16.5 C
Kocaeli
Cumartesi, Eylül 27, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1231

Sosyal Meselelerimizi Neden Çözemiyoruz–2

Bu yazıyı 10 yıl önce yazmış ve Özgür Kocaeli gazetesinde 10 Haziran 1998 yılında makale olarak yayınlamıştım. Okumak, meslek sahibi olmak ve sahip oldukları meslekleri ile yaşadıkları topluma hizmet vermek isteyen bayanlarımızın başörtü meselesini gündeme getirmiş olduğum bu yazıdan da anlıyoruz ki sosyal meselelerimizi çözümsüzleştirmekle ne kadar becerikliyiz (!)… Çünkü geçen zaman içinde başörtüsü konusu çözülemediği gibi kanunen daha da yasaklı hale getirilmiştir.

Bir Geç Kızın Ziyareti ve Düşündürdükleri

Biyoloji eğitimi almış, zeki, samimi, insan sevgisi bakışlarından okunan, temiz kıyafetli ve elinde çalışma, çantası ile karşısındakine hürmet telkin eden bir hanımın görüşme talebi bu yazıyı yazmamın sebebidir.

Genç kız, orta ileri yaşlı bir beyle odama girdiler. Babası olan bey bir astsubay emeklisi olup Karamürsel’de oturmakta imiş. Biyolog titrini almış hanım kızımız çalışmak için iş istiyordu. Çalışarak hem kendisine ekonomik bir imkan sağlamak, hem de topluma hizmet üretmek istiyordu. Biyoloji eğitimini öğretmenlik stajı ile tamamlamış ve öğretmen olarak Karamürsel’de bir eğitim kurumunda çalışmaya başlamış. Başlangıçta her şey iyi giderken mana veremediği teftişler başlamış. Mana veremiyormuş çünkü öğrencileri kendisinden memnunmuş. Anlattıklarını öğreniyorlar ve öğrendikçe Biyolojiyi daha çok seviyorlarmış. Ders programlarını da iyi takip ediyorlarmış. Bu durum, bu hanım arkadaşımızı daha da sevindirmiş, mesleğini, öğrencilerini, çalışmasını daha anlamlı hale getirmiş…

Bu hanım kızımızı dinlerken, 20 yıl öncesine gittim. Çünkü iki kız kardeşimi ailem okutmamıştı. Onlar da bizler gibi (3 erkek kardeşten biri Yüksek inşaat mühendisi, ben doktor ve küçüğümüz makine mühendisi olarak çalışmaktayız.) Okuyup meslek sahibi olabilir ve cemiyete daha çok artı değer sağlayabilirlerdi.

Bu müspet  halin olmamasının sebebi, bu kızımızın anlattıkları ile uyuşuyordu. Hanım kızımıza müfettişler (Başörtüsü sebebiyle) koymuşlardı. Benden çözüm veya iş istiyordu.

Evet müfettişler hanım kızımıza çalışmak istiyorsa başına bağladığı, gerçekten zarif, kendine göre şıklık unsuru olan ve giyimindeki güzelliği tamamlayan başörtüsünü çıkarması gerektiğini söylemişler. Çünkü şu an yürürlükteki kanunlar buna müsait değil imiş. Ben de “ne olur mademki mesleğini ve çalışmayı bu kadar seviyorsun, başörtüsünü çıkarıver” dediğimde yüreğimi burkan cevabını unutamıyorum. “Doktor bey olur mu, siz pantolonsuz dışarı çıkarmısınız?” dedi. Düşündüm… çağdaş medeniyet’te insanlar eğitimli, meslek sahibi olmalı ve diğer insanlara daha çok faydalı olmalı idi. İnsanların birbirinin hukukuna saygılı olmaları ve adaletli, hukuku korumaları şarttı. İkili ilişkilerde birbirine  topluma zararlı olmamak gerekiyordu. Yine çağdaşlıkta değişim ve değişimin faydalar güzellikler getirmesi vardı. ama 30 yıl önce kız kardeşlerime – babamın bize rağmen koydukları yasak, onları haklı çıkarırcasına bugün bu biyolog kızımıza müfettişlerce, hem de çağdaşlığa uymadığı gerekçesi ile yönetmelikler müsaade etmediği için konuyordu.

Bu mağdur kızımıza azmini kaybetmemesini, mesleğini unutmaması için özel çalışmalar yapmasını öğütledim. Laboratuarcılığın farklı bir meslek olduğunu bildirdim. Kanunların, insanlar arası ilişkileri faydalı ve zararsız kılmak için çıkarıldığını, biz de böyle olduğunu, fakat başına gelen durumu” kanun ve yönetmeliklerimizdeki uyum gecikmesi” olarak düşünmesini, dilimin döndüğünce anlattım.

