20.7 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 16, 2024
Ana Sayfa Blog Sayfa 1256

Camın Geri Dönüşüm Süreci ve Çevre

Günümüzde sanayileşmiş ve kalkınmakta olan ülkelerin en önemli sorunlarından biri “ çevre kirliliği”dir. Ülke gereksinimlerini, kalkınma ve sosyal yaşantısının getirdiği talepleri karşılamak için sanayi sürekli yeni ürünler üretmek durumundadır. Ancak bu talepler karşılanırken temiz ve az atık üreten teknoloji ve ürünlerin seçimi, doğayı ve insan sağlığını tehdit etmeyecek hammaddelerin tercih edilmesi, doğal kaynakların yüksek verimlilikle kullanılması ve üretilecek ürünlerin işlevlerini tamamladıktan sonra kirlilik kaynağı olmayacak şekilde yeniden değerlendirilebilmesi bakımından artık evrensel bir sorumluluktur. Çevre kirliliğine bir bütün olarak bakıldığında kirliliğin ortadan kaldırılması yerine kirlenmenin önlenmesi ve en akılcı çözüm olarak ortaya çıkmaktadır. İnsan faaliyetleri sonucu oluşan “çöp” adı verilen katı atıklar imha edilecek çöp olan kısımlarının yanı sıra her zaman geri kazanılarak hem çevre korunmasına hem de ekonomiye katkıda bulunacak bir kısım da içermektedirler. Bu amaçla kullanılan katı atıklar genellikle ambalaj (metal, cam, kâğıt ve plastik ) atıklardır. Bu yeniden değerlendirilebilir atıklar uygun prosesler üretimde ikincil hammadde olarak kullanılmakta üzere hazır hale getirilirler. Bunlardan cam ambalaj atıkları halen dünyada birincil hammaddelerin yanında üretimde en yüksek miktarda kullanılan malzemedir.

İnsanoğlunun çevreyle ilişkisi yapma, yıkma, yaptığını yeniden yapma ve bununla birlikte öğrenme süreci içinde gerçekleşmiştir. Sanayileşme ve nüfus artışıyla birlikte insanın çevreyle etkileşimi farklı boyutlar kazanmıştır. Çevreyle bu etkileşimler atıkların oluşmasına neden olmaktadır ve çevre kirliliği ortaya çıkmıştır. Atıklar için çeşitli bertaraf yöntemleri kullanılmaktadır. Fakat bu çoğu zaman yeterli olmamaktadır. Farklı yollar araştırılmaya başlanmıştır. Son dönemlerde çöpün azaltılmasına yönelik çalışmalar yapılmaktadır. Atık azaltılmasında en ekonomik ve yararlı yöntem atığın geri dönüşümüdür. Atıkları kaynağında ayırmak geri dönüşüm verimini arttırır. Geri kazanma sürecine giren atıklar yeniden kullanılır hale gelir. Geri dönüşüm önemli ölçüde ekonomik ve çevre kazançları oluşturur.

Günümüzde, endüstrileşmenin getirdiği olumsuz sonuçların atık oluşumunda büyük artışların geldiği görülmektedir. Atık üreten toplum şeklinde nitelendirdiğimiz bu oluşumunun olumsuz etkilerini giderilmesine iki yol benimsenmiştir. Bu atıklar ya imha edilmekte ya da yeniden değerlendirilmektedir.

Günlük hayatta en çok karşılaştığımız cam, doğal hammaddelerin karışımlarının ergitilmesiyle elde edilir. En önemli hammaddesi yer kabuğunun % 60’ını oluşturan silikadır ( SiO2 ). Diğer önemli hammaddeler; tuz yataklarının buharlaşmasıyla oluşan sodyum karbonat( Na2CO3 ), soda (Na2O ) ve deniz organizmalarının fosilleşmesiyle kalıntılarının fosilleşmesi ile oluşmuş kireç taşıdır (CaCO3 ). Kuma soda ( Na2CO3 – Na2O ) ilavesi, normal olarak 1723oC’ta ergiyen silikanın 900oC’ ta bile ergimesini sağlar. Kireç taşı ise camın sertliğini ve kimyasal dayanımını arttırır.

Cam geleneksel olarak “kristallenmeden katı hale soğutulmuş bir “inorganik ergime ürünü olarak” olarak tarif edile gelmişse de bugün bu ifade günlük hayatta sık kullandığımız pencere camı, cam kaplar, ampul camı, cam mercekler gibi geleneksel camı tanımlamak için yeterli olmakla birlikte, camı genel anlamda ele aldığımızda yetersizdir. Çünkü bilimdeki gelişmeler sonucu bugün ergitmeden başka yöntemlerle de cam elde etmek mümkün olduğu gibi, gliserol v.b. birçok organik maddenin de camsı yapıda soğutulabileceği anlaşılmıştır.

Kullanım amacına göre pek çok cam çeşitlendirilebilir. Uygulama yerlerine göre camlar :

  • Renkli camlar

  • Buzlu camlar

  • Pencere camı

  • Emniyet camları

  • Cam elyafı

  • Telli cam

  • Optik cam

  • Silis camları gibi

Cam yapılarda geniş kullanım alanına sahip bir yapı malzemesidir. Bunları levha camları, cam duvar blokları, cam döşeme blokları, cam çatı örtü malzemesi, U profili camlar, cam mozaik, cam lifler ve cam köpüğü olarak sıralanabilir.

Ambalaj, içine konulan ürünü en iyi şekilde koruyan temiz kalmasını ve taşınmasını kolaylaştıran, istediğimiz miktardaki ürünü saklayabileceğimiz değerli bir malzemedir. Cam, metal, plastik, kağıt ambalajlar günümüzde çoğunlukla kullanılanlardır. Bunlar arasında önemli yeri olan cam ambalajlar bilinen en eski ambalaj maddesidir. Cam üretiminde doğal hammaddeler birincil kaynakları oluştururken kırık cam şişe, kavanozlar ikincil hammaddeyi oluşturur. Fabrikalarda cam kırıkları tekrar şişe ve kavanozlara dönüştürülür. Cam ambalaj böylelikle sürekli fayda yaratan bir faaliyetin konusu haline gelir. Sonsuz kez eritilip yeniden biçimlendirildiğinden cam malzeme ambalaj atıkları içinde geri dönüşümle değerlendirilmeye en yatkın olandır. Değerlendirilebilir atıklardan yalnızca cam çok az bir kalite kaybıyla tekrar kullanılır. Cam ambalaj üretiminde geri kazanılmış cam kullanılarak büyük ölçüde enerji tasarrufu sağlanır.

Günlük pek çok alanda kullandığımız cam atık haline geldiğinde geri kazanımı önemli bir süreçtir.

Cam Geri Dönüşümünün Genel Durumu

Toplumumuzda cam geri dönüşümü 1970’li yılların başında başlayıp bugünde devam etmektedir. Başlangıçta düşük miktarlarda olan geri dönüşüm bugün için yaklaşık 70 bin ton düzeyinde seyretmektedir. Bu miktar 1991 yılında çıkarılmış olan katı atıkların kontrol yönetmeliği çerçevesinde zorunlu geri kazanım kotaları kapsamında ulusal bazda toplanmakta olan cam ve diğer ambalaj malzemelerinin üçte ikisine denk gelir, aynı zamanda da her yıl yurt içinde piyasaya sürülen toplanması gereken ambalajın üçte birini oluşturmaktadır. Bu miktar toplam geri dönüştürülebilir yurt içi cam ambalaj satışının %36’lık bir kısmıdır. Türkiye ambalaj geri kazanımında cam bu oranla en büyük paya sahiptir. Genel bir ifadeyle piyasada ger üç şişeden biri, geri dönüştürülmüş cam malzemeden imal edilmiştir. Bu oran batı Avrupa ülkelerinin çoğunda çok daha yüksek düzeydedir. Avrupa’da ortalama olarak piyasaya sürülen her iki şişeden biri, ikincil hammadde cam kırığının girdi olarak kullanılmasıyla üretilmiştir.

Cam geri dönüşüm faaliyetinde toplama işi darbeli kasa üstü vinçli kamyon aracılığıyla gerçekleşmektedir. 4-5 ton cam ambalaj atığı toplamak için kumbaralara gidilmektedir. On Büyükşehir olmak üzere 176 belediyede, 4000 adet kumbara ile yürütülen “kaldırım kenarı” toplama faaliyeti yılda 7000 ton cam ambalaj atığının geri kazanılmasını sağlamaktadır. Bu miktar 70 bin ton seviyesindeki toplam geri kazanım içinde düşük bir oranı ifade etse de tüm dünyada cam ambalaj atığına en uygun tedarik kanalı olarak öne çıkmış olan sistemin ülkemizde sadece son beş yıl içinde göstermiş olduğu performans olarak değerlendirildiğinde miktar önemli seviyeye ulaştığı söylenebilir.

Cam ambalaj atıklarının yaklaşık yarısı şehir çöplüklerinden olmak üzere % 25’i dolumculardan, %15’i semt hurdacılardan, %10’u 176 belediyede kent içine yerleştiriliş 4000 adet cam şişe kumbaralarından temin edilmektedir.

Cam ambalaj için diğer malzemelerden farklı olarak çöplüklerin en büyük kaynak olması bu konuda son zamanlarda meydana gelen gelişmelerin takından izlenmesi gereğini doğurmaktadır. Bilindiği gibi geleneksel çöplükler depolamalı değil, dökmeli olduğundan çöp sahasına dökülen malzemenin içinden değerlendirilebilenler çöp müteahhidinin işçilerince hemen ayrılmaktadır. Oysa modern depolama yapan öteki yerlerde olduğu gibi İstanbul’da 28 belediyeye ait 1500 civarında kamyon ile atıklar 8 transfer istasyonuna getirilirler ve uzun mesafeli sıkıştırmalı kamyonlara aktarılarak Şile’deki Büyükşehir sahasına hemen gömmeli depolama işlemi için gönderilirler. Bu nedenle modern çöplüklerde ayırma yapılmamaktadır. Geleneksel çöplüklerde ise ayırmacılar tarafından ayrılan atıklar daha sonra hurdacılar kanalıyla gerektiğinde işleme tesislerine gelir veya direk olarak yeniden üretim için fabrikalara sevk edilir.

