4.8 C
Kocaeli
Pazartesi, Kasım 10, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 36

Toplu Vurdukça Yürekler

    Cumhuriyet Türkiyesi’nde, hepimiz aynı ülkenin vatandaşlarıyız.

    Aynı devletin kanunları ile idare edilmekte ve yönetilmekteyiz.

    Ay yıldızlı aynı al bayrağın gölgesinde, hür ve müstakil olarak yaşamaktayız.

    Üstelik dünyanın gözde bir coğrafyasında, gözde bir millet olarak varlığımızı sürdürmekteyiz.

    Ne güzel bir vatanın sahipleri, ne güzel şanlı bir milletin mensuplarıyız.

    Milletin kıymetini, vatanın değerini bilelim.

   “Allah, vatanımıza ve milletimize zeval, düşmanlarımıza, aradıkları fırsatı vermesin.” diyelim.

    Fakat asla unutmayalım ki:

     “Girmeden tefrika bir millete düşman giremez!

     Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”

     Aynı milletin fert, birey ve vatandaşları olarak; kimimiz sağcı, kimimiz solcuyuz.

     Kimimiz şu, kimimiz bu  futbol takımını tutuyoruz.

     Kimimiz şu, kimimiz bu partiyi destekliyoruz.

     Kimimiz şu, kimimiz bu siyasî görüşe sâhibiz.

     Kimimiz dindar, kimimiz dine bigâne ve kayıtsızız.

     Kimimiz şu, kimimiz bu inancı benimsemişiz.

     Kimimiz şu, kimimiz bu tarikatın mensubuyuz.

     Kimimiz şu, kimimiz bu tasavvuf yolunu benimsemişiz.

     Bunların hepsi olabiliriz. Fakat bir şartla: Kimse kimseye:

     “Sadece benim yolum hak, başka yol tanımam! Yanız benim fikir ve görüşlerim doğrudur! Başka düşünceye yer yok!” Dememek şartiye. Kısaca, herkes farklı alanlarda, değişik uğraşlar içinde uğraşıp durmakta. Bütün bunlar hayâtın çok tabii tezahürleri, uygulanışları ve yerine getirilen hususiyetleri olarak karşımıza çıkmakta. Herkes toplum içinde, kendine göre bir yol tutmuş gitmekte. Herkes hayatdan kendine göre bir yaşama şekli seçmekte. Toplum içinde lâyık olduğu bir mevkide bulunmakta. Zaten toplum da, ancak bu şekilde ayakta durabilmekte. Fertler; seçtikleri bu tarzlardan biriyle geleceğe doğru yol almakta.

     Üzücü olan, bâzıların; kendi fikir ve görüşte olmayanları tabii görmemesi! Normal karşılamaması! O kadar ki, bu yüzden yani fikir ve görüş farklılıkları nedeniyle, o kadar ileri gidiliyor ki, birbirlerine selâmı sabahı kesiyor. Birbirlerini tanımaz ve görmezden geliyorlar!

     Güler misin, ağlar mısın? Halbuki, fiilî bir zarar veriş, maddî bir müdahale, dokunuş olmadıkça, bu üzücü durumlar karşısında; Kör, sağır ve dilsiz olmak gerekir. Çünkü: Hasmın sitemini sitemsiz bırakmak, yani anlamazlıktan gelmek; hasma karşı yapılan en büyük sitemdir. Yine hatırlamak gerekir ki: “Cevabü’l – ahmak es-sükût.” / Ahmak olana verilecek en güzel cevap sükûttur.

     Bu menfî durumlar karşısında, hiçbir şey olmamış gibi davranmalı. O kişiyle selâmı sabahı kesmemeli. Onunla irtibat ve bağı koparmamalı. Hatâlarından ötürü zâtına, asla cephe almamalı. Çünkü zâtı Allah değil ama Allah’tan. Hatâlarını, kırmadan incitmeden düzeltmeye çalışmalı. O kişiyle konuşmaktan kaçınmamalı. Hatâsını yüzüne vurmamalı. Çünkü kimse “Ayranım ekşidir!” demez! Sadece, dolaylı bir üslûpla, kendine gelmesine fırsat ve olanak tanımalı.

     Zira bu çeşit davranış; karşı tarafı düşünmeye sevkeder. Onu vicdanıyla başbaşa bırakır. Malûm

olduğu üzere -hisleri engel olmazsa- vicdan herkese doğruyu söyler, doğruyu gösterir. Doğruyu hissettirir. Çünkü vicdan, kul ile Yaratıcı arasında, sanki özel bir telefon hattıdır. Yüce Allah kulun vicdanına, hakikati ilham eder. Sarfettiği söz veya yaptığı hareketin; doğru veya yanlış olduğunu hissettirir.

     Böylece vicdan; insanın sarfettiği bir söz veya davranıştan memnuniyet duyup rahatlıyorsa; o söz ve davranış yerindedir.

     Rahatsızlık duyuyor, azap içinde kalıyorsa; insanın, o söz ve hareketi yanlıştır! Hemen düzeltmeye bakmalı! Demek ister ve bu doğrultuda gereken sinyali verir.       

Değerli Balkanlılar,

Ülkemiz elimizden alınmaya çalışılırken, Balkanlar adına kurulmuş dernek, vakıf, federasyon ve konfederasyon gibi sivil toplum örgütlerinin sessizliğini anlamakta zorlanıyorum…

Yoksa sesleri çıkıyor da ben mi, duymuyorum?

Yakın geçmişte Balkanlar elimizden bugün Türkiye’de oynanan oyunlara benzer bir şekilde alındı…

Bizler de, Türkiye’ye gelmek zorunda kaldık…

Acı, gözyaşı, zulüm, katliam ve soykırım kaderimiz oldu!