Giderken yeniden umutlandı. Moral bulmuştu. Lütfen basından da takip ettiğimiz üzere dini ve örfi değerleri içinde başörtüsü ile örtünen kızlarımızı gereksiz bir şekilde toplumsal dışlanmışlık psikolojisine sokmakta olan bu durumu makul bir şekilde artık çözünüz.

Çağdaşlığın – Laikliğin – Demokrasinin gereği ve kanunların hikmetli toplumsal huzuru gelişmeyi ve barışı sağlamaktır. Bazı hanımlarımız başındaki örtü, diğer İslam ülkelerinden çok farklı olup, kendi dini anlayışımızdaki gelişmişliğin ve örfümüz içinde de olan bir örtünme şekli olup; bunu bir mesele olmaktan çıkaracak çözümü bulmalıyız. Aşırılarına bakarak, radikal irrasyonel  ve gerilim doğuracak hükümler vermeyelim. Bu aşırıları, toplumumuzun geneli de tasvip ve taklit etmemektedir. Genel bir rahatsızlık haline dönüşmekte olan bu sorunu çok kısa bir zamanda ve köklü bir şekilde, hürriyetçi bir anlayışla çözmek basiretini göstermeliyiz diye düşünmekteyim…

Bu geçen 10 yıl içinde babamın yaptığının aksine 3 kızımı okutup meslek sahibi olmalarını sağlamış, onları kendi dini inançları ve örflerine saygılı bir kimlikle toplumumuza kazandırmaya çalışan bir Türk vatandaşı olarak, bu kıyafet sorununun  ne sıkıntılar yaşattığını, bu tercihi yapan insanımızın enerjisini ne kadar gereksiz yere tükettirdiğini  görerek üzülmüşümdür. Çok şükür eşimle beraber kızlarımızın her şeye rağmen eğitimini sürdürüp tamamlayarak meslek sahibi olmalarını sağlamış bulunuyoruz. Bu başörtüsü yasağının çevremizdeki insanlarca devlet-millet kaynaşmasına ne kadar çok zarar verdiğini, ayrıca eğitimini tamamlayıp bir meslek sahibi olarak ülkesine ve insanlarına faydalı olmak, daha kişilikli bir vatandaş olmak düşüncesindeki gençlerimize ne kadar çok maddi ve manevi zararlar verdiğini gördüm. Onlara devlete küsülmeyeceğini, her şeye rağmen eğitimlerini sürdürmelerini gerektiği yönünde moral vermekten öteye bir şey yapamamanın ezikliğini yaşadım. Halbuki ilgililerin bu sorunu hukuki bir zeminde çözmüş olması binlerce hanım vatandaşımızın bilgi – hizmet üretmede önünü açacaktır. Bundan devletimiz de, milletimiz de çok istifade edecektir diye düşünmekteyim.

2010 yılının sosyal sorunlarını da geciktirmeden çözen bir Türkiye olması dileğiyle…

Özgürlüğe Koşacağım

Beklemekle biterse birgün
Çaresizlik sona ererse
Umut kapıları aralanırsa
Özgürlüğe doğru koşacağım

Sevgiyle yol alırsa her şey
Takılmazsa yollarıma saplantılar
Aşılırsa bazı yollar
Özgürlüğe doğru koşacağım

Haklarıma saygı duyulursa
Saygısızlar kendilerine sebep aramazsa
Bir noktada buluşulursa
Özgürlüğe doğru koşacağım

Koşacağım ve ulaşacağım
Sebeplere sarılacağım
Doğruluktan ayrılmayacağım
Özgürlüğe doğru koşacağım

Detaylı Anlatın Kardeşim!

0

Hükümdarın oğlu gezginci bir Kıptî’nin kızına vurulmuş. Delikanlının aşkının hatırına; gitmişler, kızı istemişler. Kız tarafı başlamış naz etmeye.. Gel zaman – git zaman işi çözemeyince vezire danışmışlar. Akıllı vezir, ‘Ben bu işi hallederim’ demiş. Gitmiş çadırlarına, açmış ağzını: ‘Bre susak ağızlılar! Bre edepsizler! Hükümdar, oğluna kızınızı istedi diye bir tarafınız mı şişti, be edepsizler! Siz kimsiniz lan koskoca devlet başkanına caz – cuz ediyorsunuz?’ Durumun vehametini anlayan Kıptî işi uyanmış: ‘Sayın vezirim, çok haklısınız. Ama bize hiç böyle detaylı anlatılmamıştı.’

Biz halk olarak ‘gider‘li, ‘racon‘lu konuşmaları severiz. Başbakan‘ın üslûbuna bakıyorum da gençliğimizde Bahçecik kahvelerindeki tarzımızın tıpkısının aynısı. Delikanlılık diye bir şey var yani..

