türk gençliğine siyaset alanında kendi meselelerini bizzat kendilerince ifade etmelerine imkan sağlayacaktır.

Tabiki ne seçilme yaşının 25 olması, ne de seçilme yaşına sınır getirilmesi siyasetteki bazı sıkıntıların ortadan kaldırılması noktasında çözüm yolu değildir.

Eğer daha temiz ve dürüst bir siyaset oluşturulmak isteniyorsa ölçü yaş olmamalıdır, en önemlisi liyakat ve ehliyet olmalıdır.

Şunu da unutmamak gerekir, Türkiye’nin yalnızca genç siyasetçilere değil belirli bir birikimi, sorumluluk bilinci, kamu ahlakı olan siyasetçilere de ihtiyacı vardır.

İster genç, ister yaşlı olsun.

Mesela, mülkiyete ait kötülükler, mülkiyet ortadan kaldırıldığında çözülür. Ama maalesef diğer kötülükler aynen kalacaktır. Seçilme yaşının düşürülmesi de, ne siyasetteki kirli oyunları ortadan kaldıracak, ne de siyaset üzerinde oynanan komploları ortaya çıkaracaktır.

En önemlisi insan eksenli, yani insanın kişisel ve ahlaki eğitimini ön planda tutan bir siyasi anlayışının olması gerekmektedir.

Tabiki siyasete ilgi duyan gençler olarak bu yasanın çıkmasına sevindik ama…

Ülkemizdeki siyasilerin bazı siyasi politikaları bizi kaygılandırmaktadır. Mesela:

Bir partinin Genel Başkan seçiminde aday olan bir Belediye başkanına karşı çok ciddi bir muhalefet rüzgarı estirilmişti. Geçmişte yapmış olduğu iddia edilen yolsuzluklar onu karalama politikaları ve onu destekleyen İlçe teşkilatlarının fesh edilmesi gibi olaylar yaşanmıstı. Madem ki bu insan yolsuzluk yaptı, o zaman siz niye partinizden belediye başkanı adayı olduğu dönemde yolsuzluk dosyalarını (tabii ki varsa) ortaya çıkarmadınız da, şimdi mi çıkarıyorsunuz?.. Bizim ülkemizde işin ucu birilerine dokununcaya kadar bir şey yok herşey yolunda ama, koltukları sallanınca kirli oyunları o zaman ortaya çıkarıyorlar maalesef.

Biz gençler olarak siyasete atıldığımızda ülkemizin meseleleri hakkında mı kafa yoracağız yoksa siyasetin kirli oyunları hakkında mı? Bu konuda endişelerimiz bulunmaktadır.

İşte meclisteki vekillerimizin yaş dağılımı:

TBMM’de 546 milletvekili bulunuyor.

Bunlardan yüzde 6,4’ü (35 milletvekili) 40 yaşın altında.

  • 40-50 yaş arası vekil sayısı 157. Bu rakam parlamentonun yüzde 28,7’sine tekabül ediyor.
  • 50 yaş üzeri vekil sayısı 253. Yüzde 46,3.
  • 60 ve üzerinde olan 101 milletvekilinin oranı ise yüzde 18,5.
  • 70 yaş ve üzerinde 9 milletvekili bulunuyor.

En yaşlı vekil 82 yaşındaki CHP İstanbul Milletvekili Şükrü Elekdağ.

Bu tabloya bakarak diyebiliriz ki; bizim ülkemizde siyasetçileri ancak o koltuktan, kara toprak ayırıyor maalesef…

Bizler artık monotonlaşmış ve kadrolaşmış, bir siyasi yapının varlığından rahatsız olan gençler olarak, delegelerin satın alındığı ucuz bir siyasette değil, liyakatli olanların başa getirildiği, temiz ve dürüst bir siyasi anlayışın hakim olduğu bir siyasette…

Siyasete atılmak istiyoruz…

Devlet Çarkı Nasıl Döner?

Devlet işlerini pek önemsememekten mi, yoksa kurumsal yapısı nedeniyle artık kişilere bağlı olmadığını anlatmak için midir bilinmez, bir şairimiz,

“Asiyab-ı devlet’i bir har da (eşek) olsa döndürür” demiş…

Bu mısraya Neyzen Tevfik şu meşhur cevabı verir:

“O kadar har koştular ki asiyab-ı devlete,
Çiğnemekten birbirin dolab-ı devlet dönmüyor.”

Yani, “Devletin değirmenine o kadar eşek koştular ki, birbirini çiğnemekten devletin dolabı dönmüyor.”

Neyzen Tevfik’in mısralarında yönetim bilimi açısından dikkat çektiği üç husus var: 1- Bir organizasyonda görev alması gereken kişi sayısının optimizasyonu. (Yani işin gerektirdiği miktarda görevlinin bulunması gerekliliği); 2- Görevlilerin veya birimlerin ortak hedeflerinin olması; 3- Ortak hedefe hizmet edecek bir çalışma düzeninin oluşturulması.

Organizasyondan kastımız sadece devlet gibi devasa boyutlu olanlar değil, şirket, dernek, siyasal parti, vakıf, kooperatif ve hatta ailedir.

Bir kişinin yapması gereken işi üç kişiye yüklerseniz her bir kişinin verimliliği üçte bire düşmez, daha da fazla düşer.

Üç kişiden biri çok çalışıyorsa, diğer iki kişi çok az çalışır veya hiç çalışmaz. Çalışmayanlar bir süre sonra çalışanın da şevkini azaltır ve ayrıca grup içinde dedikodu ve çekişmelere sebep olurlar.

Üç kişinin hepsi de çalışma arzusunda ise yeterli iş olmadığı için hepsi de az çalışmak zorunda kalır, bir süre sonra çalışma arzuları azalır.

Ayrıca organizasyonların karar mekanizmaları, (yönetim kurulları, komisyonlar, belediye meclisleri gibi) olması gereken büyüklüğün üzerine çıkarsa karar alınması güçleşir.

Bu bakımdan organizasyon şemasının oluşturulması aşaması ve sayının optimizasyonu organizasyonun başarısı için ilk şarttır.

İkinci aşama mensupların, organizasyonun ortak hedeflerini benimsemesi ve bu ortak hedeflere ulaşmayı destekleyen şahsi hedefler benimsemesidir. Ortak hedefi benimseyen kişi veya birimlerin birbirlerini köstekleyici değil, destekleyici olmasının herkesin yararına olduğu bilincinin yerleşmesi başarıya ulaşmanın ikinci basamağını teşkil eder.

Üçüncü basamağı başka bir yazı konusu yapmak daha uygun olur.

Şimdi bu bilgiler ışığında sizlere soruyorum: Neyzen Tevfik yukarıdaki mısralarında doğru söylemiş mi?

Çanakkale’nin Gör Dediği

Bu hafta Çanakkale Zaferinin 92. yıldönümünü idrak ettik Başta ulu önderimiz Atatürk olmak üzere silah arkadaşları ve tüm şehitlerimizin ruhları şad olsun!

Özellikle günümüz iç ve dış gündemine dair gelişmeleri ve insanımızın içinde bulunduğu ruh halini gözönüne alırsak, Çanakkale Zaferi gibi vakalara dair tarihimizin nasıl okunması gerektiği çok daha açık biçimde ortaya çıkmaktadır.

Zira Çanakkale Zaferi, hiç şüphesiz sadece askeri manada bir başarı olarak önem kazanmıyor. Çanakkale Zaferi, yokluğa, imkan darlığına rağmen kararlılığın, azmin ve inancın bir milletin yok olmaktan kurtulmasına vesile olacağını ispatlıyor. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun umudun yitirilmemesi gerektiğinin, mücadeleden vazgeçilemeyeceğinin kanıtıdır Çanakkale.

Belki tarihimizdeki bu önemli gerçeklerin bizler tarafından idrakinin yol açacağı neticelerin farkına varılmış olmalı ki, son zamanlarda, Çanakkale gibi önemli köşe taşlarına dair “destan mı değil mi, zafer mi şans mı (İngilizlerin hatasından istifade gibi)” biçiminde tartışmalar oluşturulmaktadır.

Tabii ayrıca buradan hareketle, daha önce de temas ettiğimiz üzere, “şehitlik” gibi yine haksızlık ve zulüm ile mücadele etmemizde çok önemli dini bir motivasyon kaynağı olan bazı kavramların da içi (İngiliz şehitleri ifadesi gibi) boşaltılmaya çalışılmaktadır. Tüm bu hususlara ilaveten, Çanakkale Zaferi’nin, ortaya koyduğumuz savaş ahlakına ve insalık anlayışına dair (tüm haklı öfkemize rağmen) önemli bir örnek teşkil ettiğini, yine dünya gündemini de dikkate alarak, gözönünde bulundurduğumuzda, neden bu tip vakaların anlam kaymasına uğratılmaya çalışıldıkları kanaatimce daha iyi anlaşılıyor.

Çünkü insanlık dayanışmayı ve hakkı; hakka, adalete riayet etme ve dayanışma ise gücü ve başarıyı beraberinde getirir. İnsanlığı hiçe sayarak amaca ulaşmak için her türlü yolu mübah sayan anlayışın dünyadaki tezahürlerini ve neticelerini maalesef acı bir biçimde görüyoruz!

