15.5 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1194

Türkiye’yi Yaralayan Kitap

Kitabın adı: Yaralısın Türkiye – Toplum ve Siyaset Üzerine Aykırı Sorular

Kitabın Yazarı: Enver Aysever

Yayınevi: Remzi Kitabevi

Yazar, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirmiş. Birçok tiyatro oyununu yazıp yönetmiş. Farklı televizyon kanallarında programlar hazırlayıp sunmuş. Finansal Forum gazetesinde köşe yazarlığı yapmış. Cumhuriyet, Varlık, Gösteri gibi gazete ve dergilerde, makale, deneme, araştırma yazıları yayımlanmış. Doğuş Üniversitesi’nde “Televizyon Haberciliği ve Sahne Sanatları” dersleri vermekteymiş. “Bir An Bin Parça” romanıyla 2007 Yunus Nadi Roman Armağanı’nı kazanmış. SKY Türk Televizyonu’nda “Aykırı Sorular” adlı bir tartışma programı hazırlayıp sunmuş. Herkesin bildiği üzere en son CHP MYK üyeliği büyük tartışmalar yaratmıştı.

“Oldukça etkileyici bir özgeçmiş.” Dediğinizi duyar gibiyim. Öyle ya, sosyoloji bölümü, dergiler, tiyatrolar, televizyon kanalları, gazete sütunları bir de bunları taçlandıran edebiyat ödülü. Tam anlamıyla “Donanımlı Yazar” profili ile karşı karşıyayız.

O Halde  bu “müthiş” yazarımızın “Yaralısın Türkiye” isimli kitabına bir göz atalım:

Kitabın 105, ve 106. sayfalarında okuduğu bir kitap için şunları yazıyor:

“…Tartışmaları okurken, kimsenin bu yazılan kitabın imla hatalarıyla, düşük cümleleriyle, yavan bir dilde yazılmış olmasıyla ilgilenmediğini gördüm. Derdini anlatmaktan aciz, pek çok yerde, bırakın bir yazarın, ilkokul öğrencisinin yapmayacağı hatalarla dolu bir kitap olduğuna kimse dikkat çekmedi.”

“…Üstelik kargaların bile güleceği türden hatalar var kitapta.”

“…İmdi; birilerinin “Sen dildeki sorunlarla uğraşacağına, adamın anlattıklarına, kurduğu öyküye baksana!” demesi anlaşılmazdır.”

“…Dili kirleterek bir ulusun ortak ürünü olan bu canlı varlığı hırpalama hakkınız yoktur.”

Ne kadar duyarlı değil mi?

Yazar, birilerinin kitabın içeriğiyle ilgilenirken, birçok şeyi gözden kaçırdığını, kitapta kargaların bile güleceği türden hataların olduğunu belirtiyor.

Bu cümleler üzerine ben de, başka bir yazarın kitabını bu denli acımasızca eleştiren yazarın hassasiyetine hak vererek ve kendisine ait kitaptan birkaç örnek verme ihtiyacı hissettim:

“Türkiye gibi gerilimli, değişken ve çoğu zaman bu karmaşa içinde sesini duyurmakta güçlük çeken insanların yaşadığı bir ülkede yazar olmak, kalıcı bir yaratıyı geride bırakmak hayli zor. Bunun bir nedeni tüketim toplumunun getirdiği doyumsuz, düşünmekten uzak yeni insan tipinin egemen olmasıysa, bir diğer nedeni de üşengeç olup, artık köklü değişime olan inancımı yitirmiş olmamızdır.

Tüm bunları bilen biri olarak içinde bulunduğum coğrafyayı ve insanlarını sezen, onların acılarını, açmazlarını anlamaya çalışan biri olarak, en çok inandığım şeyi yapmaya, bunları yansıtmaya karar verdim.”

Öfke mi, üzüntü müydü baskın olan duygum?”

Belediye otobüsü gibi sıkış tıkış olmuş bir uçakta yolculuk zordu elbet.”

“Cihat Aşkın’ın kemanının sesi vuruyordu duvarlara, bir gün sonra Fazıl Say’ın piyanosunun tınısı işitilecekti.”

“İnsanlara tepeden, alaycı bakan bir yanı olduğunu biliyoruz. Ne yaşlı tanıyor, ne acılı, düşkün, güçsüz…”

“AB’nin içinde yer almak, hem bölge güvenliği, hem ekonomik koşullar, hem de uygarlığa eklenmiş olmaktan ötürü, son derece yararlı.”

“Unutmamak gerekir ki, bugün AB’yi oluşturan bütün devletler aynı soydan gelmektedir.”

“Yakın tarihimizin pek çok acılı sürecini henüz hiçbirimiz unutmadık.”

” “Meczup Yaratmak” ın önemi tarikat, siyaset, ticaret üçgeninin köklerini anlamak açısından hayli önemli.”

Bu örnekleri (daha onlarcasını hiç yorulmadan bu kitapta bulabilirsiniz) okuyunca, “keşke herkes “ödüllü” yazarımız  kadar duyarlı olabilse!…” Diye düşünmek kaçınılmaz oluyor!..

“Bir kitap sadece bu cümleler için bir yazı konusu yapılır mı?” diye mırıldadığınızı duyar gibiyim. Haklısınız. Öyleyse devam edelim:

“…. Kendimi bildim bileli Mustafa Kemal’in devrimci, açılımdan yana, sömürgecilere karşı verdiği savaşı savunmasından etkilenmiş biri olarak isyanlardaydım. Sayın konuşmacı Mustafa Kemal’in çağın önünde koşan bir eylem adamı olduğunu unutmuştu. Özellikle eylem adamı diyorum, “Kemalizm” adına yapılan bütün bu yakıştırmalar, Mustafa Kemal’in eylemlerinden hareketle yapılan yorumlardır. Büyük lider hayattayken doktrin olabilecek bir yapıt yazmadığına göre, onun kimi konuşmaları ve eylemlerinden yola çıkarak bazı sonuçlara erişilebilir, bu da yorumu yapacak kişinin düşünsel evreniyle doğru orantılı olarak farklılıklar gösterecektir.”

“…. 301. Madde’nin kaldırılması kadar, Atatürk adına kurulmuş tüm derneklerin gereksizliği ortadadır. Ulu önder kimsenin tekelinde değildir. Kimsenin günlük siyasetine meze yapılamaz.”

Tüm hoşgörümüz ve iyi niyetimizle cevap vermeye çalışalım.

  • 30 Haziran 1927 ile 30 Eylül 1927 tarihleri arasında İstanbul’da yazılan, basılmadan önceki müsveddeleri 506 sayfa olan “Nutuk”
  • 1929-1930 yıllarında yazdığı “Vatandaş için Medeni Bilgiler”
  • Ulus, İrade-i Milliye ve Hakimiyet-i Milliye gazetelerinde yayımlanan yazıları. (Hatta tamamının kendisi tarafından dikte ettirildiği de büyük ihtimaldir.)
  • Cumalı Ordugahı, Süvari, Bölük, Alay, Liva Talim ve Manevraları 1907
  • Tabiye Tatbikat Seyahati 1911
  • Bölüğün Muharebe Talimi 1912
  • Zabit ve Kumandanla Hasbihal 1918

24 Ekim 1933 yılında Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne yaptığı ziyarette dikte ettirdiği dörtlük ise şöyledir:

“Büyük karakterli Türk, çalışır, yorulmazsın.

Zekan cihandan büyük, müspet ilme bağlısın

Güzel sanat sevgisi, yüreğine ateştir

Türk’ün büyük ülküsü bu dünyaya güneştir.”

Demek ki; ya bizim “müthiş” yazarımız bu bilgilere sahip değil ya da bilmesine rağmen okurlarıyla paylaşmasına engel bir şeyler var. Bu olası engelleri daha sonraki yazılarımızda irdeleyeceğiz.