Muhalefet liderlerine bakıyoruz; dolaylı anlatım, îmalar, klâsik siyasî gelenek.. Oysa Başbakanımız, her taşın altında aradığımız Yahudi‘nin devlet başkanına bile Davos Dağında ‘posta‘ koymuştu da Mohaç Zaferi kadar sevinmiştik.

Üslûp bu; işçi – memur, esnaf – çiftçi dinlemez. Bazen maksadı aşar, bazen aşırıya kaçar. Ama bizler de böyle değil miyiz?

Terör odağı olmaktan ötürü kapatılan parti(!)nin Büyükşehir Belediye Başkanı, Devletimize ve Hükümetimize ‘hastir‘ çekiyor. Çifte suç işlemesi bir yana delikanlı edalı Başbakanımıza da aklınca ‘gider‘ yapıyor.

Şu herife detaylı konuşacak bir vatan evlâdı yok mu? Muhalefet partilerine ve cihet-i askeriyeye her daim lâf yetiştiren Hükümet Sözcülerimiz, Gurup Başkan Vekillerimiz, bay – bayan Bakanlarımız neredeler?

Eğer bu konuyu Başbakanımızdan sakladıysanız hiçbirinize hakkımı helâl etmem. Benim tanıdığım Tayyip Erdoğan, Baydemir‘i Baykevgir‘e çevirir. Yumoş’la yıkanmış havlu gibi olur.

Ve fakat 3 gün oldu, 5 gün oldu; ses – seda yok. Sağlık – sıhhat; bir yaramazlık yoktur inşallah. Her akşam haber bültenlerini ‘Ha, işte şimdi haddinizi bildirecek‘ diye baka baka bekliyorum.

Ne demişler:  “Söz ola kese savaşı
Söz ola kestire başı.”

Ne demişler: “Bazı horozlar erken öttüğü için sabahın geldiğini zananderler.”

Ne demişler: “Eceli gelen köpek, …  … … “

İmza, dolap, kafes, köstebek, suikast.. Biraz bu konulara mola verin kardeşim. Güzide basınımız aç magazin kültürüyle ağzı açık bekliyor. Fazla kibarlığa gerek yok. Detaylı konuşun kardeşim, detaylı!

Ben buradayım efendim; Aziz Üstelvâri beklemedeyim. Haftaya görüşmek dileğiyle..

Türkiye 2009 da Çok Şey Kaybetti

2009 takvim yılını bitirirken, Türkiye olarak kazandıklarımız ve kaybettiklerimizi mukayese edip bir değerlendirme yapacak olursak, çoğumuz hemen sonucun olumsuz çıkacağını söyleyecektir.

Biz yine de önyargısız bir şekilde bazı temel konularda bir yıllık gelişmelerin nasıl olduğunu hatırlamaya çalışalım:

EKONOMİ: Küresel krizin Türkiye’ye yansıması ve Türkiye’nin “yapısal sorunları” sebebiyle ekonominin temel parametrelerinde şu gelişmeler yaşandı:

Üretim bir önceki yıla göre yüzde 8,4 civarında geriledi. İşsizlik (resmi işsizlik) eylül rakamlarıyla yüzde 2,7 artarak, yüzde 13,4 e ulaştı. Bir başka ifadeyle resmi işsiz sayımız 3.4 milyon kişiye çıktı. İşgücüne katılım oranımızın düşüklüğü yani çalışamayacak durumda olanlar, çalışmak istemeyenler ve çalışmak isteyip de iş bulma ümidini kaybedenlerin nüfusun yüzde ellisini geçmiş olması gösteriyor ki gerçek işsizlik oranı yüzde 25′ e yakındır. Bu yüksek oranlı işsizlik sosyal, ekonomik ve siyasi olayların gidişatını etkileyen çok önemli bir faktördür.

Bu yıl milli gelirin düşmesi, nüfusun artması sebebiyle fert başına düşen milli gelirimiz azaldı. Krizden sağlam çıkan zenginler daha zengin olurken, orta tabaka fakirleşmekte, fakirler daha fakir haline gelmekte. Bazı zenginler orta gelir seviyesine, bazıları da fakirlik durumuna geriledi. Böylece gelir dağılımı daha da bozuldu.

Karşılıksız çek/senet sayılarında, ödenemeyen kredi ve kredi kartı borçlarında büyük artış oldu. Hapishanelerde yer açmak için çeşitli düzenlemeler yapılmak zorunda kalındı. “Hane halkının borcu kullanılabilir gelirine göre yüzde 26,2 oranında.” Bu rakam ortalama değer. Hanelerin yüzde 55’i borçlu olduğuna göre, kullanılabilir gelirinin yüzde 50’si ve hatta yüzde 100’ü oranında borçlanmış olan hane halklarının vay haline. Gelirlerinin yarısını veya daha çoğunu borç ve faiz ödemelerine ayıran dar gelirliler için, Allah yardımcıları olsun demekten başka elimizden bir şey gelmiyor.