Bu noktada Alev Alatlı’nın “Şimdi Değilse Ne Zaman?” isimli kitabında zikrettiği şu hususları paylaşmak isterim: Alatlı, Amerika’nın ünlü deniz piyadelerinin yani marinelerinin sabah akşam şu sözleri kıraat ettiklerini vurguluyor: ““Bir deniz piyadesi nedir?” diye başlıyorlar. “Kimdir?” değil, “Nedir?” Ve şöyle sürdürüyorlar: “Birleşik Devletler Deniz Piyadeleri, iki yüz yılı aşkın titremesidir yerin. Cehennemdir, ölümdür, yıkımdır. Dünyanın gördüğü en iyi savaş makinesidir. Bombaların açtığı bir çukurda doğduk biz. Anamız bir M-16, babamız iblisin kendisi idi.” Sonra kime olduğu belirsiz (tersine, belirli bir tehdit):

“Yaşadığım her an, senin hayatına yönelik yeni bir tehdittir. Ben, kaba görünüşlü, gezginci bir deniz piyadesiyim. Ben, kibirli, ben-merkezci ve küstahım. Korku nedir bilmem; çünkü korkunun ta kendisiyim. Kan ve bağırsaktan yapılma yeşil bir canavarım ben. Suda ve karada yaşayabilirim. Sudan çıktım ve cerahatimi dünyada mukim Amerikan-karşıtlarının üstüne boşaltıyorum.” Yetmiyor, “Ne zaman gerekir, ne zaman olursa, muharebe alanında görkemli bir ölümle ölecek, hayatımı annem, ‘deniz piyadeleri’ ve Amerikan bayrağı uğruna feda edeceğim. Kartalı Hava Kuvvetleri’nden, çapayı Deniz Kuvvetleri’nden, halatı Kara Kuvvetleri’nden çaldık.” (Kartal, çapa, halat forsları oluyor, yani halat sarılı çapa üzerinde kartal.)

“Yedinci Gün’de, Allah dinlenirken, onun sınırlarını aştık, dünyayı çaldık ve o zamandan beri gösteriyi biz yürütüyoruz.”… “Biz piyadeler gibi yaşarız, denizciler gibi konuşuruz, ve her ikisinin de posasını çıkarırız şamarlarımızla. Gündüz asker, gece aşık, dilediğimizde şarhoş, ve Allah’ın izniyle, ‘deniz piyadeleri’yiz biz!” (s. 70 – 71) Ve ekliyor Alatlı: “Allah ne izin versin, ne de ellerine düşürsün!

Bir de kendi ülkemizi düşünüyorum, “vatan, millet, Sakarya” anılarıyla alay eder hale gelen ülkemizi! Çanakkale Abidesinin bakımını Anzaklara ihale edecek hale gelen ülkemizi! Nasıl olabildi diye baktığımda gördüğüm, kolaycılık, kabalık, indirgemeci düşünce biçimi, kelimelerin ardında yatanı boşlayan yüzeysellik. Sakarya’ya [veya Çanakkale’ye] burun bükmek, nasıl bir hoppalık olmalı?!” (s. 71)

Okuyup anladıkça güç almamız ve hisse çıkarmamız gereken tarihi zaferlerimize dair Alatlı’nın vurguladığı esef verici tutum içerisinde bulunulması hakkında yazarın verdiği tepkiye katılmamak mümkün mü?…

İşsizlik En Büyük Problem

Türkiye artık komşusu açken tok yatanların olduğu bir ülke. Dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı 2.200 YTL yi aşmış iken, asgari ücretli bir iş bulmak bile çok büyük bir şans kabul ediliyor.

İşsizlik Türkiye’nin en büyük meselesi. Ekonomimiz son 4 senede %7,3 civarında ölçülen bir büyüme süreci içinde. Buna rağmen 2000 yılında 21.580.000 olan toplam çalışan sayımız 2006 yılı sonunda ancak 22.346.000 ya çıkabildi.

TÜİK’in işgücü istatistiklerinde işsiz olduğu halde herhangi bir şekilde iş aramayanlar (ümidi kalmadığı için iş aramaktan vazgeçenler) ve mevsimlik çalıştığı için o mevsimde çalışmayanlar işgücüne dâhil edilmiyor, dolayısıyla işsiz kabul edilmiyor. TÜİK’in resmi işsiz olarak açıkladığı 2,5 milyon işsize, TÜİK’in kullandığı metot gereği işgücünde gösterilmeyen diğer gruptaki işsiz sayısı olan 2,4 milyon kişiyi eklediğimizde gerçek işsiz sayısı 4.9 milyon kişi olarak ortaya çıkıyor.

2006 yılı son üç ayı ortalaması olarak açıklanan %9,6 lık işsiz oranı da, iş aramadığı için işsiz sayılmayanlarla mevsimlik çalışanlarda dâhil edildiğinde % 18,1’e yükseliyor. (2003 yılında resmi işsizlik oranı %10,5 iken gerçek işsizlik oranı %17 idi.)

Durum şu ki tarım sektöründen yaklaşık 400 bin kişinin koptuğu ve işgücüne her yıl 800 ile 900 bin kişinin katıldığı bir ekonomimiz var ve bu ekonomik yapımızla halen yılda sadece 300 bin kişiye istihdam sağlanabilmektedir.

Gerçek işsiz sayısı olarak verdiğimiz rakamlara çok kısa süreli çalışan, ancak uzun süreli iş bulsa çalışmaya hazır olanlar ile çalıştığı işten memnun olmayıp, çalışırken bir yandan başka iş arayanları eklersek, çalışabilir durumdaki her yüz kişiden 21’inin atıl konumda olduğu ortaya çıkmaktadır.

Bu rakamları sadece sayılardan ibaret görmeyip, asgari ücretle çalıştığı işyerinden iki aylık maaşını alamayıp, evine akşam ekmek götüremeyen “hanım bu akşam ekmeksiz idare ediver” diyen, o işini de iki ay sonra kaybeden gencimizi düşünerek okursanız benim gibi boğazınıza bir yumruk tıkanıverir.

Bu rakamların arkasından işsizliğin, artan hırsızlık, kapkaç, dolandırıcılık ve diğer adi suçlardaki artış ile terör olaylarındaki artışa kaynaklık ettiğini görebilirseniz dehşete kapılmanız kaçınılmaz olur.

Ve yine bu rakamların arka planından Türkiye’nin eğitim, sağlık ve şehirleşme sorunlarına dair çözümlerin, işsizlik meselesinin çözümüne bağlı olduğunu okuyabiliyorsanız “Türkiye’de işler yolunda gidiyor” demeye utanmanız gerekir.

“Yüksek faiz, düşük kur” politikası sadece cari açığı artırmakla kalmıyor, ithalatın cazip hale getirilmesi sonucu ara ürün üreten işletmelerimizin birer birer kapanması ile işsizlik besleniyor. Böylece gelen sıcak para ile büyüme rakamlarında geçici bir iyileşme görülebiliyor. Ancak bu iyileşme işsizlik rakamlarına yansımıyor. Bu politikayı çok dikkatli bir şekilde revize etmek durumundayız. Ayrıca üretimi ve istihdamı artırmadan sırf para politikaları ile mevcut varlıklarımızı yabancılara satmakla ekonomiyi selamete çıkarmanın imkânı yok.

Bu durum sürdürülebilir değildir. İşsizliğin azaltılamadığı böyle bir ekonominin dengeye kavuşması mümkün değildir.

Çok acil, evet çok acil olarak özel bir istihdam politikasının uygulanması gerekiyor. Yoksa zenginlerin evlerinde, iktidarların koltuklarında rahat ve huzur içinde oturmaları mümkün olmayabilir.

Şehitler

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Zaman; cephelere savrulduğumuz zamanlar… Yemen, Kafkasya, Galiçya. Dün Çanakkale bu gün vatanın tamamı… Ve her evden bir yiğit… Her evden bu kaçıncı yiğit.

Çanakkale’ye her baktığımda, Gelibolu bir damla yaş gibi Ege’ye süzülür. Sanki memleketimin haritası ağlar. Vatanın tamamına baktığımda, Denizlerimin köpüklü suları içimin kıyılarına vurur, sonra kelimeler kanatlanır kalbimden. “Hey Gelibolu Sakarya, Antep,Erzurum derim, onca yiğit sende Hakk’a yürümüşken, neden göğe şahlanmıyorsun da hicranlı bir yaş gibi denize uzanıyorsun “yüz binlerce can.. Yüz binlerce can…” yankıları hıçkırık olur, Gelibolu ağlar, Sakarya ağlar Antep ağlar Erzurum Kıbrıs ağlar. Gazisi, şehidi bol olan bir milletiz. Bir baştan bir başa her karışı şehit kanlarıyla sulanmış olan vatan toprakları üzerinde yaşıyoruz. Yine hemen hemen şehidi olmayan bir hanenin varlığının düşünülemeyeceği bir milletiz, bir ecdadın torunlarıyız. “Siz vatanı için, milleti için, namusu için canını ortaya koyan böyle insanları bu kadar mı tanıyorsunuz? Eğer siz onları tanımazsanız; geleceğinizi göremezsiniz, hedeflerinizi bilemezsiniz “
Gazi Mustafa Kemal

Öyle bir toprağın sahibiyiz ki; her karışı şehit kanıyla sulanmıştır. Toprak altından her daim şehit kokuları gelmektedir. Vatanı için askere ve savaşa gidenler ise ölüme; düğün ve eğlenceye gider gibi gittiler. Cennetin kendilerine çok yakın olduğunu bilerek gittiler. Şehidin kanının rengini alan ve gönderde dalgalanan al bayrağımızın gölgesinde aslanlar gibi savaştılar. Zira sahip olduğumuz vatanın her bir karışı, insanın kanından çok daha fazla kutsaldır. Kanla alınmıştır. Vatan için çok büyük bedel ödenmiş, kurbanlar verilmiştir, halen de verilmeye devam edilmektedir. Zira bedeli şehidimizin dökülen kanıdır, kanla ödenmiştir, ödenmektedir.

Bir günde değil her daim onlarla olmak zorundayız. Şu anda Hür ve Bağımsız olarak varsak şehitlerimizin sayesindedir. Onlar bize bir vatanla beraber tertemiz bir ideal ve gelecek teslim ettiler. Siz şanlı ordumuzun askerleri, güvenlik kuvvetlerimizin bekçileri, eğitimin neferleri sizlerle gurur duyduk sizlerin eserleriyle yüceleceğiz. Belki birçoğunuzun isimleri belki mezarları dahi yok olabilir sizler bizim kalplerimizde yatıyorsunuz.