Değerlendirilebilir atıkların son derece sağlıksız ve ilkel koşullarda çöp sahalarından ayrıştırılarak toplanması şeklindeki bir uygulama gelişmiş ülkelerde mevcut değildir. Gelişmiş ülkelerde kaynakta ayırma yolu benimsenmiştir. Yukarıda sözü edildiği gibi son yıllarda modern depolama sahalarına geçişle birlikte değerlendirilebilir atıkların toplanmadan gömülmesi söz konusu olduğundan özellikle cam geri dönüşümüne olduğu gibi kaynakta ayrı toplama dışında bir geri kazanım yolu kalmamıştır.

Cam Ambalaj Üretiminde Cam Kırığı Kullanımı

Birincil hammadde ve cam kırığından oluşan harman denilen karışıma genellilikle %1’in üzerinde giren bileşenler, ana bileşenleri oluşturur. Bunlar kum, kuvarsit, kalker, dolomit, felspat, soda, boraks, asit borik, kolemanit, potasyum karbonat ve ikincil hammadde olarak da cam kırığı bu grupta yer alır. Genellikle harmanda %1’in altında maddeler yardımcı maddeler olarak adlandırılır. Cam kırığına cam ambalaj üretiminin esas hammaddesi denilebilir. Çünkü girdide oransal olarak en azından Batı Avrupa da birincil hammaddeyi geçmiştir. Üretimde %40-66 oranında cam kırığı ilavesi hem cam kalitesini arttırmakta hem de maliyeti düşürmektedir. Artan talep ve uygun teknolojilerle cam kırığının payı girdi içinde %100’e ulaşabilmektedir.

Üretimde kullanılacak hurda camlar eğer fabrika içi kırık ise üretime katılmadan önce boyutları küçültülür. Kırılan bu camlara “cam kırığı” denir. Eğer cam üretiminde tüketim sonrası cam ambalaj atığı kullanılacaksa bunlar; plastik, kağıt, metal ve seramik gibi malzeme katışıkları içermemeli, renklerine göre flint( renksiz cam ), bal rengi ve yeşil olarak ayrılmalıdır. Cam kırığı hazırlama işlemlerinden sonra kırıklar ergitme işlemine hazırdır. Sektörde böylece elde edilen ikincil hammaddeye fırına hazır cam kırığı denir. Cam kırıklarının ergime sıcaklığı ve süresi birincil kaynaklara göre daha düşük ve kısa olduğundan cam kırığı ile üretimde %20’nin üzerinde hammadde ve enerji tasarrufu sağlanabilmektedir. 1970’lerden buyana 1 milyon tonun üzerinde cam ambalaj atığı toplanarak yenilenemeyen doğal kaynaklardan 1,5 milyon ton hammadde ve 30 bin tonun üzerinde de fosil yakıt tasarrufu sağlamıştır. Ayrıca soda ve kireç taşının karbonat olması bunların ergime sırasında dekompoze olmasına neden olmakta ve CO2 gazı açığa çıkmaktadır. Oysa cam kırığı kullanımında böyle bir durum oluşmadığından hem sera gazı emisyonu söz konusu olmamakta 1 ton cam 1,2 ton birincil hammadde tasarrufu sağlamaktadır.

Atık camlar yada cam kırıkları, ergitme işleminin yapılacağı fırına , harman içine katılarak beslenir. Cam kırıklarının saflığı, birincil hammadde saflığı kadar önemlidir. Mesela, manyetik ayırımı iyi yapılmamış ise cam kırıkları cam kırıkları birincil hammaddeye göre daha yüksek oranda demir içerebilir. Bunlar da ürünün kalitesini renk bakımından olumsuz etkilerler.

Genel kural olarak üretimde kullanılacak her %10’luk cam kırığı ilavesi, enerji sarfiyatını %2-3 oranında düşürmektedir. Buna karşı üretim için hazırlanan kompozisyona %60’dan fazla cam kırığı ilave edildiğinde bu durum geçersiz olabilir. Cam kırığının ön ısıtılması potansiyel enerji sarfiyatını azaltır. Bu tür sistemlerde ön ısıtmada cam kırıkları 400oC’nin üzerinde ısıtılır. Cam kırıkları fırına şarj işlemi yapılmadan hemen önce ilave edilir. Harmana büyük miktarda cam kırığı ilave etmek gerekirse harmanla birlikte ön ısıtma yapmakta mümkündür. Günümüzde fırına hazır cam kırığı kalitesinin yükseltilmesi çalışmalarına katışık ve kirliliklerin uzaklaştırılmasının yanı sıra ince tane fraksiyonların pulverize edilmesi yoluyla da çözüm bulunmuştur. Bu yolla elde edilen cam tozu başta taş olmak üzere birçok cam hatasını elimine eder ve kullanılan fırının ömrünü arttırır. Ancak öğütme işleminin yüksek maliyetli oluşu bu alanda yaygınlaşma olmamasının en önemli nedenidir.

Özetlemek gerekirse hammadde olarak ikincil kaynakların kullanılması durumunda aşağıdaki olumluluklar sağlanır.

  • Oransal olarak hana kirliliğinde %20, su kirliliğinde %50’lik bir azalma görülür.

  • Geri dönüştürülen her 1 ton cam 1,2 birincil hammadde tasarrufu sağlar

  • Ortaya çıkan atık miktarı ve buna bağlı olarak da atık depolama saha gereksinimi azalır.

  • 1 ton cam kırığının ergitilmesi için gereken enerji 1 ton hammaddenin ergitilmesi için gerekenden %25-30 oranında az olduğunda bu oranda enerjiden tasarruf sağlanır. Ayrıca cam kırığının teorik olarak sonsuz kez geri dönüştürülebilir olması da önemli bir avantajdır.

Cam Kırığı Kaynakları

Cam kırığı kaynakları en başta işlete içi ve dışı oluşmak üzere iki ana başlık altında toplanır. Dış kırığa ekolojik kırıkta denir. Cam kırıkları kaynakları şeması tablo’de gösterilmiştir.

Tablo: Cam kırıkları kaynakları

Camın Önemi

Şemada da görüleceği gibi başlıca kaynaklar şunlardır:

  • Kentsel atıklar ( cam ambalaj atıkları halinde )

  • Füzyon atığı camlar yada tamirdeki fırınların camları

  • İmalat makinelerinden çıkan ıskarta cam kırıkları

  • Ambar kırıkları (iç kırık )

  • Dolumculardan gelen ıskarta cam kırıkları

  • Kumbara kaynaklı cam ambalaj atıkları

  • Çöplük kaynaklı cam ambalaj atıkları

Cam Kırığı Kullanımının Dezavantajları

Üretimde cam kırığı kullanılması ile elde edilen avantajlar olduğu gibi dezavantajlar da vardır. Bu dezavantajlara bakıldığında şu hususlar göze çarparlar.

Cam kırığı kullanımının başlıca dezavantajı cam üreticilerinin kendi ürettikleri kompozisyondaki camları kullanmak istemektedir. Çünkü istenmeyen bileşenlerin; özellikle demir ve alüminyum gibi metallerin normal üstü varlığı ve bunların harmana katılması sadece üretilen cama değil aynı zamanda da fırına da olumsuz etki yapabilirler.

Cam ambalaj atığı bol ve ucuz olmasına rağmen, toplama, ayırma, hazırlama ve depolama yerlerinde cam ambalaj üretim tesislerine nakli maliyeti çok arttırır. Cam kırığı, düşük ekonomik değeri olan hurda cam olarak tanımlanmakta ve geri dönüşümü için çevreci ekonomik özendirmelere ihtiyaç duyulmaktadır.

Kaynağında ayrı olarak toplanan cam malzeme cam ambalaj üretiminde bazı sorunlara yol açabilir. Bunların başında malzemenin taşlı ve uygun boyut dağılımında olmaması, metal katışıklarının limitler üstü mevcudiyeti gelmektedir. Bu nedenle hazırlama işlemlerinin yapılması gerekmektedir.

Üretimde Kullanılan Cam Kırıklarında Aranan Özellikler

Harmanın ergitilmesini etkileyen faktörler incelendiğinde fırına katılma şeklinin yanı sıra tane boyut dağılımı, bileşen ve kimyasal kompozisyonu belirleyici bir rol oynamaktadır.

Cam kırığı fırınlarda ticari olarak kullanılabilmesi için kimyasal kompozisyonu açısından uygun flint, bal ve yeşil gibi renk ayrımı yapılmış, kirliliklerden, organik ve metalik katışıklardan arındırılmış, uygun şekilde boyutlandırılmış olmalıdır.

