Cumhuriyet Türkiyesi’nde, hepimiz aynı ülkenin vatandaşlarıyız.
Aynı devletin kanunları ile idare edilmekte ve yönetilmekteyiz.
Ay yıldızlı aynı al bayrağın gölgesinde, hür ve müstakil olarak yaşamaktayız.
Üstelik dünyanın gözde bir coğrafyasında, gözde bir millet olarak varlığımızı sürdürmekteyiz.
Ne güzel bir vatanın sahipleri, ne güzel şanlı bir milletin mensuplarıyız.
Milletin kıymetini, vatanın değerini bilelim.
“Allah, vatanımıza ve milletimize zeval, düşmanlarımıza, aradıkları fırsatı vermesin.” diyelim.
Fakat asla unutmayalım ki:
“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez!
Toplu vurdukça yürekler, onu top sindiremez.”
Aynı milletin fert, birey ve vatandaşları olarak; kimimiz sağcı, kimimiz solcuyuz.
Kimimiz şu, kimimiz bu futbol takımını tutuyoruz.
Kimimiz şu, kimimiz bu partiyi destekliyoruz.
Kimimiz şu, kimimiz bu siyasî görüşe sâhibiz.
Kimimiz dindar, kimimiz dine bigâne ve kayıtsızız.
Kimimiz şu, kimimiz bu inancı benimsemişiz.
Kimimiz şu, kimimiz bu tarikatın mensubuyuz.
Kimimiz şu, kimimiz bu tasavvuf yolunu benimsemişiz.
Bunların hepsi olabiliriz. Fakat bir şartla: Kimse kimseye:
“Sadece benim yolum hak, başka yol tanımam! Yanız benim fikir ve görüşlerim doğrudur! Başka düşünceye yer yok!” Dememek şartiye. Kısaca, herkes farklı alanlarda, değişik uğraşlar içinde uğraşıp durmakta. Bütün bunlar hayâtın çok tabii tezahürleri, uygulanışları ve yerine getirilen hususiyetleri olarak karşımıza çıkmakta. Herkes toplum içinde, kendine göre bir yol tutmuş gitmekte. Herkes hayatdan kendine göre bir yaşama şekli seçmekte. Toplum içinde lâyık olduğu bir mevkide bulunmakta. Zaten toplum da, ancak bu şekilde ayakta durabilmekte. Fertler; seçtikleri bu tarzlardan biriyle geleceğe doğru yol almakta.
Üzücü olan, bâzıların; kendi fikir ve görüşte olmayanları tabii görmemesi! Normal karşılamaması! O kadar ki, bu yüzden yani fikir ve görüş farklılıkları nedeniyle, o kadar ileri gidiliyor ki, birbirlerine selâmı sabahı kesiyor. Birbirlerini tanımaz ve görmezden geliyorlar!
Güler misin, ağlar mısın? Halbuki, fiilî bir zarar veriş, maddî bir müdahale, dokunuş olmadıkça, bu üzücü durumlar karşısında; Kör, sağır ve dilsiz olmak gerekir. Çünkü: Hasmın sitemini sitemsiz bırakmak, yani anlamazlıktan gelmek; hasma karşı yapılan en büyük sitemdir. Yine hatırlamak gerekir ki: “Cevabü’l – ahmak es-sükût.” / Ahmak olana verilecek en güzel cevap sükûttur.
Bu menfî durumlar karşısında, hiçbir şey olmamış gibi davranmalı. O kişiyle selâmı sabahı kesmemeli. Onunla irtibat ve bağı koparmamalı. Hatâlarından ötürü zâtına, asla cephe almamalı. Çünkü zâtı Allah değil ama Allah’tan. Hatâlarını, kırmadan incitmeden düzeltmeye çalışmalı. O kişiyle konuşmaktan kaçınmamalı. Hatâsını yüzüne vurmamalı. Çünkü kimse “Ayranım ekşidir!” demez! Sadece, dolaylı bir üslûpla, kendine gelmesine fırsat ve olanak tanımalı.
Zira bu çeşit davranış; karşı tarafı düşünmeye sevkeder. Onu vicdanıyla başbaşa bırakır. Malûm
olduğu üzere -hisleri engel olmazsa- vicdan herkese doğruyu söyler, doğruyu gösterir. Doğruyu hissettirir. Çünkü vicdan, kul ile Yaratıcı arasında, sanki özel bir telefon hattıdır. Yüce Allah kulun vicdanına, hakikati ilham eder. Sarfettiği söz veya yaptığı hareketin; doğru veya yanlış olduğunu hissettirir.
Böylece vicdan; insanın sarfettiği bir söz veya davranıştan memnuniyet duyup rahatlıyorsa; o söz ve davranış yerindedir.
Rahatsızlık duyuyor, azap içinde kalıyorsa; insanın, o söz ve hareketi yanlıştır! Hemen düzeltmeye bakmalı! Demek ister ve bu doğrultuda gereken sinyali verir.