Makedonya, Kosova ve Bosna’da 90’lı yıllarda yaşadıklarımız henüz çok taze…

Türkiye’de elimizden giderse ne yapacağız?

İşte bu düşüncelerle bizim STK’larımız ne yapıyor diye soruyorum!

Paylaştığım haritaya iyi bakın!

Koskoca “Avrupa Türkiyesi” denilen Balkanlar elimizden birkaç ay içinde çıkıverdi!

Nedir bu sessizlik ve duyarsızlık!

Soruyorum ve muhataplardan cevap istiyorum…

Fesih Kararı Değil Savaş İlanı

PKK terör örgütünün kendini feshettiğine dair kararı -kraldan fazla kralcılar tarafından- “sevinçle” karşılandı. Ancak açıklama metnindeki ifadeleri okuyanlardan bir kesim “ihtiyatlı bir iyimserlik” içindeyken, diğer bir kesim ise aslında bu metnin “PKK’lı teröristlerin Türkiye Cumhuriyeti’ne bugüne kadar yaptığı en büyük saldırı” olduğunu ifade ediyor.

AKP, MHP ve DEM partinin bir kısım yöneticileri ve trolleri diğer kesimleri “barışa karşı olmakla” suçlamakta ve hatta “kandan beslenen vampirler” gibi sıfatlarla aşağılamaktalar.

Kiralık kalemler hariç, her görüşten vatandaşlarımızın iyi niyetli ve vatan sevgisiyle kendi açılarından yorum yaptığını kabul etmek durumundayız. Ancak “cehenneme giden yol iyi niyet taşlarıyla döşenmiştir” özdeyişinide unutmamalıyız.

****

Şimdi iyiniyetli olan kimseyi aşağılamadan yapacağımız yorumlara yardımcı olmak üzere bazı temel bilgileri tazeleyelim:

DIŞ KAYNAKLI TERÖR ÖRGÜTLERİ: Türkiye Cumhuriyeti uzun yıllardır dış kaynaklı terör örgütleri tarafından meşgul edilmiştir. Kıbrıs’ta 1974’te Rum EOKA’yı bitirdik, hemen sonra 1975’te Ermeni ASALA örgütü kuruldu. ASALA’yı 1983’te çökerttik, ertesi yıl yani 1984’te PKK kuruldu. PKK tamamen dış kaynaklardan ve uyuşturucu kaçakçılığından beslenen dünyanın en uzun süreli yaşayan, en büyük narko-terör örgütü olarak tarihe geçti.

Bu terör örgütleri Rum, Ermeni ve Kürt kimliği kullansalar da hepsi aynı güçlerin maşası oldular. Bu arada ülkemiz içinde FETÖ de dünya tarihinde emsali az görülen bir operasyon aparatı olarak ABD güdümü ve kontrolünde kurdurulmuş ve faaliyetlerini yürütmüştü.

PKK bitse dahi (aslında bitmesi değil dönüşmesi söz konusu) yeni örgütlerin kurdurulacağı ve Türkiye’nin enerjisinin ve kaynaklarının tüketilmesi çabalarının devam edeceğinden eminim.

****

AKP DÖNEMİNDE PKK NASIL GELİŞTİ? PKK 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde eylem yapamayan, sıfırlanmış bir örgüt iken 23 yılda içeride ve dışarıda (Irak ve Suriye’de) yürütülen yanlış politikalarla palazlandı. Irak’ta bir hakimiyet alanı elde etti. Suriye’deki kolu ABD’nin müttefiki olarak 85 bin kişilik ağır silahlarla donatılmış ve eğitilmiş ordusu olan bir devletçik haline geldi. Türkiye’deki kolu terörle mücadele eden TSK ve emniyet güçlerimizin başarılı çalışmaları ile zayıflatıldı. Buradaki militanları Irak ve Suriye’deki kollara katıldı.

****

GERÇEK PLAN BU: Terör örgütünü kullanan emperyal devletlerin bu aşamada ilk istedikleri şey PKK’nın Suriye’deki kolunu devletleştirmek. İkinci olarak, PKK’nın Türkiye’deki kolunu dağdan Meclis’e çekmek, Türkiye Cumhuriyeti’ni milli devlet olmaktan çıkarıp, federasyona çevirmek. Oluşacak bir Kürt Federe Devleti içinde biraz daha uzun vadede bir halkoylaması (plebisit) yapıp ülkemizi bölmek. Olmadı ise sığınmacıları da içine alan bir iç savaş çıkartmak suretiyle bölmek.

***********************************

PKK Bildirisindeki Sorunlu İfadeler

Biz soğukkanlı bir şekilde PKK’nın bildirisinde yer alan ifadeleri yorumlamaya çalışalım:

  • PKK bildirisinde, PKK’nın bir terör örgütü değil, “Kürt halkına baskı, soykırım ve tehcir” uygulanması sebebiyle ortaya çıkmış “meşru ve haklı bir özgürlük hareketi” olduğu ifade edilmiştir. Bu şekilde “Türkiye’nin terör sorununu” ileride “uluslararası bir sorun” haline dönüştürmek için tohumlar ekilmiştir.
  • Bildiride Türkiye Cumhuriyeti devletinin tapusu olan Lozan Barış Antlaşmasına ve Cumhuriyetimizin 1924 kurucu anayasasına karşı çıkılmıştır. Sevr Antlaşmasının referans alındığı, “Türk ve Kürt halklarının kurucu unsur olarak kabul edildiği ortak vatan” gibi görüşlerin “çözüm çerçevesi” olarak benimsendiği görülmektedir.