Cam üretiminde cam kırığı kullanımının artışına paralel olarak, fırına en uygun özellikte cam kırığı hazırlayabilen tesisler artık yaygın bir biçimde kurulmaktadır. Tablo 4.2’de cam endüstrisinin talep ettiği cam kırığı spesifikasyonları görülmektedir. Bu standartlar, cam kırığının ergimiş camın kalitesini bozmaksızın harmana katılacak miktarı önemli oranda arttırabilmek için Cam Ambalaj Üreticileri Avrupa Birliği tarafından önerilmekte

Cam Spesifikasyonları

KATIŞIKLAR SINIR DEĞERLERİ (g/t)
Organikler (plastik, kağıt, mantar, deri, lastik) 600(**)
Anorganikler(taş, seramik, porselen, refrakter) 50
Manyetik Metaller 5
Nonmanyetik Metaller (alüminyum, kapaklar, ringler) 5
Ağır Metaller
Tane Boyutu ( tavsiye edilen)

<50mm

< 5mm Max. %5

Rutubet %3

(**) Plastikler 100 g/t

Diğer taraftan bileşimin farklı olması nedeniyle soda – kireç camına ( cam ambalaj camı ) katılması mümkün olmayan cam türleri

  • Isıya dayanıklı camlar:

  • Borosilikat camı(sert cam)

  • Laboratuar camı

  • Mikroskop camı

  • Renklendirilmiş düz cam

  • Otomotiv camı

  • TV tüpü camı

Cam Geri Dönüşüm Süreci

Fırına Hazır Cam Kırığı Hazırlama Kapasiteleri ve Süreci

Tüketim sonrası toplanmış cam ambalaj atıkları genellikle demi ve demir dışı metal malzemeden kapaklar, taş parçaları, plastik kapak ve folyolar, kağıt etiketler v.b. katışıklar içerdiğinden direk olarak cam ambalaj üretiminde kullanıma uygun değildir. Cam endüstrisinin talebini karşılamak için cam kırığı kirlilik ve katışıklardan arındırılmak üzere hazırlama tesislerinde genel olarak cevher hazırlama tekniklerinden yararlanan dört ana ayırma işlemi grubundan oluşan işlemler sürecinden geçerler.

  • Elle ayıklama

  • Mekanik, manyetik, pnömatik ayırma

  • Yıkamalı – ince elemeli ayırma

  • Otomatik ayırma

Cam ambalaj atığının cam kırığın dönüştüğü bu süreç Tablo’te verilmiştir

Tablo: Cam ambalaj atığının cam kırığına dönüşüm süreci

Cam ambalaj atığının cam kırığına dönüşüm süreci

Manyetik ayırma:Stok sahasındaki atıklar besleme bandı ile ayırma bandına aktarılır. Manyetik ayırıcı bandın üzerinde durur. Çapraz hareket eden mıknatıs bandı vasıtasıyla serbest demir parçaları uzaklaştırılır. Cam ambalaj atıkları içindeki demirden malzeme ayrılmaz ise flint cam limit dışı yeşilimsileştiğinden renk kalitesi düşer.

Elle Ayırma :Banktaki iri parçaları kağıt, plastik, taş, seramik, porselen, farklı renkteki cam parçaları v.b katışıklar el ayıklama ( tavuklama ) yöntemiyle uzaklaştırılır. Özellikle iri taş ve seramik parçalar bu aşamada kolaylıkla ayrılır.

Kırma :Kırıcı seçiminin uygun cam kırığı eldesin de önemi çok büyüktür. Çünkü tane boyutu fırının enerji sarfiyatında oldukça etkilidir. Genelde çekiçli kırıcılar kullanılır ve çıkış açıklığı ortalama 10-25 mm’dir. Kırma işlemi ile cam ambalaj atıklarının parçalanarak katışıklardan serbestleşmesi sağlanır. Son zamanlarda çeneli ve tambur kırıcılardan ikili kombinezon ile % 15-20’ler düzeyindeki istenmeyen ince fraksiyon oranının kolayca %5’in altına düşürülmesi sağlanmıştır.

Titreşimle Eleme :Kırıcıdan çıkan ürün elenerek +40 mm ve -5 mm’lik tane fraksiyonları üründen ayrılır. İnce fraksiyon uygun kalitede ise paçal yapılarak fırına verilebilir. Kalite düşükse artık olarak çöpe atılır. İri fraksiyon kırma devresine boyut küçültme için geri beslenir.

Pnömatik Ayırma :Siklon, cam kırığı içersindeki mantar, plastik kaplar, metal ve plastik folyo ( kalay ve alüminyumdan ), ile kağıt etiket parçaları gibi hafif katışıkları uzaklaştırmak için kullanılır.

İnce Elemeli Tamburla Yıkama :Sisteme beslenen malzeme sadece kumbaralardan geliyorsa bu işleme gerek olmayabilir. Ancak çöplük camı ise kullanılmalıdır. Böylece toz, toprak ve çamurdan ileri gelen kirliliklerin su ile yıkanarak uzaklaştırılması sağlanır.

Otomatik Demir Dışı Ayırma:demir dışı metallerden yapılmış küçük ring ve folyo ve folyo parçalar bu aşamada ayrılır.

Otomatik Opak Malzeme Ayırma:Camın ışık geçirgenliği özelliğinden hareketle kızıl ötesi ışın kullanılarak porselen, taş ve plastik v.b. opak malzemelerin cam kırığından ayrılması sağlanır. Şimdilerde ışın yerine sayısal görüntü işleme kameralarının kullanılması ile hem ayırma randımanı arttırılmış hem de renk ayrımı aynı ünitede gerçekleştirilebilir olmuştur.

Cam Ambalaj Üretim Süreci

Birincil hammaddelerin tam olarak karıştırılması ile elde edilen harmana üretim ıskartalarının uygun boyutta kırılması ile elde edilen iç kaynaklı ve çevrecilik kapsamında yürütülen faaliyetler geri kazanılan dış kaynaklı cam kırığı şeklindeki ikincil hammaddelerin ilavesiyle malzeme girdisi fırında eritilmek için hazır hale gelir. Girdi, cam fırınında 1500oC’de eritildiğinde istenilen renkte bal kıvamlı akışkan bir sıvı olan soda – kireç camına dönüşür. Erimiş cam damla halinde kesilip otomatik olarak makinelerde presleme ve üfleme veya iki kez üfleme yöntemiyle kavanoz ne şişe şeklinde kalıplanır. Elde edilen cam ambalaj daha sonra programlı olarak soğutulur, hat üstünde hassas kalite muayenelerden geçirilir hatalı olanlar ayrılır.böylece üretim süreci tamamlanmıştır ve cam ambalajlar paketlenerek müşteride doluma gönderilmek için depolanır. Dolumda içecek-yiyecek ile doldurulup piyasaya sürüldükten sonra tüketiciye ulaşan ürünlerin kullanımı sonrası ambalaj atığı haline gelen kullanılmış cam şişe ve kavanozlar, geri kazanılarak fırına hazır cam kırığı haline getirilir, ardından fabrikalarda ikincil hammadde olarak kullanılarak yeniden şişe ve kavanozlara dönüştürülürler. Cam ambalaj böylece sürekli kullanılabilir. Cam ambalaj üretim süreci tablodaki gibi özetlenebilir.

Tablo: Cam ambalaj üretim süreci

Cam ambalaj üretim süreci

Atık Camların Yeniden Kullanım Alanları

Dünyada uzun bir süredir hurda camlar, inşaat sektöründe kullanım alanları bulmuştur. Bu kullanım alanlarının ilki ve en önemlisi, tuğla ve beton parçalarının hurda camlarla karıştırılması ile üretilen bina panelidir. Cam dolgulu bina panelleri darbeye dayanıklı ve düşük su adsorpsiyonunu sahiptir. Cam yünü ve zımpara üretiminde de artan bir biçimde talep vardır.

Türkiye’de ise düz cam kırıkları binalarda dış yüzey kaplama malzemesi olan cam mozaik halinde kullanılmaktadır. İç mekanlarda dekorasyon amaçlı kullanılır. Trafik ve yol işaretleriyle yol çizgi, şerit ve kaplamalarında kullanılan boyalara katılarak işaretlerin ışığı geri yansıtması ve gece ışıldaması sağlanır.

Türkiye’de Cam Geri Dönüşümü

Türkiye son yıllarda hızla bir tüketim toplumu haline gelmiştir. Artan tüketime paralel olarak da oluşan atıklarda da , özellikle ambalaj atıkları, büyük oranda bir artış göstermektedir. Türkiye’de üretilen camlar; ambalaj camı, düz cam, zücaciye ve elyaf camıdır. Bunların içinde en büyük payı %35 ile ambalaj camları alırlar. Her bir cam türü üretim sırasında geri kazanılabilmektedir. Ancak tüketim sonrası geri kazanım geri kazanım sadece cam ambalajda mümkün olmaktadır. Toplamada henüz cam şişe kumbara sisteminin yaygınlaşmamış olması cam ambalaj atıklarının üçte iki oranında şehir çöplüklerinden temin edilmesine neden olmaktadır. Bunlarda kazmacı tabir edilen toplayıcılar tarafından çuvallara doldurulan atıklar daha sonra hurdacılara, oradan da işleme tesislerine gelmektedir.

1986 yılında İstanbul’da başlayan kaldırım kenarı toplama bugün Ankara, İzmir, Bursa, Mersin, İzmit ve Antalya Büyükşehir belediyelerine dek genişlemiştir.ayrıca Ege, Akdeniz ve Kocaeli Belediyeler Birliği kapsamındaki birçok belediye sınırları içine de cam şişe kumbarası konulmuştur. 2000 adedi geçen kumbaralarla toplanan cam ambalaj atığı miktarı 4000 tonu geçmektedir. Önemli miktarda yatırıma rağmen kumbaralar aracılığıyla cam ambalaj atık toplanması yıllık cam geri dönüşümünün %10’na varabilmektedir.kumbara performansları Batı Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında bu ülkelerde 5-10 kat daha fazla yüksek dolma verimliliği elde edildiği görülmektedir. Bunun tek sebebi halkın gönüllülük esasına dayalı bu faaliyete olan katılım düzeyinin düşüklüğüdür. Bu durumun giderilmesi içinde son günlerde eğitim ve tanıtım çalışmaları giderek arttırılmaktadır. Ancak ekonomiye katkısı yönüyle konu incelendiğinde, cam ambalaj geri dönüşümünde ilk küçük adımların atıldığı 1970’lerin başından 1998 yılı sonuna kadar 550 bin ton cam ambalaj atığının yeniden şişe haline getirildiği görülür. Böylece 2 milyar adedin üzerinde şişe ile ifade edilen bu değerle doğal kaynaklarda 1998 fiyatları ile 500 milyar liralık 1 milyon tona yakın hammadde tasarrufu sağlanmıştır. Tablo’dageri kazanılabilir atık maddeler içindeki cam miktarı görülmektedir.