Ve son olarak Madde 301:

Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama

MADDE 301. – (1) Türklüğü, Cumhuriyeti veya Türkiye Büyük Millet Meclisini alenen aşağılayan kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(2) Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini, Devletin yargı organlarını, askerî veya emniyet teşkilatını alenen aşağılayan kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

(3) Türklüğü aşağılamanın yabancı bir ülkede bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte bir oranında artırılır.

(4) Eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz.

Muhteşem! Yazarımız içinde bulunduğu aciz durumu yine kendi kitabında bizlere aktarmış aslında: 

“Uğur Mumcu’nun “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak” diye formüle ettiği bu hastalık derinleştikçe, kişi salt kendine değil, tüm topluma zarar verebilmekte.”

Her şeyi bilen ödüllü! Yazarımız mezun olduğu bölüme yakışan bir konuya da değinmeden geçemiyor: Ahlak

“Fark ediyorum ki, bir romancı olarak dünyaya bakmak daha soğukkanlı, incelikli ve ahlaklı bir tutumu edinmesini sağlıyor kişinin.”

“Gerekçesi her ne olursa olsun, bir düşüncenin yasaklanması ahlaksızcadır.”

“Kuşku yok ki, kendince kuralları vardır bu mesleğin, hassas dengeleri. Hangi ölçütlerle yapılması gerekir ve ahlaki değerlerin korunması gerekir?”

“Sartre, insanın tek sorununun özgürlük olduğunu, bunun için bitmek tükenmek bilmez bir arzu ve iştahla ilerlediğini söyler. Kaçınılmazdır bu. Ahlaksız olan nedir?”

Eşsiz! Yazarımızın, “Ahlaksız olan nedir?” sorusunun cevabını yine ondan aktaralım:

“Tek kanallı yılarda TRT sansür kurulları vardı. (Hala denetim adı altında, bir takım adamlar bu saçma görevi yerine getirmektedir. Acaba gülünç duruma düştüklerini bilirler mi? O ayrı bir tartışma konusu.) Bu adamların hepimiz adına topluma yararlı olanı ve olmayanı ayıklama ödevi vardır. Düşünün; bir film geliyor elinize, hoşlanmadığınız bir fikir söyleniyor orada ya da bir sevişme sahnesini fazlaca açık buluyorsunuz ve toplumu korumak adına, YASAK deyiveriyorsunuz. Ama siz merakınıza yenik düşüp, filmin kalanını iştahla izliyorsunuz. Kendiniz için olağan gördüğünüz bu durumu, bir başkası için sakıncalı bulabiliyorsunuz. Bu hakkı size kim veriyor? Belli değil. Dolaylı bir ilişki bu. Bizim siyasal iktidara verdiğimiz temsil hakkı, söz konusu olan gücün oluşmasını sağlıyor, derken yasalarla bu adamlar çıkıveriyor karşımıza. Yani kısırdöngü sokaktaki insanda başlıyor. Demek kendimiz için özgürlük istemiyoruz. Ya da bize özgürlüğü getirsin diye seçtiklerimiz, muhafazakar eğilimleriyle dizginliyorlar bizi. İşte ahlaksızlık da burada beliriyor.”

Sevişme sahnelerinin sansüre uğramasından veya bölücü siyasi söylemlerin televizyonlara çıkmasının engellenmesinden dolayı kendini dizginlenmiş hisseden emsalsiz! Yazarımıza hak vermemek elde değil!

Zaten kendisi, kendi özgür iradesiyle ve ona izin veren kişilerin de desteğiyle bu ülke insanının evlerindeki, işyerlerindeki vs televizyonlarına bölücü örgütün temsilcilerini taşımadı mı? Öyleyse problem yok. Sansür yok Yaşasın özgürlük!..

Bu konuda kendisine bir tavsiyemiz olacak:

Annesini, babasını, eşini, dostunu ve sevgili yavrusunu alsın yanına bir gün. Elinde de ahlaksızlığı! doğurmayacak derecede sansürsüz bir film. Otursunlar seyretsinler. Hatta üzerine tartışsınlar özgürce. Fikir alışverişinde bulunsunlar. Sansürsüzce…

Not: “Ahlak” konusunda “Ahlak Psikolojisi ve Sosyal Ahlak”  (Prof. Dr. Erol Güngör Ötüken Neşriyat) isimli kitabı, Sosyoloji mezunu yazarımıza ısrarla tavsiye ederim.

Edebiyat, tarih, sosyoloji, sanat, hukuk vs. diğer konularda pervasızca klasik! Eserler meydana getiren yazarımızın bir başka özelliğini de Sizlere aktarmadan geçemeyeceğim. Öncelikle yine kendisinin özgün! Düşüncelerini aktarmakta fayda var:

 “Demokratlığı, özgürlükçülüğü kimsenin tekeline alması söz konusu olamaz.”

“Senin gibi düşünmüyorum, ama düşüncelerini söylemen için canla başla savaşırım.”

“Eğer okumazsak, yaratmazsak, düşünmezsek gün be gün insanlıktan uzaklaşacağımızı unutmamalıyız. İlk tehlike özgürlük düşmanlarıdır!”

gibi cümlelerle okurun güvenini, takdirini ve sevgisini kazanmaya çalışan akıllı! Yazarımız bakalım televizyon programında neler yapmış:

“Bir süredir “Aykırı Sorular” programıyla sesi çıkmayanların sesi olmaya, toplumun farklılıklarını ortaya koyarak bir arada yaşama kültürünün oluşmasına gayret ediyorum.”

Ne müthiş bir giriş değil mi? Türk Milletinin tam ihtiyacı olan aydın! Türk’üm demektense Türkiye’liyim demeyi tercih eden, Atatürk demektense Mustafa Kemal demek kolayına gelen medar-ı iftaharımız, büyük yazarımız!

Sesi çıkmayanların sesi olmayı tercih eden yazarımız televizyon programına işsiz gençleri, mahsulü çöp olan köylüyü, maaşları yerlerde sürünen emekliyi, oğullarını vatanımız için,  geleceğimiz için, Türklüğümüzü kaybetmemek için şehit veren anneleri, üniversitelerde modern eğitim  adı altında ülkesine yabancılaştırılan öğrencileri ve nice sessiz ama gururlu insanımızı çağırdığını sanıyorsanız, yanılıyorsunuz.

Kimi çağırdığını yine kendisinin satırlarından okuyalım:

“Aynı güdü, istek ve içtenlikle DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ü canlı yayına davet ettim.”

Yazarı okumaya devam edelim:

“…Herkesin kolayca hedef seçilebileceği bir ortamda, bir suikast için uygun ve ses getirecek isimdi Ahmet Türk. Korunma isteği anlaşılabilirdi elbet. Gerçi devlet, Ahmet Bey’e bir koruma tahsis etmeyi önermişti. Ancak korumanın sürekli Türk’le birlikte, aynı aracın içinde olması gerekmekteydi. Hal böyle olunca, devlet gerçekten DTP Genel Başkanı’nı korumak mı istiyordu yoksa olası gizli ilişkilerini ortaya çıkarmak için bir ajan mı veriyordu yanına, tartışılabilir.”

“…(gelen) Topluluğun içinde Sırrı Sakık da vardı. Yakın tarihimizin çalkantılı sürecinde türlü biçimler yer almış; Kürt Sorunu- PKK ilişkisi sürecinde öne çıkan bir aktör olmuştu Sakık.”

Muhteşem yazarımız onbinlerce insanımızın hayatını kaybetmesiyle dolaylı veya direk ilgisi olan bu insanları ekranlara taşımayı marifet bilmiş, yayın sırasında ne yaptığını bilmeyen tavırlarını satırlarına taşımış, yayın esnasında gerek Türk milliyetçilerinden gerekse Kürt milliyetçilerinden ölüm tehdidi içeren elektronik posta aldığını belirterek, aslında tarafsız bir program yaptığını vurgulamak istemiş, bu çerçevede tarafsız! Yayın ilkesini koruyarak aşağıda aktardığım cümleleri konuğuna! Aktaramamıştı.