Bu bir barış bildirisi değil, Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı yeni bir savaş açma ilanıdır. Sevr haritasının özlemi ve hayali içinde olanlarla “ortak bir vatan” yaratmanın imkansızlığı ortadadır.

  • PKK ve DEM kanadının “Demokratik Siyaset” adı altında hangi talepleri dile getirdikleri henüz açık değildir. Ancak DEM Eşbaşkanının “Irak ve Suriye’den sonra 3. Aşamaya geçildi” ve oradakiler gibi Türkiye’de de ‘statü’ kazanacağız, dağdaki yoldaşlarımız gelecekler siyaset yapacaklar” ifadesi maksadı açıklar niteliktedir.
  • Bildiride “PKK adıyla yürütülen çalışmalar sonlandırdı” denilmektedir.  Bu ifadede açıkça başta Suriye’deki YPG/PYD olmak üzere, Irak, İran ve Avrupa’daki kollarının feshedilmediği görülmektedir.

Bu konuda Cumhurbaşkanı Erdoğan “bu açıklamayı Kuzey Irak, Suriye ve Avrupa başta olmak üzere örgütün tüm uzantılarını da kapsayan bir karar olarak değerlendiriyoruz” dedi. Yandaş kanallar da feshin bu uzantıları da kapsadığını anlatıyorlar ama metin çok açık. Böyle bir ifade yok. Zaten kongreye Suriye kolu başı Mazlum (Kobani) Abdi veya temsilcisi katılmadı.

Suriye kolunun lağvedilmediği hiçbir durumda PKK kendini feshetmiş sayılamaz.

  • “Söz konusu kararların uygulanması Önder APO’nun süreci yürütüp yönlendirmesini, demokratik siyaset hakkının tanınmasını ve sağlam bütünlüklü bir hukuki güvenceyi gerektirir. Bu aşamada Türkiye Büyük Millet Meclisinin tarihi sorumlulukla rolünü oynaması önemli olmaktadır” denilmektedir.

Bunun için ilk aşamada teröristbaşının süreci yöneteceği şartlar yakında sağlanacağına ve hukuki düzenlemelere dair güvence aldıkları anlaşılıyor.

  • Daha düne kadar “hiçbir şart yok, kayıtsız şartsız silah bırakıp teslim olacaklar” diyen AKP ve MHP yetkililerinin düpedüz yalan söylediği açığa çıktı. Şimdi DEM’le birlikte hepsi de “demokratik düzenlemelerden” “anayasa ve yasalarda gerekli değişikliklerin yapılacağından” bahsediyorlar. Terör örgütünün yıllardır varmak istediği noktaya bu değişiklikler sayesinde varacağı anlaşılıyor. Sanki Türkiye yenildi ve Sevr şartlarını onaylayan Osmanlı Sarayı gibi kendiliğinden teslim olacak.

****

HAYIR! Türk milleti bu rezilliği kabul edemez. Şehit kanlarıyla sulanan vatanımızı bölmek ve cumhuriyetimizi yıkmak isteyenlerin masa başı oyunlarına kanmayacağız.

Uluslararası hukuk ve siyaset alanında başımızı ağrıtacak yeni alanlar açılmaması için, “Türkiye’nin PKK bildirisindeki ‘silah bırakma’ haricindeki tüm ifadeleri reddettiği” resmen ve derhal açıklanması gerekir.

Türk Milletine Manifestomdur!

Terör örgütü PKK 12 Mayıs 2025 tarihinde Türk Milletinin hiçbir ferdi tarafından kabul edilemeyecek bir açıklama yaptı.

Ben şahsen Türk Milletinin bir ferdi olarak bu açıklamaya katılmıyorum, kabul etmiyorum ve şiddetle red ediyorum.

Bu açıklamaya güzelleme yapanları da şiddetle kınıyorum…

Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar üzüntü yaşamadık ve aşağılanmadık.

Buna rağmen milli onurumuz mutlaka korunacaktır.

PKK’nın açıklamasında yer alan hususlar hakkında hiçbir beyanda bulunma zorunluluğum yoktur.

Türkiye Cumhuriyeti’nin toprakları Türk Milletine aittir.

Türk Milleti, menfaatleri uğruna her türlü zilleti kabul edenlerle mutlaka hesaplaşacaktır.

Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir terör örgütü ve ihanet şebekesi ile pazarlık ve müzakere yapmaz.

Şehitlerimizin ve gazilerimizin varlığına ve anısına kimse halel getiremez.

Mustafa Kemal Atatürk’ün bizlere emaneti olan Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek koruyacak ve anayasal varlığımıza sahip çıkacağız.

Bütün siyasetçileri ve devleti yönettiğini sananları akıllarını başlarına almaya davet ediyorum.

Benim adıma karar alamaz ve geleceğimi şekillendiremezsiniz!

Sevr’i kabul eden Damat Feritleri ve Vahdettinleri unutmadık!

Tarihimizde yer alan onursuzlukları Türk Milletine bir daha yaşatmaya asla yeltenmeyin.

Türk Milleti, ne PKK’ya neden onun destekçilerine boyun eğer. Bunu sakın unutmayın!

Kimse vatanımıza ortak aramasın!

Parasız pulsuz yaşayabilir, aç ve yoksul kalabiliriz. Ancak vatansız ve devletsiz kalamayız. Ve kalmama kararlılığındayız!

Bu bir tuzaktır ve Türk Milleti olarak bu tuzağı kuranların başına geçirmek başlıca görevimizdir.

Bu nedenle Türkiye’yi köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir gezerek bu tuzağı Türk Milletine anlatacak ve sorumlularını şikâyet ederek maskelerini düşüreceğiz.

