19.4 C
Kocaeli
Çarşamba, Ekim 1, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1154

Tam Teçhizatlı Koşu

İmdi ay vakti, medlerde – cezirlerde dem

Söz avcısıyım süngersizlik nedir bilmem

 

Damar yaran şiirler vardır kelle koparan

Kanı kanla yıkayan ömrü kanla karan

 

Kelimeler molotof cümleler parça tesirli mayın

Sevi sevi deyip kafamın fünyesini attırmayın

 

Aşk âlemde yanardağ gibi yanışın adıdır

Yürek kılcalları lâv yemiş Vezüv muradıdır

 

Bazen sevgisinin şiddetine dayanamayan akrep

Bazen genze kaçmış avuç dolusu mürekkep

 

Gül tütsüsü değil napalm bombasıdır o

Biriktikçe alev alan Hamza yasıdır o

 

Odur bozgun yemiş orduların son ümidi

Odur Nuh tufanlıların canı, can simidi

 

Yüzünden damlıyor onun o muhteşem hüznü

O hem kaytan bıyıklı özgürlük hem Grozni

 

Damarları geceye serilmiş sen ey kıdemli gamdâr

Sende ilham infilâk ettiren ne bombalar var

 

Tekinin mekanizması ha düştü düşecek

Nabzım o ateşle çıldırasıya öpüşecek

 

Gayri sonuna geldik otuzikinci bölümün

Dostlarım;

Beni bir şelâlenin dökülüşüne gömün !

 

Başbakan’ı anlamak

Dün gerçekleşen TÜSİAD – Başbakan buluşması, televizyonların hemen hemen tamamında naklen verildi.

Bundan da anlaşılıyor ki, gerek Hükümet, gerekse patronlar, bu buluşmaya özel önem atfetmişler.

Başbakan, o şahin üslubunu terk etmeye karar vermiş görünüyor, toplantıdaki konuşma üslubuna baktığınızda.

Bunda ne kadar samimi olduğunu görmek için, seçim sonrası tavır ve üslubuna bakmak lazım.

Seçime giderken, Başbakan, patronlar dünyası ile kavga etmek istemiyor olabilir.

Seçim sırasında, bu kesimden bir arıza çıkmasını arzu etmemiş olabilir.

Bu üslubun daim olacağına, hiç ama hiç ihtimal vermiyorum.

Başbakan‘ın en belirgin özelliklerinden biri haline geldi bu.

İhtiyaç duyduğu anlarda, bazı kesimleri yanına çekebilmek için, ‘damardan giriyor’ tabiri caiz ise.

Kürt oyları ile ilgili bir hesabı var ise, Kürt Aydınları’nın isimlerini telaffuz eder, Kürt Şairlerin şiirlerini terennüm eder.

Ülkücülerin oyuna ihtiyacı var ise, aralarından ‘sütü bozuk’ bir iki tanesini yanına alır, başlar onların cephesinden mesajlar vermeye.

Ülkücü şehidin mektubundan işine gelen pasajları okuyup, gözyaşı döker, ağlar, ağlatır, kandırır.

“12 Eylül” der.

“Sizi cezalandıranları cezalandıracağım” der.

Maksat hâsıl olup, ihtiyaç ortadan kalkınca da, alır, kullanılmış bir mendil gibi bir kenara koyar.

Her şeyi,herkesi.

Anlaşılan sıra, patronlarda.

Dünkü konuşmasında ne ‘ucube heykel’ vardı, ne de ‘tıksırıncaya kadar içmek’ konusu.

Uzlaşmacı, tahammül sınırları geniş, demokrat bir Başbakan görüntüsü çiziyordu dün patronların karşısında, Başbakan Erdoğan.

Patronlar bunu yedi mi peki?

Yemeseler bile, yemiş gibi göründüler.

Hepsinin ağızları kulaklarına varıyordu.

“Başbakan’ı da yola getirdik işte!” mesajı verir gibiydiler.

Başbakan’ın çok değil, birkaç ay sonra izleyeceği siyasette onlara yer olmadığını, unutmuş gibiydiler.

Başbakan’ın siyasetinde, uzlaşmak yerine gerginlik var.

Barış yerine, kavga var.

Birleştirmek yerine, ayrıştırmak var.

Sermaye ile barışmak yok, kendi sermayesini yaratmak var.

Ama bunlar, bayram sabahı kesilmeden önce önlerine verilen otu iştahla yiyen ‘koyunlar’ gibiydiler.

Az sonra kesileceklerinden ya haberleri yok, ya da “Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç” modundalar.

Bir kare vardı dün, gözlerimden kaçmayan.

Başbakan Erdoğan için, “Bunun en az bir milyar doları var” diyen Rahmi Koç’un, Padişah‘ın önünde eğilen kapı kulları gibi, eğilip temenna etmesini gördüm.

O an karar verdim ki; patron olmanın yolu, dünya malından olmamak adına, onurundan da, adamlığından da vazgeçebilmekten geçiyormuş.

Kurbağanın Suyu Yeterince Isındı mı?

Bir kurbağayı kaynayan su dolu bir tencereye atarsanız, zıplayıp kaçarak kurtulur. Ama önce soğuk su dolu bir tencereye koyup yavaş yavaş ısıtarak suyu kaynatırsanız, kurbağa suyun sıcaklığını fark etmez. Fark etse de bacakları tamamen uyuştuğu için sıçrayamaz ve haşlanarak ölür.

Bu test sonucu kişisel ve sosyal olayların açıklanmasında da çokça kullanılır. “Kişinin/toplumun içinde bulunduğu (sağlık, ekonomik, sosyal statü gibi) durumlar çoğu zaman yavaş yavaş değişime uğrar. Bu değişimin belirtileri veya sonuçları da adım adım, basamak basamak ve bazen gecikmeli olarak yaşanır. Olumlu veya olumsuz yöndeki değişimlere zamanında gereken tepki verilemez. Hayat kalitesi yavaş yavaş fakat istikrarlı bir şekilde kötüye giden birçok kişi (veya toplum), kendisini bir anda kaynayan kazanın içerisinde buluverir ve dışına çıkabilecek gücü kendisinde bulamaz.”

Toplumlar tehlikelere karşı hayatiyetini devam ettirebilmek için bazı refleksleri göstermeye meyillidir. Ancak kurbağa testine benzer metotlar uygulanırsa, bu refleksi köreltmek mümkün olur. Tehlike oluşturan eylemi parçalara bölüp, alıştıra alıştıra uygularsanız, önce zihinler uyuşturulur, sonra refleksler ortadan kaldırılır.

Bayrağın, vatanın birliğinin tartışıldığı, Türkçe’nin bir bölgemizde ikinci dil hale getirildiği ve Türk kelimesinin resmî metinlerden çıkarılmaya başlandığı sürecin gelişimini kısaca hatırlayalım.

Meselenin adı “Güneydoğu Sorunu” veya “Terör Sorunu” gibi isimlerle anılırken, adının “Kürt Sorunu” olduğu her gün TV ve gazetelerde binlerce defa tekrar edilerek zihinlere kazındı. Bunu yapanlara devlet büyüklerimiz de katıldı.

Böylece Kürt kökenli Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarımıza sadece Kürt olmalarından dolayı ayrımcılık ve zulüm yapıldığı şuuraltına yerleştirildi. Etnisite olarak kendisini Kürt olarak ifade eden vatandaşlarımızın Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık dâhil bütün siyasi ve idari görevlere gelebildiği, en büyük holdinglerin patronu ve yöneticisi olabildiği, askeri ve sivil bürokraside en kritik görevleri üstlenebildiği göz ardı edilerek meselenin adı “Kürt Sorunu” olarak kabul edildi. 

PKK siyasallaşma sürecine girmek istiyordu. Bunun için “Kürt halkının tek temsilcisi” olarak görünmesine ihtiyaç vardı. PKK ve siyasi temsilcisi konumundaki partiye ilaveten, Güneydoğudaki STK’ların büyük çoğunluğunun PKK kontrolüne girmesi bu gayeye hizmet edecekti, etti. Durum STK’lardan yerel parlamento oluşturulmasına kadar gelişti. 

“Canım, adına ‘Kürt sorunu’ desek ne olur, zaten Kürtler Cumhuriyet döneminde 24 defa isyan ettiler. Bunu da 25. Kürt isyanı saysak ne değişir ki” diyenler çıktı. Kendisini Kürt olarak tanımlayan bütün vatandaşlarımız isyancı sınıfına dâhil edilmiş oldu. PKK, Kürt halkının temsil eden ve O’nun adına “kolektif haklar” talep eden muhatap durumuna getirildi. 

Terörle mücadelenin tek sorumlusu olarak TSK gösterildi. Oysaki terör dâhil Türkiye’nin bütün meselelerinin çözümü için sorumlu ve yetkili olan siyasi iktidardır, hükümettir. TSK Hükümetin politikalarına göre mücadele eden bir güvenlik birimidir. Terörle mücadelede yaşanan bütün başarılar görmezden gelinirken, zaaflar abartılarak sunuldu. “Öğrenilmiş çaresizlik” usulleri uygulanarak Türk toplumu ve devlet yetkilileri çaresizlik duygusuna itildi. 

TSK‘nın terörle mücadelede başarılı olmuş subayları, PKK itirafçılarının beyanlarına dayanılarak yargılanmaya başlandı. Büyük bir psikolojik operasyona maruz kalan TSK, bırakın terörle mücadeleyi kendini savunamaz hale getirildi. Terörle mücadele eden subayların, PKK’lı teröristlerden daha tehlikeli olduğuna inandırıldık. 