İstiklale giden yolda, haykırıyordu durmadan:
KORKMA! Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak

Zaferler kazanarak, vatanı ve bayrağı için şehit olan aziz ŞEHİTLERİMİZİ’ Büyük Önder Mustafa Kemal ve Arkadaşlarını minnet ve şükranla anıyoruz. Ruhları şad olsun…

Karenin Dışında Düşünmek

Karşılaştığımız problemleri çözmeye çalışırken çoğu defa çıkmaza girer, bildiğimiz bütün çözüm yollarını tekrar tekrar dener, ancak çözümsüzlüğün sıkıntısıyla bunalırız. Böyle durumda uzmanların “karenin dışında düşünmek” diye tanımladıkları yeni bir davranış biçimini seçmek gerekebilir.

Bu kavramın doğuşuna sebep olan şöyle bir problemdir: Aşağıdaki dokuz noktayı, hepsinden geçen kesintisiz dört doğru ile (elinizi kaldırmadan) birleştiriniz.

Bu problemi tek başına çözmeye çalışan insanların çok büyük kısmı noktaların oluşturduğu karenin içinden doğruları geçirmeye çalışmakta ve çözümsüzlük sonucuna ulaşmaktadır. Oysa problemin verilişinde karenin dışına çıkılmayacağı yönünde bir kısıt bulunmamaktadır. İnsanlar zihinlerinde yarattıkları ön yargı ile karenin dışına çıkmayı düşünememektedir.

A.Einstein “problemleri doğuran davranış biçimlerini devam ettirerek problemlerimizi çözmemizin mümkün olmadığını” söylüyor. Ancak insanların alışkanlıklarını ve önyargılarını değiştirmeleri çok zordur. Yeni davranış biçimlerini benimsemeleri ve uygulamaları da çok nadir seçtikleri bir yoldur.

Aileniz içindeki ilişkilerinizden, iş hayatınızda karşılaştığımız problemlere kadar çözümsüzlük noktasına gelmenin sıkıntılarını yaşamadan, “bütün yolları denedim, çare yok” demeden önce duraklayıp, derin bir nefes alınız. Ve “acaba alıştığım davranış biçimlerinin veya düşündüğüm yolların dışında bir çıkış yolu olabilir mi” diye tekrar düşününüz.

Eşinizle, çocuklarınızla, amirinizle veya arkadaşlarınızla çözümleyemediğiniz probleminiz mi var? Mevcut davranış biçiminizi değiştirerek yeni bir yaklaşımın çare olup olamayacağını düşününüz. Başkasını değiştirmeniz pek mümkün değildir, ancak davranışlarınızı değiştirip geliştirerek çözümler üretmeniz ve etkili olmanız mümkündür.

Ülkeyi yönetenlerin de, yönetenleri seçme gücünü elinde bulunduran biz seçmenlerin de uluslararası büyük güçlerin dayattığı ve “başka çıkış yolunuz yok” diye beyinlerimizi yıkadığı yolların dışında “başka çözüm yolları olabilir mi” diye düşünmemiz gereken bir zaman dilimindeyiz.

Acaba AB konusunda, PKK meselesinde, işsizlik, yolsuzluk ve yoksulluk konularının çözümünde tek yol mevcut politikaların izlenmesi midir? IMF’ nin çizdiği ekonomik programın zaman zaman dışına çıkmakla daha olumlu sonuçlar elde edemez miyiz? Bu alanların hepsinde de pek başarılı olduğumuz söylenemez. Peki “yeni yollar var mı” diye düşünmemizi engelleyen ne?

Bakınız Türk seçmeni çözüm üretemediğini gördüğü yöneticilerini her seçimde değiştiriyor. Ancak yöneticilerin politika ve davranış biçimlerinde değişiklik yapmaması, dış kaynakların çizdiği programlar ve politikaları izlemeye devam etmesi problemlerimizin devam etmesine, çaresizlik girdabında sürüklenmemize yol açıyor.

Bu defa, alıştırılmış olduğumuz ezberi bozan, milli ihtiyaçlarımıza göre şekillendirilmiş program ve politikalar uygulayabilecek organizasyonları ve şahısları tercih etmemiz belki bir çıkış yolu olabilir.

“Alternatif yok” demeden önce karenin dışına çıkmaya ne dersiniz?

Irak’ı Unutmayalım

Bu araştırmayı niye yapıyorum, niye yoruyorum kendimi? Herkeste bir boş vermişlik var. Gelişmeleri dizi film izliyor gibi seyrediyoruz. Neden yazıyorum o zaman? İlk önce kendim için. Sonra ben dizi film izlemeyi sevmem diyenler için. Şaka bir yana maalesef tepkisizleştirilmeye, atalete alıştırıldık. Unutuyoruz özellikle. Evet mesele bu, unutuyoruz. Halbuki kendi başımıza geleni asla unutmayız. Ama eğer yanıbaşımızdakinden ders almazsak, unutuluruz, bizi de unuturlar. Bu nedenle biz de yazımızda en yakınımıza bakacağız, IRAK. Irak şu an 3’e parçalanmış durumda. Ülke kaos halinde. Neler oldu, neler olabilir, kimlerin ne çıkarı var, Türkiye ne yapıyor? Bu konular hakkında özet, toparlayıcı bilgi sahibi olacağımız bir yazı bu. Unutmamamız dileğiyle.

Amerikan Silahlı Kuvvetleri ve Yeşil Bereliler gibi operasyon güçleri dünyanın her yanında, 100’ün üzerinde ülkede konuşlanmış durumda. Amerikan nükleer bombaları Avrupa’nın en az 7 ülkesinde depolanmaya devam ediyor. Amerikalı yetkililer istedikleri yerde, istedikleri zaman ve istedikleri süreyle, istedikleri kişilere istedikleri her şeyi yapabilmenin, onlara verilmiş bir hak olduğu konusundaki sarsılmaz inançlarını muhafaza ediyorlar.

“ Bunu onlar istiyor. ”

George W. Bush, 2003.

Bugün Birleşik Devletler Irak’taki savaşın ortasında kalmıştır. Şu ana kadar 2500’den fazla asker öldü ve 40.000’den fazlası da yaralanmıştır. Milyarlarca dolar da harcanmıştır. Şu an Irak’ta durum nedir? 130.000 Amerikan askeri direnişçilerle mücadele ediyor. Şu an direnişçiler askeri açıdan üstün duruma gelecek durumda olmasalar da , bozguna uğratılamamaktadırlar. Peki kimdir bu direnişçiler? Irak halkının %55’den fazlası Şii, %2’si Kürt ve geri kalan %20 si de bu direnişçiler. Yani Sünni Müslüman Araplar.

İran, ABD’nin Irak Savaşı’ndan en kazançlı çıkan ülkedir. 9 Nisan 2003’te Saddam’ın düşürülmesinden beri uygulanan politikalarla ülke adeta iç savaşa sürüklendi. İran, ABD’nin Irak Savaşı’ndan en kazançlı çıkan ülkedir. Osmanlılar ile İranlılar1639 yılında Kasr-ı Şirin Antlaşmasını yaptıklarından beri, iki imparatorluk arasında sınır çizgisi belirlenmiş ve değişmemiştir. İran-Irak sınırıyla İranlılar ile Araplar ve Şii kurallarına göre yönetilen topraklar ile Sünni kurallara göre yönetilen topraklar birbirinden ayrılmıştır. Ama 2003 yılından beri, İran’ın desteklediği Şii partiler Irak’ın güneyindeki dokuz yerleşim bölgesini yönetmektedirler. Irak’ın Şii çoğunluğu 2005 yılındaki demokratik seçimlerle iktidara geldi. Arap dünyasının Şii kurallara göre yönetilen ilk ülkesi artık Irak’tır ve Irak’taki Şii zaferi Irak’ın güneyinden Suudi Arabistan’ın Doğu Eyaletlerine, Kuveyt ve Bahreyn’e dek bir hilal gibi uzanan Şii nüfusun yakın olduğu bölgeyle çok yakından bağlantılıdır. Bu Şii hilali dünyanın en önemli petrol rezervlerinin tam üzerinde oturmaktadır.

Kibir ve Cehalet. İsyan, iç savaş, Irak’ın parçalanması, bağımsız Kürdistan, askeri bataklık bunlar, Amerikan işgalinin sonuçlarıdır. Peki neden başarısız oldular. Kibir ve Cehalet. Irak Savaşı’nda ne denildi? Üç koşulun gerçekleşeceği varsayıldı. Birincisi, Irak başarılı bir şekilde demokratikleşecekti. İkincisi, Irak’taki demokrasi Ortadoğu’daki ülkelerde demokratik değişimi tetikleyecekti. Üçüncüsü, Ortadoğu’daki demokratik hükümetler zorba seleflerine kıyasla Birleşik Devletler’in çıkarına göre hareket edecekti. Ne oldu? Hiçbiri gerçekleşmedi. Arap ülkeleri şimdi ABD’ye ne gözle bakıyorlar? İran’da oy kullananlar ılımlı reformist diye tabir edilen Muhammed Hatemi yerine, Mahmut Ahmedinecad’ı seçtiler. Filistin’de ise Hamas zafer kazandı. İlk kez Mayıs 2003’te Kuzey Irak’taki Kerkük bölgesini ziyaret eden Büyükelçi L. Paul Bremer III, Mola Mustafa Barzani’nin resmine baktı ve oğlu Mesut’a, “ Bu kim?” diye sordu. İşte kibir ve cehalet.