Ne ülkenin ve nede devletin tapusu olan Lozan’ı deldirir ne de Anayasa’da yer alan hükümranlık hakkımızdan vazgeçeriz…

“Terörsüz Türkiye” aldatması ile devletimize ortak olarak kimseyi kabul etmeyiz ve eşit yurttaşlık yanılgısına düşmeyiz!

Türk Milleti için bir tek önder vardır o da “Büyük Atatürk”tür.

Bize illaki ya devlet başa ya kuzgun leşe dedirtmeyin! Sakın ola ki, Türk’e kefen biçmeye kalkmayın!

Buradan bütün Türk Milletine sesleniyorum; birleşin, birleşin, birleşin!

Birleşerek bu ihaneti önleyecek ve Türk Milletini huzurlu ve güvenli bir geleceğe taşıyacak ve de ihanetten de hesap soracağız.

Ne mutlu Türk’üm diyene…

Terörsüz Türkiye Üzerine

Hayallerin etkisinde fazlaca kalıp rüyada da görüp sabah akla ve mantığa aykırı yorum ve talepler ortaya sürenler, haddini çok fazla aşanlardır. Devletin yasalar içinde sürdürdüğü ve sürdüreceği terörle mücadele, terör kendini tekrar gösterdiği oranda devam edecektir.

PKK Kongre kararlarının Öcalan’ın açıklamaları ile farklı olduğu göz önüne alınınca, örgüt yanlısı militanların alışkanlıklarını sürdürme yanlışı içinde oldukları görülmektedir. Bu metni yazanların genç yaşta oldukları ve kendilerini koruyacaklarından emin bulundukları anlaşılmaktadır. Bunlar eski alışkanlıklarını sürdürecek ve teröre başvuracaklardır. Terörle sevdalı olanlar terörden medet umarak “sol-sosyalist güçlere, devrimci yapıya, işbirliği yapacaklarını ümit ettikleri Enternasyonel dayanışmaya” güveneceklerini ifade ediyorlar. Kardeşlik ve birlikte olunacak bu örnekler düşündürücüdür. Örgütün aldığı kararlarda terör aklanarak “terörlü demokrasi” mücadelesiyle Türkiye’ye karşı 100 senelik bir düşmanlık duygusu sahneye çıkarılacaktır. Pekiyi sahneye çıkanların acaba kaçı soyunma odasına geri dönecektir? Bildirinin hazırlanmasında acaba sözde dostumuz ABD’nin CİA’sı rol almış mıdır? Terör örgütü PKK çökünce artık ABD’nin kara güçleri başkaları olmuştur. Bu işler hep böyle işlemiştir. İşi biten limon gibi sıkılır ve atılır. Ekmek yine Türkiye’de, hayat da, huzurlu yaşamak da buradadır. Fedakârlık, koruma ve kollama da … Bu ülkenin değerini bilelim. Bildiride görüldüğü kadarıyla örgüt çöken sosyalist ideolojiyi de ayağa kaldırmaya çalışmaktadır. Ancak pratiği olmayan teorilerle uğraşmanın beyinde farklı hastalıklara ve davranış bozukluklarına sebep olduğu unutulmamalıdır. Açıklamada “Demokratik Toplum Sosyalizmi” ifadesiyle anlaşılan bu yoldaşlar Karl Marx’a rakip olacaklar. Böyle geniş bir mücadeleye hazır olduklarını var sayanların ayaklarıyla toprağımızı kirletmelerini kabul edemeyiz.

Unutulmamalı ki, yoğun aksi propagandaya rağmen, Kürt vatandaşlarımız örgütü yakından tanımıştır. Onları rahatsız edenler, çocuklarını kaçıranlar, onlardan para almak için baskı yapanlar, mallarına el koyanlar Kürt vatandaşlarımızla bir olamaz ve aynı gruba sokulamaz. Bu vatandaşlarımızın T.C. Devleti ile sorunları yoktur. Örgütü vatandaşlarımızla bir düşünmek gerçeklere uymamaktır. Vatandaşlarımız Türk milletinin ayrılmaz bir parçasıdır. Türkiye’ye karşı düşmanlık yapanlara, dıştan kumandalı işbirlikçilere karşı vatanlarını savunmak onların da hakkıdır. Bazıları gibi TV ekranlarında görünerek konunun yanlış anlaşılmasına yol açmayalım. Türkiye’nin devlet olarak ne egemenlik haklarından ve ne de ihanet edenlere ve dışarının uşaklığını yapanlara verebileceği bir taviz ve yapacağı bir pazarlık yoktur. “Terörsüz Türkiye” modeli başarılı olursa, içerden ve dışarıdan birtakım engellerle karşılaşmazsa ülkemizde yeni huzurlu bir dönemin ve iç bünyemizi güçlendirici ortamın başlangıcı olabilir. Trafik terörü zaten bize fazlasıyla yetiyor. Senelerdir çok yönlü zarar gördüğümüz teröre karşı “Terörsüz Türkiye” hedefine varmak için ülkemizde yoğun bir çalışma var. Sonuçta başarılı olmamızı dileriz.

Nasıl Bir Hâlık İstiyorum

     Bana öyle bir Hâlık / Yaratıcı ve Rab lâzım ki, kalbimden geçen en küçük şeyleri ve en gizli duâmı bilecek. Rûhumun en gizli ihtiyâcını yerine getirdiği gibi, bana ebedî saâdet ve mutluluğu vermek için, koca dünyayı âhirete tebdil edip çevirecek. Bu dünyayı kaldırıp, âhireti yerine kuracak.

     Hem sineği halk ettiği / yarattığı gibi, semâ ve gökleri de icat edip yoktan var edecek. Hem güneşi semânın yüzüne bir göz olarak çaktığı gibi, bir zerreyi de gözbebeğimde yerleştirecek bir kudrete mâlik olsun.