Tablo 4.5 : İllere göre geri kazanılabilir atık maddeler içinde cam miktarı, aralık 1993 ( D.İ.E. 1993 )

İLLER TEMMUZ (ton/ay) ARALIK(ton/ ay)
Adana 4,69 23,07
Ankara 12,52 16,41
Bursa 22,18 30,23
Diyarbakır 8,00 29,06
Gaziantep 21,01 15,71
İskenderun 25,79 24,23
İstanbul 15,91 15,70
İzmir 24,70 23,65
Kayseri 8,80 12,34
Konya 12,88 21,16
Samsun 16,73 31,22

Dünya’da Cam Geri Dönüşümü

Batı Avrupa’da 1989 ve1996 yılları arasında toplanan camların geri kazanım oranının giderek arttığı gözlenmiştir.( Tablo 4.6 )

Tablo: 1989-1996 yılları Avrupa cam geri kazanım oranı

Yıllar 1989 1996
Ülke Miktar (binton) Ulusal Geri Kazanım Oranı( %) Miktar (binton) Ulusal Geri Kazanım Oranı( %)
Avusturya 98 39 216 88
Belçika 140 44 222 75
Danimarka 33 32 126 70
Finlandiya 32 62
Fransa 700 28 1500 52
Almanya 300 37 2737 79
Yunanistan 40 26
İrlanda 7 8 36 38
İtalya 600 26 750 34
Hollanda 245 48 375 82
Norveç 46 76
Portekiz 27 13 117 44
İspanya 232 20 521 37
İsveç 134 76
İsviçre 155 46 283 91
İngiltere 228 14 441 23
Türkiye 72 20*
Toplam 3,340 29

Ortalama

7648 57

Ortalama

*Geri dönüşüm oranı

Almanya:1972’de Federal Almanya’da atık depolama yasasının sonucu olarak toplanan ve yeniden üretime sokulan camlar 1978’e kadar sadece 60 bin tondan 400 bin tona ulaşmıştır. Bunun sebeplerinden biride 1973’deki petrol krizinden dolayı enerji fiyatının artışıdır. Almanya’da 1975 ve 1989 yılları arasında cam kırığı hazırlama teknolojisindeki gelişmeler devam etmiştir. 1990 yılında geri kazanılan cam miktarı 1,5 milyon ton olurken 1990’ların sonuna doğru 2,5-3 milyon ton düzeyine ulaşmıştır.

Hollanda:geri dönüşüm 1921 Maltha firmasınca kurulan tesis ile başlar. 1930’larda atık cam ticaretine başlamıştır. 1956’da atık camı ayırmaya başlar , ardından 1973’de Rotterdam belediyesi ile geri kazanılmayan camların yeniden kazanımı için bir deneme projesine katılır. Bu çalışma kapsamında şehrin muhtelif yerlerine ve alışveriş merkezlerine 400 küçük konteynır yerleştirilmiş, 1985’te 10.000 adet cam şişe kumbarası ile yılda 205.000 ton cam birikmiştir.

İngiltere:Geri kazanılan camların ortalama %2’i şişedir. Kullanılan şişelerin en az %60’ı yeşil renktedir.bazen bu oran %90’lara varmıştır. Cam şişe kumbaraları ilk defa 1977’de kullanılmaya başlandı. Daha sonra dört yıl içersinde cam kumbara sayısı 2500’den 50002e ve 1990’dan 1995’e kadar da 10000’e çıkmıştır. Günümüzde ise bu rakam 22000’e ulaşmıştır. Her 2800 kişiye 1 kumbara düşmektedir.

ABD:ABD’nin cam geri dönüşümüne bakıldığında Batı Avrupa da %50’yi aşan düzeye rağmen %25-30’luk bir düzeyin sürdürebildiği görülmektedir. Bunun sebepleri başında Amerikalıların çevreye karşı duyarlılıkları gösterilebilir. Ayrıca geniş bir coğrafyada etkendir.

Yapılan araştırma ve bilinçlendirme çalışmaları insanoğlunun ihtiyaçlarının sınırsız, buna karşılık doğal kaynakların sınırlı olduğu şekillinde ki tespiti ortaya çıkmıştır. Bu düşünceden ulaşılan temel yaklaşım doğanın korunmasının esas olduğu esas olduğu yönünde olup, bu bağlamda çıkan tüm ana politikalar şimdiye dek yürütüldüğü gibi doğa ile çatışma ve doğayı sömürme yerine, çabaların doğa ile uzlaşma ve doğayı geliştirme yönünde olması şeklinde belirtilmiştir. Yinelenemeyen doğal kaynaklardan tasarruf etmenin yolları her tür madde ve enerji kullanımının kaynakta azaltılması ile başta ambalaj malzemeleri olmak üzere atık haline gelmiş malzemenin, malzeme ve enerji şeklinde geri kazanılmasıdır. Bu kapsamda diğer ambalaj malzemelerinin yanı sıra cam malzemesinin geri kazanılarak üretimde ikincil malzeme olarak hammadde yerine kullanılması bu alandaki önemli öncelikler arasında en başta gelendir.

Tüm bu çalışmaların yanı sıra cam geri dönüşümü arttırmada toplusal aktörlerin kendine düşen görev ve sorumluluklarını yerine getirmesi olacağından, merkezi yönetim, yerel yönetimler, dolumcular, atık oluşturucu biz insanlar ve çevreyle ilgili sivil toplum kuruluşları, üniversiteler kendi katkı ve işbirliklerini ortaya koymak zorundadır. Ambalaj atıklarının gömülmesine neden olan sıhhi depolama uygulaması yapan belediyelerin transfer istasyonlarına en kısa zamanda malzeme geri kazanım birimlerinin eklenmesi sağlanmalıdır. Cam şişe kumbaraların ülke genelin de ve tüm dünyada daha da yaygınlaştırılmalıdır.

Kardeşliğin Böylesi

Şüphesiz her toplumun temel yapı taşları bir takım değerlerden oluşur. Bu değerlerin kökleri kimi zaman bazı duygulara, kimi zaman ise bazı prensiplerin uygulama ve kurumsallaşmasına dayanmaktadır. Her halükarda, söz konusu değerler toplumların niteliğini belirleyici rol oynarlar.

İslam dini, mensuplarından müteşekkil bir toplumun temel direğini imandan kaynaklanan “kardeşlik” prensibine, daha doğrusu bağına, dayandırmaktadır: “Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz.” (Hucurat, 10)

Kardeşlik bağı muhakkak ki, kardeş olarak bildiğiniz ve kabul ettiğiniz kişileri kendinizden biri olarak görmeyi, dertleriyle dertlenip, sevinçleriyle mutlu olmayı, hadis-i şerifte de müslümanların özelliklerinden birine dair buyrulduğu üzere “kendiniz için istediğiniz bir şeyi onlar için de istemeyi” beraberinde getirir, en azından olması gereken budur. Bu öyle bir bağdır ki, yine Hz. Peygamber’in (S.A.V.) buyurduğu üzere, nasıl ki bir organımızda herhangi bir hastalığın ortaya çıkması diğer organlarımızı da etkiliyor ve onların sağlığını da bozuyorsa, bir müslümanın başına gelen sıkıntı aynı şekilde diğer müslüman kardeşini de etkiler ve üzer.

Bahsettiğimiz bütün bu hususlara rağmen bugün için hem kendi toplumumuza hem de diğer müslüman toplumlara, kısaca İslam alemine baktığımızda gördüğümüz tablo hakikaten insanı üzüyor.

Öyle ki, kardeşlik bağlarıyla birbirine bağlanması gereken insanımız, bırakın bu bağı, insan olmanın gereği olan bazı hassasiyetlerden bile yoksun bir şekilde birbirinin kuyusunu kazmaya, canınına, malına, namusuna kastetmeye cüret edebiliyor! Yine insanımız, çeşitli gruplaşmaları, bu kardeşlik bağının da üstünde tutarak, “kendilerinden” olanları söz konusu gruplara dahil olanlar ve olmayanlar şeklinde ayırmak suretiyle, “-izm”ler veya “-ci”ler üzerinden toplumun bölünmesine sebebiyet verebilmektedir ki bu durum İslam aleminin en önemli problemlerinden biri haline gelmiştir. Üstelik iş, kendi grubundan olmayanların müslümanlıklarını, İslam’ın getirdiği esasların kabulünden ziyade “-izm”ler ve “-ci”ler üzerinden sorgulamaya kadar götürülebilmiştir.

Daha da vahimi, kendi gruplarından olmayan diğer “kardeşlerinin” istismar edilmeleri, dolandırılmaları, haklarının çiğnenmesi adeta “meşru” kabul edilebilmiştir!

Tüm bunların neticesinde ise, İslam alemi, Kur’an’ın bizi uyardığı ihtilafların, karışıklıkların ve fitnelerin içine sürüklenmiş, ideallerden ziyade günü kurtarmanın derdine düşmüştür.

Halbuki, söz konusu kardeşlik bağına sahip bir topluluk için, bu ortak noktaya bağlı kalarak meselelere dair farklı düşünebilmek, farklı düşünceler üreten bireylere sahip olmak, bir çatışma değil zenginlik kaynağı olmalıdır. Gelişme ve yenilenme ancak bu şekilde mükün olabilir.

Yine böyle bir topluluğun mensupları, bırakın kendi toplumu, tüm insanlık için adaletin teminine çalışması gereken insanlardan müteşekkil olduğu için, “sahtekarlığın” temsili konumuna düşemez, düşmemelidir! Hele ki bu dinin prensiplerini hayatlarına her anlamda temel almış olma iddiaları da varsa!