Irak Savaşı Kürtler için en iyi sonuçları üretti. Bu arada 1992’den beri zaten etkin bir şekilde bağımsız olan Irak’lı Kürtlerin kendi orduları, yani peşmergeleri var. Irak ordusunu düşman olarak görüyorlar. Kürt Bölgesi’nde her yerde Kürt bayrakları asılıdır. Hiçbir yerde Irak bayrağı yoktur. Irak ordusunu bölgede istemiyorlar. Türkiye’den bölgeye gelen ziyaretçilerin işlemlerini Kürt bölgesel hükümeti yapmaktadır. Ayrıca ülkeden nefret etmektedirler ve bunu söylerken hiç de utanmamaktadırlar. Kendilerini dünyanın ülkesi olmayan en kalabalık halkı olarak tanımlayanlar vardır. En sevdikleri deyim “ Kürdün dağlardan başka dostu yoktur” sözüdür ki, bu kendilerini dağlarda özdeş tutuyor olsa da, Irak’lı Kürtlerin büyük çoğunluğu şehirlerde ve dağların eteklerindeki kasabalarda yaşamaktadır. Kürtlere hep vaatler verildi (ya da onlar öyle zannetti) ve tutulmadı, daha doğrusu kullanıldılar. I. Dünya Savaşı’nda Wilson’un bağımsız bir devlet için söz verdiğini düşündüler. 1946’da, Kürtler İran’da bir Cumhuriyet ilan ettiler, bu da kısa süre yaşadı. Saddam tarafından 1988’de Halepçe’de zehirli gazla 5.000 kişi öldürüldü. 1991’de Saddam’ın Kuveyt’i işgali, Kürt direnişine yeni fırsatlar sundu. Bölgede ABD’nin en yakın dostu Peşmergeler oldu.

Çözüm ve Türkiye. Devletler de insanlar gibi her zaman en mantıklı olanı yapmadıkları için, çözüm şu olur demek güç tabiki. 3 devlete ayrılır diyenler çoğunlukta. Şu an da durum zaten öyle. Kuzeyde Kürtler, Güneyde Şiiler ve ortada Sünni Araplar. Türkiye buna şiddetle karşı çıkıyor. Ama daha önce kırmızı çizgilerini çekip (Türkmenler’in durumu Erbil gibi) daha sonra istedikleri olmayınca harekete geçememesi (geçememe nedenleri veya blöf olup olmadığı üzerinde durmayacağım) etkinliğini biraz azaltıyor. Ama Türkiye bölgede güçlü bir ülke ve onun istekleri tamamen göz ardı edilemez. Hele şu an Afganistan ve Irak’tan sonra sıranın İran’a geldiği düşünülürse, ABD’nin Türkiye’nin desteğine her zaman ihtiyacı var. Geçen hafta sonu Bağdat’ta gerçekleşen toplantı genelde Türkiye’nin beklentilerini karşılayacak şekilde sonuçlandı. Tüm bölge ülkeleri ve dışarıdan katılan ülkeler ve BM, Irak’ın toprak bütünlüğü konusunun önemini vurguladılar. Böylelikle uluslararası sistemde bir şekilde ayrılık yanlısı gibi gözüken Kürtlere ve bazı Şiilere bunun gerçekleşmesinin zorluğu hakkında güçlü bir mesaj verilmiş oldu. Bir sonraki zirve İstanbul’da yapılacak.

Dediğim gibi geleceği kestirmek çok güç. Ama I. Dünya savaşı sonrası gibi tekrar Kürtleri, Şiileri ve Arapları bir araya getirip bir devlet oluşturmak o kadar da güç. Çünkü dışarının parmağı çok. Neden? Başta da söylediğim gibi petrol. Irak dünyanın en büyük petrol üreticilerinden. Dolayısıyla ABD, savaşta kaybettiklerini fazlasıyla Irak’tan petrol olarak geri aldıktan ve İsrail için de rahat bir ortam yarattıktan sonra, düşmanlarına gözdağı vermiş olarak ülkeden çıkacaktır. Bunun daha zaman alacağı ortada. Tabiki çıkarken, dünyada birçok yerde olduğu gibi askerlerini ve füzelerini konuşlandırmış olarak.

Camın Geri Dönüşüm Süreci ve Çevre

Günümüzde sanayileşmiş ve kalkınmakta olan ülkelerin en önemli sorunlarından biri “ çevre kirliliği”dir. Ülke gereksinimlerini, kalkınma ve sosyal yaşantısının getirdiği talepleri karşılamak için sanayi sürekli yeni ürünler üretmek durumundadır. Ancak bu talepler karşılanırken temiz ve az atık üreten teknoloji ve ürünlerin seçimi, doğayı ve insan sağlığını tehdit etmeyecek hammaddelerin tercih edilmesi, doğal kaynakların yüksek verimlilikle kullanılması ve üretilecek ürünlerin işlevlerini tamamladıktan sonra kirlilik kaynağı olmayacak şekilde yeniden değerlendirilebilmesi bakımından artık evrensel bir sorumluluktur. Çevre kirliliğine bir bütün olarak bakıldığında kirliliğin ortadan kaldırılması yerine kirlenmenin önlenmesi ve en akılcı çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan faaliyetleri sonucu oluşan “çöp” adı verilen katı atıklar imha edilecek çöp olan kısımlarının yanı sıra her zaman geri kazanılarak hem çevre korunmasına hem de ekonomiye katkıda bulunacak bir kısım da içermektedirler. Bu amaçla kullanılan katı atıklar genellikle ambalaj (metal, cam, kâğıt ve plastik ) atıklardır. Bu yeniden değerlendirilebilir atıklar uygun prosesler üretimde ikincil hammadde olarak kullanılmakta üzere hazır hale getirilirler. Bunlardan cam ambalaj atıkları halen dünyada birincil hammaddelerin yanında üretimde en yüksek miktarda kullanılan malzemedir.

İnsanoğlunun çevreyle ilişkisi yapma, yıkma, yaptığını yeniden yapma ve bununla birlikte öğrenme süreci içinde gerçekleşmiştir. Sanayileşme ve nüfus artışıyla birlikte insanın çevreyle etkileşimi farklı boyutlar kazanmıştır. Çevreyle bu etkileşimler atıkların oluşmasına neden olmaktadır ve çevre kirliliği ortaya çıkmıştır. Atıklar için çeşitli bertaraf yöntemleri kullanılmaktadır. Fakat bu çoğu zaman yeterli olmamaktadır. Farklı yollar araştırılmaya başlanmıştır. Son dönemlerde çöpün azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Atık azaltılmasında en ekonomik ve yararlı yöntem atığın geri dönüşümüdür. Atıkları kaynağında ayırmak geri dönüşüm verimini arttırır. Geri kazanma sürecine giren atıklar yeniden kullanılır hale gelir. Geri dönüşüm önemli ölçüde ekonomik ve çevre kazançları oluşturur.

Günümüzde, endüstrileşmenin getirdiği olumsuz sonuçların atık oluşumunda büyük artışların geldiği görülmektedir. Atık üreten toplum şeklinde nitelendirdiğimiz bu oluşumunun olumsuz etkilerini giderilmesine iki yol benimsenmiştir. Bu atıklar ya imha edilmekte ya da yeniden değerlendirilmektedir.

Günlük hayatta en çok karşılaştığımız cam, doğal hammaddelerin karışımlarının ergitilmesiyle elde edilir. En önemli hammaddesi yer kabuğunun % 60’ını oluşturan silikadır ( SiO2 ). Diğer önemli hammaddeler; tuz yataklarının buharlaşmasıyla oluşan sodyum karbonat( Na2CO3 ), soda (Na2O ) ve deniz organizmalarının fosilleşmesiyle kalıntılarının fosilleşmesi ile oluşmuş kireç taşıdır (CaCO3 ). Kuma soda ( Na2CO3 – Na2O ) ilavesi, normal olarak 1723oC’ta ergiyen silikanın 900oC’ ta bile ergimesini sağlar. Kireç taşı ise camın sertliğini ve kimyasal dayanımını arttırır.

Cam geleneksel olarak “kristallenmeden katı hale soğutulmuş bir “inorganik ergime ürünü olarak” olarak tarif edile gelmişse de bugün bu ifade günlük hayatta sık kullandığımız pencere camı, cam kaplar, ampul camı, cam mercekler gibi geleneksel camı tanımlamak için yeterli olmakla birlikte, camı genel anlamda ele aldığımızda yetersizdir. Çünkü bilimdeki gelişmeler sonucu bugün ergitmeden başka yöntemlerle de cam elde etmek mümkün olduğu gibi, gliserol v.b. birçok organik maddenin de camsı yapıda soğutulabileceği anlaşılmıştır.

Kullanım amacına göre pek çok cam çeşitlendirilebilir. Uygulama yerlerine göre camlar :

  • Renkli camlar

  • Buzlu camlar

  • Pencere camı

  • Emniyet camları

  • Cam elyafı

  • Telli cam

  • Optik cam

  • Silis camları gibi

Cam yapılarda geniş kullanım alanına sahip bir yapı malzemesidir. Bunları levha camları, cam duvar blokları, cam döşeme blokları, cam çatı örtü malzemesi, U profili camlar, cam mozaik, cam lifler ve cam köpüğü olarak sıralanabilir.

Ambalaj, içine konulan ürünü en iyi şekilde koruyan temiz kalmasını ve taşınmasını kolaylaştıran, istediğimiz miktardaki ürünü saklayabileceğimiz değerli bir malzemedir. Cam, metal, plastik, kağıt ambalajlar günümüzde çoğunlukla kullanılanlardır. Bunlar arasında önemli yeri olan cam ambalajlar bilinen en eski ambalaj maddesidir. Cam üretiminde doğal hammaddeler birincil kaynakları oluştururken kırık cam şişe, kavanozlar ikincil hammaddeyi oluşturur. Fabrikalarda cam kırıkları tekrar şişe ve kavanozlara dönüştürülür. Cam ambalaj böylelikle sürekli fayda yaratan bir faaliyetin konusu haline gelir. Sonsuz kez eritilip yeniden biçimlendirildiğinden cam malzeme ambalaj atıkları içinde geri dönüşümle değerlendirilmeye en yatkın olandır. Değerlendirilebilir atıklardan yalnızca cam çok az bir kalite kaybıyla tekrar kullanılır. Cam ambalaj üretiminde geri kazanılmış cam kullanılarak büyük ölçüde enerji tasarrufu sağlanır.