     Yoksa sineği halk edemeyen, kalbimdeki hâtırata / hâtıralara müdahale edip karışamaz. Rûhumun niyaz ve yakarışını işitemez! Sema ve gökleri halk etmeyen / yaratmayan, ebedî / sonsuz saâdeti bana veremez! Öyle ise benim Rabbim O’dur ki, hem kalbimdeki hatırâtı / kalbime gelen hatıra ve mânâları ıslah eder / düzeltir. Hem gökyüzünü bulutlarla bir saatte doldurup boşalttığı gibi, dünyayı âhirete tebdîl edip / çevirip, Cenneti icat ve var eder. Kapısını bana açar. “Haydi gir içeri der.”

İnsan Nefsi

     İnsanın nefsi, yemek içmek husûsunda dilediğince hareket ettikçe, hem şahsın / kişinin maddî hayâtına tıbben / sağlık yönünden zarar verdiği gibi, hem helâl-haram demeyip rast gelen şeye saldırmak, âdeta mânevî hayâtını da zehirler. Daha kalbe ve rûha, itaat etmek, o nefse güç gelir. Serkeşâne / baş kaldırarak dizginini eline alır. Artık insan ona binemez. O insana biner.

Din Yalnız İman Değil

     Din yalnız îman / inanç değil, belki sâlih / iyi ve hayırlı amel / iş, itaat ve ibadet dahi dînin ikinci kısmıdır. Acaba katl, zinâ, sirkat / hırsızlık, kumar, şarap gibi içtimaî / sosyal hayâtı zehirleyen pek çok büyük günâhları işleyenleri; onlardan men’ etmek / yasaklamak için, yalnız hapis korkusu ve hükûmetin bir hafiye ve polisinin onu görmesi vehim ve endîşesi kâfi gelir / yeter mi? O hâlde her hânede, belki herkesin yanında dâimâ bir polis, bir hafiye / bir câsus bulunması lâzım gelir ki, serkeş / âsî nefisler kendilerini o pisliklerden çeksinler.

     İşte Kur’ân, sâlih / iyi amel noktasında; iman cânibinden / tarafından herkesin başında bir mânevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve Allah’ın gazabını hatırına getirmekle fenalıktan kolayca kurtarır.

Peygamber’e Düşen Ancak Teblîğdir

     Mutlak Üstad / Kâinatın Hocası, herkesin tâbi’ olduğu en mükemmel rehber olan Hz. Muhammed; “Peygamber’e düşen ancak teblîğ (bildirmek)dir!” İlâhî fermanını kendine mutlak rehber etti. İnsanların, vazîfesinden dolayı karşısından çekilmelerine ve uzaklaşmalarına aldırmadı. Kendisini dinlememekte ısrar etmelerini mes’ele etmedi. Bütün bunlara rağmen, daha ziyade çalışmada bulundu. Daha çok gayrete geldi. Daha ciddî bir şekilde görevine devam etti.

     Çünkü, “Şüphesiz ki sen sevdiğin kimseyi hidayete erdiremezsin. Fakat Allah dilediği kimseyi hidayete / doğru yola erdirir.” sırrıyla anlamıştı ki, insanlara dinlettirmek ve hidayet vermek Cenab-ı Hakk’ın vazîfesidir. Yüce Allah’ın vazîfesine karışmadı.

Hz. Peygamber’in Her Hâli

     Hz. Muhammed’in gerçi her hâli ve her tavrı, sıdkına / doğruluğuna ve peygamberliğine şâhit olabilir. Fakat her hâli, her tavrı hârikulâde / âdetin dışında olmak lâzım değildir. Çünkü, Cenab-ı Hakk onu insan sûretinde göndermiş. Ta ki insanın sosyal hâllerinde; dünyevî, uhrevî / dünya ve âhiret saâdetlerini kazandıracak amel ve hareketlerinde rehber ve imam / önder olsun. Herbiri birer İlahî kudretin mucizeleri olan basit zannedilen şeyler içindeki hârikulâde olan Rabbanî san’atı ve İlahî kudretin tasarrufunu göstersin. Eğer fiillerinde insanlık hâlinden çıkıp hârikulâde olsa idi, bizzât imam / önder olamazdı. Fiil, hâl ve tavırlarıyle ders veremezdi.

Sözün Namusu

Haberler arasında geçen bir cümle dikkatimi çekti. Stanford Üniversitesinin yaptığı bir araştırmaya göre insanların %70’i verdikleri sözleri yerine getirmiyormuş veya yerine getirmemek için söz veriyorlarmış.

İlginç ve tuhaf.

İnsan, hiç yerine getirmemek için söz verir mi veya sözünü verdiği bir taahhüdünü niçin yerine getirmez?

Ciddi bir şahsiyet yıpranması, ahlaki çöküntü…

Stanford Üniversitesi Amerika’da. Yapılan araştırmalar, ortaya çıkan istatistikler Amerikan toplumunu yansıtıyor, diyebilirsiniz. Düşündüğümde, yaşadığım toplumun da bundan pek farklı olmadığı kanaatine vardım.

Söz namustur; söz, senettir, diye öğrenmiştik. Hayvan yularından, insan sözünden tutulur, demiş atalarımız. Kişinin, sözüne bağlılığı oranında adam olduğuna inanırdık. %70’lik oran, namusun da senedin de insanın da değersizleştiğini, itibar kaybına uğradığını işaret ediyor.

Biz böyle değildik, bize ne oldu?

Söz verme eylemini kendimize ve dışımızdakilere diye ikiye ayırabiliriz.