Özellikle tarım kesimi ve küçük esnaf ile işsizliğin keskin kılıcı altındaki işçi kesiminin dramatik durumu, rakamlara ihtiyaç duyulmayacak kadar eller tutulur bir gerçeklik halinde.

Rakamlar “ekonomik krizin ülkemizi teğet geçmediği”, hatta krizin dünyada en kötü etkilediği ekonomilerden biri olduğumuzu ifade ediyor. Bu rakamlara rağmen “ekonomimiz iyi yönetildi” demek çok fazla iyimserlik veya fanatik taraftarlık olur.

SİYASİ GELİŞMELER: Türkiye 2009 yılında dış politik şartların zorlamasıyla belki de hazırlıksız olarak bazı açılımlar yapmak durumunda kaldı. Her ne kadar hükümet “Türkiye’nin meselelerine Türkiye’nin menfaatleri gerektirdiği için” yaptığını söylese de, Ermeni ve Kürt Açılımlarının ABD’nin stratejik planları ve Başkan Obama’nın dile getirdiği taleplerine göre yapıldığı açık.

Ermeni açılımının ilk ayağı olan Ermenistan-Türkiye sınır kapısının açılması projesi için iki devlet, ABD Dışişleri Bakanının gözetiminde, iki protokol imzaladılar. Ancak Türkiye içinde ve Azerbaycan’da oluşan şiddetli muhalefet, bu protokollerin TBMM’de onaylanmasını riskli hale getirdiği için şimdilik buzdolabına kondu. TBMM bu protokolleri onaylarsa Türkiye- Azerbaycan ilişkileri bozulabilir. Ermenistan’la ilişkilerin iyileşmesi de garanti değil.

Kürt Açılımı da Cumhurbaşkanı Gül’ün “güzel şeyler olacak” sözleriyle büyük ümitlerle başladı. Ancak 34 PKK’lı Mahmur Kampından terör örgütü üniformaları ile gelip, pişman olmadıklarını ve “Öcalan’ın emri ile elçi olarak geldiklerini” söylemelerine rağmen, ayaklarına kadar giden Mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Onbinlerce DTP’li tarafından kahramanlar gibi karşılanan bu PKK’lılara yapılan törenler ve Tokat’ta 7 askerimizi şehit eden PKK saldırısının, Türk Milletinde yarattığı travmanın şiddeti gelişmelerin seyrini değiştirdi.

Dağdan inişlerin durdurulması. PKK’nın şehirlerde Molotof kokteylli, havai fişekli şiddet eylemleri.

Anayasa Mahkemesinin DTP’yi kapatması, sadece 2 milletvekiline siyasi yasak getirilmesi, kalan milletvekillerinin önce sine-i millet tehdidi ve Öcalan’ın talimatıyla BDP’ye geçerek yeniden Meclis’te grup kurmaları.

Her iki tarafı tatmin etmeyen bu gelişmelerden sonra KCK’ya yapılan operasyonlar çerçevesinde birçok partilisinin tutuklanması üzerine Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir’in devlete sinkaflı hakareti ve tehditleri.

Bu ve benzeri gelişmeler, sonradan adına “Demokrasi Açılımı” denmeye başlanan “Kürt Açılımını” çıkmaza sokmakta. Türk ve Kürt Halklarının kardeşliği amacını güttüğü söylenen bu projenin daha ilk aşamasında, geçmişten günümüze halkımızın yaşattığı kardeşlik duyguları derinden sarsılarak, derin fay kırıkları oluşmaya başladı.

Ülkemizin birliğini ve bütünlüğünü korumak konusunda maalesef Cumhuriyet tarihinin belki de en kötümser yılını yaşadığımızı söylemek durumundayız.

Dileğimiz bütün bu olumsuz gelişmelerin durdurulup, yeniden olumlu ve ümitli bir atmosfer yaşadığımız bir yıla başlamak. Tabii ki bu 2010’un bize barış, huzur, mutluluk getirmesini dilemekle olacak şey değil. Bu dileklerin olması, bizi bu duruma getiren anlayışın değişmesi veya “düzene çekidüzen verilmesi” için gerekenin yapılmasına bağlı.

Bu gelişmelerin seyri siyasi partilerin, vaktinde yapılırsa, 2011 seçimlerinde alacakları oy oranını, TBMM kompozisyonunu ve gelecek hükümetin yapısını ve Türkiye’nin stratejik politikalarını belirleyecek.

Türkiye’nin mevcut iktidar yapısı ve anlayışı ile devam etmesini isteyen güç odakları tarafından bir “alternatifsizlik” havası yaratıldı. Bu havanın değişmesi için, böylesi şokları yaşamak zorunda kalmamız büyük talihsizlik.