Dolayısıyla “ancak kardeş” olabilecek ve birbirlerinin aralarını düzeltecek bir toplumun ve ümmetin bugün içinde bulunduğu kargaşa ve sıkıntı ortamının sebeplerini doğru anlamak, çözüm üretebilmek ve maruz kaldığımız istismarlara mani olabilmek, sahip olduğumuz değerlerin doğru bir şekilde idrakinden ve hayata aktarılmasından geçecektir.

Belirtmek gerekir ki, dini sadece namaz kılmak, oruç tutmak gibi uygulamalardan ibaret görüp, prensiplerini bütün olarak anlayamadığımız müddetçe, söz konusu sıkıntıların artması da kaçınılmaz olacaktır. Bu sebeple din eğitiminin bütüncül bir biçimde ve doğru temellere dayanarak verilmesi, hem bireysel hem de toplumsal anlamda “kardeşliğe dayalı bütünlüğümüzün” tesisi ve devamı için elzemdir. Aksi halde “bu nasıl kardeşlik” dedirtecek manzaralar daha da artacaktır…

Bankacılıkta neler oluyor?

Cumhuriyetimizin kurucuları ilk yıllardan itibaren ekonomik bağımsızlık olmadan siyasi bağımsızlığın olamayacağını gördüler.

Bir yandan Duyun-u Umumiye idaresini tasfiye ederken, yabancıların kontrolündeki kurum ve şirketleri devletleştirerek milli bir sanayi ve milli ekonomi meydana getirmeye çalıştılar. Diğer yandan özellikle 1950 den sonra artan şekilde bir Türk özel sektörü oluşturmak için gerekli çaba gösterildi.

Osmanlının son dönemlerinde İngilizlerin kontrolündeki Osmanlı Bankası’nın oynadığı olumsuz rol dikkate alınarak bizzat Atatürk’ün şahsi servetiyle de desteklediği İş Bankası’nın kurulması, Ziraat Bankası ve diğer devlet bankalarının yanı sıra özel bankacılığın gelişmesi için ciddi gayret ve fedakârlıklar gösterildi.

Gerek devlet bankalarımızın ve gerekse özel bankalarımızın kötü yönetilmeleri sonucu ilk grupta görev zararı, ikinci grupta ise hortumlama adıyla tarihe geçen, sonuçta zararın tamamını Türk halkının ödediği ciddi yolsuzluklar yaşandı. 22 banka Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’na (TMSF) devredildi.

Son yıllarda Bankalar Yasası on defa kişilere, kurumlara ve olaylara özgü biçimde değiştirildi.

Getirilen yeni kurallarla, Türkler kolay kolay bankacılık yapamaz hale getirildi. Sonunda, kamu ve özel bankalarımız el değiştirmeye ve yabancılara satılmaya başladı.

Biz sarsıntıdan bankacılık müessesesini sağlam kurallarla yönetilir bir duruma geldik diye sevinirken bir de ne görelim? Bankalarımız teker teker yabancıların eline geçmeye başladı.

Ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcımız, Yabancıların sektördeki payının önce % 15, sonra % 25 ve nihai olarak da % 50 olabileceğini, “endişeye mahal” olmadığını açıkladı.

Bazı uzmanlar Ziraat Bankası haricinde hiçbir bankamızın direnemeyeceğini ve yabancıların eline geçeceğini iddia ediyor. Muhtemelen Ziraat Bankası da özelleşme kapsamına alınacak ve Türkiye önümüzdeki beş on yıl içinde bütün bankalarını yabancılara devretmiş olacak.

Yeni düzenlemelerde getirilen hükümlere göre herhangi bir yabancı bankada kriz öncesi bazı bankalarda yaşadığımız hortumlama olaylarının benzeri olursa, bu bankaların “hâkim ortağı”nın ülkesine gidip gözaltına alamayacak, “hortumcu” ilan edemeyeceğimiz gibi, yurtdışına çıkışı engellenemeyecek ve Bankalar Yasası’nın “müsadereye ilişkin hükümleri” uygulanamayacaktır.

Demek ki, bu konulardaki bütün hükümler sadece milli sermaye için konulmuştur.

Yani milli bankalar ve yabancı bankalar için ayrı hukuk icat edildi. Buna TMSF’ye devredilen bankalar için icat edilen hukuku da eklersek bankacılık alanında 3 ayrı hukuk uygulanmaktadır ki, böyle bir uygulamanın Dünyada benzeri yoktur.

Milli bankanın gittikçe azaldığı bir ortamda iki Türk bankasını Yunanlıların alması da milli reflekslerimizi uyandırmaya yetmedi. Komşumuzun bu istekliliğini coşku ile karşılayanlarımız oldu. (Bir Türk müteşebbisi de Yunan Bankası almaya kalksa Yunan halkı ve devleti nasıl karşılar acaba?)

“Yüksek faiz düşük kur politikası” ile ithalatı da kolaylaştırıp dev adımlarla artırarak, milli ekonominin yok olması için her şey yapıldı.

Oysa bilmeliydik ki Tasarruf-yatırım dengesizliğini ve sermaye yetersizliği sorununu aşmanın yabancı bankalarla sağlanamayacağı açık bir gerçekliktir.

Bankacılık alanındaki gelişmeler ekonomik bağımsızlığımızı yok etme yolunda dev adımlarla ilerlediğimizi gösteriyor.

Cumhuriyetin kurucularının koyduğu milli ekonomi ve tam bağımsızlık anlayışı, “biz kendi kendimizi yönetmeye ehil bir millet değiliz, bizi gelişmiş ve yönetme yeteneği olan bir millet/devlet idare etsin” diyen mandacı zihniyete karşı yenilmek üzere.

Acaba dökülen onca kan, gözyaşı ve verilen bağımsızlık mücadelesi boşuna mıydı?

Yine yabancılar ağa, yine bizler maraba (hizmetkâr) olacak idiysek seksen küsur senedir neyin mücadelesini verdik?

Not: Bankacılık alanındaki düzenlemelerle ilgili bilgiler Yaman Törüner’ den alınmıştır.

Çanakkale Destanı

Türk tarihininin geçmişine bakıldığında destan özelliğini kazanan pek çok mücadele görülür. Ancak yakın dönem Türk tarihinin destanlaşmış en önemli mücadelesi şüphesiz ki “Çanakkale Savaşı”dır. Çanakkale Destanı’nın yıl dönümünün kutlandığı şu günlerde ben de sizlere bu hafta Türk insanın milli müdafaa gayretinin en üst noktada seyrettiği bu destandan bahsetmek istiyorum.

Çanakkale Muharebelerinde Türk kuvvetlerinin 57.000’i şehit, 100.000’i yaralı, 10.000’i kayıp, 21.000’i hastalıktan vefat, 64.000’i hasta olmak üzere toplam 252.000 zayiatı vardır. 1.Dünya Savaşı esnasında en çok can kaybı olan cephe Çanakkale cephesidir.

Çanakkale Cephesinde bu kadar çok zayiat verilmesinin en önemli sebebi büyük vatan şairi Mehmet Akif’in Çanakkale Destanı adlı şiirinde

Şu Boğaz Harbi Nedir?

Var mı ki dünyada eşi?

En kesif orduların yükleniyor dördü beşi

şeklinde belirttiği gibi, bu cephenin coğrafyasından kaynaklanan stratejik önemine binaen dönemin güçlü devletlerinin tüm güçleri ile bu cepheye saldırmalarıdır.

Karşı tarafın bu gücüne karşılık,Türklerin hem askeri teknik ve donanım, hem de insan gücü olarak yetersiz olması zayiatımızın artmasına neden olmuştur.

Sevgili okuyucular, gözümüzde Çanakkale Muharebesini canlandırdığımız zaman ecdadın ne büyük bir iş başardığını anlayabiliriz. Karşınızda devrinizin en güçlü kara ve deniz ordusu, bunun yanında sizde ise sınırlı imkanlar…bu şartlar altında bir çok ordunun böyle bir durum karşısında morali bozulur ve savaşma gücünü kaybeder.

Buna mukabil ecdadımız sahip olduğu “vatan sevgisi ve şehitlik mertebesine olan inanç” sayesinde insan üstü bir gayretle savaşmış ve sonuçta zafere ulaşmıştır. Çanakkale Savaşı’nın kazanılması halka moral kazandırmış nitekim daha sonra yapılan milli mücadelenin temelleri de bu savaştan sonra atılmaya başlamıştır.

Tarihimizde bu muharebe “subaylar savaşı” olarak da anılmaktadır. Çünkü bu muharebede kayıtları tam belli olmamakla beraber yüzbinden fazla öğretmen, mülkiyeli, tıbbıyeli ve Türk Ocaklarında yetişmiş kalifiye insan gücü kaybedilmiştir. Kalifiye insan gücü kaybı ülke ekonomisini de zarara uğratmıştır.

Bu durumun etkileri Türkiye Cumhuriyeti kurulunca dahi devam etmiş, neticede Cumhuriyet inkilaplarının halka inmesi zaman almıştır. Nitekim Cumhuriyet’in kuruluşunun 10.yılında bestelenen marşta yer alan “10 yılda 15 miyon genç yarattık her yaştan” sözü bu eksikliğe binaen yazılmıştır.

Türk ordusunda varolan maneviyat yüksekliği ve şehitlik inancı cephede mucizevi olayların yaşanmasına vesile olmuştur: Mesela Mustafa Kemal Atatürk’ün savaş sırasında göğsüne gelen şaraplen parçasının saatine isabet etmesi, 257 kiloluk mermiyi Seyit Ali Onbaşı’nın “Ulu ve Yüce ALLAH’tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur!” duasıyla bir hamlede kaldırıp, topa koyup ateşlemesiyle Queen Elizabeth gemisini batırması; Yahya Çavuş ve 15 kişilik askerinin düşmanı püskürtmesi….