BDP’li belediyeler, PKK’lıların ölülerine şehit muamelesi yapmaya, dirilerini Habur’da kahramanlar gibi karşılamaya, Kürtçeyi fiili (de facto) resmi dil haline getirmeye cesaret ettiler. Su aşırı ısınınca tepki işaretleri ortaya çıktı. Devlet büyüklerimiz “tek dil, tek bayrak” sloganlarıyla suyun ılıklaşmasını sağlarken, PKK/BDP tarafının dalga geçercesine yarattığı fiili durumla, sloganlar boşlukta kaldı. 

Başbakanımız, “İmralı ile görüşüyor diyenler şerefsizdir” diye suyu ılıtırken, Öcalan kâh “müzakerenin verimli gittiğini” söyleyerek, kâh “ben ölürsem, Başbakan da ölür” benzeri tehditlerle suyun sıcaklığını yükseltmeye devam etmekte. Şimdilik son talebi, cezasının ev hapsine çevrilmesi. Suyun yavaş yavaş biraz daha ısınması halinde ne isteyeceği şimdiden belli: Af çıkarılması, kendisine ve “gerillalarına” siyaset yapma imkânı verilmesi ve “Türkiye Kürdistan’ı özerk bölgesinin siyasi lideri” olmasına imkân verecek anayasa değişikliği

Birkaç sene önce teröristbaşına “sayın” diyen BDP’lilere tepki gösteriyor, söyleyenleri yargılıyorduk. Bugün birileri Öcalan’a “cani, bebek katili” gibi unvanları söylemememizi, O’nun Kürtlerin lideri olduğunu, bu duruma uygun sıfatla hitap etmemiz gerektiğini yazmaya cüret etmekte. Böyle giderse 40 bin kişinin ölümünden sorumlu terör örgütü liderine, “sayın” dememek suç olursa şaşmamak gerekecek. 

Hükümet terör konusunda gömleğin ilk düğmesini yanlış ilikledi. Diğer düğmeleri doğru iliklemek mümkün olmuyor.  

Kurbağanın suyu iyice ısındı. Acaba kurtulması için bacaklarında son bir derman kaldı mı? Haziranda yapılacak seçimler, hayat kurtaran refleksin gösterilebileceği son fırsat olabilir. 

Gürsel Tekin’in Yalancısıyım

CHP üzerine yazınca bazı sosyal demokrat ve sol görüşlü dostlar alınıyor. Ancak onlar alınacak diye Türk milletinden gizlenen bazı gerçeklerin üzerindeki tozları temizlemeyecek değiliz.

Kendini ulusalcı olarak tarif eden sosyal demokrat ve sol görüşlü insanlarımız ile devlet, ulus – millet, üniter yapı, demokrasi, cumhuriyetin temel ilkeleri gibi hususlarda ufak tefek farklılıklar dışında aynı şeyleri düşünüyoruz.

Onlar kendilerini şu an için siyasal yapı olarak CHP’ye yakın görüyor ve ülkenin içinde bulunduğu sorunlardan bir CHP iktidarı ile kurtulacağını söylüyorlar. Benim onlardan ayrıldığım en önemli nokta bu.

CHP’nin içinde ulusalcı çizgiye mensup olanlara nihai bir operasyon yapılıp yapılmayacağını Haziran 2011 seçimleri için milletvekili listeleri açıklandığında hep birlikte göreceğiz.

Benim fikrime göre, CHP’ye Deniz Baykal’ın gönderilmesi ile bir operasyon yapılmış olup bu operasyonun son halkası da milletvekili seçimleri ile tamamlanacaktır.

Yakın bir süre zarfında ismi bende mahfuz bir CHP milletvekili ile beş altı kişi birlikte yaptığımız çay sohbetinde o da bu gerçekleri kabul ettiğini belirtmiş fakat bunları halka anlatamayacağını bizlere söylemiştir. Olayın şahitlerinin hepsi hayattadır. Hatta CHP örgütü ve seçmeni içinde böyle düşünen bir çok insanımız vardır ve bunlar endişelerini dışa vurmaktadır.

Uzun zamandır 2011 seçimlerinden sonra bir AKP – CHP koalisyonunun olacağını, iç ve dış güçlerin böyle bir koalisyonu tanzim etme çabasında olduğunu yazıyor ve anlatıyorum.

Bunun sebebi çok basittir. AKP yeni anayasayı yapacağını ve bu anayasada Türklük kavramını çıkartıp atacağını ve de bunun için mevcut anayasanın değişmez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerini değiştireceğini bas bas bağırarak anlatıyor.

AKP bu anayasal değişiklikleri CHP olmadan yapamaz. CHP rıza göstermezse bu değişiklikler  olmaz. Eğer halka sorarsanız, halk bunları kafanıza fırlatıp atar.

O zaman ne yapacaksınız? Halkı, medyayı kullanarak, kara propaganda yöntemleriyle ikna edip ve bu değişiklikleri halkın önüne getirmeden yapmak zorunda kalacaksınız demektir. Bunu MHP ile asla yapamazsınız. Öyleyse elinizde Yeni CHP haline getirilmiş bir CHP’den başka bir şans yoktur. Bu hesabı yapanlar için AKP-CHP koalisyonu kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Türkiye’yi dönüştürme çabası ve Türk milletini yok etme sevdasında  olanlar, bu amaçlarını gerçekleştirmek için halkımızın bir kısmının gözünde halen Atatürk’ün, İnönü’nün CHP’si olan siyasi partiyi kullanmak arzusundadır.

Bahsettiğim konuyu içeren bakla yani gizli niyet nihayet CHP Genel Başkan Yardımcısı Gürsel Tekin’in  ağzından çıkmıştır. Tekin “Mecbur kalırsak AKP ile koalisyon yaparız” demiş ve bunu da ülkeyi sahipsiz bırakmamak gibi bir ulvi duygu ve düşünceye bağlamıştır.

Görüyorsunuz değil mi? Benim garip, mazlum ve mağdur halkım; ülkeyi sahipsiz bırakmamak adına nasıl bir iknaya hazırlanılıyor.

Ancak yaptığı hatayı anlayan Gürsel Tekin ertesi gün “Parti tarif etmedim” diyerek tam tornistan yaptı.

Mutlaka Türk milleti ve Türkiye üzerine hesapları olanlar var. Ancak yeryüzünün ve bütün alemlerin yaratıcısı olan Yüce Allah’ında bir hesabı var. İşte bu ilahi hesap, siyasi dillere öyle şeyler  konuşturur ve maskeler bir anda düşer ki; gerçekler bir anda hepimize  görünüverir. Bu olayda da böyle olmuştur.

AKP ve CHP, MHP’nin 2011 seçimlerinden bir zaferle çıkmasından korkmaktadır. Çünkü her vatansever, milliyetsever AKP’li ve CHP’li seçmenin gidebileceği tek yer MHP’dir.

Bu nedenle hem AKP hem de CHP, bazı nedenlerle MHP’ye karşı şartlanmış seçmenlerini korkutarak oyların MHP’ye gidişini etkilemeye çalışmaktadır.

AKP; kendine oy vermiş muhafazakar ve milliyetçi seçmenine MHP’ye verilecek her türlü desteğin CHP’yi başa getireceği ve CHP-MHP koalisyonu olacağı propagandasını yapmaktadır. Çünkü muhafazakar-milliyetçi seçmenin üzerinde bir CHP korkusu vardır ve CHP bu korku yüzünden onlarca yıldır tek başına iktidar olamamaktadır. Gürsel Tekin’in yaptığı açıklamayla bu propagandanın doğru olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır.

Yeni CHP’de, MHP’nin milli sorunlarda tutarlı, dik ve tavizsiz duruşundan rahatsızdır. CHP tabanında uyanık ve geleceği öngörebilen birçok insan vardır. Bu CHP’den, MHP’ye bir taban kayması yaratacaktır. Böyle bir endişe içinde olan CHP;MHP’ye içten içe saldırmakta, MHP’yi her zaman olduğu ırkçılıkla, faşistlikle suçlamakta ve özellikle alevi kardeşlerimize Çorum, Tokat, Kahramanmaraş olaylarını hatırlatan vurgular yapmaktadır.

Hal böyle olup; AKP ve CHP’nin koalisyon yapabileceklerini de yetkili bir ağız açıklayınca, her iki partinin de MHP üzerine oynamalarının nedeni ortaya çıkmış oluyor.

Aslında MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, AKP ve CHP’nin 2002’den bu yana izlediği politikaları “tahterevalli siyaseti”ne benzetmesinin ne kadar doğru olduğu, Gürsel Tekin’in açıklamaları ile birlikte daha iyi anlaşılıyor.

CHP’nin önemli ismi Gürsel Tekin’in bu açıklamalarına Hürriyet Gazetesi yazarı Yılmaz Özdil güzel bir yazı ile cevap vermiş ve AKP-CHP koalisyonuna “Kovalisyon” adını koymuş ve “iyi olur Ak CHP hükümeti” demiş ve yazısını da “Hatta birleşinler… Cumhuriyet AK Partisi olsun” diye de bitirmiş. Doğru söze ne denir. Anlatabildimse ne mutlu bana…

Türk Dünyası Hakkında Genel ve Özet Bilgiler

İLK İNSANDAN TÜRKLERE…
İnsan denilen canlının M.Ö. 40.000 yılında yaratıldığı tahmin ediliyor. 40.000 yılından 12.000 yılına kadar geçen sürede dünya üzerinde üç ırkın varlığı biliniyor.
M.Ö. 12.000 – 9.000 yılları arasında birinci ırka mensup insanlar, kuzey yarım kürede yaşıyorlardı. İkinci ırka mensup insanların da Afrika’da bulundukları belirlenmiş. Yine bu dönemde, Eskimoid denilen üçüncü bir ırka, Orta Avrupa’da rastlanıyor. Bunlar daha sonra Kuzey Avrupa’ya, Kuzey Asya’ya – Sibirya’ya göç ediyorlar. Göçler ve sair sebeplerle 9.000 – 7.000 yılları arasında, bilinen ırkların birleşmelerinden melez bir ırk meydana geliyor.