 

Kutudaki Kibritlerden Biri Olmak

0

Benzetme sanatına, ya anlatımı etkili kılmak için ya da soyut bir durumu somutlaştırmak için başvururuz. “Dostlar yıldızlar gibidir, karanlıkta ortaya çıkar, zor durumda kalanlara yol gösterir.” dersek, dostları yıldızlara benzeterek anlatımı daha etkili kılmış oluruz. Bu etkiyi anlayabilmek için cümledeki benzetmeyi kaldırmak yeterlidir. “Fesatlık bir kurt gibi kemiriyor içimizi.” dersek, somutlaştırarak soyut durumun anlaşılmasını kolaylaştırmış oluruz.

Natüralistler, dünyayı bir fanusa, insanı da fanus içindeki kobaya benzetmişler. Onlara göre her insan bir kobaydır. Değer yargılarımıza göre olaylara, mevhumlara anlam yüklüyor, bu anlamı başkalarına anlatabilmek veya anladıklarımızın kolay anlaşılmasını sağlamak için onu bir şeye benzetiyoruz. Bana göre dünya bir kibrit kutusu, insanlar da o kutunun içindeki birer kibrit çöpü.

Dünyanın kibrit kutusuna, insanoğlunun kibritlere benzetilmesi şekil ve işlev açısından pek denk düşüyor. İnsanlar, dünya denen mekanda konuşlandırılıyor, kutudaki kibritler gibi. Sıra sıra diziliyor, sırası gelen gidiyor. Kibritin insanlardan tek farkı, insanların aynı boyda olmaması. Kutuya konan her kibrit, sırası geldikçe bulunduğu mekanı sessizce terk ediyor.

Kibrit, kutuya girmeden önce ağaçta sadece bir kıymık. İşleniyor, kafasına kimyasal maddeler yapıştırılıyor, sonra bir değer olsun diye kutuya konuyor. Kutuda yerleşik düzen bekleyen kibritlerin bir işe yaraması için oradan çıkması ve kutunun kenarındaki başka bir kimyasal bileşime sürtünmesi gerekiyor. O, kendince ne yanabiliyor ne yakabiliyor. İnsanın da bir değer üretmesi için çevresi ile iletişimde bulunması gerektiği gibi.

“Kibrit” sözcüğüyle, vasıflı isim kazanan ağaç kıymığı, eğitimiyle değerine değer katan insan gibi, artık aranan, önemsenen varlık oluyor. Kutudaki sakin duruşu, sosyal hayatta yer almasıyla, değişiyor, onu kullanan kişinin niyetine göre ya yakıcı ya aydınlatıcı oluyor.

İnsanlar vardır hayatta, onlar varlıklarıyla ışık olurlar, aydınlatırlar geleceğimizi. Sönmeyen ışıktır onlar. Yunus Emre, Beydeba gibi. “Bir alimin ölümü, alemin ölümü.” denir bu tür insanlar için. Bir kıvılcımdır onlar kendilerince; ama tutuşturdukları meşale zaman üstü aydınlatma gücüne sahiptir. Bir kibrit de meşale için küçük bir kıvılcımdır başlangıçta, sonra o, karanlıkların düşmanı olur. Alimler de cahillerin düşmanıdır. İnsanlık, bunalımlarını alimlerin doğru yol göstermeleri ile aşar. Kibritin ilk kıvılcımı, bazen yok olmanın, yıkılmanın, yanarak ölmenin de sebebi olabilir; insanlığın zulüm görmesine, vatansız bırakılmasına, birbirine düşmanlığına, savaşmasına yol açan insanlar gibi. Hitler, Neron, Timur, Hülagu Han kutudaki kibritlerden biriydi. İnsanlığa ne verdiler kan, göz yaşından başka? O dönemlerin insanları korkuyla, öfkeyle, hınçla geçirdiler hayatlarını. Düşmanlık ektiler, zulüm biçtiler bu insanlar. Şehirler, kütüphaneler yaktılar; medeniyetleri yok ettiler. Keşke masum bir kibrit olarak kalsalardı kutularında.

Bazen alırsınız kibrit çöpünü elinize, çakarsınız, bir türlü kıvılcım çıkartamazsınız ondan. Ya rutubetlenmiş ya da kimyası bozulmuştur kibritin. Bir işe yaramadığında kırar atarsınız onu homurdanarak. Ne yanan ne sönen insanlar gibi. Zaten sönüktür onlar. Kendisine de faydaları yoktur onların, asalaktır kutuda her biri. Bazı kibritler de dibine kadar yanar, etrafına bir faydası olmadan kömür olur gider. Sadece bir küldür geride bıraktığı. Onun için harcanan emek de boşa çekilen kürektir insanlık için. Herkes ona bir değer vermiştir; fakat o buna layık olamamıştır. Kül, kömür, duman bırakarak gitmiştir o.

