Kur’an cihanşümul / evrensel, tam ve mükemmel bir talimat ve
tebligattır.
Allah Kur’an’ı
müminlerin / inananların dilinden kalbine aksedip,
Hayatlarına hâkim
/ egemen olması için indirmiştir.
Kur’an; insanların
yalnız Allah’a kul olmaları,
Yalnız O’nun
emirlerine uyma emel ve gayesiyle okunması, anlaşılması, anlatılması
Ve gereğini
yapmaları için indirilmiştir.
Allah’ı tanımak,
Kur’an’ı tanımak, okumak ve anlamakla olur.
Kur’an’ı tanımak
ise, lafzını / sözünü okumakla yerine gelir.
Prensip, ilke,
temel inanç ve esaslarını hayata geçirmek, tatbik etmek ve uygulamakla olur.
Allah’ın varlığına
inandığımız halde, Allah yokmuş gibi hareket etmek Müslümana yakışmaz.
Kur’an’a
inandığımız halde, Kur’an’a aykırı bir yaşayışı hoş karşılamamalıyız.
Bunun doğuracağı
tehlikeleri ve bizleri sokacağı cendereleri iyice düşünüp akıl etmeli.
Sıratı Müstakim’in
/ Doğru Yol’un, ancak Kur’an’ın çizdiği yol olduğunu,
Bir an için bile
aklımızdan çıkarmamalıyız.
Kaldı ki, biz
dâhil İslâm Âlemi’nin dünyadaki düşkün hâli, geri kalmışlığı,
İslâm’a lâyık bir
seviye ve düzeyde olmazlığın tek sebebi;
Kur’an’ın ve onun
uygulaması olan Sünnet’ten gereği gibi istifade edemeyişimiz ve
Yararlanamadığımız
yüzündendir.
Kendimiz İslâm’a,
Kur’an’a ve Sünnet’e uymamız gerekirken;
İslâm’ı, Kur’an’ı
ve Sünnet’i kendi anlayış çerçevesine sokmuş olmamızdandır.
Kur’an sadece
inanmamızla yetinmez.
Aynı zamanda
yaşantımızın her anını ve her hareketini;
Onun çizdiği
çerçevede kalarak gerçekleştirmemizi de ister.
Unutmayalım ki,
Sahabe-i Kiram vahyedilen / indirilen bir âyeti iyice anlayıp,
Hayatlarına tatbik
etmedikçe, onu uygulamayı devamlı kılmadıkça,
Başka bir âyeti
ezberlemezlerdi.
Ezberle uygulamayı
paralel olarak yerine getirirler.
Hz. Peygamber gibi
yaşayan bir Kur’an olurlardı. Öyleyse
onların örnek aldıkları gibi:
Bizim için de,
Kur’an eşsiz bir rehber,
Hazreti Peygamber,
daimî bir önder.
Önümüzde yürüyen
bir kılavuz.
Maddî – manevî
tertemiz bir havuz.
“Yalnız sana
kulluk eder ve ancak senden yardım isteriz.” (Fatih: 5)
Derken bunun
Allah’a verdiğimiz bir taahhüt olduğunu hiçbir zaman unutmamamız
Ve bundan gafil
olmamamız gerekirken;
Kasten değil ama,
ne yazık ki şuursuz ve bilinçsiz bir vurdumduymazlık içindeyiz.
Oysa gerçek
kulluk; yalnız ibadet etmekle yerine gelmez.
Aynı zamanda emir
ve yasaklarına uymakla da mükellef ve yükümlüyüz.
Çünkü gerçek
kulluk; Allah’ın tüm emir ve nehiylerine / yasaklarına uymakla gerçekleşir.
Kaldı ki: “Bir’e
kul olmayan bine kul olur.”
Nitekim İslâm
öncesindeki Araplar; Allah’ı inkâr etmiyorlar
Fakat, O’nun
hayatlarına çeki düzen vermesine, asla imkân tanımıyorlardı.
Doğru Yol’a girmek
belki kolay ama Doğru Yol’da daimî olmak; işte bütün mesele bu!
Sıratı Müstakîm
yani Doğru Yol’da olmanın ve bunu devamlı kılmanın kolay olmadığı,
Şu hususu ortaya
koymakla, çok daha iyi anlaşılır:
Günde beş vakit
kıldığımız namazlarda,
Tam kırk kere
Fâtiha Suresi’nde geçen “İhdinassıratal müstekiym.” (Fatiha: 6)
“Bizi doğru yola
(İslâm’a) ilet (İslâm ile yaşat.)”
Diye Allah’tan
bizi Sırat-ı Müstakime / Doğru Yol’a hidayet etmesini / iletmesini istiyoruz.