“…İçimdem “la havle” diyerek devam ettim.”

“Neyse… Burada hafif bir kıvırma vardı, adamcağıza sormayayım dedim….”

“İçimden  “Hadi canım, kimi kandırıyorsun…” demek geldi ama, yutkundum.”

Bunun adı tam bir korkaklıktır, Türk milletine düşmanlıktır, vatan hainliğidir.

Kendi cümleleriyle:

 “… Geçmişte benzer kaygılarla kurulan bir çok parti Anayasa Mahkemesi’nce kapatıldığı için ben dahil bir çok kişi bu partiyi eskiden kalma isimleriyle karıştırmaktayız. HEP, DEP, DEHAP gibi pek çok isimle anılan bu partilerin sözcüleri, üyeleri, genel başkanları hep aynı kişiler.”

Diyecek kadar, bilgisiz, bu partilerin neden kapatıldığını görmezden gelecek kadar sıradan, mevcut partilerin maalesef yasal sıkıntılardan dolayı halen açık olduğunu anlamayacak kadar cahil bir yazarımızın varlığı hepimizi gurur! kaynağı olsa gerek.

Bakınız neler sormuş Sayın! Türk’e:

“PKK ile aranızda organik bir ilişki var mı?”

“Apo’nun size karşı tepkili olduğu doğru mu?”

“Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in “Kimse bizden PKK’yı  lanetlememizi beklemesin!”

“Federasyon ya da ayrılık istiyor musunuz?”

Bravo! Bravo! Muhteşem yazarımız kimsenin soramadığı soruları sormuş!

Geçmiş dönemde Leyla Zana başta olmak üzere TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ dahilinde Kürtçe yemin eden milletin değil bir kısım bölücü insanların vekillerinin gördüğü muameleyi de şu şekilde değerlendirmiş:

“Üstelik bu seçilmiş kişilerin polis zoruyla, kutsal çatı altından çıkarılıp, hapse konulmaları demokrasiye inananların yüreklerinde derin yaralar açmıştır.”

Dünün yüreksizleri bugün yüreklerinde açılan yaralardan bahsediyor. Ne garip değil mi?

Engin bilgilerle donatılmış yazarımız, bu engin bilgi kaynaklarına nasıl bir yöntemle sahip olduğunu bakın nasıl aktarıyor okurlarına:

“Hafta içi Kürt sorununu tüm yönleriyle öğrenmek için okumalar yaptığımda yolum …”

Çok net anlaşılacağı üzere, Bölücü sorununu Kürt Sorunu olarak dillendirecek kadar bilgisiz, ciddi olduğunu iddia ettiği bir programın altyapısını üç-beş günde hazırlayacak kadar ciddiyetsiz bir yazar var karşımızda.

Başkanını davet ettiği partinin demirbaşı Leyla Zana için neler demiş bakalım:

“AB Korumalı Leyla Zana, miting meydanından Kürtçe seslendi Kürtlere, Türklere, dünyaya: “Kürtlerin üç lideri vardır. Biri Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’dir. Diğeri Kürdistan Bölge Federe Başkanı Mesut Barzani’dir. Üçüncüsü ise Başkan Öcalan’dır.”

Aferin! Yazarımıza.

Atatürk’ün pardon! Mustafa Kemal’in gençliği bu işte!!!!

Viran Oldu

Mamureler viran oldu, bakıp ibret almadın.

Ezanlar Hak’ka davetti, camilere gelmedin.

Bu can sana emanetti, hiç kadrini bilmedin.

Hep yanlışlarla uğraştın, Hak yolunda olmadın.

 

Bu evlerde yaşıyordu daha dün anan, baban,

İbretle bak geçmişine nedir gardaş bu çaban.

Geldiğin yeri unutma sonra olursun yaban,

Nedir bu telaş kargaşa ha babam ha ha babam.

 

Bir varmış bir yokmuş gibi herkes geçer buradan,

Gidenler hep memnun mu ki, haber vermez oradan.

Düşünmedik o alemi uyardı hep yaradan,

Ömür değirmeni döndü ama suyunu nereden.

 

Şöyle bir bak kim götürdü bu dünyadan malını,

Dört inanmış arkadaş bul ki tutsunlar salını.

Bataklıkta boğulursun kaybedersen yolunu,

Ölüm kapıyı çalmadan çabuk tut bak elini.

 

Ne kadar rahatsın kardeş seyrettin hep gideni,

Bak bir gün kurt kuş yiyecek bu nazenin bedeni.

Yaradana kul olmaktı yaşamanın nedeni.

Ama sen hiç göremedin senden önce gideni.

 

Dün çocuktun delikanlı şimdi ihtiyar oldun,

İlkbahar yaz ve sonbahar mevsimler gibi soldun.

Gençlik hep kalacak sandın aynaya bak ne oldun,

Düşünmedin ah zavallı hem çaresiz bir kuldun.

 

Yaşıtların birer birer  göçüyor bak ukbaya,

İbret alıp düşünmezsen gardaş kalırsın yaya.

Sevgi saygı hürmet kalmaz bozulur ise maya,

İnsan isen kalbine yaz, yazılmaz yazı suya.

 

Getirirler bir gün seni musallaya koyarlar,

Nasıl bilirdiniz diye cemaate sorarlar,

İyi kötü vicdanlarda verilince kararlar,

Adam gibi adam isen her dem seni ararlar.

 

Ne kadar rahatsın gardaş bir gün kapın çalınır,

Malım mülküm dediklerin bölük pörçük bölünür.

İyi kötü hesap kitap kara defter dürülür,

Zerre sevap zerre günah hesap günü görülür.

 

Dünya gemi dolup dolup boşalıyor bir yere,

Biraz olsun düşünmedin gideceğin yer nere,

Gençliğini heba ettin hem savruldun her yere,

Su misali akıp gittin ömür sanki bir dere.

 

İnsan hali ne kır ne kırıl kardeşine,

Emanettir malın mülkün düşme onun peşine.

Yalan yanlış söyleyip de zehir katma aşına,

Bir gün pişman olursun ki bakmazlar göz yaşına.

 

İbretle bak gidenlere geriye dönen var mı?

Kabrin kazanlar hiç sormaz geniş mi olsun, dar mı?

Yetiştirdiğin evlatlar orada sana yar mı?

Geçti gitti bunca ömür acep zarar mı kar mı?

 

Aile Seti – 2

0

Eşlerin bir birlerine karşı görevleri ve sorumlulukları

Ailedeki sevgi bağının gevşememesi için eşlerin dikkat etmeleri gereken bazı kurallar vardır

Bunları kısaca maddeler halinde sıralayalım.

1- En başta gelen dürüst ve güvenilir olmaktır.

2- Birbirlerinden gizli iş yapmamaktır.

3- Hanımlar, beylerinden izinsiz ve habersiz evi terk etmemelidirler.

4- Hanımlar, beylerini akşamleyin iş dönüşü eve gelirlerken güler yüzle sıcak bir ilgiyle karşılamalı, yemekten önce bir yorgunluk kahvesi ikram etmelidir.

5- Eşler birbirlerini, Somurtkan bir vaziyet, asık bir surat ve pejmürde bir kıyafetle karşılamamalıdırlar.

6-  Sofra zamanında hazır olmalı, hanımlar tembelliğe alışıp ta sabah, öğlen, akşam kahvaltıyla işi geçiştirilmemelidirler.

7-  Hanımlar, eve almayı düşündükleri eşyalar için en azından beylerine haber vermelidir.

Benim param var istediğimi yaparım demek seni adam yerine koymuyorum anlamına gelir ki bu doğru olmaz.