Melez ırkın insanları Avrupa’da, Asya’da ve muhtemelen Afrika’da yaşıyorlar. Bu insanlar daha sonra da Doğu ve Güney Asya’ya, sonra da Avustralya’ya göç ediyorlar. Eskimoidlerin ana yurdu, Kuzey Sibirya’nın Altaylar bölgesidir. Bunlar, Bering Boğazı yolu ile Amerika’ya, bir kısmı da Çin’in iç bölgelerine ve Kore’ye gitmiş. Bir başka kol da Tanrı Dağları ile Aral Gölü çevresine geliyor.
MÖ. 7.000 – 5.000 yılları arasında Alpinler ortaya çıkıyor. Bunlar, Ural Dağları’nda yaşıyorlar. Yeni bir ırk tipidir. Brakisefal  (yuvarlak)  kafa yapılı, (herhalde) beyaz tenli, kestane rengi saçlı, yine kestane rengi veya yeşil gözlü, orta boylu oldukları belirlenmiş.  Tarih: Cilâlı Taş Devri’dir. Bu insanlar, taşları parlatmayı ve tarımı icat etmişler. Bu insanların bir kolu İsviçre ve Orta Avrupa’ya, bir başka kol da Aral Gölü’ne doğru göç ediyor. Aral Gölü bölgesine göç edenler, derilerinin rengi kırmızıya çalan insanlarla evlenip Ön-Türkler denilen yeni bir ırkın oluşmasını sağlıyorlar.  Sümer, Elâm, Etrüsk ve Saka denilen devletlerin ve milletlerin insanları işte bunlardır.
TÜRKLER
Türkler, Ön-Türklerle M.Ö. 2.000’lerde; Alpin-Kızılderili birleşmesinden doğan insanların karışımından meydana gelen bir ırktır. Cermenler, Anglosaksonlar, Araplar ve Yahudiler de aynı tarihlerde, benzer birleşimlerden oluşmuşlardır. Bu dönemlerde henüz  ‘Türk’ ismi bilinmemektedir. İlk Türklerden oldukları bilinen Hunlar, dönemin en büyük ve güçlü topluluğudur. Hunların bir kolu Avrupa’ya uzanıyor.

Güvenilir kaynaklardan edinilen bilgilere göre Türkler, tarih sahnesine, yukarıda belirtildiği gibi, Milattan Önce 2.000 yılında çıktılar. Daha eski tarihlerden söz edenler de vardır.
Türklerin ana yurdu olarak bildirilen topraklar; günümüzdeki Moğolistan’ın kuzeyinde yer alan ve Ötüken olarak adlandırılan bölgedir.

Atalarımızın Hazer Denizi’nin ve Karadeniz’in kuzeyinden ve güneyinden geçerek Avrupa’nın ortalarına kadar uzayan fetih yürüyüşleri neticesinde Çin Seddi’nden Adriyatik kıyılarına kadar uzanan coğrafyada, bir Türk dünyası oluştu.

Türk dünyasında, devletlerin kurulmasıyla ‘Türk kültürü’ olarak adlandırılan bir yaşama biçimi meydana geldi. Bu kültürün izlerini belirtilen coğrafyada hâlâ görmek mümkündür. Türkler bu bölgede; bağımsız Türk Cumhuriyetleri, Muhtar Cumhuriyetler, özerk bölgeler ve Türk toplulukları olarak yaşıyorlar. Baskılar sebebiyle Türkçe konuşamıyor olsa bile, Müslümanlıktan başka bir dine mensup olsalar, farklı inanç kültürlerinde yaşasalar bile, tek bir kişi dahi olsa, ‘Ben Türküm’ diyen insanların yaşadığı toprak parçası, Türk yurdudur. Türk yurtlarının oluşturduğu dünyaya ‘Türk Dünyası’ diyoruz.
TÜRK DÜNYASININ SINIRLARI:
Kaba hatlarıyla Türk dünyasının sınırlarını şöylece belirleyebiliriz:
Batıdaki uç nokta 21. doğu meridyeni sınırında yer alan Makedonya, doğudaki uç nokta ise yine Grennwich’e göre 98. doğu meridyeni üzerindeki Ötüken şehrine uzanır. Ötüken, Türk hâkimiyetinin sembol şehridir. Orkun Kitâbeleri bu şehirde bulunmaktadır.
Komünist Rusya, 1920 yılında kurulan Yakut Millî Devleti’ni lağvedip, Moskova’ya bağlı Yakudistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ni oluşturup,  bu bölgeyi Ruslarla doldurup Türk-Yakut kültürünü yok etmeseydi, doğu sınırını bugün, 130. meridyene kadar uzatmak mümkün olabilirdi. Bu bölge aynı zamanda 60. kuzey paraleli olarak kuzeydeki Türk kültürü alanının uç noktası olarak kabul edilecekti. Bu gün Yakudistan’da Türk kültüründen eser kalmamıştır. Buna rağmen bölgede yaşayan insanları Türk kabul etmek, yanlış bir değerlendirme değildir. Kısa süreli kültürel temaslarla bölge insanı Türk kültürünü kolayca benimseyebilir.
Rusya Federasyonu’na bağlı Tataristan Muhtar Cumhuriyeti’nin başşehri Kazan, 58. paralel üzerindedir.

Yeryüzü küresinin ekvatora yakın bölgelerine baktığımızda, Türk kültürünün, bu çizgiye yaklaşabildiğini görüyoruz. Her ne kadar Türk-İslam Kültürü, 15. paralel üzerindeki Yemen’e kadar indi ise de, bu gün buralarda da Türk kültürünün varlığından bahsetmek zordur. Ancak Türklere karşı derin saygı besleyen çok sayıda insanla karşılaşılır. Güney yarım kürede Türklerin ve Türk kültürünün sınırı 36. paralel üzerindeki Kerkük şehridir.
Koordinatları verilen bu alan, 22.000.000 kilometrekaredir. Türkiye’nin tam 28 katı büyüklüğünde bir alan…

Türk dünyası denilen bu alanda, 300.000.000 Türk yaşamaktadır. Bir kısmı Türkçe konuşmasa da, bir kısmı, Hıristiyan-Musevî dinine inansalar da, bir kısmı ise değişik inanç sistemlerini kabullenmiş olsalar da hepsi soydaşımız, kandaşımız, ırkdaşımızdır.
Batıdan doğuya doğru giden insanları; gökyüzünün değişmez elemanları olan güneş, ay ve yıldızlar tâkip eder. Aynı insanları, sınırlarını çizdiğimiz bu alan içerisinde Türk-İslam kültürü karşılar.
Dede Korkut, Nasreddin Hoca, Köroğlu, Yunus Emre ve diğerleri… bizim halk  kahramanlarımız olduğu kadar Azerbaycan, Özbekistan ve Kazakistan Türklerinin de kahramanıdır. Üstüne üstlük… asıl ve yalnız kendi kahramanları olduğunu iddia ederler. İtiraz ederseniz, ispat etmeye kalkışırlar ve ispat ederler de.  Tatmin ve memnun olursunuz.
Akşehirli Nasreddin Hocamızı, tarih şehri Buhara’nın merkezindeki Leb-i Havz’da, ayrılmaz yoldaşı Karakaçan üzerinde görürsünüz.
Nasrettin Hoca, aynı zamanda Azerbaycan’ın Şeki şehrinde yaşamıştır. Şeki insanı, bizim Karadenizliler gibidir. Şakacı, espritüel. Ve de kendisiyle alay edebilen… Onlar ‘latife-perver’  diyorlar. Onların bu özelliği, Hoca Nasreddin’den gelir. Memnuniyetiniz perçinlenir.
Köroğlu bizim Çamlıbel’imizden çıkmış, Azerbaycan’ın Çemlibel’inde yaşamıştır. Kendi öz kahramanlarıdır. Öyle deliller ileri sürerler ki, inanırsınız. Halk kahramanlarınızı paylaşmaktan sonsuz haz duyarsınız.
Kazakistan’dan Kırım’a uzanan Türk dünyasında, elden ele makas, bıçak ve sabun alınıp verilmez.  Uğursuzluk sayılır. Veren, bir yere bırakır, alacak olan oradan alır ve  ‘tuu’ der.
Evin çocuğu iştahsız ise, bir tencere etli yaprak sarması yapılırken, bir tânesinin içerisine para konulur. Tesâdüfe bakınız ki, doymaya yakın bir noktada O’na çıkar. Maksat, çocuğun hem yemek yemesini, hem de parayı yutmaması için dikkatlice çiğnemesini sağlamaktır.
Bunlar, Anadolu’muzun unutulmaya yüz tutan âdetleridir. Oralarda hâlâ yaşıyor. Bu kültür unsurları bizden oraya mı gitmiş, yoksa oralardan Anadolu’ya mı gelmiş? Fark etmez. Benzerlikler bize yeter.
Türkistan’da Pîr-i Türkistan Ahmed-i Yesevî Hazretlerinin muhteşem türbesini gezerken gördüğümüz çini motiflerini bir yerlerden tanıdığınızı hatırlarsınız. Tereddüt içerisinde zihniniz, Kütahya ile İznik arasında şimşek hızı ile gider-gelir.
EDEBİYATI – MÜZİĞİ BİR, DEVLETLERİ AYRI İNSANLAR…
Anadolu’muzun diri ve diriltici kültür motifleri, Türk dünyasında, 74 yıllık Çarlık Rusya’sı da dâhil edilirse, 150 yıllık ateist-kızıl komünist ve emperyalist baskılara rağmen, sizi gittiğiniz her yerde, sıcak samimi ve sevimli yüzüyle karşılar, size ev sâhipliği yapar.
Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı, Tâhir ile Zühre ve diğerleri… 22.000.000 kilometrekarelik coğrafyayı, vatan bilmişlerdir. Oralarda yaşar, oralarda gezerler. Oralar Türk vatanıdır.
Leyla ile Mecnun’un hikâyesini dinlemekle yetinmeyenler, aslını-esâsını öğrenmek isteyenler, Ali Şîr Nevâî ile karşılaşırlar. Kimdir Nevâî? Merak edenler O’nun 1441 yılında, şimdi Afganistan sınırları içerisinde bulunan Herat şehrinde doğduğunu, Özbek Türklerinden olduğunu ve Semerkant’ta yaşadığını öğrenirler.  
Leyla ile Mecnun hikâyesinin günümüze intikal eden şeklini, 1534 yılında Fuzûlî yeniden kaleme almıştır. Peki, Fuzûlî, kimdir? O, en büyük Türk şairidir. Bağdat civarında doğup yaşamıştır. Kendisi o civarın dışına çıkamamış ve fakat şöhreti bütün Türk-İslam âlemine yayılmıştır.
Otomobil yok, tren yok, uçak yok… Telefon ve belgegeçer yok,  internet ve elektronik mektup yok… Her türlü ulaşım ve iletişim imkânlarının en az seviyede bulunduğu bir çağda böylesine geniş bir coğrafyada bilinip benimsenmesi, Kültür birliğinin varlığını ve gücünü ortaya koyar.
Araştıranlar, Kerem ile Aslı’da, Tâhir ile Zühre’de de aynı gerçeği görürler.
Telekomünikasyon ve ulaşım araçları, günümüzde devletler arasındaki sınırların önemini ortadan kaldırdı. Bu gelişme, daha yenilerde yaşandı. İslam-Türk kültürü; folkloru ile örf ve âdetleri ile türküleri ve edebiyatı ile… sınırları asırlar öncesinde aşmıştır.
Zihninizi çatlatırcasına zorlasanız da kültür motiflerinin doğudan batıya mı, yoksa batıdan doğuya doğru mu gitmiştir? sorusunun cevabını bulamazsınız.
Türkistan, ‘Türk diyarı’ demek. Türkiye, Türk diyârı değil mi? Öyle ise ha Türkiye… ha Türkistan… Bir bütündür onlar. Bu bütün içerisinde kültür göç etmez, yayılır.
Doğudan batıya, batıdan doğuya…
Dünya üzerinde devletlerin sınırı vardır. Milletlerin sınırı yoktur. Aynı kökten gelen milletlerin, tarihin cilvesi olarak ayrı devletleri olmuş. Kültürleri okumasını bilenler, daha ne benzerlikler bulabilirler. Ne sağlam iç-içelikler görürler.
Farklı köklerden gelen kültürler, su ve yağ gibidir. Aynı kapta bir arada bulunsalar bile, birbirlerine karışmazlar. Aynı kökün kültürleri ise, demlikteki çayın, suya karışması gibidir. Derhal homojen bir hal alırlar.