Çanakkalede en çok anlatılan mucizevi olay ise şudur:

“Conkbayırı’ nda kara savaşları sırasında 57 tümen her gün çamaşır değiştirir. Kirlilerini yıkar çalılara asar ve ertesi gün için kuruturmuş. Sebebi ise eğer şehit olurlarsa Allah’a temiz kıyafetlerle varma gayesiymiş. Savaşa çıkmadan önce namazlarını kılar ve ibadet ettikten sonra savaşa başlarlarmış. Maneviyatı kuvvetli bu insanlar Conkbayırı’nda düşman tarafından kıstırıldıkları anda gökten beyaz-gri bir bulut kümesi 57. Tümenin üzerine inmiş ve bulut yok olduğunda düşman askerleri ne olup bittiğini anlayamamışlar. Zira ortada tek bir Türk askeri bile yokmuş.” Gemiden bu olayı seyreden İngiliz Amirali Hamilton daha sonra savaş anılarında da bu olayı anlatmaktadır.

Yukarıda ifade etmeye çalıştığım milletimizde varolan milli mücadele gücü daha sonra bir çok millete de örnek teşkil etmiştir. Nitekim Mısır Devlet Başkanı, Atatürk’ü ziyaret ettiği bir gün, milli mücadelemizi takdir ettiklerini aynı bağımsızlığa kendilerinin de kavuşmak istediklerini ve bu konu hakkında Atatürk’ün ne tafsiye edebileceğini sorar. Atatürk “Vatanı için canını verebilecek 1.5 milyon Mısırlı genciniz varsa bağımsızlığınıza kavuşursunuz”der.

Mısır Devlet Başkanı “Maalesef yok” diye cevap verince, Atatürk’te “O zaman sizin bağımsızlık ve istiklale kavuşmaya hakkınız yok” diye cevap verir.

Bir milletin istiklali o milleti oluşturan gençlerin milli ve manevi değerlere sahip çıkmalarında ve bu değerler uğruna mücadeleye hazır olmalarında yatmaktadır. Ecdadımız bu vazifesini en iyi şekilde yerine getirmiştir.

Umarım bizler de, bugün varolan tek tip insan yetiştirme modelinden sıyrılır, özellikle şu günlerde fevkalede ihtiyaç duyulan milli ve manevi değerlere bağlı, ayrıca “duyarlı” gençler yetiştirebiliriz…

93 Harbi

Geçen haftaki yazımda “Tarihle Yüzleşenler” başlığı altında tarihle yüzleşenlerin kimlerden meydana geldiğini ve yüzleşme tabirinin çift taraflı bir anlam ifade ettiğini belirtmiştim. Tarihle yüzleşmenin diğer tarafının da günümüzde Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslarda yaşanan ve Türk milletini derinden etkileyen olaylar olduğunu ifade ederek, 93 Harbi, 1912 Balkan Savaşları ve I. Dünya Savaşında yaşanan Türk göçlerinin öneminden bahsetmiştim.

Bu hafta sizlere 19. yüzyılda yaşanan ve Türk göçlerinin başlangıcı sayılan 93 Harbinden bahsetmek istiyorum.

19. yüzyıla genel olarak bakıldığında görülecektir ki bu yüz yıl Türk ırkının kıyıma uğradığı, siyasal ve sosyal tarih açısından dönüşüm yaşadığı bir yüzyıldır.

Türk tarihi açısından 19. yüzyılın en önemli olaylarından biri 1877 – 78 Osmanlı-Rus Harbi ve akabinde yaşanan göç hareketidir. 1820’li yıllardan itibaren Kafkaslar ve Balkanlar’da artan Rus gücüne binaen Müslüman-Türk nüfusu göçe zorlanmış, 93 Harbinden itibaren ise yaşanan göç hareketinin hızı artmıştır.

93 Harbinden önce Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşayanların savaşa dair tutumları, ülkede yaşayan dönemin yabancı seyyahlarının eserlerinde görüldüğü üzere, halkın savaşı kazanma ümidi içerisinde, topyekun tüm halkın savaşa gitme gayretinde ve imkansızlıklara rağmen maneviyatlarının verdiği güçle zoru başarma azminde olmaları şeklindedir. Nitekim o dönemin savaşla ilgili eserlerine bakıldığında Türk askerinin mertçe ve şerefle vatanını koruduğu izleniminin hakim olduğu görülür.

Savaşın sonunda ise ülkede erkek nüfusunda büyük bir azalma görülmüştür. Mesela Amasya Sancağı’nda 15.000 kişi askere gitmiş ancak %10’u savaştan geri dönebilmiştir. Aslında ülke genelinde de savaşa gidenlerin ancak %10’u geri dönmüştür.

Bu savaş sırasında ülkenin beşte biri oranında toprak kaybedilmiş, bu durum halkın psikolojisini olumsuz noktada etkilemiştir. En son, belki de en önemli, vakıa ise Kafkaslar ve Balkanlar’dan Anadolu’ya yoğun göç hareketinin başlamasıdır. Göçe, tam rakam belli olmamakla beraber, 1 milyon 243 bin kişi başlamış; ancak yolda yaşanan Rus ve Bulgar kıyımları sebebiyle ancak %70’i İstanbul’a ulaşabilmiştir. Hatta o döneme dair halk arasında Tuna nehrinin bir ara kan ve bebek cesedi ile aktığı ifade edilmektedir.

Ülke içerisinde erkek nüfusun çok azalması sanayi ve üretimi de etkileyerek zaten darda olan ekonomiyi daha da dara düşürmüştür. Bu duruma bir de göçle gelenler eklenince halkın sefaleti artmıştır. Ülkenin tahıl ambarı olan, et ve süt ihtiyacının birçoğunun karşılandığı Balkanlar ve Kafkasların harple beraber elden çıkmasıyla ise gıda yönünden kıtlık da meydana gelmiştir.

Değerli okuyucular, bu hafta sizlere 1877-78 Osmanlı –Rus Savaşından bahsetmemin en önemli sebebi, malumunuz her zaman önümüze konan Ermeni göçü meselesine karşılık Türk göçünü anlatarak hafızalarımızı tazelemek, neyin ne olduğunu daha iyi kavrayabilmektir. Bu noktada en iyi yanıtı ünlü Amerikalı tarihçi Justin McCarthy şu değerlendirmeyi yaparak vermektedir: “Bulgarların, Ermenilerin, Rumların uğradığı kıyımları anlatan ders kitapları, tarih kitapları, Türklerin uğradığı aynı tür kıyımları anmazlar. Çünkü böyle bir yaklaşım tedirgin edici bir tarih yaklaşımıdır. Çünkü bu yaklaşım, Türkleri kurban olarak göstererek öyküyü anlatmaktadır. Oysa, emperyalizmin tarih anlayışında Türklere biçilen rol bu değildir. Emperyalizmin Türklere biçtiği rol barbarlıktır, çağdışılıktır. Belki de günümüzde uluslararası barışın önündeki en büyük engel Batı’nın, Doğu halklarına bakışındaki bu çarpıklıktır.” Saygılarımla!…

Doğal Gaz

GAZ YAKIT ÇEŞİTLERİNDEN DOĞALGAZ

Milyonlarca yıl önce yaşamış, bitki ve hayvan artıklarının yer katmanları arasında basınç ve sıcaklığın etkisiyle kimyasal değişimlere uğraması sonucu meydana gelmiş, fosil kaynaklı bir yakıttır.

Doğalgaz esas olarak metan, etan, propan, bütan ve az miktarda karbondioksit gazlarının bileşiminden oluşmuştur.

Doğalgaz; Renksiz, Kokusuz, Zehirsiz ve Havadan hafif bir gazdır. Sonradan sarımsak kokusuna benzeyen bir kimyevi madde katılmaktadır. Kimyevi maddenin görevi, kullanım aşamasında bir gaz kaçağı olup olmadığını tespit etmek ve gerekli önlemleri almaktır.

Doğalgaz; yer altındaki boşluklarda, mağaralarda, terkedilmiş petrol kuyu- larında ve tuz yataklarında depolanmaktadır. 1 metre küp doğalgaz’ın en alt ısıl değeri 8.250 kcal/h olarak kabul edilmiştir.

DOĞALGAZ’IN AVANTAJLARI:

  • Doğalgaz; zehirsiz, külsüz ve dumansız bir yakıttır.Çevre kirliliğinin önlenmesi konusunda çok ciddi avantajlar sağlamaktadır.

  • Doğalgaz’ın depolama sorunu olmadığı için bağımsız dairelerde kullanılabilir. Ayrıca, depolamak gerekmediğinden yer tasarrufu sağlamaktadır.

  • Doğalgaz; verimli ve ekonomik bir yakıttır.

  • Doğalgaz; çok amaçlı kullanıma sahip bir yakıttır. Konutlarda, işyerlerinde v.s. ısıtma, pişirme ve sıcak su kullanımı amacıyla tercih edilmektedir.

  • Doğalgaz; yüksek verimli ve ekonomik bir yakıttır.

  • Doğalgaz; temiz bir yakıttır. Dolayısıyla cihazların arıza ihtimali, bakımı ve işletme giderleri çok düşüktür.

Ülkemizde doğalgazın sanayide kullanımını etkileyen faktörler, doğalgazın alternatif yakıtlara özellikle kömür ve fuel-oil ‘e göre getirdiği avantajlardır.Bu karşılaştırma da depolama, yakıt temini, verim ve çevre kirliliği açısından önemli bir etkendir.

KULLANICI OLARAK BİLMEMİZ GEREKEN PRATİK BİLGİLER:

Enerji Tasarrufu açısından;

Artan yakıt fiyatları karşısında enerji tasarrufunun önemi bir kat daha artmaktadır. Bir ısıtma sisteminin yatırım maliyeti sonrası işletme maliyetini de dikkate alınması zorunludur. Son yıllarda yakıt fiyatları önemli oranlarda artmaktadır. Enerji tasarrufu için yapılan yatırımlar yakıt tüketimini azaltmaktadır. Kullanıcı olarak önce aile bütçesine sonra da ülke bütçesine katkı da bulunmaktadır.