Günlük pek çok alanda kullandığımız cam atık haline geldiğinde geri kazanımı önemli bir süreçtir.

Cam Geri Dönüşümünün Genel Durumu

Toplumumuzda cam geri dönüşümü 1970’li yılların başında başlayıp bugünde devam etmektedir. Başlangıçta düşük miktarlarda olan geri dönüşüm bugün için yaklaşık 70 bin ton düzeyinde seyretmektedir. Bu miktar 1991 yılında çıkarılmış olan katı atıkların kontrol yönetmeliği çerçevesinde zorunlu geri kazanım kotaları kapsamında ulusal bazda toplanmakta olan cam ve diğer ambalaj malzemelerinin üçte ikisine denk gelir, aynı zamanda da her yıl yurt içinde piyasaya sürülen toplanması gereken ambalajın üçte birini oluşturmaktadır. Bu miktar toplam geri dönüştürülebilir yurt içi cam ambalaj satışının %36’lık bir kısmıdır. Türkiye ambalaj geri kazanımında cam bu oranla en büyük paya sahiptir. Genel bir ifadeyle piyasada ger üç şişeden biri, geri dönüştürülmüş cam malzemeden imal edilmiştir. Bu oran batı Avrupa ülkelerinin çoğunda çok daha yüksek düzeydedir. Avrupa’da ortalama olarak piyasaya sürülen her iki şişeden biri, ikincil hammadde cam kırığının girdi olarak kullanılmasıyla üretilmiştir.

Cam geri dönüşüm faaliyetinde toplama işi darbeli kasa üstü vinçli kamyon aracılığıyla gerçekleşmektedir. 4-5 ton cam ambalaj atığı toplamak için kumbaralara gidilmektedir. On Büyükşehir olmak üzere 176 belediyede, 4000 adet kumbara ile yürütülen “kaldırım kenarı” toplama faaliyeti yılda 7000 ton cam ambalaj atığının geri kazanılmasını sağlamaktadır. Bu miktar 70 bin ton seviyesindeki toplam geri kazanım içinde düşük bir oranı ifade etse de tüm dünyada cam ambalaj atığına en uygun tedarik kanalı olarak öne çıkmış olan sistemin ülkemizde sadece son beş yıl içinde göstermiş olduğu performans olarak değerlendirildiğinde miktar önemli seviyeye ulaştığı söylenebilir.

Cam ambalaj atıklarının yaklaşık yarısı şehir çöplüklerinden olmak üzere % 25’i dolumculardan, %15’i semt hurdacılardan, %10’u 176 belediyede kent içine yerleştiriliş 4000 adet cam şişe kumbaralarından temin edilmektedir.

Cam ambalaj için diğer malzemelerden farklı olarak çöplüklerin en büyük kaynak olması bu konuda son zamanlarda meydana gelen gelişmelerin takından izlenmesi gereğini doğurmaktadır. Bilindiği gibi geleneksel çöplükler depolamalı değil, dökmeli olduğundan çöp sahasına dökülen malzemenin içinden değerlendirilebilenler çöp müteahhidinin işçilerince hemen ayrılmaktadır. Oysa modern depolama yapan öteki yerlerde olduğu gibi İstanbul’da 28 belediyeye ait 1500 civarında kamyon ile atıklar 8 transfer istasyonuna getirilirler ve uzun mesafeli sıkıştırmalı kamyonlara aktarılarak Şile’deki Büyükşehir sahasına hemen gömmeli depolama işlemi için gönderilirler. Bu nedenle modern çöplüklerde ayırma yapılmamaktadır. Geleneksel çöplüklerde ise ayırmacılar tarafından ayrılan atıklar daha sonra hurdacılar kanalıyla gerektiğinde işleme tesislerine gelir veya direk olarak yeniden üretim için fabrikalara sevk edilir.

Değerlendirilebilir atıkların son derece sağlıksız ve ilkel koşullarda çöp sahalarından ayrıştırılarak toplanması şeklindeki bir uygulama gelişmiş ülkelerde mevcut değildir. Gelişmiş ülkelerde kaynakta ayırma yolu benimsenmiştir. Yukarıda sözü edildiği gibi son yıllarda modern depolama sahalarına geçişle birlikte değerlendirilebilir atıkların toplanmadan gömülmesi söz konusu olduğundan özellikle cam geri dönüşümüne olduğu gibi kaynakta ayrı toplama dışında bir geri kazanım yolu kalmamıştır.

Cam Ambalaj Üretiminde Cam Kırığı Kullanımı

Birincil hammadde ve cam kırığından oluşan harman denilen karışıma genellilikle %1’in üzerinde giren bileşenler, ana bileşenleri oluşturur. Bunlar kum, kuvarsit, kalker, dolomit, felspat, soda, boraks, asit borik, kolemanit, potasyum karbonat ve ikincil hammadde olarak da cam kırığı bu grupta yer alır. Genellikle harmanda %1’in altında maddeler yardımcı maddeler olarak adlandırılır. Cam kırığına cam ambalaj üretiminin esas hammaddesi denilebilir. Çünkü girdide oransal olarak en azından Batı Avrupa da birincil hammaddeyi geçmiştir. Üretimde %40-66 oranında cam kırığı ilavesi hem cam kalitesini arttırmakta hem de maliyeti düşürmektedir. Artan talep ve uygun teknolojilerle cam kırığının payı girdi içinde %100’e ulaşabilmektedir.

Üretimde kullanılacak hurda camlar eğer fabrika içi kırık ise üretime katılmadan önce boyutları küçültülür. Kırılan bu camlara “cam kırığı” denir. Eğer cam üretiminde tüketim sonrası cam ambalaj atığı kullanılacaksa bunlar; plastik, kağıt, metal ve seramik gibi malzeme katışıkları içermemeli, renklerine göre flint( renksiz cam ), bal rengi ve yeşil olarak ayrılmalıdır. Cam kırığı hazırlama işlemlerinden sonra kırıklar ergitme işlemine hazırdır. Sektörde böylece elde edilen ikincil hammaddeye fırına hazır cam kırığı denir. Cam kırıklarının ergime sıcaklığı ve süresi birincil kaynaklara göre daha düşük ve kısa olduğundan cam kırığı ile üretimde %20’nin üzerinde hammadde ve enerji tasarrufu sağlanabilmektedir. 1970’lerden buyana 1 milyon tonun üzerinde cam ambalaj atığı toplanarak yenilenemeyen doğal kaynaklardan 1,5 milyon ton hammadde ve 30 bin tonun üzerinde de fosil yakıt tasarrufu sağlamıştır. Ayrıca soda ve kireç taşının karbonat olması bunların ergime sırasında dekompoze olmasına neden olmakta ve CO2 gazı açığa çıkmaktadır. Oysa cam kırığı kullanımında böyle bir durum oluşmadığından hem sera gazı emisyonu söz konusu olmamakta 1 ton cam 1,2 ton birincil hammadde tasarrufu sağlamaktadır.

Atık camlar yada cam kırıkları, ergitme işleminin yapılacağı fırına , harman içine katılarak beslenir. Cam kırıklarının saflığı, birincil hammadde saflığı kadar önemlidir. Mesela, manyetik ayırımı iyi yapılmamış ise cam kırıkları cam kırıkları birincil hammaddeye göre daha yüksek oranda demir içerebilir. Bunlar da ürünün kalitesini renk bakımından olumsuz etkilerler.

Genel kural olarak üretimde kullanılacak her %10’luk cam kırığı ilavesi, enerji sarfiyatını %2-3 oranında düşürmektedir. Buna karşı üretim için hazırlanan kompozisyona %60’dan fazla cam kırığı ilave edildiğinde bu durum geçersiz olabilir. Cam kırığının ön ısıtılması potansiyel enerji sarfiyatını azaltır. Bu tür sistemlerde ön ısıtmada cam kırıkları 400oC’nin üzerinde ısıtılır. Cam kırıkları fırına şarj işlemi yapılmadan hemen önce ilave edilir. Harmana büyük miktarda cam kırığı ilave etmek gerekirse harmanla birlikte ön ısıtma yapmakta mümkündür. Günümüzde fırına hazır cam kırığı kalitesinin yükseltilmesi çalışmalarına katışık ve kirliliklerin uzaklaştırılmasının yanı sıra ince tane fraksiyonların pulverize edilmesi yoluyla da çözüm bulunmuştur. Bu yolla elde edilen cam tozu başta taş olmak üzere birçok cam hatasını elimine eder ve kullanılan fırının ömrünü arttırır. Ancak öğütme işleminin yüksek maliyetli oluşu bu alanda yaygınlaşma olmamasının en önemli nedenidir.

Özetlemek gerekirse hammadde olarak ikincil kaynakların kullanılması durumunda aşağıdaki olumluluklar sağlanır.

  • Oransal olarak hana kirliliğinde %20, su kirliliğinde %50’lik bir azalma görülür.

  • Geri dönüştürülen her 1 ton cam 1,2 birincil hammadde tasarrufu sağlar

  • Ortaya çıkan atık miktarı ve buna bağlı olarak da atık depolama saha gereksinimi azalır.

  • 1 ton cam kırığının ergitilmesi için gereken enerji 1 ton hammaddenin ergitilmesi için gerekenden %25-30 oranında az olduğunda bu oranda enerjiden tasarruf sağlanır. Ayrıca cam kırığının teorik olarak sonsuz kez geri dönüştürülebilir olması da önemli bir avantajdır.