8- Erkeklerde evle ilgili kararları hanımı hatta çocukları ile beraber almalı, onlarında isteklerini göz önünde bulundurmalıdırlar.

Bu da hanımı ve çocuklara değer vermek demektir.Eşler bir birlerine değer verince de o evde huzur olur.

9- Çocukların yanında ve sofrada tartışmamaya gayret etmelidirler.

10- Ara sıra birbirlerine jest yapıp hediyeler almalıdırlar.

11- Hanımlar bir birlerine oturmaya giderken, alışverişe çıkarken süslendikleri kadar hatta daha fazlasını eşlerine karşı süslenmelidirler. Evlerinde dilenci kılığıyla dolanmaları eşlerine karşı ilgisizlik olur ki eşlerinin kendilerine olan ilgi ve sevgisini azaltır

12- Hanımlar kocalarına dargın olsalar bile beylerinin yanlış ve hatalı yönlerini dışarıda anlatmamalı. Aile sırlarını olur olmaz kişilerle paylaşmamalı, çare olmayacaksa hiç kimseyle paylaşmamak daha doğrudur. Unutmamak gerekir ki davacının aptalı derdini mahkemede mübaşire anlatandır.

13- Hanımlar güzel yemek yapmasını bilmeli, Bilmiyorsa da gurur yapmamalı öğrenmeli, kız çocuklarına da öğretmelidirler bu işin mazereti olmaz. Televizyonlarda bunun canlı eğitimi yapılıyor. Ayrıca bununla ilgili piyasada birçok kitap var, Sonra komşularınız ne güne duruyorlar.

14- Beylerde hanımların her işine karışmamalı bazı hassasiyetlerini göz önünde bulundurmalıdırlar

Sevinçlerini ve üzüntülerini önce birbirleri ile paylaşmalıdırlar

15- Peygamberimiz (sav ) Bir hadisinde ‘ Sizin en hayırlınız, hanımlarına karşı iyi davranandır’ buyuruyor.

Hanımlara karşı nazik ve kibar davranmayı da alışkanlık haline getirmek gereklidir.

16- Doğum günü, evlilik yıldönümü bazı hanımlar için hassas zamanlardır. Bunlar erkek tarafından unutulmamalıdır

17- Anne baba ve çocuklar eve selam ile girmeli. Bir birlerine selam verip karşılıklı hal hatır sormayı alışkanlık haline getirmelidirler.

18- Selamun aleyküm hatun, nasılsın, çocuklar nasıl yaramaz bir şey yok inşallah gibisinden karşılıklı bir iki muhabbet Sizden bir şey eksiltmez. Bilakis evinize sevgi huzur ve mutluluk getirir. Böylece aranızdaki sevgi bağı ilk günkü gibi taze ve canlı kalır.

19- Yaşı küçük olan çocuklar yanında nasıl olsa anlamazlar düşüncesiyle cinsel içerikli müstehcen sözler söylenmemelidir.

O an çocuk o sözün ne manaya geldiğini anlamaz ama o sözü de unutmaz. İlerleyen yıllarda o sözü anlar ve Sizi kafasında olur ki yanlış yargılar. Cennet annelerin ayakları altındadır hadisi gereği kadınlara gerekli değeri vermeli, Onlarda bu değere layık olmaya gayret etmelidirler.

Hz. Ayşe (r anha minha) dan bir anekdot ile bitirelim.

Bir gün Hz. Ayşe Peygamberimize sorar: “Beni seviyor musun ya Resulallah?” Peygamberimiz “evet ya Ayşe” diye cevap verir.

Hz. Ayşe. “Bana karşı olan sevgini nasıl tarif edersin?” diye sorar.

Peygamberimizde cevaben: “İpe atılan düğüm gibi” der.

Aradan yıllar geçer Hz. Ayşe bir gün yine sorar: “Düğüm ne âlemde ya Resulallah?”

Peygamberimiz “İlk günkü gibi taze ve canlı” diye cevaplar.

Sizinde düğümünüzün ilk günkü gibi taze ve canlı olması dileğiyle…

Devam edecek

Halk Oylamasına Doğru

Türkiye, 12 Eylül’de halk oylamasına (referandum) gidiyor. Aslında halk oylaması, fikir ve düşünce hürriyetinin bulunduğu, vatandaşın haber alma kaynaklarının tarafsız ve güdümlü olmadığı, demokrasiye has basının bulunduğu ülkelerde bir ölçüdür ve ayardır. Bugünkü Türkiye’de haber kaynaklarının, basın ve yayının ipotek altında olmadığını söylemek mümkün değildir. Kamuoyu önümüzdeki günlerde “evet” çıkması yönünde yoğun bir baskı altında tutulacaktır. Ciddi konular magazinleştirilecek, duygu sömürüsü yapılabilecektir.

Bu anayasa değişiklikleri kuvvetler ayrılığı prensibini bozacak, hukuk devletini parti devletine dönüştürecektir. Yargıyı icranın güdümüne sokacak, sivil-asker ayrımını körükleyecek ve kamplaşmaları arttıracaktır. Zaten yetersiz olan mutabakatlar daha da yıpranmış olacaktır. “Ben sandıktan çıktım, herkes benim emrimde olmalıdır” anlayışı demokrasi ile çelişir. Dar anlamda milli iradeye sahip olanlar ve ülke yönetiminde belirli bir dönem görevlendirilenler, o ülkenin kuruluş amacı ve felsefesi olan geniş anlamdaki milli iradeyi dışlayamazlar. Bugün bu tehlike vardır.

Hukukun siyasallaştırılması, hukuk devletini çökertecek, Anayasa Mahkemesi ve HSYK iktidar yandaşı birer kuruluş olacaklardır.

Anayasalar her gelen iktidara göre düzenlenir hale gelirse; bu durum istikrar ve huzur bırakmaz. Anayasalar iktidarlara göre şekillenmez. Devletin anayasası olur; partilerin değil. Bundan dolayı geniş mutabakat aranır. Bu bakımdan, AKP yanlış ve tehlikeli bir gidişe öncülük yapmaktadır. Buna dur demek demokrasinin geleceği için gereklidir.  

Bu değişim, Türkiye’ye rota değiştirecek, ülkenin kuruluş felsefesini ve amacını saptıracaktır. Milli Mücadeleyi dışlayıcı, Cumhuriyeti inkâr edici bir sonuca hizmet edecektir.

Milli ve üniter yapıyı dolaylı yoldan tahrip edecek, ülkede federal rüzgarların esmesini kuvvetlendirecek, eyaletleşmeyi gündeme getirecektir. Birliğe ve bütünlüğe değil; bu değişiklikler sonuçta ayırımcılığa ve etnik taassuba hizmet edecektir. Bunun emareleri iktidarca düzenlenen anayasa hazırlıklarında da görülmüştü.

Bu değişime teslim olmak milli kimliğimiz olan Türk kimliği yerine temelsiz, uydurma ve onu inkar edici yakıştırmaları gündeme getirecektir. Kendisini Türk değil, ama Türkiyeli hissedenler halk oylamasında bundan dolayı “evet” demeye adaydırlar. Hem değişikliğe hayır diyeceksiniz; hem de CHP Genel Başkanı gibi, Türkiyelilikten dem vuracaksınız. Bu çelişkiyi iyi görmek gerekir.

Bu değişim, ırkçı bölücü terörün taleplerinin bir kısmının karşılanmasını sağlayacaktır. “Evet” oyları çoğunluğu teşkil ederse; terörle de bir yerlere varılabileceğinin açık kanıtı olacaktır.

Anayasa değişikliklerinin kabulü, Türkiye’yi 1919 çizgisine çekecek, Milli Mücadeleyle Anadolu’dan kovduklarımızın isteklerine hizmet edecektir. Değişime dış destek bundandır.