Zaman zaman kendimize söz verebiliyor, kendimizi bağlayacak uzun ve kısa vadeli kararlar alabiliyoruz. Kendi adımıza aldığımız kararların bazılarını gerçekleştirebiliyor, bazılarını da es geçebiliyoruz. Aldığımız kararların, verdiğimiz sözlerin olabilirliği, kimi zaman imkân dahilinde, kimi zaman imkânsız olabiliyor. Gerçekleştiremediklerimizin de nedenleri bazen mantığa uygun, bazen de mantık dışı olabiliyor.

Kendimize verdiğimiz sözleri gerçekleştirmek, bizde özgüven oluşturur.  Özgüven, güçtür, gözle görülmeyen enerjidir. Gerçekleştirilemeyen her vaat, kişide moralsizliğe, motivasyon düşüklüğüne yol açar. Biriken sonuçsuz vaatler, şahsiyet yıpranmasına sebep olur, zamanla doğal davranışa, karakter zaafına dönüşür. Kendisine güvenilmez, sözüne inanılmaz, kendisiyle aynı yola gidilmez, aynı kaptan su bile içilmez insan figürü haline geldiğinde, bu olumsuz nitelikleri silecek deterjan bitmiş, tedavi edecek merhem tükenmiş olur. Kendimize verdiğimiz sözü yerine getirmek, kendi adımıza aldığımız kararları gerçekleştirmek, her şeyden önce kendimize saygımızın gereğidir. Verdiğimiz sözlerde, tutarlı olmalıyız, kaldıramayacağımız yükün altına girmemeliyiz.

Dışımızdaki insanlara verdiğimiz sözün bağlayıcılığı daha önemlidir, yerine getirilmemesinin olumsuz sonuçları daha etkilidir. Mahkemelerin İcra dairelerindeki her bir dosya, verilen sözlerin gerçekleştirilmediğinin resmî belgesidir. Biriken icra dosyaları, toplumun çürümüşlüğüyle doğru orantılıdır.

            M Akif, Eşref Edip’le öğle yemeği için sözleşir. Eşref Edip, Vaniköyü’nde oturmaktadır; Akif, Beylerbeyi’nde…   O gün öyle bir yağmur yağar ki her taraf sel olur. Eşref Edip, Mehmet Akif’in böyle bir yağmurda gelmeyeceğini düşünür, evden çıkıp yakın bir komşuya gider. Bir süre sonra Mehmet Akif, o yağmura rağmen Eşref Edip’in evine gelir. Edip’in evde bulunmadığını öğrenen Akif sırılsıklam bir halde olmasına rağmen içeriye girmez, evin hizmetçisine, ‘’Selam söylersin’’ diyerek yağmura aldırmadan gerisin geriye döner. Eşref Edip, ertesi gün kendisini bulur, durumu anlatarak Akif’ten özür diler. Mehmet Akif, davranışından dolayı Eşref Edip’e kırılmıştır, şu unutulmayacak cevabı verir: 
— Bir söz, ya ölüm veya ona yakın bir felaketle yerine getirilmezse mazur görülebilir… 

Verilen sözü namus bilmek, bireyleri birbirine bağlayan güçlü bir tutkaldır. “Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir gazap nedenidir.” buyrulur Saff suresi 2. ve 3. ayetlerde. Yine Ahzab suresi 23. ayette: “Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. İşte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canını vermiştir; kimi de (şehitliği) beklemektedir. Onlar hiçbir şekilde (sözlerini) değiştirmemişlerdir.” buyurur Yüce Rabb’imiz.

Ahit, sözleşme demektir, kişinin kendisiyle, çevresiyle sözleşmesidir, sözünde durmaktır. Kendisiyle ve çevresiyle barışık olmayan kişilerin vereceği “ahit”in de bir bağlayıcı gücü yoktur. Sözün bağlayıcılığı, anlatılarak değil, yaşayarak ve yaşanarak öğretilir, öğrenilir. Sağlam karakterli kişiler, bu kişilerin birlikteliğinden oluşan dinamik toplumlar, kendi içlerinde ve aralarında güven duygusunu geliştirmişler ve “ahit”in değerini hem kavramışlar hem de içselleştirmişlerdir.

Sözde vefa, sözde namus, sözüne bağlılık; kişide mutluluk ve özgüven, toplumda huzur ve dayanışma demektir. Bu yüce değeri yakalayıp sindirmek için uzağa gitmeye gerek yok. Varsa bizde vicdan, kalmışsa bizde vefa, hala namus kelimesini yerli yerinde kullanabiliyorsak; sözünde durmanın kıymetini biliyoruz, gereğine inanıyoruz, demektir.

Kur’an’ın  Bayraktarı

     “Ey ehl-i Kur’an olan şu vatanın evlâtları! Altı yüz sene değil, belki Abbasîler zamanından beri bin senedir Kur’an-ı Hakîm’in bayraktarı olarak bütün cihâna karşı meydan okuyup, Kur’an’ı i’lân etmişsiniz. Milliyetinizi Kur’an’a ve İslâmiyete kale yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş hücumları def’ ettiniz. Tâ ‘Allah ileride (onların yerine) öyle bir kavim getirir ki, (O) onları sever, ve (onlar da) O’nu severler. (O bahtiyar insanlar) mü’minlere / inananlara karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı şiddetlidirler! Allah yolunda cihat eder / savaşırlar!’ âyetine güzel bir mâsadak (mazhar) oldunuz. Şimdi (Menfî) Avrupa’nın ve frenkmeşrep (menfî Avrupa fikirli) münafıkların desîselerine / hîlelerine uyup, şu âyetin evvelindeki ‘Kim dininden dönerse…’ hitâbına mâsadak / hedef olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız!’ (Mâide: 54)”