Batı, bunun farkında. Biz de farkına varır ve kültürümüzü korursak, batının türlü baskılarına, yozlaştırma çalışmalarına rağmen koruyabilirsek… batının yok edemeyeceği güce kavuşuruz.
TARİH BOYUNCA TÜRK DÜNYASINDA KURULAN DEVLETLER:
Büyük Hun İmparatorluğu: (M. Ö. 46-M.S. 48),

Avrupa Hun İmparatorluğu: (M.S.374-M.S. 496),

Ak Hun İmparatorluğu- Eftalitler (M.S. 390-M.S. 577),

Göktürk Kağanlığı: (M.S. 552-M.S. 582),

Doğu Göktürk Kağanlığı: (M.S.583-M.S. 630),

Batı Göktürk Kağanlığı: (M.S. 583- M.S. 657),

Toharistan Yabguluğu(Göktürklerin bir bölümü):(M.S. 630-M.S. 700),

Hazar İmparatorluğu (Batı Göktürkler) (630-965),

İkinci Doğu Göktürk Kağanlığı: 681-744,

Türgişler (Batı Göktürklerin bir bölümü) (717-766),

Uygur Kağanlığı: 744-840,

Karluklar: (766-840),

Karahanlı Devleti (Karluklar ile Uygun Kağanlığının devamı): (840-1042),

Peçenekler: (860-1091),

Kıpçaklar-Kumanlar: (9-13. asır),

Şirvanşahlar (Bu günkü Azerbaycan’da) (861-1538),

Kansu Uygur Krallığı (Sarı Uygurlar) (905-1226),

Karahoca Uygur Krallığı (Bu günkü Doğu Türkistan): (911- 1368),

Salariler (Bu günkü Azerbaycan’da) ( 941-981),

Revvadiler (Bu günkü Azerbaycan’da): (981-1040),

Oğuz Yabguluğu: 950-1040),

Gazne Devleti: (962-1187),

Büyük Selçuklu Devleti: (1037-1187),

Doğu Karahanlılar (1042-1211),

Batı Karahanlılar: (1042-1212),

Suriye Selçukluları: 1092-1117),

Anadolu Selçukluları: (1092-1243),

Kirman Selçukluları: (1092-1230),

Harezmşahlar (Selçukluların Memlüklerinden Anuş Tegin): (1097-1231),

Selçuklu’nun Suriye Atabeyliği: (1117-1154),

Selçuklu’nun Musul, Halep atabeyliği (1127-1259),

İldenizliler (Azerbaycan Atabeyliği): (1146-1259),

Erbil Beyliği: (1146-1232),

Fars Atabeyliği: 1147-1232),

Irak Selçukluları: (1157-1194),

Delhi Sultanlığı: (1206-1290),

Karluk Devleti (Karahanlıların devamı): (1212-1300),

Mengüçoğulları: (1072-1277),

Çaka Beyliği: (1081-1098),

Dilmaçoğulları Beyliği: (1085-1192),

Çubukoğulları Beyliği: (1085-1092),

Danişmendli Beyliği: (1092-1202),

Saltuklu Beyliği: (1092-1202),

İnaloğulları Beyliği: (1098-1183),

Ahlatşahlar Beyliği: (1100-1207),

Artuklu Beyliği: (1102-1408),

Çobanoğulları (1227-1309),  

Memlûk Sultanlığı, (Burci Hanedan ise Çerkes memlûklerinden): (1250-1389),

Delhi Sultanlığı: (1207-1526),

Basarab Hanedanı: (1310-1627),

Tuğluk Hanedanı: (1321-2398),

Akkoyunlular: (1350-1507),

Karakoyunlular: (1380-1469),

Timur İmparatorluğu (Çağatay Hanlığı’na bağlı Türkleşmiş Moğollar): 1370-1507),

Safeviler: (1502-1736),

Afşar Hanedanı (Türkmenler): (1736-1802),

Bakû hanlığı Azerbaycan’da: (1747-1806),

Kaçar Hânedânı (İran’ta Türkmenler): (1782-1925),

Karamanoğulları: (1256-1483),

İnançoğulları Beyliği: (1261-1368),

Sâhipataoğulları Beyliği: (1275-1342),

Pervaneoğulları Beyliği (1277-1322),

Tacettinoğulları Beyliği: (1303-1415),

Alaiye Beyliği: (1293-1421),

Eşrefoğulları Beyliği: (1280-1326),

Menteşeoğulları Beyliği; 1280-1424),

Karesioğulları Beyliği: (1297-1360),

Candaroğulları Beyliği: (1299-1462),

Osmanlı Devleti: 1299-1922),

Germiyanoğulları Beyliği: (1300-1423),

Hamitoğulları Beyliği: (1301-1423),

Saruhanoğulları: (1302-1410),

Aydınoğulları: (1308-1426),

Tekeoğulları: (1321-1390),

Dulkadiroğulları: (1339-1521),

Ramazanoğulları: (1325-1608),

Kadı Burhaneddin Ahmed Devleti: (1381-1398).
GÜNÜMÜZDEKİ TÜRK CUMHURİYETLERİ:
Türkiye Cumhuriyeti (1923),