Kullanıcı olarak ek alacağımız önlemler sayesinde ciddi enerji tasarrufu elde edilmektedir. Bunlar;

  • Doğru Havalandırma; Pencereler çok kısa süre için tamamen açılmalı ve bu sırada termostatik vanalar kapatılmalıdır.

  • Aşırı Isıtmama; Oda sıcaklığının 20°C’nin üzerine çıkarmamaya gayret gösterilmelidir. Oda sıcaklığının bir derece düşük tutulması ile ısıtma masraflarında % 6 – 7 tasarruf sağlamaktadır.

  • Özellikle, radyatörlerin ve termostatik vanaların önü kapatılmamalıdır.

  • Kontrol panelinin teknik özelliklerinden faydalanarak cihazlar zaman programına göre çalıştırılmalıdır.

Termostatik Vana Kullanımının Avantajları:

  • Ekonomi açısından; Radyatörlere takılan termostatik vanalar odaların güneşten veya başka bir ısı kaynağından ısınması halinde radyatörleri otomatik olarak kapatır. Isıtma tesisatınız ısı kazançlarını dikkate alarak kontrollü bir yakıt tüketimi sağlar.

  • Sağlık açısından; Termostatik vana odaların fazla ısınmasını engeller ve havanın nem dengesini korur. Böylece insanlarda ağız ve burun içi kuruma sonucu enfeksiyon kapma tehlikesini azaltır. Aynı zamanda dengeli ısınma ile evin içinde terleme ve ani soğuğa çıkış nedeniyle oluşan soğuk algınlıklarının da önüne geçilir.

  • Konfor açısından; Her bir oda sıcaklığı sabit tutulduğu için aşırı ısınma olmaz. Evin her yeri aynı seviyede sıcak kalır.

  • Temizlik açısından; Fazla ısınan radyatörler toz kaldırarak perdeleri ve duvarları karartır. Termostatik vana kullanımı ile bu sorun da azaltılmaktadır.

BİR GAZ KAÇAĞI HİSSETİLDİĞİNDE ALINMASI GEREKEN ÖNLEMLER:

  1. Gaz giriş vanası kapatılır.

  2. Ortamın havalandırılması için tüm kapı ve pencereler açılır.

  3. Elektrik düğmeleri ile oynanmaz. Kapalı ise açmayın, açıksa kapatmayınız.

  4. Kibrit, çakmak gibi kıvılcım çıkartan maddeler kullanılmamalı ve sigara içilmemelidir.

  5. Doğalgaz arızası ile ilgili 187 nolu telefonu arayınız.

Kullanıcı olarak, kurallara uyduğumuzda Doğalgaz güvenli bir yakıttır.

Ekonomik Durum

Türkiye ekonomisi ile ilgili bazı parametreleri dikkatinize sunuyorum. Çoğunlukla basınımızın tanınmış ekonomi köşe yazarlarından derlediğim bilgilerle ekonomimizin içinde bulunduğu şartlarda taşıdığı risklere dikkat çekmek istiyorum:

  • Türk Lirası son 4 yılda %55 oranında değer kazandı.

  • Dışa açık bir ekonomiye sahibiz. Ekonomi büyüdükçe ithalat ve ihracat rakamlarımız da büyüyor. Ancak ithalat rakamlarımızın büyümesi ihracat rakamlarının çok üzerinde gerçekleşiyor.

  • İmalat sanayimiz tabii olarak yerli girdi yanında ithal girdi de kullanıyor. Ama bunun bir ölçüsü var. İmalat sanayii ve özellikle ihracata dönük imalat sanayii giderek daha çok ithal girdi kullanır hale gelir ise, ekonomik yapı bozulur. İşte şimdi o süreç içindeyiz.

    İthalatımızın yüzde 75’ini hammadde ve parça gibi üretimin içine giren “ara mallar” oluşturuyor.

  • Bu tablonun temelinde “ucuz döviz” sorunu var. Ucuz döviz, Türk sanayisinin özellikle ihracata dönük sanayinin giderek daha fazla ithal malı kullanmasına, ithalata bağımlı hale gelmesine yol açıyor.

  • Piyasada rekabet edebilmek isteyen firmalar daha pahalı olan yerli ara malı yerine ithalata yöneliyor. İhracatımız arttıkça ara mal ithalatımız daha çok artıyor.

  • Ara malı üreten yerli fabrikalar ve işletmeler kapanıyor, işsizlik artıyor.

  • Ara malı ithalat oranı çok yükseldiği için ihracatımız artmasına rağmen (ve hatta ihracat arttıkça) cari açık büyüyor.

  • Bu ortamda sabit sermaye yatırımı yapacak yabancı sermaye gelmiyor, vur kaççı sıcak para ile rantçı ya da kurulu fabrikaları ve işletmeleri satın almaya gelen yabancı sermaye geliyor.

  • Bu gelişmeler üretim ve istihdam yapısında kısa zamanda telafi edilemeyecek kalıcı tahribat yapıyor.

  • Başka ülkelerde reel faiz (enflasyondan arındırılmış faiz oranı) yüzde 2 veya 3, bilemediğiniz 5 dolayında… Bizde yüzde 11 ile 15 dolayında.

    Yüzde 10 oranında reel faiz, ana borcu (veya serveti) 7 yılda 2’ye katlar. Yüksek reel faiz, halkın çoğunun perişan olmasına, çok az kişinin ise servetinin artmasına yol açıyor.

    Kredi kartı borcu 100 lira iken, yüksek reel faiz nedeniyle borcu 400’lere tırmanan, bankanın yüzde 400 borca da faiz bindirmesi sonucu 10 lira borcu için 700 lira ödemek zorunda kalan insanımızın bunları daha iyi anlaması beklenir.

  • Kurlardaki gerileme, enflasyon oranındaki ciddi bir yükseliş trendini gözlerden saklamış bulunuyor. Eğer TL’nin şu anda yüzde 55 kadar aşırı değerli olduğunu düşünürsek… Ve eğer bu aşırı değerlenme de mesela önümüzdeki 5 ayda yarı yarıya ortadan kalkacaksa, o zaman enflasyon oranı da önümüzdeki dönemde şu anda beklenenden en az 20 puan daha yüksek gerçekleşecek demektir. Elbette eğer kurlardaki gidiş bu şekilde devam eder ve TL daha da aşırı değerli hale gelirse, enflasyondaki bu artış da geciktirilmiş olur. Ancak ileride bir gün yine gerçekleşir.

  • Hazine, cumhuriyet tarihinin en yüksek reel faizli borçlanmasını yapıyor.

  • Doğrudan yatırımla, özelleştirmeyle gelen paralar, faize yatırılıyor.

  • Üstelik faiz dışı fazla vermek için, yatırımlar iyice azaltılmış durumda. Döviz fiyatı-piyasa faizi-enflasyon hedefi dengesindeki bozukluk apaçık ortada.

  • 2007 yılında ne olacak? Hem Türk lirası hem de döviz açığını kapatmak için borçlanacağız. Borçlarımız büyümeye devam edecek.

2008 yılında ne olacak? (l) Ya üretimi artıracağız, (2) Ya bir lokma – bir hırka yaşamak için kemerleri daha da sıkacağız.

Seçimden sonra başımıza gelecekler hakkında bilgimiz olsun.

Liderlik

Liderlik doğuştan gelen bir özellik midir, yoksa lider olmak öğrenilebilir mi, sonradan lider olunabilir mi? Bu tartışmaları hepimiz çok duymuşuzdur. Her iki tezi de destekleyen bir çok makul gerekçe vardır. Çünkü liderliğin gerçekten tanımlanması zordur ve liderlik içinde kısmen bilimi, kısmen sanatı, kısmen doğuştan gelen yeteneği ve kısmen de şansı içinde barındıran bir kavramdır.

Yönetici ile lideri birbirinden ayıran çok çeşitli tarifler yapılmış. Benim en çok beğendiğim tariflerden ikisi şöyle:

Yönetici işi doğru yapana, lider ise doğru işi yapana denir.”

Yönetici duvara dayanmış merdiven vasıtasıyla binanın çatısına çıkacak ekibi, en güvenli ve en hızlı bir biçimde çatıya çıkaran kişidir. Lider ise merdivenin doğru duvara dayanmasını sağlayan kişidir.”

Genel kabul görmüş olan görüşe göre liderlik vasıflarının içinde genetik olanlar vardır. Ancak birçok liderlik özellikleri geliştirilebilir. Liderde bulunması gerekli ilk üç vasıf olarak Karakter (Güven sağlar), Bilgi (anlamayı sağlar), İkna gücü (iletişim ve anlaşılmayı sağlar) sayılabilir.

Liderden beklenenlerden en başta geleni değerlerin ve önceliklerin seçimi olsa gerektir. Seçtiği değerlerin ışığında belirlenmiş hedeflere yöneltmesi ve sonuçlara odaklanması liderlik özelliklerinin olmazsa olmazlarıdır.

Hadis-i şerifte “İki kişi bir yola gidecek olsanız birinizi lider seçiniz” diye özetlenebilecek bir tavsiyede bulunulmuş. Bu tavsiye modern yönetim bilimine de oldukça uygun. Zaten genellikle lidersiz topluluklarda veya kurumlarda kaos yaşanır ve çoğunlukla sonunda bir lider çıkar.

Yani ister iki kişilik, isterse milyonlarca kişilik toplulukları yönetsin, ister dernek başkanı, ister şirkette bir ekip başı veya genel müdür olsun veya ülkeyi yöneten başbakan, cumhurbaşkanı olsun her bir yönetici lider olabilmelidir ki o kurumlar daha iyiye ve mükemmele doğru gelişebilsin.