Cam Kırığı Kaynakları

Cam kırığı kaynakları en başta işlete içi ve dışı oluşmak üzere iki ana başlık altında toplanır. Dış kırığa ekolojik kırıkta denir. Cam kırıkları kaynakları şeması tablo’de gösterilmiştir.

Tablo: Cam kırıkları kaynakları

Camın Önemi

Şemada da görüleceği gibi başlıca kaynaklar şunlardır:

  • Kentsel atıklar ( cam ambalaj atıkları halinde )

  • Füzyon atığı camlar yada tamirdeki fırınların camları

  • İmalat makinelerinden çıkan ıskarta cam kırıkları

  • Ambar kırıkları (iç kırık )

  • Dolumculardan gelen ıskarta cam kırıkları

  • Kumbara kaynaklı cam ambalaj atıkları

  • Çöplük kaynaklı cam ambalaj atıkları

Cam Kırığı Kullanımının Dezavantajları

Üretimde cam kırığı kullanılması ile elde edilen avantajlar olduğu gibi dezavantajlar da vardır. Bu dezavantajlara bakıldığında şu hususlar göze çarparlar.

Cam kırığı kullanımının başlıca dezavantajı cam üreticilerinin kendi ürettikleri kompozisyondaki camları kullanmak istemektedir. Çünkü istenmeyen bileşenlerin; özellikle demir ve alüminyum gibi metallerin normal üstü varlığı ve bunların harmana katılması sadece üretilen cama değil aynı zamanda da fırına da olumsuz etki yapabilirler.

Cam ambalaj atığı bol ve ucuz olmasına rağmen, toplama, ayırma, hazırlama ve depolama yerlerinde cam ambalaj üretim tesislerine nakli maliyeti çok arttırır. Cam kırığı, düşük ekonomik değeri olan hurda cam olarak tanımlanmakta ve geri dönüşümü için çevreci ekonomik özendirmelere ihtiyaç duyulmaktadır.

Kaynağında ayrı olarak toplanan cam malzeme cam ambalaj üretiminde bazı sorunlara yol açabilir. Bunların başında malzemenin taşlı ve uygun boyut dağılımında olmaması, metal katışıklarının limitler üstü mevcudiyeti gelmektedir. Bu nedenle hazırlama işlemlerinin yapılması gerekmektedir.

Üretimde Kullanılan Cam Kırıklarında Aranan Özellikler

Harmanın ergitilmesini etkileyen faktörler incelendiğinde fırına katılma şeklinin yanı sıra tane boyut dağılımı, bileşen ve kimyasal kompozisyonu belirleyici bir rol oynamaktadır.

Cam kırığı fırınlarda ticari olarak kullanılabilmesi için kimyasal kompozisyonu açısından uygun flint, bal ve yeşil gibi renk ayrımı yapılmış, kirliliklerden, organik ve metalik katışıklardan arındırılmış, uygun şekilde boyutlandırılmış olmalıdır.

Cam üretiminde cam kırığı kullanımının artışına paralel olarak, fırına en uygun özellikte cam kırığı hazırlayabilen tesisler artık yaygın bir biçimde kurulmaktadır. Tablo 4.2’de cam endüstrisinin talep ettiği cam kırığı spesifikasyonları görülmektedir. Bu standartlar, cam kırığının ergimiş camın kalitesini bozmaksızın harmana katılacak miktarı önemli oranda arttırabilmek için Cam Ambalaj Üreticileri Avrupa Birliği tarafından önerilmekte

Cam Spesifikasyonları

KATIŞIKLAR SINIR DEĞERLERİ (g/t)
Organikler (plastik, kağıt, mantar, deri, lastik) 600(**)
Anorganikler(taş, seramik, porselen, refrakter) 50
Manyetik Metaller 5
Nonmanyetik Metaller (alüminyum, kapaklar, ringler) 5
Ağır Metaller
Tane Boyutu ( tavsiye edilen)

<50mm

< 5mm Max. %5

Rutubet %3

(**) Plastikler 100 g/t

Diğer taraftan bileşimin farklı olması nedeniyle soda – kireç camına ( cam ambalaj camı ) katılması mümkün olmayan cam türleri

  • Isıya dayanıklı camlar:

  • Borosilikat camı(sert cam)

  • Laboratuar camı

  • Mikroskop camı

  • Renklendirilmiş düz cam

  • Otomotiv camı

  • TV tüpü camı

Cam Geri Dönüşüm Süreci

Fırına Hazır Cam Kırığı Hazırlama Kapasiteleri ve Süreci

Tüketim sonrası toplanmış cam ambalaj atıkları genellikle demi ve demir dışı metal malzemeden kapaklar, taş parçaları, plastik kapak ve folyolar, kağıt etiketler v.b. katışıklar içerdiğinden direk olarak cam ambalaj üretiminde kullanıma uygun değildir. Cam endüstrisinin talebini karşılamak için cam kırığı kirlilik ve katışıklardan arındırılmak üzere hazırlama tesislerinde genel olarak cevher hazırlama tekniklerinden yararlanan dört ana ayırma işlemi grubundan oluşan işlemler sürecinden geçerler.

  • Elle ayıklama

  • Mekanik, manyetik, pnömatik ayırma

  • Yıkamalı – ince elemeli ayırma

  • Otomatik ayırma

Cam ambalaj atığının cam kırığın dönüştüğü bu süreç Tablo’te verilmiştir

Tablo: Cam ambalaj atığının cam kırığına dönüşüm süreci

Cam ambalaj atığının cam kırığına dönüşüm süreci

Manyetik ayırma:Stok sahasındaki atıklar besleme bandı ile ayırma bandına aktarılır. Manyetik ayırıcı bandın üzerinde durur. Çapraz hareket eden mıknatıs bandı vasıtasıyla serbest demir parçaları uzaklaştırılır. Cam ambalaj atıkları içindeki demirden malzeme ayrılmaz ise flint cam limit dışı yeşilimsileştiğinden renk kalitesi düşer.

Elle Ayırma :Banktaki iri parçaları kağıt, plastik, taş, seramik, porselen, farklı renkteki cam parçaları v.b katışıklar el ayıklama ( tavuklama ) yöntemiyle uzaklaştırılır. Özellikle iri taş ve seramik parçalar bu aşamada kolaylıkla ayrılır.

Kırma :Kırıcı seçiminin uygun cam kırığı eldesin de önemi çok büyüktür. Çünkü tane boyutu fırının enerji sarfiyatında oldukça etkilidir. Genelde çekiçli kırıcılar kullanılır ve çıkış açıklığı ortalama 10-25 mm’dir. Kırma işlemi ile cam ambalaj atıklarının parçalanarak katışıklardan serbestleşmesi sağlanır. Son zamanlarda çeneli ve tambur kırıcılardan ikili kombinezon ile % 15-20’ler düzeyindeki istenmeyen ince fraksiyon oranının kolayca %5’in altına düşürülmesi sağlanmıştır.

Titreşimle Eleme :Kırıcıdan çıkan ürün elenerek +40 mm ve -5 mm’lik tane fraksiyonları üründen ayrılır. İnce fraksiyon uygun kalitede ise paçal yapılarak fırına verilebilir. Kalite düşükse artık olarak çöpe atılır. İri fraksiyon kırma devresine boyut küçültme için geri beslenir.

Pnömatik Ayırma :Siklon, cam kırığı içersindeki mantar, plastik kaplar, metal ve plastik folyo ( kalay ve alüminyumdan ), ile kağıt etiket parçaları gibi hafif katışıkları uzaklaştırmak için kullanılır.

İnce Elemeli Tamburla Yıkama :Sisteme beslenen malzeme sadece kumbaralardan geliyorsa bu işleme gerek olmayabilir. Ancak çöplük camı ise kullanılmalıdır. Böylece toz, toprak ve çamurdan ileri gelen kirliliklerin su ile yıkanarak uzaklaştırılması sağlanır.

Otomatik Demir Dışı Ayırma:demir dışı metallerden yapılmış küçük ring ve folyo ve folyo parçalar bu aşamada ayrılır.

Otomatik Opak Malzeme Ayırma:Camın ışık geçirgenliği özelliğinden hareketle kızıl ötesi ışın kullanılarak porselen, taş ve plastik v.b. opak malzemelerin cam kırığından ayrılması sağlanır. Şimdilerde ışın yerine sayısal görüntü işleme kameralarının kullanılması ile hem ayırma randımanı arttırılmış hem de renk ayrımı aynı ünitede gerçekleştirilebilir olmuştur.

Cam Ambalaj Üretim Süreci

Birincil hammaddelerin tam olarak karıştırılması ile elde edilen harmana üretim ıskartalarının uygun boyutta kırılması ile elde edilen iç kaynaklı ve çevrecilik kapsamında yürütülen faaliyetler geri kazanılan dış kaynaklı cam kırığı şeklindeki ikincil hammaddelerin ilavesiyle malzeme girdisi fırında eritilmek için hazır hale gelir. Girdi, cam fırınında 1500oC’de eritildiğinde istenilen renkte bal kıvamlı akışkan bir sıvı olan soda – kireç camına dönüşür. Erimiş cam damla halinde kesilip otomatik olarak makinelerde presleme ve üfleme veya iki kez üfleme yöntemiyle kavanoz ne şişe şeklinde kalıplanır. Elde edilen cam ambalaj daha sonra programlı olarak soğutulur, hat üstünde hassas kalite muayenelerden geçirilir hatalı olanlar ayrılır.böylece üretim süreci tamamlanmıştır ve cam ambalajlar paketlenerek müşteride doluma gönderilmek için depolanır. Dolumda içecek-yiyecek ile doldurulup piyasaya sürüldükten sonra tüketiciye ulaşan ürünlerin kullanımı sonrası ambalaj atığı haline gelen kullanılmış cam şişe ve kavanozlar, geri kazanılarak fırına hazır cam kırığı haline getirilir, ardından fabrikalarda ikincil hammadde olarak kullanılarak yeniden şişe ve kavanozlara dönüştürülürler. Cam ambalaj böylece sürekli kullanılabilir. Cam ambalaj üretim süreci tablodaki gibi özetlenebilir.