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti: (1983),

Azerbaycan: (1991),

Kazakistan (1991),

Kırgızistan (1991),

Özbekistan (1991),

Tacikistan (*) (1991),

Türkmenistan (1991).
(*) Tacikistan, bazı yazarlar ve devlet adamlarımız tarafından Türk Cumhuriyeti olarak kabul edilmemektedir. Türk Dünyası ile ilgili milletlerarası kuruluşlara dâhil edilmemektedir. Böyle bir ‘red’ fâhiş hatâdır. Tacikistan’ın bir Türk Cumhuriyeti olduğu, Tarihten ve Günümüzden Türk Dünyası Esintileri genel başlığı altındaki bu sayfada, sonraki bölümlerde detaylı olarak açıklanacaktır.
GÜNÜMÜZDEKİ MUHTAR TÜRK CUMHURİYETLERİ:
Doğu Türkistan Muhtar Cumhuriyeti: (1955). Resmî unvanı böyle olmakla birlikte, Çin Halk Cumhuriyeti tarafından vilayet statüsünde yönetilmekte ve Müslüman Türk halkına esir muamelesi yapılmakta, zulmedilmektedir. Hâlen dünyada, halkı esâret altında yaşayan tek Türk yurdudur. Bu bölgeyi, Çinlilerin koyduğu ‘Sincan Özerk Bölgesi’ adı ile ananlar hatâ yapıyorlar. Sincan, Çince’de ‘yeni kazanılmış bölge’ anlamındadır. Doğu Türkistan, Çinliler için ‘yeni kazanılmış bölge’ olabilir. Fakat Türkler için ‘kadim Türk yurdu’dur.
Altay Muhtar Cumhuriyeti: (1991) SSCB’nin dağılması ile Rusya Federasyonu’na bağlı muhtar cumhuriyet olmuştur.
Balkar Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Yukarıdaki gibi.
Çuvaşistan Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Yukarıdaki gibi.
Dağıstan Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Yukarıdaki gibi.
Gagavuzya Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Moldavya’ya bağlı muhtar cumhuriyettir.
Hakasya Muhtar Cumhuriyeti: (1991) SSCB’nin dağılması ile Rusya Federasyonu’na bağlı muhtar cumhuriyet olmuştur.
Karaçay Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Yukarıdaki gibi.
Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Özbekistan’a bağlıdır.
Nahcivan Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Azerbaycan Cumhuriyeti’ne bağlı muhtar cumhuriyettir.
Tataristan Muhtar Cumhuriyeti: (1991) SSCB’nin dağılması ile Rusya Federasyonu’na bağlı muhtar cumhuriyet olmuştur.
Tuva Muhtar Cumhuriyeti: (1991) Yukarıdaki gibi.
Yakutistan: (1991) yukarıdaki gibi.
HERHANGİ BİR İDARÎ YAPISI OLMAYAN TÜRK TOPLULUKLARININ
YAŞADIĞI BÖLGELER

Balkanlar ve Avrupa Türkleri, Arnavutluk’taki Türkler, Batı Trakya Türkleri, Bulgaristan Türkleri, Finlandiya Türkleri, Karaim Türkleri, Kosova Türkleri, Bosna’daki Türkler, Sancak Türkleri, Makedonya’daki Türkler, Romanya’daki Türkler, Afganistan, Suriye, Irak ve Türkmensahra Türkmenleri, Ahıska Türkleri, Yugurlar İran’da ve İran Azerbaycan’ında  yaşayan Türkler, Rusya’nın ve Çin Halk Cumhuriyeti’nin değişik bölgelerinde yaşayan Türkler, Kosova ve Arnavutluk’ta  yaşayan Türkler, İşçi olarak gittikleri ülkenin vatandaşlığına geçen ve oralarda yerleşen Avrupa Türkleri.
TÜRKÇE BİLMEYEN TÜRKLER:
Türk dünyasında Türkçe konuşmayan Türkler de vardır. Bunlardan en önemlileri şöylece belirlenebilir:
Hindistan ve Pakistan’ da yaşayan Mevatiler Hint/Racastan dilini konuşurlar. Hindu dinine inanırlar. Orta Asya Türk kökenlidirler. Sayıları 5.000.000 kadardır.

Afganistan’ da yaşayan Gılzailer Paştu (Afgan) dili konuşan kabilelerin en büyüğüdür. 10. asırda bu ülkeye göç eden Kalaç Türklerinin soyundan gelirler. Sayıları Afganistan’ da 9.000.000, Pakistan’ da 2- 4.000.000 kadardır.

Romanya ve Macaristan’ da yaşayan Székely (Seykey) ve Csángó (Çango) halkları da 13. asırda bu ülkeye yerleşen Kuman Türkleri’nin soyundan gelirler. Macarca konuşurlar. Székely gurubun sayısı 945.000, Csángó gurubunun 60- 70.000 kadardır. Macaristan’ da bunlar dışında kendisinin Kuman soyundan geldiğini bilen başka Macarlar’ da vardır.
Kuzeydoğu Kafkasya’daki Dağıstan’ da yaşayan Avarlar aynı adı taşıyan Türk boyundan inerler. Bugün konuştukları dil bir Kafkas dilidir. Sayıları 2002′ de 758.000 idi.
TÜRK BİRLİĞİ:
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk; ‘Bizim kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Başkalarının da bizim topraklarımızda gözünün olmasına tahammül edemeyiz.’ Demişti. Her ne kadar, bizim başkalarının topraklarında gözümüzün olmayışı, başkalarının bizim topraklarımız üzerinde gözünün olmasını engellemiyorsa da, slogan o dönem için uygun bir söylemdi. Bu gün başkalarının toprağında gözümüz yok ise de o topraklarda yaşayan soydaşlarımız, kandaşlarımız ve ırkdaşlarımızla kültürel alanda ilgimiz, bağlarımız vardır.

Türk yurtlarındaki esir Türklerin bağımsızlığına kavuşması, hiç değilse bulundukları bölgede temel insan haklarına ve hürriyetlerine sâhip olarak yaşaması ülküsü, dünya barışını tehdit eden bir düşünce sistemi değildir. Aksine, dünya barışını sağlayacak yegâne ülküdür.
Türk dünyası, Türkiye’nin liderliğini kabule hazırdır. Bizim de liderliğe hazırlanmamız gerekmektedir. Liderliğe hazırlanmanın ilk adımı, Türk dünyasını tanımaktan geçer.

Atatürk; ‘Türk birliğini görüyor ve birliğin gerçekleşeceğine inanıyorum.’ diyordu.

Türk Korkusu

Türk’ten ne varsa elde, adım adım hep dışarı,
          Atan el Türk’ü dışarı; haşarı mı haşarı.

 

          Türkler ki, olmuş bu vatanın kurucu lokomotifi,

          Asırlar boyu, her alanda olmuş, her rolün aktifi.

 

          Türkü, Türk’ten gelir, Türk’ün söylediği demektir,

          Türk’ü yıkmaya, Türkü’den başlamak boş emektir.

 

          Tabii olan dillerin konuşulması, haktır

          Resmen sahip çıkan devlet; batmaya müstahaktır.

 

          Çünkü yoktur Devlet katında; küçüğü büyüğü Hakk’ın,

          Resmen hak talep etmesi; hakkıdır her unsurdan Halk’ın.

 

          O kapıyı açmaya görün, artık zordur kapatması,

          Her gün ayrışmanın; artık kaçınılmaz olur artması.

 

          Ademi Merkeziyet, yani otonomi, derken yerel yönetim,

          İstiyor ki Dünya: Tüm hükümetleri edeyim, bir bir denetim.

 

          Nitekim, değişmeli diyerek, yirmi iki ülke sınırları,

          Dinlemiyor ne ittifak ne müttefik, kırıyorlar hatırları.

 

          Nitekim, işte karşımızda duruyor, kanlı Irak tecrübesi,

          Sırada Suriye, hedef İran, Amerika bu işin ebesi.

 

          Fakat dostlar! Çevremizde olup bitenler, işin şaşırtması,

          Amaç Türkiye olunca; ABD’nin, gerçeği karartması.

 

          Arslan Bulut’un dediği gibidir; Resmî dil’e ait gerçek:

          Ortak dili geliştirmekle yükümlüyüz; eğer Devlet isek.

 

          Ana diller, doğal seyriyle varlığını sürdürecek,

          Nasıl geldiyse bugünlere, yarınlara da erecek.

 

          Olur; gerçekten muktedir bir devletin, ancak tek bir Resmî dil’i,

          Yoksa, dağılıp kalır Babilliler gibi, dört bir yana serpili.

 

          Adamlar pervasız; açıkça, diyorlar ki bölünün!

          Türkiye çok büyük! Eyaletler şekline bürünün!

 

          Dahası; üstüne üstlük, bir de para pul veriyorlar,

          Utanmazlığa bak: Hâlâ ne duruyorsunuz? diyorlar…

 

          Gizlisi saklısı yok bunun; işte geliyor “Böl” kredisi!

          Değil insanlar; şaşkın buna Avrupa’nın köpeği kedisi.

 

          İstekleri, öyle gizli saklı bir şey değil hiç,

          Varsa yoksa azınlık dayatması, değil hariç.

 

          Ya askerin dimdik, kendine has vakarlı millî duruşu,

          Tedirgin ediyor Batıyı, teröre azimli vuruşu.

 

          Batı’nın Türk korkusu, öyle işlemiş ki, ta kalbin içine,

          Kurtulamıyor ne yapsak ne etsek, ve hattâ gitsek de Çin’e.

 

          Oysa her millete; Türklerden gelmiş sadece iyilik,

          Hz. Ali diyor: Öyleyse bekle, onlardan kemlik!

 

2 Ocak 2009

Sanalkurs.net; “Ne yapabileceğini göster!”

Yazarları arasında bulunduğum ve üniversitelerde yapılan panellere konuşmacı olarak katıldığım sanalkurs.net yöneticileri ile yapılan röportaj ilgi ve tetkiklerinize sunulmuştur.

İnternette bilgisayar eğitimi konusunda tam teşekküllü ciddi bir kaynak bulmak bir hayli zor. Ancak bir site var ki, A’dan Z’ye tüm programları öğrenebilmeniz için yazılı ve görsel dersleriyle sizlere müthiş imkânlar sunuyor. Hem de ücretsiz olarak!

Sanalkurs.net, web tasarım, internet, grafik tasarım, programlama konularında ücretsiz olarak sunduğu derslerle bugünlerde 9. yılına giriyor. “Ne yapabileceğini göster!” sloganı ile yola çıkan Sanalkurs.net’in amacı insanların görüp hayran kaldığı birçok çalışmayı kendilerinin de hazırlayabileceğini onlara göstermek.

Şu an sitede 59 kategori, 3700 civarında ders ve 76 yazar mevcut. Programlamadan web tasarıma, grafik tasarımdan film hazırlamaya kadar yüzlerce yazılı ve video ders her gün yüzlerce kişiye yol gösteriyor. Siteye her gün mutlaka yeni bir ders ekleniyor. Derslerin tamamı yazarları tarafından yazılmış veya yabancı bir dilden Türkçeye aktarılmış. Dersleri izlemek ve okumak için üyelik zorunlu değil, ancak soru sormak isterseniz üye olmanız gerekiyor. Sitede Download bölümünden gerekli programları indirebiliyorsunuz, Linkler bölümünden ise herkes tarafından eklenebilen faydalı ve önemli web sitelerinin adreslerine ulaşabiliyorsunuz.