Bu değişime “evet” demek, şehit ve gazilerimize hakaretin en büyüğüdür. Teslimiyetçiliğe ve mandacılığa boyun eğenlere destek vermektir. 

Anayasa değişikliğinin nihai hedefi, temel giriş maddeleridir. Böylece Türkiye’nin nitelikleri değiştirilecektir. Bu değişme Türksüz Anadolu ve Atatürksüz Türkiye özlemlerinin önünü açacaktır.

Bizlere düşen görev, tuttuğumuz partiye göre değil; ülke sevgimize göre oy kullanmaktır. Bazılarımız iktidar partisine rey vermiş olsa dahi, bu defa çok iyi düşünmek zorundadır. Siyasi tuzaklara ve oyunlara alet olunmamalıdır. Bu halk oylamasıyla hedef Kenan Evren Anayasası değil; Türkiye’nin nasıl bir devlet olacağıdır. Ülkücüler yeri gelince iktidarın faydalanacağı dolgu maddesi değildir.

Demokrasimizin yüz karası haline gelen ve iktidar yandaşı olmaktan başka bir hüneri olmayan bazı basın yayın kuruluşlarının dolduruşuna gelmemeliyiz. Vatanımızın birlik ve bütünlüğü, Türk Milletinin kardeşliği ve ebedi olarak yaşaması için uyutulmamaya ve uyuşturulmamaya dikkat edelim. Demokrasinin yaşaması için iktidarın frenlenmesine ihtiyaç vardır. Gaflet ve delalet içinde olanları uyandıralım ve ülkemizin geleceği için halk oylamasında “hayır” diyelim. 

Bölünmeyi Tartışmak Ya da İhanete Alışmak

Beni alışmakla cezalandırma Tanrım‘ diyen şair çok haklıymış. İhaneti bile kanıksadık, bölücülüğün çatlak sesine bile alıştık. Zaten Rahmetli de ‘Alışırlar, alışırlar‘ demişti. Hem de o biçim alıştık.

Eskiden Kürtçe şarkı yapmak isteyene çatal-bıçak fırlatılıyordu, şimdi kaset firmaları ve kanallar peşinden koşuyor.

Eskiden kızılyıldız‘lı sarı-kırmızı-yeşil örgüt bayrağı paçavra muamelesi görürdü, şimdi Türk Bayrağı onun muadili olaraktan görülerek hassas bölgelerde tahrik unsuru diye yasaklanıyor.

Eskiden terörist leşlerine aileler sahip çıkmaz ve ‘onu doğuracağıma taş doğursaydım‘  denirdi, şimdi Belediye aracıyla Parti töreniyle HPG şehitlik(!)lerine gömülüyor.

Eskiden özel timlerin, bordo berelilerin anıları en çok ilgi odağıydı, şimdi kahvelerde ‘biz PKK’yız, bize devlet bile dokunamaz‘ havaları atılıyor.

Eskiden Doğan Güreş gibi, Hasan Kundakçı gibi, Osman Pamukoğlu gibi paşalar vardı, şimdi Beşir Atalay gibi bakanlar var.

Eskiden Mehmet Ağar‘la, Mesut Yılmaz‘la ortaklık kurmaya can atılırdı, şimdi Kuzey Irak‘ta Barzani‘den iş almak moda.

Ha, bu arada eskiden Şevki Hoca‘nın ‘Benim hakkımda olumlu söz çıksa abdest tazelerim‘ dediği boyalı basın ve TV‘lerde İslâmcı cephenin kontrolü %70‘lere vardı.

Müslüman diye bilinenler sandıkta %47‘yi gördüler, altın tepside Başbakanlık, Cumhurbaşkanlık, YÖK, MİT, TRT, MRT ne varsa götürdüler.

Binlerce yeni zengin türedi. Artık jipler, villalar, yalılar, tatil merkezleri İslâmcı kesime meze oldu. Eğitimde, sağlıkta aldılar başlarını gittiler.

Sonra ne mi oldu? Hiiiiç! Ahlâki tefessüh tavan yaptı, çalmak-çırpmak meşrulaştı. Eşkiyaya kahraman muamelesi yapıldı Habur’da, Silivri’de kahramana eşkiya muamelesi yapılıyor.

Yılda bir Gazze maçında coşan, her gün Irak‘taki ölümüne mücadeleyi es geçer. Hesapta Saadet, Büyük Birlik, Türkiye ayrı parti ama referandumda hepsi ‘evet‘çi.

Ekmeğini oradan yiyor, iktidarın kurduğu saadet zincirinin mütevazı bir halkası olabiliyorsan daha ne istersin. Hatta ne isterlerse ‘he‘ dersin.

Bak, Bremen mızıkacıları TV kanalizasyonlarında ‘Bölünmeyi de tartışalımgevişini getirmeye başladılar ya hemen sende durumdan vazife çıkar ve arslanlar gibi davanı savun.      

Acırım acırım, İslâmcı kliğin avukatlığını Nazlı Sulucak, Cengiz Samandar, Mehmet Tetiker, Hasan Cevval, Ahmet Dalton, Mehmet Dallas gibi tipler (tipitipler) deruhte ediyorlar.

Hele hele amiral gemisinin kaptanı, burjuva şarapçısı, bohem-i-yat’çı, Erdumrul Özkek de işaret fişeği yaktı ya artık PKK’lılar bile hainlikte sol’lanacak demektir.

N’ayır N’ertuğrul n’etme; ‘Bu ülkeye bölücülük lâzımsa onu da biz yaparız‘ deme. Mezarlıkta opera söyleme..

Hangi kamyonun arkasında yazıyordu bilmem; ‘Bunu hangi tosun yazmış, anasının nikâhına kadar azmış‘.

Toprak Analizi

0

ANALİZİN AMACI: Toprakta bulunan bitki besin maddeleri miktarını belirleyerek o toprakta yetiştirilecek bitkilerin isteği olan gübre cins ve miktarını ortaya koymaktadır.

ANALİZİ YAPILMADAN GÜBRE KULLANIMI: Gereğinden daha az veya daha çok gübre kullanılır. Yanlış zamanda yanlış cins ve miktarda gübre kullanılabilir. Ürünün verim ve kalitesi düşer. Bitkilerin hastalık ve zararlılara direnci azalır.

ÖRNEK ALMA ZAMANI: En uygun örnek alma zamanı bitkinin ekim yada taban gübresi uygulama zamanından 1,5-2 ay önceki dönemdir. Toprağın tavda olduğu dönemde örnek alınması kolaylık sağlar.

DERİNLİK: Örnek alma derinliği; Toprağın işleme derinliği olan 0-20 cm arasındaki kısımdır. Meyve bahçelerinde 0-20 cm 20-40 cm derinliklerden ayrı, ayrı örnek alınır.

ÖRNEK ALMA GENİŞLİĞİ: Tarlada değişik özellikler gösteren (renk, meyil, toprağın derinliği ve yapısı, ürün yetiştirme, işleme derinliği) yerler yoksa 20-80 dönüm alandan bir örnek alınır. Seralardan örnek alınırken her seradan ayrı, ayrı örnek alınır.

ÖRNEK ALMA ARAÇLARI: Toprak örneği almada çeşitli araçlar kullanılmaktadır, bunlar; Toprak burguları; Helezon tipi olanlar tınlı ve killi topraklarda, kova tipi olanlar kumlu topraklarda. Bahçe beli; ise her türlü topraklarda. kullanılır.

Mikro besin elementleri (Demir, bakır, çinko mangan) için örnek alınacaksa mutlaka paslanmaz çelik olmalıdır.

TOPRAK ÖRNEĞİ ALINMAYACAK YERLER:

Eskiden gübre yığılmış yerler, Harman yeri ve hayvan yatmış yerler. Sapların, köklerin ve yabancı otların yakıldığı yerler. Tarlanın çukur ve tümsek yerleri Ağaç altları, dere, orman, su arkı, çit ve yollara yakın yerler, sıraya ekim yapılan tarlada sıra üstlerinden örnek alınmaz.