Tablo: Cam ambalaj üretim süreci

Cam ambalaj üretim süreci

Atık Camların Yeniden Kullanım Alanları

Dünyada uzun bir süredir hurda camlar, inşaat sektöründe kullanım alanları bulmuştur. Bu kullanım alanlarının ilki ve en önemlisi, tuğla ve beton parçalarının hurda camlarla karıştırılması ile üretilen bina panelidir. Cam dolgulu bina panelleri darbeye dayanıklı ve düşük su adsorpsiyonunu sahiptir. Cam yünü ve zımpara üretiminde de artan bir biçimde talep vardır.

Türkiye’de ise düz cam kırıkları binalarda dış yüzey kaplama malzemesi olan cam mozaik halinde kullanılmaktadır. İç mekanlarda dekorasyon amaçlı kullanılır. Trafik ve yol işaretleriyle yol çizgi, şerit ve kaplamalarında kullanılan boyalara katılarak işaretlerin ışığı geri yansıtması ve gece ışıldaması sağlanır.

Türkiye’de Cam Geri Dönüşümü

Türkiye son yıllarda hızla bir tüketim toplumu haline gelmiştir. Artan tüketime paralel olarak da oluşan atıklarda da , özellikle ambalaj atıkları, büyük oranda bir artış göstermektedir. Türkiye’de üretilen camlar; ambalaj camı, düz cam, zücaciye ve elyaf camıdır. Bunların içinde en büyük payı %35 ile ambalaj camları alırlar. Her bir cam türü üretim sırasında geri kazanılabilmektedir. Ancak tüketim sonrası geri kazanım geri kazanım sadece cam ambalajda mümkün olmaktadır. Toplamada henüz cam şişe kumbara sisteminin yaygınlaşmamış olması cam ambalaj atıklarının üçte iki oranında şehir çöplüklerinden temin edilmesine neden olmaktadır. Bunlarda kazmacı tabir edilen toplayıcılar tarafından çuvallara doldurulan atıklar daha sonra hurdacılara, oradan da işleme tesislerine gelmektedir.

1986 yılında İstanbul’da başlayan kaldırım kenarı toplama bugün Ankara, İzmir, Bursa, Mersin, İzmit ve Antalya Büyükşehir belediyelerine dek genişlemiştir.ayrıca Ege, Akdeniz ve Kocaeli Belediyeler Birliği kapsamındaki birçok belediye sınırları içine de cam şişe kumbarası konulmuştur. 2000 adedi geçen kumbaralarla toplanan cam ambalaj atığı miktarı 4000 tonu geçmektedir. Önemli miktarda yatırıma rağmen kumbaralar aracılığıyla cam ambalaj atık toplanması yıllık cam geri dönüşümünün %10’na varabilmektedir.kumbara performansları Batı Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında bu ülkelerde 5-10 kat daha fazla yüksek dolma verimliliği elde edildiği görülmektedir. Bunun tek sebebi halkın gönüllülük esasına dayalı bu faaliyete olan katılım düzeyinin düşüklüğüdür. Bu durumun giderilmesi içinde son günlerde eğitim ve tanıtım çalışmaları giderek arttırılmaktadır. Ancak ekonomiye katkısı yönüyle konu incelendiğinde, cam ambalaj geri dönüşümünde ilk küçük adımların atıldığı 1970’lerin başından 1998 yılı sonuna kadar 550 bin ton cam ambalaj atığının yeniden şişe haline getirildiği görülür. Böylece 2 milyar adedin üzerinde şişe ile ifade edilen bu değerle doğal kaynaklarda 1998 fiyatları ile 500 milyar liralık 1 milyon tona yakın hammadde tasarrufu sağlanmıştır. Tablo’dageri kazanılabilir atık maddeler içindeki cam miktarı görülmektedir.

Tablo 4.5 : İllere göre geri kazanılabilir atık maddeler içinde cam miktarı, aralık 1993 ( D.İ.E. 1993 )

İLLER TEMMUZ (ton/ay) ARALIK(ton/ ay)
Adana 4,69 23,07
Ankara 12,52 16,41
Bursa 22,18 30,23
Diyarbakır 8,00 29,06
Gaziantep 21,01 15,71
İskenderun 25,79 24,23
İstanbul 15,91 15,70
İzmir 24,70 23,65
Kayseri 8,80 12,34
Konya 12,88 21,16
Samsun 16,73 31,22

Dünya’da Cam Geri Dönüşümü

Batı Avrupa’da 1989 ve1996 yılları arasında toplanan camların geri kazanım oranının giderek arttığı gözlenmiştir.( Tablo 4.6 )

Tablo: 1989-1996 yılları Avrupa cam geri kazanım oranı

Yıllar 1989 1996
Ülke Miktar (binton) Ulusal Geri Kazanım Oranı( %) Miktar (binton) Ulusal Geri Kazanım Oranı( %)
Avusturya 98 39 216 88
Belçika 140 44 222 75
Danimarka 33 32 126 70
Finlandiya 32 62
Fransa 700 28 1500 52
Almanya 300 37 2737 79
Yunanistan 40 26
İrlanda 7 8 36 38
İtalya 600 26 750 34
Hollanda 245 48 375 82
Norveç 46 76
Portekiz 27 13 117 44
İspanya 232 20 521 37
İsveç 134 76
İsviçre 155 46 283 91
İngiltere 228 14 441 23
Türkiye 72 20*
Toplam 3,340 29

Ortalama

7648 57

Ortalama

*Geri dönüşüm oranı

Almanya:1972’de Federal Almanya’da atık depolama yasasının sonucu olarak toplanan ve yeniden üretime sokulan camlar 1978’e kadar sadece 60 bin tondan 400 bin tona ulaşmıştır. Bunun sebeplerinden biride 1973’deki petrol krizinden dolayı enerji fiyatının artışıdır. Almanya’da 1975 ve 1989 yılları arasında cam kırığı hazırlama teknolojisindeki gelişmeler devam etmiştir. 1990 yılında geri kazanılan cam miktarı 1,5 milyon ton olurken 1990’ların sonuna doğru 2,5-3 milyon ton düzeyine ulaşmıştır.

Hollanda:geri dönüşüm 1921 Maltha firmasınca kurulan tesis ile başlar. 1930’larda atık cam ticaretine başlamıştır. 1956’da atık camı ayırmaya başlar , ardından 1973’de Rotterdam belediyesi ile geri kazanılmayan camların yeniden kazanımı için bir deneme projesine katılır. Bu çalışma kapsamında şehrin muhtelif yerlerine ve alışveriş merkezlerine 400 küçük konteynır yerleştirilmiş, 1985’te 10.000 adet cam şişe kumbarası ile yılda 205.000 ton cam birikmiştir.

İngiltere:Geri kazanılan camların ortalama %2’i şişedir. Kullanılan şişelerin en az %60’ı yeşil renktedir.bazen bu oran %90’lara varmıştır. Cam şişe kumbaraları ilk defa 1977’de kullanılmaya başlandı. Daha sonra dört yıl içersinde cam kumbara sayısı 2500’den 50002e ve 1990’dan 1995’e kadar da 10000’e çıkmıştır. Günümüzde ise bu rakam 22000’e ulaşmıştır. Her 2800 kişiye 1 kumbara düşmektedir.

ABD:ABD’nin cam geri dönüşümüne bakıldığında Batı Avrupa da %50’yi aşan düzeye rağmen %25-30’luk bir düzeyin sürdürebildiği görülmektedir. Bunun sebepleri başında Amerikalıların çevreye karşı duyarlılıkları gösterilebilir. Ayrıca geniş bir coğrafyada etkendir.

Yapılan araştırma ve bilinçlendirme çalışmaları insanoğlunun ihtiyaçlarının sınırsız, buna karşılık doğal kaynakların sınırlı olduğu şekillinde ki tespiti ortaya çıkmıştır. Bu düşünceden ulaşılan temel yaklaşım doğanın korunmasının esas olduğu esas olduğu yönünde olup, bu bağlamda çıkan tüm ana politikalar şimdiye dek yürütüldüğü gibi doğa ile çatışma ve doğayı sömürme yerine, çabaların doğa ile uzlaşma ve doğayı geliştirme yönünde olması şeklinde belirtilmiştir. Yinelenemeyen doğal kaynaklardan tasarruf etmenin yolları her tür madde ve enerji kullanımının kaynakta azaltılması ile başta ambalaj malzemeleri olmak üzere atık haline gelmiş malzemenin, malzeme ve enerji şeklinde geri kazanılmasıdır. Bu kapsamda diğer ambalaj malzemelerinin yanı sıra cam malzemesinin geri kazanılarak üretimde ikincil malzeme olarak hammadde yerine kullanılması bu alandaki önemli öncelikler arasında en başta gelendir.

Tüm bu çalışmaların yanı sıra cam geri dönüşümü arttırmada toplusal aktörlerin kendine düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi olacağından, merkezi yönetim, yerel yönetimler, dolumcular, atık oluşturucu biz insanlar ve çevreyle ilgili sivil toplum kuruluşları, üniversiteler kendi katkı ve işbirliklerini ortaya koymak zorundadır. Ambalaj atıklarının gömülmesine neden olan sıhhi depolama uygulaması yapan belediyelerin transfer istasyonlarına en kısa zamanda malzeme geri kazanım birimlerinin eklenmesi sağlanmalıdır. Cam şişe kumbaraların ülke genelin de ve tüm dünyada daha da yaygınlaştırılmalıdır.