Ayrıca Sanalkurs.net, Bilgi Patlaması Bilişim Seminerleri adı altında saygın üniversitelerde seminer organizasyonları gerçekleştirerek, sahasında uzman isimleri yine ücretsiz olarak katılımcılarla buluşturuyor.

Biz de bundan yola çıkarak Sanalkurs.net yöneticileri Siraceddin El ve Abdullah Tekin ile Sanalkurs, faaliyetleri, hedefleri ve geleceği üzerine konuştuk.

Nedir Sanalkurs? Nasıl doğdu böyle bir oluşum fikri? Kısaca bahseder misiniz?

SE- Sanalkurs.net yaklaşık 9 yıl önce hayata geçen bir eğitim projesi. O zamanlar bilgisayar programları noktasında kaynak sıkıntısı çok fazlaydı. Diyelim ki, kendinize bir film hazırlamak istiyorsunuz, bir web sitesi yapacaksınız veya en basitinden bir resim düzenlemek istiyorsunuz; ancak Türkçe olarak hazırlanmış bir kaynağa ulaşmanız çok güçtü. Kitaptan öğrenmek isteseniz bile takıldığınız her hataya cevabı kitapta bulmanız mümkün olmuyordu, kaldı ki her programın kitabını bulmak da ayrı bir müşkülattı. Böyle bir ortamda bizler uzmanı olduğumuz programlarda arkadaşlarımıza cevap yetiştiremez olmuştuk. Bireysel olarak sorulan bir soruya cevap veriyorsunuz, az sonra bir başkası aynı soruyu soruyor. Tabi bütün bunlar ne kadar yardımsever olsanız da, sizi bir süre sonra bıkkınlığa sevk ediyor.

Bir araya gelerek “Ne yapabiliriz?” şeklinde düşünürken, “böyle bir site kuralım” fikri oluştu ve bir site kurmaya karar verildi. Birçok isim arasından eleme yaptık, “Sanalkurs” ismi çok sıcak geldi. Hem ayrıca amacımızı da yansıtıyordu. Kurulduktan sonra gerçekten de iyi bir şey yaptığımızı anladık. Çünkü ne kadar insan varmış öyle,  öğrenmek isteyen, bir şeyler ortaya koymak isteyen… Sitenin sloganı olan “Ne yapabileceğini göster!” de buradan doğmuş oldu zaten.

Bir kıyaslama yapmak gerekirse, Sanalkurs.net ilk başladığında nasıldı, şimdi nasıl? Yani ciddi anlamda bir gelişme yaşadınız mı?

AT: Açıkçası baştan beri müthiş bir gelişme yaşadığımız gibi, bu gelişme daha da büyüyerek devam ediyor. Hatırlıyorum mesela, ilk olarak hazır bir sistemle başlamıştık, sonra ben bunlara kendi yazdığım yeni modüller ekledim. Fakat kök size ait olmayınca kontrolünüz de o nispette sınırlı oluyor. Belli çizgilerin dışına çıkamıyorsunuz. En sonunda karar verdik, her şeyi bize ait olan yeni bir sistem yazalım, kontrol de bizde olsun, güvenliğimizi de artıralım, ortaya da çok ciddi bir şeyler koyalım diye düşündük. Tasarımını ve sistemini birlikte oluşturarak başladık çalışmaya. Evet, doğal olarak biraz uzun sürdü bu durum, çünkü her şeyi ile ücretsiz bir sistem sunmaya çalışırken aynı zamanda da normal gündelik işlerimizi yapmak zorundaydık. Sonunda olması gereken her şeyi belirleyip ortaya böyle bir sistem sunduk. Her şeyi ile bizim olan bu sistemde artık sınırları biz belirliyorduk. Fakat aradan bir süre geçtikten sonra bir çok ekleme çıkarmalar yapıldı, site yine tarih öncesi bir görünüme büründü. Bu kez yine oturduk ve son dönem standartlarını da göz önünde bulundurarak, kullanışlı, sade ve son derece profesyonel bir site için kolları sıvadık. Şimdi harıl harıl bunun üzerinde çalışıyoruz.

Bu çok güzel bir durum. İnsanlara yardım ediyorsunuz, daha net olmak gerekirse, insanların birbirlerine yardımcı olması için bir ortam oluşturmuşsunuz. Peki, ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

SE- Bir kere siteye girerek var olan doküman ve materyalleri inceleyen herkes kabul ediyor ki, burada çok ciddi bir emek var. Herkes elinden geleni yapmış. Evet, kimse mecbur değil ama, 76 yazar var mesela şu anda, hiçbiri de hiçbir ücret almıyor yazdığı derslerden. Bizler de almıyoruz. Ücretsiz olarak bu kadar çok bilgiyi sunabiliyor, sunulmasına katkı sağlıyorsanız bu noktada insanlar hep takdir ediyorlar zaten. Hatta “ne yapabileceğini göster!” diyoruz biz, herkes gelsin bildiğini paylaşsın, açılsın uçsuz bucaksız denizlere, yapabildiklerini görelim, bizler de öğrenelim, yeni karalar keşfedelim. Bu nedenle hiç kimse şimdiye kadar “bu ne berbat site kardeşim, şu yok bu yok! Kapatın gidin bu siteyi, biz de rahat edelim!” diye gelmedi. Siteye üye olan bütün dostlarımız ortamın samimiyetini, içtenliğini, yardımseverliğini gördükten sonra siteyi kendi siteleri biliyorlar, eksikleri ve hataları o dille ifade ediyorlar. Bütün bunlar bizim doğru yolda olduğumuzu ve bu uğraşların beyhude olmadığını gösteriyor.

Sanalkurs.net’in geleceği noktasında neler düşünüyorsunuz?

AT- Aslını isterseniz ilk başladığımızda böyle bir oluşum hayal etmiş değildik. Çevremizdeki üç-beş dostumuza faydalı oluruz, sorularını cevaplar, birkaç kişinin işi görülür diye düşünüyorduk. Ama şimdi iyi bir mesafe kat etmiş görünüyor Sanalkurs.net. Çünkü Google’da hangi bilgisayar programı ile ilgili bir ders aratırsanız aratın, Sanalkurs.net ilk sayfada çıkıyor mutlaka. Biz de ekibimizle her gün “daha iyi neler yapabiliriz?” üzerinde çalışıyoruz, konuşuyoruz.

Şu anda bilgisayar dersleri konusunda birçok site var. Sanalkurs.net’i bunlardan ayıran nedir, diğer bir ifadeyle, insanlar neden Sanalkurs.net’i tercih etmeliler diye sorsak?

AT- Sanalkurs.net, sistemi kendine özel bir site. Her bir dersine büyük bir emek verilmiş. Herhangi bir yerden aşırma yok, çalma yok. Özgün dersler var. Herkese açık bir site. İsteyen herkes ders ekleyebiliyor. Bu durum sitenin birkaç kişiye değil, herkese ait olmasını sağlıyor. Sürekli güncel, her gün mutlaka yeni dersler ekleniyor. Hiçbir şekilde ücret talep edilmiyor. Yasal olmayan hiçbir şey yok, tamamen özgür ve paylaşımcı bir platform. Sorusu olan forum kısmında bunu sorabiliyor ve cevabına en kısa sürede ulaşabiliyor.

Sitede yazarların kendi hazırladıkları derslerin yanında çeviriler de yer alıyor. Bunu nasıl yapıyorsunuz? Belli bir kriter var mı?

SE- Çeviriler genelde popüler yabancı sitelerden yapılıyor. Çeviren arkadaşımız dersin esas yazarını mutlaka belirtiyor. Bazı derslerde yabancı kaynaklardan yararlanılıyor, ama yeni baştan emek verilerek, yeni bilgiler ilave edilerek hazırlananlar da var. O zaman “yararlanılmıştır” ifadesi dipnot olarak düşülüyor. Bugüne kadar hiçbir zaman başkasının emek verdiği bir çalışmayı kendi çalışmamız olarak sunma girişiminde bulunmadık. Üyelerimizin gönderdiği derslerde öyle bir durum sezersek, o dersi onaylamıyoruz zaten. Ama biz farkında olmadan böyle bir şey yapılırsa o zaman mesuliyet hazırlayan kişinin omuzlarındadır, bunu da belirtiyoruz.

Bilişim seminerleri düzenliyorsunuz ayrıca?

SE- Evet, Sanalkurs Bilgi Patlamaları Bilişim Seminerleri ismiyle üniversitelerde etkinlikler düzenliyoruz. İlk semineri yapma noktasında çok tedirgindik, acaba katılım olur mu endişesi vardı. Ancak daha ilk seminerde gördük ki, insanlar bu tür organizasyonlara katılmak için can atıyorlar. İlk seminer programını Boğaziçi Üniversitesinde gerçekleştirdik. Sırasıyla İTÜ ve İstanbul Ticaret Üniversitesi ile devam etti bu seri. Seminerlerde sahasında uzman isimleri katılımcılarla buluşturuyoruz. Konuşmacılarımız son günlerin en önemli, en popüler konularını seçiyor ve anlatıyor.

Üniversitelerden mi geliyor talep?