Ayrı örnek almayı gerektiren nedenler: Her tarladan ayrı örnek alınarak analiz yaptırılmalıdır. Bazan bir tarlanın bölümlere ayrılarak bu bölümlerden ayrı, ayrı örnek alınması gerekebilir.

Bir tarlada aşağıda belirtilen farklılıklar varsa bu bölümlerden ayrı, ayrı örnek alınması gerekir.

ANALİZ SIKLIĞI: Bir tarlanın 3-4 yılda bir analizi yaptırılmalıdır. Yoğun tarım yapılan Çukurova gibi bölgelerde daha sık analiz yaptırılmalıdır. Hafif bünyeli (Kumlu) topraklarda ise iki yılda bir analiz yaptırılmalıdır.

ÖRNEK ALMA ŞEKLİ: Karışık toprak örneği; örnek alınacak yerin büyüklüğüne göre 6-10 noktadan alınan topraklar bir biri ile karıştırılarak bundan’da 1-1,5 kg toprak örneği alınıp torbalara konur. Toprak örnekleri tarlanın bir ucundan diğer bir ucuna uzanan alınmayıp zig zağ bir çizgi üzerinden alınmalıdır. Eğer toprak örneği, bahçe beli ile alınacaksa V şeklinde 20 cm derinlikte bir çukur açılır. Bu çukurun bir yanından toprak yüzeyi organik artıklardan temizlenir. ve çukurun düzgün tarafından 2-3 cm kalınlığında bir toprak dilimi alınır. Kürek üzerine alınan örneğin sağından, solundan ve ucundan tıraşlanarak örnek alma kaplarına konur. Bu şekilde tarlanın 6-10 noktasından alınan toprak örneği bir kovaya konur. Toprak örneği el ile iyice karıştırılır. Kesekler parçalanır, ele geçen bitki ve taş parçaları atılır. Bu hazırlanan topraktan 1-1,5 kg kadar temiz bir torbaya konarak analize gönderilir.

 

Referanduma Giderken

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti referandum sebebiyle tarihi günlerinden birilerini daha yaşamaya başladı.

Ülkeyi sekiz yıldır çok kötü bir şekilde yöneten AKP iktidarı, yaptıklarını, referandumla taçlandırmak istiyor.

Türk Milleti vereceği kararla ya yeniden varım diyecek ya da tarihin derinliklerinde yer alan milletler mezarlığına doğru yol almaya devam edecek. İnşallah kendisini Türk Milletine mensup olarak görmeyenlere okkalı bir tokat indirirde yeniden tarih yazar.

Türkiye, cumhuriyet döneminin en karanlık bir döneminden geçiyor. Ülke; sanayisi, tarımı, hayvancılığı, turizmi, bürokrasisi, özelleştirmeleri ve yönetimi ile Osmanlı – Türk Devleti’nin son döneminde olduğu gibi ya yabancıların  ya da kendisini Türk olarak görmekten hicap duyanların eline geçti.

Milli sanayi küçüldü, üretim geriledi, işsizlik halkın belini büktü, emekli “yaşar ölü” haline geldi, doğmamış çocukların borcu binlerce dolara ulaştı buna karşılık yabancıların eline geçen bankalar tarihi karlar elde etti ve yeni dolar milyarderleri türedi.

Amerika başta olmak üzere İngiltere, Almanya ve İsrail gibi ülkelerin, satılık ve hain cemaat ve tarikatları birleştirerek iktidara getirdiği anlayış, fakirleştirdiği Türk Milletini dinimizle korkutarak her türlü melaneti işlemeye devam ediyor.

İşe girmek, devletle iş yapmak ve bürokraside koltuk kapmak; cemaat ve tarikatların vizesinden geçiyor. Devletin TRT’si oldu STR… Halbuki TRT halkın vergisi ile çalışıyor.

Terör, açılım projeleri ile daha da azgınlaştı. Üç ayda 57 şehit ve 115 yaralı var. Yaralılar ne halde bilenimiz bile yok.

Balyoz dediler içeride tutuklu kalmadı. Ama Balyoz diyenler amacına ulaştı. Kafaları bulandırdılar, halkın Türk Ordusuna olan güvenini sarsmaya çalıştılar ve içine ettikleri Türkiye’nin gerçeklerini, Türk Milletinin gözünden, satılmış ve yandaşlaşmış medyanın eliyle kaçırmayı başardılar.

AB’cimi, eski komünist mi veya ne olduğu belli olmayan ama hükümetin yılmaz destekçisi Galatasaray Üniversitesi öğretim üyelerinden Cengiz Aktar aynen ataları gibi sözde kürt meselesinin uluslararası kurullarda çözülebileceğini söyleyerek efendilerine benzerleri gibi  hizmete devam ediyor. Bu adamların ataları Osmanlının da her işini uluslararası kurullara terk etmişti.. Sonuç yirmi milyon küsur kilometrekare topraktan yedi yüz otuz bin küsur kilometrekare toprağa güç bela tutunmak oldu. Unutmadan bir de bunlara bölücübaşının İmralı’daki rahatını raporlayan AB komisyonunu da ekleyelim. Kırk bin kişinin katlinden sorumlu adamın rahatı hükümete ve AB’ye emanet.

Mavi Marmara’nın ikinci çuval vakası olduğunu konuşmuyoruz bile. Helal be Kasımpaşa Kaplanı kim tutar seni… Merak etme millette seni tutacak derman bırakmadın.

İçinizi daha fazla karartmadan sadede gelelim; referandum  konusu olan anayasa değişiklikleri ile ilgili olarak 28 Mart 2010 günü yani yaklaşık üç buçuk ay önce “Bir Tuzak Daha: Anayasa” başlıklı bir yazı yazdım. Yeniden okuyun bir bakalım. Üç buçuk ayda ne değişmiş? Eğer bir değişiklik bulursanız ben buradayım!

“Son günlerde hepimizin biraz merak ve biraz da şüpheyle izlediği yeni anayasa tartışması var.

Ülkemin bu kadar yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu bilmiyordum!

Meğer bütün sorunlarımızın başı şimdi 12 Eylülcülerin Anayasası olarak tanımlanan fakat halkın yüzde doksanının onayladığı bu anayasaymış… Bu halkta hiç bir şeyden anlamıyor! Böyle bir anayasaya evet denir mi?

Ancak sevindiğim husus mevcut anayasanın yerine yeni bir anayasa kabul edilince ülkemin yaşadığı tüm sorunların çözülecek olmasıdır.

Yeni anayasa ile işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ortadan kalkacak eğitim, sağlık, ulaşım ve enerji gibi temel problemler çözülecek, terör bitecek ve aklıma gelmeyen nice çıbanbaşı patlayacak cerahat temizlenecektir.

Gelecek nesillere sorunları çözmüş ve anamızın ak sütü gibi bir anayasa bırakacağız. Ne mutlu böyle bir anayasayı yapacak olan bizlere!

Sorunlarımızın temeli Anayasa Mahkemesinin yapısı, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu, geçici 15. Madde falanmış. Hakikaten haklı adamlar.Bunları kökünden kaldırmalı!

Birde bunlara seçim barajını düşürmek ve terörle mücadele kanununu kaldırmak da eklenmeli. Bunlar ülke üzerinde fena halde bir yük!

Öyle ya daha geçen gün Hakkari’de askeri konvoy taşlandı. Taşlayanlar yürürlükte olan kanunlara göre suçlu. Çağdaş dünyada böyle suç olur mu? Bu kanunu derhal kaldırmalı. Hatta yetmez askeri  konvoyu taşlayanlara maddi yardımda bulunmalı. Belki taş yetmiyordur da!