Evrende bir kibrit çöpü olmak, hepimiz için kaçınılmaz. Önemli olan, bu fani dünyada hangi rolü oynadığımız ve giderken hangi eseri bıraktığımız. Nasıl yaşarsak öyle öleceğimiz, kesin. Ölümün ne zaman geleceğini bilmiyoruz. Belki bugün. Bugünden, örnek bir yaşantıya başlamak lazım. Rutubetlenen bir kibrit de olabilirsiniz, kendi kendine küllenen kibrit de. Ortalığı aydınlatan da olabilirsiniz, korkunç bir yangını başlatan da.

Hiç adet edinmedim; ama artık yanımda bir kibrit taşıyacağım; ondan ibret almak için…

 

Ahlâki disiplinlerin ekonomik anlayışa katkıları ve zenginleşme (7 s)

Yazılarımda belirtmediğim başka ahlaki disiplinlerde bireyin tekamülüne yöneliktir. Tüm ahlaki disiplinler; kişinin topluma faydalı, çalışkan, dürüst, itimat edilen, gayretli, sözünde duran, v.b gibi erdemli insan olmalarını vaaz eder.

Bu öğretilerin özellikle tüccar sınıfında girişimciliği engeller biçimde algılandığını görüyoruz. Ayrıca mesajı doğru algılayanlarında olduğunu görüyoruz. İyi ve düzgün iş yapan tüccar, sanatkar ve bilim adamları bulundukları ülkeyi hem parasal, hem kültürel, hem sosyal alanlarda zenginleştirmişlerdir. Buna ilaveten yönetimlerin bu erdemli davranışlara verdikleri destekle zenginleşme daha da artmıştır.

Burada aslında insan denen varlığı biraz inceleyip davranış kalıplarını nasıl aldığına bakalım. Bunun için insan neler ihtiyaç duyar bunlar için neler yapar diye bakmamız gerekir. Bunun içinde herkesin yakından bildiği “Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi” kavramına bir bakalım.

Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisi incelendiğinde insan ihtiyaçlarını 5 temel sınıfta değerlendirmiştir. Bu beş sınıfa bakıldığında da sanki iki ayrı guruba ayrılabilinir gibi gözüküyor.

  • 1. Gurup: Genel ihtiyaçlar; fizyolojik, güvenlik
  • 2. Gurup Psiko Sosyal İhtiyaçlar; Ait olma ve sevgi, taktir ve saygı, kendini tamamlama

Bu teoriye göre insan ihtiyaçlarını tatmini belirli bir sırayı izlemektedir. Sıra demişken aslında sıralamayı vereyim;

1 Fizyolojik ihtiyaçlar

2 Güvenlikle ilgili ihtiyaçlar

3 Ait olma ve sevgi

4 Taktir ve saygı

5 Kendini tamamlama

Maslow diyor ki; bir üst seviyedeki ihtiyaçlarını giderebilmesi için bir altındaki ihtiyaçlarını gidermesi gerekir diyor. Bu teoriye ilaveten bu bilimle uğraşan sosyal-psikologlar 6 sıra için de “Bilme ve anlama” 7. Sıra için “.Estetik” ‘den bahsetmişlerdir.

6 Bilme ve anlama

7 Estetik

Bu ihtiyaçları gözden geçirirsek;

  1. Fizyolojik ihtiyaçları : İnsanın temel içgüdüsel ihtiyaçlardır. Yemek, içmek, uyumak, solumak gibi insan vücudunun temel fonksiyonları ile ilgilidir.,
  2. Güvenlik ihtiyaçları: Can ve mal varlıklarının korunması ihtiyacı,
  3. Ait Olma ve Sevgi : Sevme, sevilme, bir gruba mensup olma, yardımseverlik, şefkat gibi kişiyi fiziksel yada psikolojik zararlardan koruyan ihtiyaçlardır.
  4. Saygınlık (statü) ihtiyaçları: Sevmek, sevilmek dışında bireylerin kendilerine saygı duyulması ihtiyacı. Tanınma, sosyal statü sahibi olma, gurup üyeliği, başarı elde etme, takdir edilme gibi.
  5. Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları: Bir önceki ihtiyacın devamı sayılır. Alt kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra kendini geliştirmek, zorlu hedefleri başarmak ve kapasiteyi artırmak gibi idealleri ve yetenekleri gerçekleştirme ihtiyaçları duyulur ve tatmin edilmesi gereken bir ihtiyaçtır. (bir konuda başarı elde etmiş bir kişinin kendi elde ettiği başarının üzerine çıkması veya başarılı birisini yakalaması ve onu geçmesi diye izah edebiliriz)
  6. Bilgi ve anlama
  7. Estetik

Dünya kurulduğundan beri medeniyet kurmuş topluluklara bakıldığında bu yapıyı tamamlamış veya tamamlayamamış toplulukları görürsünüz. Örnek olarak karanlık Ortaçağ Avrupa’sının aydınlanma hareketlerinin başlaması ve buna bağlı Reform ve Rönesans hareketlerinin olmasını bu hiyerarşiyi tamamlamış insan sayılarının artmasına bağlayabiliriz. Geçmiş medeniyetler baktığımızda estetik anlayışların fazla olmasını da bu yapıda arayabiliriz. Hem mimaride, hem ilişkilerde, hem oluşturulan kültürlerde, bunların izlerini görmekteyiz.