AT- Üniversitelerden gelen taleplere göre hareket ediyoruz. Genelde görüşmelerimiz bir öğrenci kulübü ile gerçekleşiyor. Açıkçası çok ciddi bir talep var. Özellikle Anadolu üniversitelerinden sürekli bu konuda davet alıyoruz. Bu teveccüh son derece mutlu ediyor, ancak şimdilik İstanbul dışındaki üniversitelerimizdeki seminer çağrılarına olumlu cevap verememek de biraz üzüyor.

Son olarak bilgisayar programları öğrenmek isteyenlere neler önerirsiniz? İsterseniz uzmanlık alanlarınız doğrultusunda birer cevap alalım sizden.

SE- Asıl olarak web’e yoğunlaşmış durumdayım, bu durumda işim web ve grafik tasarım olarak ifade edilebilir. Sanalkurs.net üzerinde de bu konularda yazıyorum. Bu iş için meraklı olmak şart. “Web tasarım işinde çok para varmış, gidip biraz öğreneyim, işe başlayayım, paraları cebe atayım, köşe olayım” gibi düşüncelerle bu işe girişecekseniz gideceğiniz yerler sınırlıdır. Web site yapmak isteyen arkadaşlar bu işe öncelikle zevkle, şevkle, iştiyakla sarılmalılar. Hangi seviyede olursa olsun, kendilerini geliştirmeye devam etmeliler. Güncelliği çok yakından izlemeliler. İlgili yerli-yabancı web sitelerini sürekli takip etmeliler. Çalmasınlar, çırpmasınlar, kendileri yapıp “işte bunu ben yaptım” demenin zevkini hissetsinler, bu zevkin içine dalavere karışmasın.

Peki web tasarımı için kullanılabilecek programlar neler? Bir kere web grafik tasarım için Fireworks programını öneriyorum. Photoshop resimleri düzenlemede yine vazgeçilmezimiz tabi ki. Ayrıca Flash, Dreamweaver var. Bu programları öğrenmek web tasarımı için şimdilik yeterli olabilir. Ancak web sitelerinde kullanacağınız unsurlar için (logo, şekil, illüstrasyon vb.) vektörel programlara da ihtiyaç duyulacaktır. Şu bir gerçek ki, siz öğrenmek istiyorsanız emin olun başarırsınız. Belki biraz fazla çalışmanız gerekebilir, ama sonuçta başarı sizindir.

AT- Ben de bir web programcısı olarak şunları söylemek isterim: Kodlarla boğuşmak her babayiğidin yapabileceği türden bir iş değil. En ufak hatalarda verilen uyarılarla çıldırmayı, geceleri sabahlara kadar “if, else, while, for, echo” gibi tek başına anlamsız olan terimlerle uykusuz bir şekilde savaşmayı göze almanız gerekiyor. Ama programlama olmayınca da bir site pek fazla bir anlam ifade etmiyor. PHP, ASP gibi programlama dillerini de bilmek zamanımızda tek başına yeterli değil artık. Ajax, ASP.net gibi platformlara da yönelmek gerekiyor.

Çok teşekkür ediyorum bu güzel sohbet için. Umarız Sanalkurs.net daha birçok kişiye yol göstermeyi sürdürür ve büyük başarılar elde eder.

SE – AT – Biz teşekkür ederiz.

Siteye http://www.sanalkurs.net adresinden ulaşabilirsiniz.

Ayaktakiler: Siraceddin El, Hakan Çamoğlu ve Yunus Özen Oturan: Abdullah Tekin

Ayaktakiler: Siraceddin El, Hakan Çamoğlu ve Yunus Özen Oturan: Abdullah Tekin

“Türk” Kelimesine Kimler Karşı?

Türkiye Cumhuriyetinde artık gerçeklerle karşıtları yer değiştirdi. Örneğin “Türk” kelimesini kullanmak adeta son yıllarda “riskli” bir durum haline geldi; Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesi ötekileştirilerek ulus devlet fikri karşıtları itibar görmeye başladı…

Genel manzara şudur; Cumhuriyetin temel değerleri sürekli saldırıya maruz kalmakta ve temel felsefesini oluşturan milli (ulusal) devlet fikri “yanlış” değer olarak topluma empoze edilmeye çalışılmaktadır. Her renkli camın değişmeyen ekran bülbülleri, “Türk” kelimesine ve Türkiye Cumhuriyetine tarihi “düşmanlar” kadar hırçın ve pervasızca saldırmaktalar…

İşin ilginç yanı, devleti idare ettiklerini sanan bazı “kinci” ve “sinsi” figüranların da Türk ve Cumhuriyet kavramlarına karşı mesafeli durmaya başlamış olmasıdır. Bunu, “bindiği dalı kesen, ayağına kurşun sıkan cahil insanların yaptığı iştir” diye geçiştiremeyiz; zira bunu yapanlar ne “cahil” ne de “saf”lar; aksine sinsi ve kinci oldukları yönünde yaygın iddialar vardır.

Ekran bülbülleri ve köşe kapıcılarının bu kavramlara karşı duruşları ise çeşitlidir. Bunu yapanlar sadece kendilerine “liberal-demokrat” denilen kesimler olmayıp, “mabet” referanslı kesimler ile kendilerine “sosyalist”, “komünist” denilen siyasal kesimler de “Türk” ve “Türkiye Cumhuriyeti” sözcüklerine karşı mesafeli durmakla yetinmeyip saldırıda bulunmayı bir marifet, bir “hak” olarak görmektedirler.

**

Ümmetçiler…

“Mabet” referanslı yazar-çizerlerin ümmetçiliği savundukları biliniyor; onlar için millilik (ulusçuluk)  demek “kavmiyetçilik” demektir… Bu takımın bu telakkileri nedeniyle de “millet” değil “ümmet” fikri temel alınır. Onlara göre ümmeti din, mezhep, tarikat temelinde örgütlenmenin önünde millet (ulus), millilik (ulusçuluk) kavramlarını riskli buluyorlar. Çünkü bu kesimler devlet fikrini “milli devlet” değil de ümmet esasına dayalı “ümmetçi devlet” biçimlerini savunurlar.

Ülkemizde de “siyasal İslamcı” denilen kesimler, “Türk” adını çok mecbur kalmadıkça kullanmazlar; Türk kelimesine karşı ekonomik kullanım ambargosunu uygularlar. Zorunlu durumlarda da “Türk” adını “İslam” adı ile özdeş olarak kullanırlar; örneğin “Türk-İslam Sentezi” anlamına gelecek biçimde kullanırlar. Bu zihniyetin sahiplerinin kafasındaki “Türk-İslam” kavramının içinde “Türk” yoktur; sadece “İslam” vardır, o da ta Osmanlıdan beri gelen devlet siyaseti olan “Sünni İslam” anlayışıdır…

Türk-İslam sentezindeki kasıt sadece Sünni mezhebin siyasal yapısı vardır; diğer mezhepler bu kavramın dışındadır. Örneğin; Şiiliği, Şafiliği, Bektaşiliği, Aleviliği bu kapsamın içinde görmezler…

**

Esir sosyalistler…

“Siyasi İslamcılar” böyledir de, kendilerini “sosyalist” ya da “komünist” olarak ifade eden kesimler farklı mı?

Onlar da “Türk” kelimesini kullanmada son derece “cimri” davranırlar. Bunun çeşitli sebepleri olabilir; ancak Türkiye’deki temel sebeplerinden birisi; radikal sol ideolojinin bazı etnik ırkçılığa “esir” düşmesidir.

Sol düşünce savunucuları üzerinde etken olan bu etnik ırkçılık “Kürtçülük” tür; sol düşünce üzerinde baskın bir hegemonya kurmuştur. Bu hegemonya adeta bir post-modern feodalizm şeklinde uygulanır… Sosyalist ya da komünist ideolojiyi savunan birisi Kürt kelimesini kullandığı rahatlıkta Türk kavramını rahat kullanamaz. Savundukları sol ideolojinin temel öğesi olan Türk işçileri, Türk köylüleri, Türk emekçileri olsa bile…

**

Peki, uluslararası literatürde “sosyalist” ya da “komünist” terimleri kullanılırken nasıl ifade ediliyor? Örneğin Sovyetler Birliğinde; “Sovyetler Birliği Sosyalisti / Komünisti” mi deniliyor?

Hayır; “Rus Sosyalistleri, Rus Komünistleri” deniliyor…

Örnek – 2; Batı Avrupa ülkelerinden her hangi birini alalım; “Almanya Sosyalisti / Komünisti ” ya da “Fransa Sosyalisti / Komünisti” mi deniyor?

Hayır; “Alman sosyalisti / komünisti” ya da “Fransız sosyalisti / komünisti” denilmektedir.

Bu ülkelerde ideolojik bağlamda dahi olsa milletin adına vurgu yapılmaktadır. Rusya ya da Batı Avrupa ülkelerindeki bu “sol” etiketli kesimler kendi milliyetlerini, milli kimliklerini kullanmakta “cimri” davranmıyorlar da bizdeki “sol” yakalıklar neden “Türk” kelimesinden kaçındıklarını anlamakta zorlanıyor insan…

“Türk sosyalisti, Türk komünisti” kavramını rahatlıkla kullanamıyorlar… Şayet kullanacak olsalar hemen “ipotekçi Kürtçüler” tarafından “şovenist”, “ırkçı” olarak damgalanırlar.

Ama kendileri “Kürtçü” ırkçılık yapmalarından geri asla durmazlar… İşin ilginç yanı ise millici olan insanları “ırkçılıkla” suçlayarak kendi gafları “Kürtçülük” ırkçılığını gizlediklerini sanırlar… Öyle ya her şeyi “terörle” çözeceklerini sandıkları gibi “söylem kandırmacısı” ile de devam etmek istiyorlar…

Sonuç olarak; ister “sol” ister “mabet” referanslı kalemşorları, köşe kapıcıları, medya patronları olsun bu “Kürtçü” ırkçılık hegemonya oltasına takılmaktadırlar; ister bilerek ister bilmeyerek…

Türk Milleti de böylece baskı altına alınarak sindirilmeye çalışılmakta; sürekli kışkırtma, sürekli hakaret içerikli söylemlerle Milletin sabır sınırları zorlanmaktadır…

Çare mi?