     “Bir zaman Araplar İslâm’a hizmet etmişler, sonra İranlılar bu hizmeti sürdürmüşler. Onların yoldan çıkmaları üzerine hizmet şerefini üstlenen Türk milleti, İslâma sayısız hizmet vermişlerdir.” (Prof. Dr. Süleyman Ateş)

Yahudiler

     Yahudiler, insanlığın sosyal hayâtını sarsan; işçi ile işvereni birbirine düşürüp, fakirleri zenginlerle çarpıştıran bir millettir. İki kat faiz yapıp bankaları kurmaya sebebiyet veren, hîle ile mal toplayan yine Yahudilerdir. Rahat durmadıkları için, dâima zulmünü  gördükleri hükûmetlerden ve gâliplerden intikamlarını almak için, her çeşit fesat komitelerine karışan yine onlardır. Her nevi ihtilâle parmak karıştıranın, yine o millet olduğunu tarih bize somut örneklerle ifâde ediyor. Gazze’de yaptıkları ve hâlen devam ettirdikleri soykırım; nasıl bir millet olduklarının son örneğidir.

Hz. Muhammed’in  Evrenselliği

     Hz. Muhammed’in hıfzı ve ismeti / maddî mânevî musîbetlerden muhafaza edilip korınması, açık bir mucizedir. “Ve Allah, seni insanlardan muhafaza edecektir.” âyetinin açık hakîkati çok mucizeleri gösterir. Evet, Resûl-i Ekrem çıktığı vakit, değil yalnız bir tâifeye, bir kavme, bir kısım siyaset ehline veya bir dîne, belki bütün dünyaya ve bâtıl dinlere karşı, tek başına meydan okudu.

     Halbuki amcası en büyük düşmanı idi! Kavmi ve kabîlesi en büyük düşmanları arasındaydı! İşte bu durumda yirmi üç sene korunmaksızın ve zorlanmadan; çok defa da, sû-i kasta mâruz kaldığı hâlde, tam bir saâdet içinde rahat döşeğinde vefat etti. En yüce mertebeye çıkmasına kadar korunması “Ve Allah, seni insanlardan muhafaza edecektir.” âyetinin; ne kadar kuvvetli bir hakîkati ifade ettiğini ve ne kadar metîn / sağlam bir dayanak noktası olduğunu güneş gibi gösterir.

Mutlak  Hâkim  Olan  Allah

     Kâinatın Mutlak / Salt Hâkimi ve Kâinatın Müstakil Âmiri / Tek Başına Emredeni ve Vâhid-i Ehad / sıfatlarında ve zâtında bir olan Yüce Allah; tüm kâinatın / evrenin meyvesi olan insanı ve insanın en yüksek meyvesi olan şükür ve ibadetini başka ellere verir mi? Bütün bunlar hikmetine zıt olarak, yaratılış netîcesini, kâinatın meyvesini abes / faydasız eder mi? Hâşâ ve kellâ / asla!

     Hem hikmetini ve rububiyetini / her şeyin Rabbi olduğunu inkâr ettirecek bir tarzda mahlûkatın / yaratılmışların ibadetlerini başka ellere vermeye rıza gösterir mi, hem hiç müsâade eder mi? Hem hadsiz derecede kendini sevdirmeyi ve tanıttırmayı fiilleriyle gösterdiği hâlde, en mükemmel mahlûklarının şükür ve minnettarlıklarını ve sevgi göstermelerini ve kulluklarını başka sebeplere vermekle kendini unutturup, kâinattaki yüksek maksatlarını inkâr ettirir mi?

Sınırsız  Cömertlik

     Dünya yüzünü bu kadar müzeyyen / ziynetli masnûâtıyla / sanatlı eserleriyle süslendirmek, ay ile güneşi lâmba yapmak, yeryüzünü bir nimet sofrası ederek; yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmak ve donatmak, meyveli ağaçları birer kap yapmak, her mevsimde birçok def’alar tecdîd etmek / yenilemek, hadsiz / sayısız bir cûd ve sehaveti / cömertliği göstermiyor mu?

Hangi Devletin Aklı?

PKK ile yürütülen yeni açılımda süreç bütün hızıyla devam ediyor. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve “PKK’nın siyasi uzantısı” DEM Partisi ile Ana Muhalefet partisi CHP’nin Genel Başkanı Özgür Özel olmak üzere süreci destekleyenler çok mutlu bir bekleyiş içindeler.

PKK Terör Örgütü kongrelerini yaptıklarını duyurdu. Bugün yarın kongrede aldıkları kararları açıklayacaklar. CB Erdoğan bu gelişmeyi “her an bir MÜJDE alabiliriz” diyerek duyurdu.

Yani iktidar kanadı (AKP+MHP) ile işbirliği içindeki DEM ve projeye dışarıdan destek veren Atatürk’ün partisi CHP bu “müjdeli haberi” beklerken acaba Türk Milleti veya vatandaşlarımız bu konuda ne düşünüyor?

Metropoll Türkiye’nin Nabzı Mart 2025 anketinde “Abdullah Öcalan’la yürütülen yeni süreci destekliyor musunuz? sorusuna yüzde 23,8 EVET derken, yüzde 67.7 HAYIR demiş. Fikrim yok/ Cevap yok diyenlerin oranı ise yüzde 8,5 olmuş.

Demek ki yürütülen bu süreç halkın talebine göre değil, süreci yürütenlerin kendi tercihleri olarak devam ediyor.

Yani projenin sahibi olan DEVLET AKLI projenin yürütücülerini ikna etmiş ama halkı ikna edememiş görünüyor.

*******************************

Projenin ABD ve İsrail’e Faydası

Halkın ikna olmadığı ama devleti yönetenlerin yürüttüğü proje için, son yazımda sorduğum soruyu hatırlatıyorum:

Eğer bir ABD/İsrail projesine destek anlamına gelecek şekilde PKK liderleriyle anlaşmaya varılacaksa, bu devlet aklının hangi devlete ait olduğunu sorgulamamız gerekmez mi?