Lider olmak kadar, lider kalmak da önemlidir. Liderin karizması ve kitleleri sürükleme kabiliyetinin devamlılığı, kendisine duyulan güvene bağlıdır. Güvenin devamı ise inandığı/inandırdığı değerlere sadakati ve bu değerlere varmak için duyduğu heyecanını kaybetmemesi ile mümkün olabilir.

Belirli makamlara gelen ve lider kabul edilen kişilerin zaman içinde dile getirdikleri değerlere uygun yaşamadıkları, toplumsal/kurumsal hedeflerinin yerini şahsi ve maddi hedeflere bırakmasıyla kitleleri elektriklendiren heyecanlarını kaybettikleri görülmüyor mu?

Bu değerlerin yerine bazı şahsi ve maddi hedeflere ulaşmak yerleşmişse, insanların kulaklarına ve gözlerine hitap edip, gönüllerine hitap edemez hale gelmişseniz lider olmanız artık mümkün değildir.

Zira insanlar çok iyi bilirler: “inandığınız gibi yaşamazsanız, yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız.” Ve pusulasının yönünü, değişmez hakikatler değil, süfli emellerin mıknatısı ile belirlenenler lider olamazlar.

Toplumsal Refleks

Pek çok yazımızda, dinin hayatımızı şekillendirici özelliklerine temas ettik. Söz konusu şekillendirmenin çeşitli boyutlarına değindik.

Bilhassa İslam söz konusu olduğunda, şekillendirme dediğimiz zaman hem bireysel hem de toplumsal açıdan pek çok hususun bulunduğunu göz önüne almamız gerektiğine de çeşitli vesilelerle temas ettik.

Bugün bu boyutlardan birini daha ele almak istiyorum ki kanaatimce toplumsal refleks tabirinin bizim için ne anlama geldiğini ifade etmede önemli bir prensip olması hasebiyle dikkatle vurgulanması gereken bir husustur: İyiyi emretmek, tavsiye etmek, kötüden sakındırmak.

Bireysel olduğu kadar toplumsal anlamda da pek çok hadise ile karşı karşıya kaldığımız muhakkaktır ki bugün gündemimizi oluşturan pek çok olay bunu ortaya koymaktadır.

Toplumsal anlamda karşı karşıya kaldığımız hadiselere karşı geliştireceğimiz tutum da haliyle toplumsal bir nitelik taşıyacak ve hadiseleri doğru değerlendirip değerlendiremeyişimizi, toplumsal yapımızın sağlıklı bir biçimde devam edip edemeyeceğini belirleyecektir.

Öyle ki, hem bireysel hem de toplumsal anlamda kötü olana karşı gereken tepkiyi göstermek, toplumsal dokumuzun hem ahlaki hem de fiziki manada çözülmesine mani olacağı gibi, bahsettiğimiz anlamlarda iyinin vurgulanması, teşvik edilmesi de bu dokuyu yine hem ahlaki hem de fiziki anlamda güçlendirecektir.  

İşte bu noktada yukarıda bahsettiğimiz prensip önem kazanmaktadır.

Zira İslam dini açısından müslüman bir toplumun niteliği “iyiliği emir ve tavsiye etmeleri, kötülükten sakındırmaları” prensibiyle formüle edilmiştir: “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah’a inanırsınız. Ehl-i kitap da inansaydı elbette bu, kendileri için çok iyi olurdu. (Gerçi) içlerinde iman edenler var; (fakat) çoğu yoldan çıkmışlardır.” (Al-i İmran, 110)

Yani müslüman bir toplum, hem kendi içindeki problemlere hem de dünya problemlerine kulaklarını tıkayıp, “bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” deme lüksüne sahip değildir. Kötü olana karşı hem düşünce hem de fiil alanında aktif olmak zorundadır.

Bahsettiğimiz hususun, Türkiye’de yaşanan şiddet, hakların ihlali, ahlaki zaafiyet gibi sıkıntılar gözönüne alındığında neden önemli olduğu daha da açık ortaya çıkmaktadır. Zira bu prensip vesilesiyle geliştirilecek toplumsal refleksler, tıpkı vücudun dışarıdan gelen tehlikelere karşı gösterdiği tepkiler ve hamleler gibi, topluma yönelik tehlikelere karşı da otokontrol mekanizması oluşturacaktır.

Nitekim bugün hayati önem taşıyan konularda dahi toplumsal reflekslerimizin nasıl kırılmaya, bunu gerçekleştirmek yolunda, kültürümüzü şekillendirmede önemli bir yeri olan dinimize ait kavramların içinin nasıl boşaltılmaya çalışıldığı gözönüne alınırsa, toplumsal otokontrol mekanizmasının oluşmasına vesile olacak unsurların neler olduğunu doğru anlayıp yaşamanın ve doğru aktarmanın önemi de anlaşılacaktır.

Bu sebeple, bireyselliğin yüksek oranda vurgulandığı günümüzde, birlikte yaşama problemlerinin hızla artmasına binaen ortaya çıkan çeşitli sorunların hallinde, kültürümüz içinde bulunan bu ve benzeri prensiplerin hatırlanması, yaşanması ve doğru aktarılmasının, geleceğimizin doğru şekillenmesi açısından elzem olduğu unutulmamalıdır.

Bu doğrultuda gerek bireysel gerek toplumsal manada gereken tedbirler alınmalı, özellikle eğitim vesilesiyle eksiklikler hızla giderilmelidir ki geleceğe güvenle bakabilmek mümkün olsun…

Bilgi ve İnanç

Bir belgesel filmde bütün ömrü bir saat olan bir böcek türünden bahsedilmişti. Bu bilgi üzerine düşündüm ki bu canlıların dünyayı algılaması ve yeni nesillere bilgi aktarımı acaba nasıl olur?

Gündüz gün ışığının bol olduğu bir yerde sabah saat 09 da doğan ve yaşadığı bir saatlik ömür dolunca ölen bu böcek dünya hakkında nasıl bir bilgiye sahiptir?

Büyük ihtimalle dünyayı sürekli aydınlık içinde olan yeşili, mavisi, kahverengisi ve diğer renkleri ile algılanmış bir mekândır dünya. Belki birkaç nesil önceden bilgi aktarımı söz konusu olabilir. Atalarının çok uzun zaman önce karanlık çağ diye adlandırılabilecek bir tarih yaşamış olduklarını nesilden nesile aktarmış olabilirler.

Saat 09-10 arası yaşayan böceğin yavrularına aktaracağı bilgi, dünyanın kendi algıladığı aydınlık ve renkli hali olsa gerektir. Oysa aynı böcek türünün gece 22-23 saatleri arasında yaşayanın dünya algılaması ise karanlık, tek renkli, görünmeyen engebelerle dolu bir mekan olduğudur.

İnsan nesli olarak bütün yaratılmışlar içinde en seçkini olduğumuza inanıyoruz. Dünya veya kainatın ömrü yanında ortalama 70-80 yıllık bir ömür de, böceğin bizim ömrümüze kıyaslandığı gibi, çok kısa bir ömür değil midir? Bizim de bir ömür boyunca edindiğimiz bilgilerin -hele hele sadece beş duyumuzla elde edilenden ibaretse- çok kısıtlı ve kâinatı bırakın dünyayı bile bütünüyle algılamaktan çok uzak olduğu anlamına gelmiş olamaz mı?

İnsanoğlunun diğer yaratıklardan farklı olarak yazı sayesinde nesiller arası bilgi aktarımı yapabilmekte. Bu bakımdan sadece sözlü aktarım yapan yaratıklardan daha şanslı olduğu muhakkaktır. Ancak yine de dünyayı algılama araçlarımız ve ömrümüz çok kısıtlıdır.

Din kaynaklarında yaratılış, ruh, ahiret, melek, şeytan, cin vb konularda verilen bilgileri gözlemleme ve doğruluğunu denetleme yeteneğimiz bulunmamakta. Bu bakımdan bazı insanlar algılayamadığı bu kavramları topyekûn reddetmekte ve yok olduğunu iddia edebilmektedir.

Oysa yine din kaynaklarında Allah, cennet, melek gibi kavramların var olduğu ancak bu varlıkların insanoğlu tarafından tasavvurunun dahi mümkün olmadığı bildiriliyor.

Ben bu durumu bilgisayar programları ile mantığı ile kavramaya çalışıyorum.

Diyelim ki bilgisayarınızda sadece word programı yüklü ise o programla yazı yazıp, okuyabilir fakat resimlerinizi göremez, film seyredemez, müzik dinleyemezsiniz. Bu eylemleri yapabilmek için bilgisayarınızda uygun programların (Picture manager,  media player gibi) yüklü olması gerekir.

İnsanoğlunun programında olmadığı için Allah, cennet, melek vd kavramları algılayamıyor. Ancak öyle anlaşılıyor ki, programcı (yaratıcı) bizim bu kavramların varlığı hakkında kısıtlı da olsa bir bilgiye sahip olmamızı istiyor.

Bunun için diyelim ki bilgisayarına bu belgeleri açabilecek uygun programları yüklediği bazı seçtiği kişilere (peygamberlere) bu kavramları öğrenme imkânı veriyor. Onların vasıtasıyla bizim bilgisayarlarımızın açabileceği (word) program formatına çevirterek bize bu bilgilerin bir kısmını gönderiyor.

Yani peygamberler kendilerine gösterilen melek, cennet vb. varlıklar ve diğer kavramları kendilerine bahşedilen özellikleri taşımayan bizlere göstermek imkânına sahip değillerdi. Bu bilgileri sadece sözlü olarak veya bizlere aktarmak üzere kendilerine verilen yazılı metinler halinde bilgi aktarıyorlardı.
Ben böyle açıklayabiliyorum. Teşbihte hata olduysa affola…