Milli devlet anlayışına dönüştür…

 

Sorularım

20 Ocak 2011 tarihli Siyaset Meydanı programında AKP Gen. Bşk. Yrd.

Hüseyin Çelik’e sorduğum sorular;
 – ABD’de “Freedom House” düşünce kuruluşunun yıllık raporunda Türkiye, “kısmen özgür” ülkeler arasında gösteriliyor!
– 2010 bütçesinde faiz giderlerine 58.8 milyar lira ayrılmıştı. 2011 Bütçe rakamlarına göre bu yıl içinde de 47.5 milyar lira faiz ödeyeceğiz.
– Bizzat Enerji Bakanımızın açıklamasına göre; enerjide yüzde 74.5 oranında dışa bağımlıyız.

– Limanlarımız, telefon idaremiz, büyük ölçüde bankalarımız ve sigorta şirketlerimiz, sayıları 262’yi geçen AVM’lerimiz başta olmak üzere ekonomide su başlarını yabancı şirketler tutmuş.

– Sürekli ve yüksek faizle borçlanıyoruz.

– Özelleştirilen Elektrik Dağıtım şirketleri okulların, otoyolların, gümrük kapılarının, emniyet müdürlüklerinin elektriklerini kesiyor! Mahallelerde aydınlatma armatürleri değiştirilmiyor!

– Bu ülkede kimi kaynaklara göre 19.5 milyon kişi, kimi kaynaklara göre 12.5 milyon kişi yoksulluk sınırı altında yaşıyor.

– Son 5 yılda 1 milyon yuva dağıldı.

– Cezaevleri tıka basa dolu. Adalet ya geç geliyor ya zamanaşımında yok oluyor! Adli Tıp, iş yükünden çalışamıyor!

– Töreye 6 yılda 1190 kurban vermişiz, kimi siyasetçiler “Töre cinayetleri münferit hadiselerdir” diyebiliyor!

– Sendikalı olma hakkı fiilen kullanılamıyor.

– AB üyesi olmak için DOMUZU kasaplık hayvan yaptık, ama İş Yasalarını köle düzeninden çıkaramadık!

– Deprem bölgesinde vatandaşa 3 kat izni verilirken, TOKİ 14 katlı binalar inşa ediyor! Park alanlarını söküp konut inşa ediyor!

– Okullarda ısınma, elektrik, su, müstahdem giderleri velilerin hayrına kalmış!

– Eğitim sistemi “üretken insan” yetiştirmiyor; ezberci sistemin kurbanı olan öğrencilerin sırtından özel dershanelere yılda yaklaşık 16 milyar lira çıkıyor!         – Öğrenciler, üniversiteye geldiklerinde ana dillerini düzgün konuşamıyor!

– Bu ülkede ADALET Bakanı bile; dinlenme endişesi taşıdığını söylüyor!                 – Ulaştırma Bakanı ise; “Dinlenmemek için tek yol konuşmamak” diyebiliyor!

– İçkili lokantada anne babasının yanında oturan çocuklar fişlenebiliyor!

– Protesto eylemi yapan üniversite öğrencilerine orantısız güç kullanılıyor.

– Her geçen gün biraz daha özel hayata müdahaleyi öngören yaptırımlar ortaya çıkıyor.                                                                                                                                    – Bu ülkede bu koşullarda ne bireysel ne de toplumsal özgürlüklerin varlığından nasıl söz edilebilir?

– Yoksa bütün bunlar yanlış da biz mi farkında değiliz?

 

Sonuç olarak; borçların milli gelire oranı üzerine rakamsal şaşırtma dışında sayın Çelik hiçbir soruma ciddi bir yanıt veremedi.

 

Bu Ne Biçim “İstikrar”

Geçen hafta Bursa Türk Ocaklarının davetlisi olarak Bursa’da “Değişme, Değiştirme ve Dönüştürme” konulu bir konferans verdim. Sürekli çalışmaları ve değişik faaliyetleri dolayısıyla yöneticileri tebrik ederim. Bursa oldukça kalabalıklaşmış ve trafik yoğunluğu İstanbul’a benzer hale gelmiş bir büyükşehirdir. Şehrin merkezinin hemen üstünde tarihi mahallelerin yıkılarak oralara TOKİ tarafından gökdelenler yaptırılmasını doğrusu yadırgadım. Tarihi çevre ve yüzyıllardır süren mahalle kültürünün zedelenmemesi de gerekmektedir. Bu gökdelenler çok çirkin bir manzara ortaya koyuyor. Gerek giderken, gerek dönüşte İDO’nun arabalı vapurlarında uyarılara rağmen, telefonla konuşan insanları görmekten utanç duydum. Kural dinlemez, sınır tanımaz, telefonla konuşma manyağı haline gelen tipler aramızda oldukça yaygın…

Bundan önceki yazılarımın birine “Bu Ne Biçim Demokrasi” başlığını atmıştım. Gerçekten her geçen gün, işte böyle demokrasi dedirtecek örneklerle tanışıyoruz. İsmi Seyrantepe mi, Aslantepe mi, yoksa Türk Telekom Arena mı olduğu henüz belirsiz olan stadın açılışında TOKİ başkanının dikkatsiz bir konuşması protestolara sebep oldu. Başbakanın tavrı da buna tuz biber ekti. Başbakana sözde sahip çıkma gayretkeşliği bir yarış haline dönüştü. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ancak görülebilen tek parti yönetimi idarecilerine karşı ortaya konan son derece itaatkâr ve demokratlıkla bağdaşmayan tavır bol bol sergilendi.

Bir başbakanın protesto edilmesi bir ölçüde belki hoş karşılanmayabilir; ama demokratikleşme demokratikleşme diye ağızlarından demokrasi lafını eksiltmeyenlerin bu kadar hırçın bir tavır ortaya koymamaları ve hoşgörülü olmaları gerekirdi. Hele bazı bürokratların yağcılıkta sınır tanımaz laf ve tavırları çoğunun seçimlerde aday olacaklarını gösteriyor. Dün de bugün de dalkavuklukta sınır yok.  GS Kulübü Başkanının “protestocuları tespit ettirip cezalandıracağız ve stada almayacağız” laflarını anlamak mümkün değil. Herhalde Başkan, hem bir polis şefi, hem savcı, hem hâkim ve hem de parti müfettişi rolüne soyunmuştur.  

Ülke gündemi hep asıl konuşulması gereken konuların dışına çıkarılıyor. Büyük boyutlara ulaşan dış ticaret açığı, dışardan pompalanan sıcak para egemenliği, ülke ekonomisinin dış ipotekler altına sokulması, dış borcun yatırımlara değil; yine borç ödemeye ve cari harcamaya gitmesi, ayarlanan yanıltıcı enflasyon rakamları, artan dış borç stoku, kaybedilen tesisler, işsizlik, etnik ırkçılık ve buna gösterilen hoşgörü, Anayasa’da Türk Milletinin dışlanarak Türksüz ve Atatürksüz sözde sivil hale getirilmesi, kamu kaynaklarının eş dost yakın ve akrabaya peşkeş çekilmesi, yolsuzluklar hiç tartışılmıyor. Var mı yok mu türban yine başköşede… Şimdi bir de ona içki düşmanlığı ve ucube bir anıt ekleniverdi. İktidar partisi belediye başkanı iken, Kars Belediye Başkanının diktiği ve Ermenistan tarafından savunulan garip anıt, belediye başkanı başka bir partiye geçince; “ucube” oluverdi. Muhafazakâr örtünün altından neler çıkmıyor ki…

Habur’daki terörist karşılama rezaletinden sonra salıverilen Hizbullah liderleri siyasi iradeyi ciddiye bile almayarak emniyete gidip imza vermiyorlar ve birden kayboluyorlar. Bu bir hukuki skandaldır. Başta Adalet Bakanını istifaya götürmelidir. Ancak istifa, demokrasilerde yaşanan bir olgunluktur.

İşin enteresan tarafı her cümlesi ülkeyi karıştıran, istikrarı bozan Başbakan Yardımcısı istikrarlı Türkiye’den bahsediyor. Kendisinin arzusu artık gerçekleşti. “Teröristbaşının gerekirse fikirlerinden yararlanabiliriz” diyen kendisiydi. Bu gerçekleştiğine göre, ülke istikrara kavuştu; mücadele müzakereye dönüştü. Bu nasıl bir istikrar ki, milli kimlik ve devletin varlığı tartıştırılıyor ve egemenliği paylaştırmak için taraflar aranıyor. Atatürksüz Türkiye, Türksüz Anadolu, Hz. Alisiz Alevilik istikrar anıtı mı oluyor? Lozan yerine, Sevr şartlarını getirmek, Dünyada yükselen değerlerin Türkiye’de başta yönetenlerce aşağılanması demek istikrar sağlıyor.  

Anayasa Mahkemesi üyelerinin yemin metninden Türk ifadesinin çıkarılması, Türk ve Türkçe düşmanlığı ve ırkçı bölücülüğün hoşgörüyle karşılanması, açılım maceraları, vatana ihanetin suç kapsamından çıkarılması, misyonerliğe kucak açmak, zinayı suç olmaktan çıkarmak, kredi kartı rezaletine uzun süre seyirci kalmak ve diğer bir çok rezalet demek istikrar adına yapılıyor. Anlaşılan bu istikrar sadece iktidar mensupları ve yandaşları için düşünülüyor.