Bu sorumun sebebi Türkiye’de yürütülen sürecin, ABD ve İsrail’in Suriye (ve Irak, İran, Türkiye) içinde planladığı projeyle doğrudan ilişkili olmasındandır.

ABD ve İsrail açısından Türkiye’deki süreç bu dört ülke içinden parçalar kopartılarak kendi güdümlerinde bir “Büyük Kürdistan” kurma projesinin bir parçasıdır.

İlk aşamada hedef Suriye’deki PKK’nın devletleşmesidir.

Türkiye’nin “PKK ile anlaşması” halinde Suriye’deki Mazlum Abdi yönetimindeki PKK (PYD/YPG/SDG) terör örgütü olmaktan çıkacak. Türkiye Suriye’ye operasyon yap(a)mayacak ve hatta “Suriye Kürdistanı”nı meşru bir devlet yapılanması olarak tanıyacak ve destek verecektir. (Bakınız Irak’taki Kürdistan örneği)

****

Türkiye’deki PKK militanları Suriye’deki uzantısı olan PYD/YPG/SDG denilen güçlerin kontrol ettiği bölgeye kaydırılmıştır. Türkiye’de TSK ve Emniyet güçlerinin etkili mücadelesi yanında PKK’lı teröristlerin Suriye’ye çekilmesiyle zaten terör olayları minimize edilmişti.

Buna rağmen “Terörsüz Türkiye” sloganıyla halkı ikna için yapılan psikolojik operasyonun akıl hocalarının ABD ile bağlantıları olduğundan eminim.

*******************************

Yurt İçi Aktörler Ne Kazanmayı Umuyor?

Terör örgütü, DEM ve ayrılıkçı Kürtler için bu proje ABD/ İsrail’in onlara altın tepside sunduğu bir fırsattır. Tarihte ilk defa bir devlet kurma hayallerini gerçekleştirecekleri umuduyla çok mutludurlar. Terör faaliyetleriyle elde edemediklerini Türk devletinin yöneticilerini ikna ederek siyasi yolla kazanacaklarını düşünüyorlar. PKK’nın Suriye’deki kolu için bir “statü” kazandıklarını, sırada Türkiye’de “statü” kazanmak olduğunu düşünüyorlar, bunun için anayasal ve yasal düzenlemelerin yapılmasını bekliyorlar.

AKP ve MHP açısından “Terörsüz Türkiye” sloganıyla yürütülen süreç, yapılacak ilk seçimde Erdoğan için yeniden Cumhurbaşkanı yolunun açılması demektir. Ancak “sürece” destek AKP seçmeninde yüzde 32,1 ve MHP’de yüzde 36,1 oranında. Her iki partide süreci desteklemeyenler yüzde 57 mertebesinde. Yani doğru bir rakip çıkarsa, Erdoğan (aday olabilse bile) kazanamaz, AKP ve MHP oyları çok düşer. Buna rağmen neden bu riske giriyorlar? Muhtemelençok yoğun bir psikolojik operasyonla halkın desteğinin yükseltileceğini hesaplıyor olabilirler. Ya da bu görevi yapmaya mecburlar.

Atatürk’ün kurduğu CHP ve Atatürk’ün koltuğunda oturan Özgür Özel için süreç ne anlam ifade ediyor ve niçin süreci destekliyor ben anlamış değilim. Anketlerde oy oranı yüzde 8 mertebesinde olan DEM oylarını alabileceklerini sanıyorlarsa buna çok şaşarım. CHP’ye oy verenlerin bile yüzde 82,8’nin desteklemediği bir sürecin parçası olan CHP’nin, gelecek seçimde, bırakın iktidar olacak oyu mevcut oyunu dahi koruması mümkün değildir. Ekrem İmamoğlu hapisten çıkıp Cumhurbaşkanı olabilse dahi sürece destek vermeye devam ederlerse CHP de Ekrem İmamoğlu da seçimden hezimetle çıkar.

****

Şimdi bu durumda yeniden soralım: ABD/İsrail projesine destek anlamına gelen Türkiye’deki süreci “halka rağmen” dayatan hangi DEVLET AKLI’dır?

Türkiye Cumhuriyeti’nin var olduğu varsayılan “Derin Devlet Aklı” mı? Soyadı Bahçeli olan Devlet Bey’in aklı mı? Yoksa ABD ve İsrail devletlerinin aklı mı?

*******************************

Sürece “Hayır” Diyenler Ortak Hareket Etsin

Mecliste grubu olan partilerden İYİ Parti ve Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu yürütülen sürece en güçlü şekilde “HAYIR” diyor. Mecliste grubu olmayan başta Zafer Partisi, BBP ve diğer milliyetçi partilerin yöneticileri de seçmenleri de bu dayatmaya karşılar. (AKP, MHP ve DEM haricindeki partilerin seçmenlerinin yüzde 90’ı sürece karşı.) Bu olağandışı dayatmaya karşı olan bütün partilerin “vatanın bütünlüğünü korumak” ve “milli iradeyi hakim kılmak” konusunda ortak hareket etmeleri gerekir.

Sürece karşı çıkmak, halkımızın iradesinin yanında olmak, içeriden ve dışarıdan dayatmalarla ülkemizi bölünmeye götürecek bu sürece karşı mücadele etmek bir vatan görevidir.

Terör örgütünün silahlı mücadele ile elde edemediği hedeflerini masa başında kazanmasına izin veremeyiz. ABD/İsrail projesine maşa olanları milletimiz ve tarih affetmeyecektir.