Aranızda bu kadarla kalmayalım, devleti taşlayanlara maaş da bağlayalım diyenler çıkabilir. Olsun memlekete düşünce özgürlüğü de lazım. Saygı duyarım…

Bunların hepsi yeni anayasa da yer almalı. Zaten varlar yapacağımız iş bunlara yasal dayanak hazırlamaktan ibaret.

Yeni anayasa kömür ve erzak dağıtımını legalleştirmeli,  ülkeye ihanet etmeyi suç olmaktan çıkarmalıdır. Çünkü bizim ülkemizde olan biten bölücülük yolu ile ihanet değil özgürlük mücadelesidir. Ne yapalım yerseniz!

Türk sözcüğü görüldüğü her yerde yasaklanmalı ve halk onayından geçmesine rağmen faşist bir anayasa olarak nitelenen 1982 Anayasasından 66. Madde ve meşhur 301. Madde bir daha anılmamak üzere yeni anayasa tarafından tarihe gömülmelidir.

Türkiye Cumhuriyetini milli ve üniter bir devlet yapısından uzaklaştırması beklenen yeni anayasa demokratik hak kılıfı altında bazı gruplara grev hakkı gibi yasal rüşvetler dağıtılarak yürürlüğe girmelidir.Bu rüşvetin yasallaşmasının önünü açacak bir hukuki gelişme olacaktır.

Türkiye’de yaşadığı bizzat başbakanın dilinden ifade edilen 36 etnik parçanın varlığı yeni anayasa da belirtilmeli, bayrakları anayasal güvence altına alınmalı ve mutlaka özerklikleri tanınmalıdır. Bu bizzat başbakan tarafından deklare edilen gerçeğin ilanından ibaret olacaktır.

Ermenilerin Akdamar’da yılda bir kez dini ayin yapmaları onları kesmez. Bu bir insan hakları ihlalidir. Ermenilere Akdamar’da yılın her günü ibadet izni verilmelidir.

Ayrıca ülkemizdeki bütün kiliseler bizim cemaat ve tarikatlarımız tarafından kampanyalar yapılmak sureti ile dinler arası diyalog felsefesi  içinde onarılıp hizmete açılmalı ve yeni anayasada bu hususlar yasal bir çerçeveye oturtulmalıdır.

Bunları ve daha nice hamleyi yeni  anayasada görmek beklentisi içindeyiz!

Tabii ki yazdıklarımızın hepsi gerçekleri hiciv eden birer latife…

Anayasa hazırlayıcıları yani AKP’nin kurmayları maalesef her seçim öncesinde olduğu gibi yine ülkeyi kutuplaştırarak seçime gitmeyi planlıyor.

AKP iktidarının kutuplaşmalardan beslendiği ve politikalarını bu zemin üzerine oturttuğu gün gibi aşikar.

Baş örtüsü ve müslüman cumhurbaşkanı argümanlarından sonra seçim için yeni bir argüman arayışında olan AKP şimdi de yeni anayasa  silahına sarılmıştır.

İktidar ve yandaşı olan medya ülkenin sorunlarının tek çözümünün yeni bir anayasa olduğunu vurgulayarak muhalefeti halkın gözünden düşürmeye ve köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır.

Bu iktidar döneminde milletin birliği ve bütünlüğü erozyona uğramıştır. Ekonomik sorunlar ağırlaşmış işsizlik ve yoksulluk inanılmaz boyutlarda artmıştır. Dış ve iç borç ise tarihi rekorlar kırmaktadır.

İktidar bunlarla uğraşmak yerine yine yeni bir oyunla sorunları daha da ağırlaştıracak ve içinden çıkılmaz bir hale getirecek olan suni bir anayasa tartışmasını kamuoyunun önüne getirmiştir.

Halbuki yapılacak olan bir uzlaşı ile ihtiyaçları karşılamaktan ibarettir. Ama maksat üzüm yemek değil bağcı dövmektir.

Türk Milleti kendisine reva görülen bu muameleye layık değildir. İnşallah gerçekleri görerek kendisine kurulan ve adına anayasa denilen bu tuzağı da silip atacaktır.” 

Maktulünün Esiri Katil Olmak

0

Tarihin bir döneminde bir ülkede insan öldürmek büyük suçmuş. Böyle bir suç işlendiğinde öldürülen kişi (maktul), katilin sırtına bağlanır, katil, maktulünü günlerce, belki aylarca taşımak zorunda bırakılırmış. Sırta bağlanan cesedin zamanla çürümesiyle oluşan kokudan dolayı, insanlar katilden uzaklaşır, suç işleyen kişi, böylece dışlanırmış. Yalnızlığa terk edilmek, katil için büyük bir ceza olurmuş.

Hepimiz birer katiliz, desem bana kızacaksınız. Kızmayınız, evet hepimiz birer katiliz; çünkü birer maktul sahibiyiz. Maktullerimiz yüzünden insanlar bizden kaçıyor veya biz onları kendimizden uzaklaştırıyoruz. Ne hikmetse, bunun ya farkında değiliz ya da maktullerimizi çok seviyoruz.

Maktullerimiz; ölmüş fikirlerdir, dedikodudur, fesatlıktır, konuştuğumuzda muhatabımızın içini karartan, onu bizden uzaklaştıran her şeydir. Bir türlü aşamadığımız, değiştiremediğimiz takıntılarımızdır.

Bir dost ziyaretine gittiniz, ev sahibi yığar fotoğrafları önünüze. İster ki onun fotoğraflarda yaşadığı heyecanı siz de yaşayasınız. Onun anılarından aldığı zevki siz de alasınız. Onun değerleri sizin değerleriniz olsun. Kimse kimsenin dünyasını yaşamak zorunda değildir. Siz hatır için sevinirsiniz, riyakârlık yaparsınız. Bir yandan da ondan uzaklaşıyorsunuzdur; ama o bunun farkında değildir.

Yaşadığınız bir olay, sizi derinlemesine etkilemiş olabilir. Size bu olayı yaşatanlar belki bir insanlık ayıbı işlemişlerdir, bu tip insanları, sizin ölçülerinize göre, insanlık adına affetmemek, cezalandırmak gerekebilir. İstersiniz ki herkes sizin gibi düşünsün. Unutmayın, siz bir dünyasınız, başkaları farklı bir dünya. Her dünyanın değeri de farklı. Kendi değerlerinizle karşınızdaki insanı tahakkümünüze almak istemeniz, onu sizden uzaklaştıracak ve sizi yalnızlaştıracaktır.

İnsanlar farklı, fikirler farklı, değerler farklı, dünyalar farklı… Bizim değerlerimiz bize, onların değerleri onlara… Bilmemiz gereken şudur: Kendimizi takıntılarımızın, zevklerimizin esiri, diğer insanları da bunların mahkûmu etmemeliyiz.

Her gün, yeni bir başlangıç olmalı, doğan her güneş, muştular getirmeli bize. Bizi esir eden takıntılarımız, kinlerimiz, öfkelerimiz güneşin sıcaklığında buz misali erimeli, sel olup deryalara karışmalıdır. Yaşama sevinciyle doldurmalıyız içimizi. Bahar tazeliğiyle yaklaşmalıyız kişilere, olaylara. Bu, bir iradedir şüphesiz.

Maktulünün esiri katiller, aramazda pek fazla. Siz farklı olmayı düşünmez misiniz?

 

Anayasa Mahkemesi kararı: “Ortaya Karışık”

İki gün üst üste yazı yazma imkânı bulamadım. Editör arkadaşlarımız eski yazılarımızdan arşivlerinde bulunan iki ayrı yazıyı yayına almışlar bu iki gün içinde. Dünkü yazımın konu başlığı, gündeme de uygun olmuş.

“Anayasa Mahkemesi iptal etmesin” başlıklı yazımın arşivden yayına konulduğu gün, Anayasa Mahkemesi, kimsenin hoşuna gitmeyen bir karar açıkladı.