Estetik anlayışlarımızın güdük kaldığını hissediyorsak, çevremizde estetikten yoksun kişileri görüyorsak, bu hiyerarşiyi tamamlayamayan insanların çoğunluğundan bahsedebiliriz.. Ahlaki disiplinler iyi uygulandığında hayatı kolaylaştırdığını gibi, iyi algılanırsa da ekonomiye ciddi katkılar koyduğunu görüyoruz. Buda her türlü yaşamımızı kolaylaştırdığı gibi sosyal, kültürel ve ekonomik zenginleşmemize katkıda bulunur. Gelecek kuşaklara bırakabileceğimiz erdemli davranışlarımız, estetik anlayışlarımız buna bağlı her türlü eserlerimiz, adetlerimiz geleneklerimiz olur.

Etrafınızda küçük bir gözlem yaptığınızda ihtiyaçlar hiyerarşisindeki 1 ve 2. tamamlamış çok insan görebilirsiniz. Bazen 4. Daha baskın çıkmış 3. şık olan ait olma ve sevgide hem yapmacıklar hem de önemsememe ve beceriksizliklerin yaşandığı gözlemlemişinizdir. Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları daha az kişide görünür. Bilgi ve anlama hak getire dolayısı ile estetikten yoksun bir toplum..

Kişilerle ilişkilerde kırıcı, mimaride kişiliksiz ve çarpık, müzik, resim ve diğer sanat dallarında başarısız ve kalıcı olmayan eserler, edebiyat, şiir dallarında durum ortada, şehircilik anlayışımızın hali belli. Geleneklerimiz ve göreneklerimizden dem vuran insanlara baktığımızda da savundukları fikirlere matuf yaşam şekillerinde bu fikirleri savunmayanlarla estetik anlayışlarının bir birine çok yakın olduğunu görürüz.

Korkarım ki bu gidişle gelecek kuşaklara belki sadece maddi bazı şeyler bırakabiliriz diye düşünsek bile, ( çünkü herkes kendini düşünmekte ve bu günümüzde normal karşılanmakta.) bu ancak bireysel birikimlerin kişilerin gelecek kuşaklara bıraktıkları birikimlerden başka bir şey olmayacaktır. Ülke olarak, toplum olarak ne bırakırız dersek eğer, neler bırakabileceğimizi hep beraber düşünmemiz gerekir……….

Türkiye’nin Yol Ayrımı

İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın katıldığı Türkiye, ABD ve Irak arasında oluşturulan üçlü mekanizmanın 4. Ana Komite Toplantısı tamamlandı. Bu toplantıya İçişleri Bakanı ile birlikte Emniyet, MİT ve Dışişleri Bakanlığı üst düzey yetkilileri de katıldı.

Bu toplantının birinci bölümü Bağdat’ta yapılırken, ikinci bölümünde, mekanizmanın Bağdat’ın aksine üçlü yerine, Irak Kürdistan’ını da toplantıya dahil ederek, dörtlü olmasına dikkat çekmek istiyorum.

Bundan anlaşılacağı üzere iktidarın isim vermekte bonkör davrandığı bu açılımın aslında K.Irak açılımı, daha doğrusu benim adlandırdığım şekli ile “ABD Kürdistanı” açılımı olduğu da bir kez daha teyit edilmiş oldu.

İçişleri Bakanı’nın basına verdiği demeçlere bakılırsa; PKK’nın tasfiyesini teminen Türkiye, Irak ve ABD yeni bir takım somut adımlar atarak, tasfiye sürecini hızlandıracaklar.

Bunun gerçekten böyle olup olmadığını belirtmeden önce, kamuoyunda fazla dillendirilmeyen Bakan Atalay’dan bir gün önceki Dengir Mir Mehmet Fırat’ın Erbil ziyaretini de hatırlatmak istiyorum.

AKP Milletvekili Dengir Mir Mehmet Fırat’ı Erbil’e gönderenin Başbakan Erdoğan’ın olduğunu da söylememe gerek var mı bilmem.