Kardeşliğin Böylesi

Şüphesiz her toplumun temel yapı taşları bir takım değerlerden oluşur. Bu değerlerin kökleri kimi zaman bazı duygulara, kimi zaman ise bazı prensiplerin uygulama ve kurumsallaşmasına dayanmaktadır. Her halükarda, söz konusu değerler toplumların niteliğini belirleyici rol oynarlar.

İslam dini, mensuplarından müteşekkil bir toplumun temel direğini imandan kaynaklanan “kardeşlik” prensibine, daha doğrusu bağına, dayandırmaktadır: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat, 10)

Kardeşlik bağı muhakkak ki, kardeş olarak bildiğiniz ve kabul ettiğiniz kişileri kendinizden biri olarak görmeyi, dertleriyle dertlenip, sevinçleriyle mutlu olmayı, hadis-i şerifte de müslümanların özelliklerinden birine dair buyrulduğu üzere “kendiniz için istediğiniz bir şeyi onlar için de istemeyi” beraberinde getirir, en azından olması gereken budur. Bu öyle bir bağdır ki, yine Hz. Peygamber’in (S.A.V.) buyurduğu üzere, nasıl ki bir organımızda herhangi bir hastalığın ortaya çıkması diğer organlarımızı da etkiliyor ve onların sağlığını da bozuyorsa, bir müslümanın başına gelen sıkıntı aynı şekilde diğer müslüman kardeşini de etkiler ve üzer.

Bahsettiğimiz bütün bu hususlara rağmen bugün için hem kendi toplumumuza hem de diğer müslüman toplumlara, kısaca İslam alemine baktığımızda gördüğümüz tablo hakikaten insanı üzüyor.

Öyle ki, kardeşlik bağlarıyla birbirine bağlanması gereken insanımız, bırakın bu bağı, insan olmanın gereği olan bazı hassasiyetlerden bile yoksun bir şekilde birbirinin kuyusunu kazmaya, canınına, malına, namusuna kastetmeye cüret edebiliyor! Yine insanımız, çeşitli gruplaşmaları, bu kardeşlik bağının da üstünde tutarak, “kendilerinden” olanları söz konusu gruplara dahil olanlar ve olmayanlar şeklinde ayırmak suretiyle, “-izm”ler veya “-ci”ler üzerinden toplumun bölünmesine sebebiyet verebilmektedir ki bu durum İslam aleminin en önemli problemlerinden biri haline gelmiştir. Üstelik iş, kendi grubundan olmayanların müslümanlıklarını, İslam’ın getirdiği esasların kabulünden ziyade “-izm”ler ve “-ci”ler üzerinden sorgulamaya kadar götürülebilmiştir.

Daha da vahimi, kendi gruplarından olmayan diğer “kardeşlerinin” istismar edilmeleri, dolandırılmaları, haklarının çiğnenmesi adeta “meşru” kabul edilebilmiştir!

Tüm bunların neticesinde ise, İslam alemi, Kur’an’ın bizi uyardığı ihtilafların, karışıklıkların ve fitnelerin içine sürüklenmiş, ideallerden ziyade günü kurtarmanın derdine düşmüştür.

Halbuki, söz konusu kardeşlik bağına sahip bir topluluk için, bu ortak noktaya bağlı kalarak meselelere dair farklı düşünebilmek, farklı düşünceler üreten bireylere sahip olmak, bir çatışma değil zenginlik kaynağı olmalıdır. Gelişme ve yenilenme ancak bu şekilde mükün olabilir.

Yine böyle bir topluluğun mensupları, bırakın kendi toplumu, tüm insanlık için adaletin teminine çalışması gereken insanlardan müteşekkil olduğu için, “sahtekarlığın” temsili konumuna düşemez, düşmemelidir! Hele ki bu dinin prensiplerini hayatlarına her anlamda temel almış olma iddiaları da varsa!

Dolayısıyla “ancak kardeş” olabilecek ve birbirlerinin aralarını düzeltecek bir toplumun ve ümmetin bugün içinde bulunduğu kargaşa ve sıkıntı ortamının sebeplerini doğru anlamak, çözüm üretebilmek ve maruz kaldığımız istismarlara mani olabilmek, sahip olduğumuz değerlerin doğru bir şekilde idrakinden ve hayata aktarılmasından geçecektir.

Belirtmek gerekir ki, dini sadece namaz kılmak, oruç tutmak gibi uygulamalardan ibaret görüp, prensiplerini bütün olarak anlayamadığımız müddetçe, söz konusu sıkıntıların artması da kaçınılmaz olacaktır. Bu sebeple din eğitiminin bütüncül bir biçimde ve doğru temellere dayanarak verilmesi, hem bireysel hem de toplumsal anlamda “kardeşliğe dayalı bütünlüğümüzün” tesisi ve devamı için elzemdir. Aksi halde “bu nasıl kardeşlik” dedirtecek manzaralar daha da artacaktır…

Bankacılıkta neler oluyor?

Cumhuriyetimizin kurucuları ilk yıllardan itibaren ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın olamayacağını gördüler.

Bir yandan Duyun-u Umumiye idaresini tasfiye ederken, yabancıların kontrolündeki kurum ve şirketleri devletleştirerek milli bir sanayi ve milli ekonomi meydana getirmeye çalıştılar. Diğer yandan özellikle 1950 den sonra artan şekilde bir Türk özel sektörü oluşturmak için gerekli çaba gösterildi.

Osmanlının son dönemlerinde İngilizlerin kontrolündeki Osmanlı Bankası’nın oynadığı olumsuz rol dikkate alınarak bizzat Atatürk’ün şahsi servetiyle de desteklediği İş Bankası’nın kurulması, Ziraat Bankası ve diğer devlet bankalarının yanı sıra özel bankacılığın gelişmesi için ciddi gayret ve fedakârlıklar gösterildi.

Gerek devlet bankalarımızın ve gerekse özel bankalarımızın kötü yönetilmeleri sonucu ilk grupta görev zararı, ikinci grupta ise hortumlama adıyla tarihe geçen, sonuçta zararın tamamını Türk halkının ödediği ciddi yolsuzluklar yaşandı. 22 banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredildi.

Son yıllarda Bankalar Yasası on defa kişilere, kurumlara ve olaylara özgü biçimde değiştirildi.

Getirilen yeni kurallarla, Türkler kolay kolay bankacılık yapamaz hale getirildi. Sonunda, kamu ve özel bankalarımız el değiştirmeye ve yabancılara satılmaya başladı.

Biz sarsıntıdan bankacılık müessesesini sağlam kurallarla yönetilir bir duruma geldik diye sevinirken bir de ne görelim? Bankalarımız teker teker yabancıların eline geçmeye başladı.

Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcımız, Yabancıların sektördeki payının önce % 15, sonra % 25 ve nihai olarak da % 50 olabileceğini, “endişeye mahal” olmadığını açıkladı.

Bazı uzmanlar Ziraat Bankası haricinde hiçbir bankamızın direnemeyeceğini ve yabancıların eline geçeceğini iddia ediyor. Muhtemelen Ziraat Bankası da özelleşme kapsamına alınacak ve Türkiye önümüzdeki beş on yıl içinde bütün bankalarını yabancılara devretmiş olacak.

Yeni düzenlemelerde getirilen hükümlere göre herhangi bir yabancı bankada kriz öncesi bazı bankalarda yaşadığımız hortumlama olaylarının benzeri olursa, bu bankaların “hâkim ortağı”nın ülkesine gidip gözaltına alamayacak, “hortumcu” ilan edemeyeceğimiz gibi, yurtdışına çıkışı engellenemeyecek ve Bankalar Yasası’nın “müsadereye ilişkin hükümleri” uygulanamayacaktır.

Demek ki, bu konulardaki bütün hükümler sadece milli sermaye için konulmuştur.

Yani milli bankalar ve yabancı bankalar için ayrı hukuk icat edildi. Buna TMSF’ye devredilen bankalar için icat edilen hukuku da eklersek bankacılık alanında 3 ayrı hukuk uygulanmaktadır ki, böyle bir uygulamanın Dünyada benzeri yoktur.

Milli bankanın gittikçe azaldığı bir ortamda iki Türk bankasını Yunanlıların alması da milli reflekslerimizi uyandırmaya yetmedi. Komşumuzun bu istekliliğini coşku ile karşılayanlarımız oldu. (Bir Türk müteşebbisi de Yunan Bankası almaya kalksa Yunan halkı ve devleti nasıl karşılar acaba?)

“Yüksek faiz düşük kur politikası” ile ithalatı da kolaylaştırıp dev adımlarla artırarak, milli ekonominin yok olması için her şey yapıldı.

Oysa bilmeliydik ki Tasarruf-yatırım dengesizliğini ve sermaye yetersizliği sorununu aşmanın yabancı bankalarla sağlanamayacağı açık bir gerçekliktir.

Bankacılık alanındaki gelişmeler ekonomik bağımsızlığımızı yok etme yolunda dev adımlarla ilerlediğimizi gösteriyor.

Cumhuriyetin kurucularının koyduğu milli ekonomi ve tam bağımsızlık anlayışı, “biz kendi kendimizi yönetmeye ehil bir millet değiliz, bizi gelişmiş ve yönetme yeteneği olan bir millet/devlet idare etsin” diyen mandacı zihniyete karşı yenilmek üzere.

Acaba dökülen onca kan, gözyaşı ve verilen bağımsızlık mücadelesi boşuna mıydı?

Yine yabancılar ağa, yine bizler maraba (hizmetkâr) olacak idiysek seksen küsur senedir neyin mücadelesini verdik?

Not: Bankacılık alanındaki düzenlemelerle ilgili bilgiler Yaman Törüner’ den alınmıştır.