İktidar memnun değil bu karardan.

CHP değil.

MHP hiç değil.

Peki, aslında bu kararın sonucunda, birilerinin memnun olması gerekmiyor muydu?

Değişiklikler onaylansa AKP, iptal edilse CHP memnun olacaktı.

MHP ise başından bu Anayasa değişikliğinin daha bir geniş konsensüsle ele alınmasından yana tavır koymuştu. Bu değişikliğin Meclis’te kabulünden sonra ise, sonucun halkın oyuna bırakılması gerektiği teziyle, Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda karar almasını eleştirmişti.

Peki, çıkan karar, kimseyi memnun etmediğine göre, nasıl bir karar oldu derseniz, tarifi iki kelimeyle mümkün.

– “Ortaya karışık!”

Evet, Anayasa Mahkemesi kararı tamı tamına böyle bir şey oldu.

Lokantaya giden bir adam, ne yiyeceğine karar veremez, ola ki yanlış bir tercihte bulunurum endişesi ile en kolay yoldan garsona seslenir ya, “şöyle ortaya karışık bir şeyler yap” diye.

Anayasa Mahkemesi de öyle bir karar almış.

“Ortaya karışık” türünden bir karar bu.

Başından bu yana yanlış bir yol izlenerek hazırlanan bu Anayasa değişikliğinin, bu ülkeye artı bir kazanım getirmeyeceği artık gün gibi ortada.

AKP’nin, daha çok Hükümet sonrası olası sıkıntılarını aşabilecek değişikliklerin arasına, toplumun bazı kesimlerine de mavi boncuk dağıtarak bulduğu çözüm, ülkenin ihtiyacı olan, ‘Sivil Anayasa’ özelliklerini ihtiva etmekten yine uzak kalacak.

Şimdi sırada referandum var.

Referandum sonucu ne olursa olsun, ülkenin ihtiyaçlarını giderecek bir Anayasamız yine olmayacak. Dolayısı ile Anayasa üzerindeki tartışmaların ardı arkası yine kesilmeyecek.

AKP inat etti ve ülke anlamsız yere boşuna enerjisini bu tartışmalarla harcamaya devam edecek.

Oysa ülkenin demokrasisi, ekonomisi, güvenliği, boş yere enerjisini sarf edecek durumda değil.

Ekonominin makro göstergelerinde eskiye oranla olumlu görünen gelişmelerin hiç biri sokaktaki vatandaşa yansımamış durumda.

Bütçedeki cari açığın artış eğiliminde hız kesmek bir yana, daha da hızlanması, İş Dünyası’nı ve yabancı yatırımcıyı tedirgin ediyor.

İşsizlik hala hız kesmedi. Azalmış gibi görünen işsizliğin sebebi olan mevsimlik işçiler, bir iki aya kalmaz memleketlerine döndüğünde, iyiye doğru gittiği söylenen işsizlik rakamlarının hiç de öyle olmadığını göreceğiz.

Güvenlik konusu ise tam bir kaos.

Şehit haberleri her gün yüreğimizi yakmaya devam ediyor.

PKK, neredeyse ülkeyi teslim alacak hale gelmiş.

Asker, karakollarda savunmada iken şehit ediliyor.

Karakolların büyütülmesi veya daha güvenlikli hale gelmesi midir çözüm?

PKK’nın Temsilcileri, Meclis’te konuşan Milletvekillerine ana avrat dümdüz küfür etmekte beis görmüyorlar.

Federasyon, konfederasyon, özerk bölge, ayrı bir devlet formülleri karşısında Hükümet, dolayısı ile Türkiye Cumhuriyeti acz içinde, suskun seyrediyor.

Bu kadar zafiyetin sonu hayra alamet gibi görünmüyor.

Silkinmesi lazım Türkiye’nin!

Hem de hiç vakit geçirmeden.

Ama biz hala enerjimizi AKP’nin inadıyla ve kendini kurtarma çabalarıyla harcamakla meşgulüz.

Yazık ediyorlar Türkiye’ye.

 

Pele’nin Kıramadığı Rekor

Güney Afrika’nın ev sahipliği yaptığı 2010 FIFA Dünya Kupa’sı futbol karşılaşmaları 11 Haziran – 11 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşti.

1930 yılından bu yana her dört yılda bir yapılmakta olan ( tek istisnası II. Dünya Savaşı dönemidir)  bu futbol organizasyonunun, başlangıçtan günümüze tamamına katılabilen tek ülke Brezilya’dır.

Gene bu turnuvaların sonunda  en fazla  birincilik kupasını kazanan futbol takımı, beş birincilik elde eden Brezilya milli futbol takımıdır.

Bütün dünyanın kabul ettiği, tüm zamanların en önemli, en meşhur, en renkli futbolcusu ve pek çok rekorun sahibi,  bugün yaşı yetmişe ulaşmış bulunan Brezilya’lı futbolcu Pele’dir.

Pele, asıl adı Edson Arantes Do Nascimento idi. Três Coraçoes’de Dodinho ve Celeste Nascimento çiftinin  çocuğu olarak dünyaya geldi (23 Ekim 1940). Ailesi çok fakir olduğundan, doğru dürüst ayakkabısı bile yoktu. Futbolu çıplak ayakla oynuyordu.

Allah vergisi yeteneğiyle arkadaşları arasında öne çıkmıştı. Daha dokuz yaşındayken 1949 yılında Sao Paulo’da genç takım oyuncusu oldu. 1955 yılında FC Santos’a transfer olduğunda henüz 15 yaşındaydı.

Pele 1958 yılında Brezilya milli takımına seçildi.  Final maçında İsveç milli takımını 5-2 yenerek dünya şampiyonu olan Brezilya’nın iki golünü attı ve harika bir oyunla şampiyonlukta pay sahibi oldu.

Pele’yi artık bütün dünya tanıyordu. 1960’lı yıllarda hep yılın futbolcusu seçildi. Siyah inci, altın futbolcu lakaplarıyla anılıyordu. 1969 da dünyanın, 1981 yılında ise 20. yüzyılın en büyük futbolcusu ödülüne layık görüldü.

Aktif futbolculuğu döneminde  FC Santos ile 8 lig, 4 Güney  Amerika ve 2 Kuzey Amerika şampiyonluğu kazandı. Brezilya milli takımı ile 3 dünya kupası şampiyonluğu yaşadı.

Pele 1978 yılında Ulusal Barış ödülünü aldı. 1994-1998 yılları arasında Brezilya Spor Bakanlığı görevinde bulundu. Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından ” Yüzyılın Sporcusu” ödülüne layık görüldü.

Pele 110 defa Brezilya milli takımında oynadı. 1328 maçta yer alarak attığı 1283 golle ulaşılması güç bir rekorun sahibi oldu.

Bu kadar parlak bir futbol yaşantısına sahip olan dünyanın en büyük futbolcusu Pele bir rekoru kıramamıştı.

1943 yılının ocak ayında Brezilya’nın Três Coraçoes şehrinde FC Almegru Spor Kulübü ile FC Nelions takımları arasında oynanan maçta olağanüstü bir sonuç alındı.

FC Almegru takımının bir futbolcusu tek başına FC Nelions kalesine 14 gol atmıştı. Üstelik bu gollerin 10 tanesini de kafayla atmıştı.

Resmi maçlar için günümüzde de geçerli olan bu rekoru Pele kıramadı. Pele tek başına aynı maçta 9 gol atmıştı ama rekordan 5 gol eksik kalmıştı. Üstelik bu gollerin hepsini kafayla da atamamıştı.

Ancak Pele bu durumdan da çok mutluluk duyuyordu. Çünkü rekorun sahibi öz babası olan Dodinho idi.

Dodinho çok genç yaşta ayağı kırıldığı için futbola erken veda etmişti.

Dodinho da çok gururluydu. Tüm zamanların en büyük futbolcusunun babası idi.