Fırat’ın açıklamalarına göre; Barzani’ye açılım konusunda Erdoğan’ın ciddi olduğu, bugüne kadar açılım konusunda atılan adımlar hakkında bilgi aktarıldığı, bundan sonra da atılacak adımlar konusunda da kendisinden destek istendiği, Barzani’nin de bu taleplere olumlu cevap verdiği, “Son dönemde yaşanan trajik olayların tekrarlanmasını arzu etmiyoruz. Açılım sürecini destekleyeceğiz. Açılım politikası kazanacak” ifadelerini kullandığı bildirildi.

Peki gerçekten PKK tasfiye mi ediliyor?

Daha doğrusu PKK’nın tasfiye edilmesi gerçekten isteniyor mu?

Cevap elbette ki “hayır”

Bütün bu olanların PKK’nın tasfiyesi ile hiçbir ilgisi yoktur.

Dünya siyaseti üstüne kafa yoran düşünce adamlarının da ifadesine göre, bırakın tasfiyeyi, aksine ABD, PKK’yı yeni dönem için yeniden yapılandırmaktadır.

35 yıldır Türkiye’nin başına musallat ettiği PKK kozundan neden vazgeçsin ki ABD?

Burada hedeflenen, PKK’nın tasfiyesi değil, “ayrışma” yı gerçekleştirmek için PKK’nın siyasallaşmasıdır. Zaten bunun için sadece Güneydoğu’da değil İstanbul, Mersin, Adana gibi Kürtçe konuşan vatandaşlar ve Türklerin yan yana yaşadıkları şehirlerde “ayaklanma” ya, “kalkışma” ya teşvik ettiler.

Daha önce hiçbir şekilde mahallelerinde, işyerlerinde karşı karşıya gelmemiş iki toplum, açılımla birlikte birbirlerinden nefret edecek duruma getirilmişlerdir. Araya kan da girmiştir.

Hani tarihi fırsattı bu açılım… Bu fırsatı değerlendiren bir tek kişi vardır, O da “Bebek Katili”, “İmralı Canisi” Öcalan’dır.

Bu açılımı fırsata dönüştüren bir başkası da Öcalan’ı “Mandela” yapmak için plan yapan ABD’dir.

Kaybeden de, bu toprakları vatan bilen, kaygıları da, hevesleri de, hüznü de, sevinci de ortak olan Türk Milleti’dir.

ABD’nin bundan sonraki hedefi olan, Kuzey Irak ile Güneydoğu Anadolu’nun bölgesel entegrasyonu için zemin müsait hale getirilmeye çalışmaktadırlar bu “açılım” ı fırsata çevirenler.

Bu hedefler doğrultusunda Hükümet’e dayatmalar olanca hızıyla devam etmektedir.

Bazı basın organlarında da eski MİT Müsteşarları tarafından dile gitirilen “bölgesel entegrasyon” söylemlerinin yer alması çok hayra alamet değildir.

Türkiye, tarihi yol ayrımına gelmiştir.

Bu yol ayrımında herkes safını belli etmek zorundadır.

Ya kaybolacaksınız, ya da “var” olacaksınız.

Karar sizin…

 

Türksüzleştirme Zorlaması

Yıllardır süren ihmal ve gaflet, kültür politikalarındaki çelişkiler, kimlik bunalımı yaratmıştır. Milliyetçiliğe ırkçılık diye bakan, milli değerlerle yabancılaşan, laik-antilaik çatışmasının dışına çıkamayan, milli kimlik konusunda tarafsız kalmayı bilimsellik zanneden çarpık anlayış, ülkeyi bugün zora sokmuştur. Sadece tören Atatürkçülüğü ile işi idare edeceğini zanneden, bize yabancı fikir ve düşüncelerin, ideolojik rüzgârların etkisine açık olanlar, bugünkü durumdan sorumludur. Geçmişte görevini tam yapmış iktidar da bulmak zordur. Soğuk Harp şartlarının, klâsik ideolojik çatışmaların değişmeden aynen devam edeceğini zannedenler, değişen şartlar karşısında açmaza düşmüşlerdir.  

Dış patentli -%67 ile %70 arasında halk tarafından onaylanmayan- açılım oyunları ve küreselleştirme, bize yabancı olan etnik konuları gündeme taşımıştır. Türkiye’nin gündemini dışarısı belirlemektedir. Asıl tartışılması gereken konular; sanayi ve tarım sektörlerinin geleceği, yanlış destekleme politikalarıyla tarım alanlarının boşalmasının şehirlerde yaratacağı başta işsizlik olmak üzere çeşitli sorunlar, bugün sanayi toplumlarının karşılaştığı sorunlarla ileride karşılaşmayan bir ülke olabilmek için neler yapmak gerekir gibi konulardır.

Biz bu ve benzerlerini tartışmıyoruz. Bize ufalanmanın ve çözülmenin etnik tuzakları tartıştırılmaktadır. Sorun, Kürtlere değil; Kürtçülere ve Kürt olmayan Kürtçülere özgürlük alanı açmak, etnik ırkçılığı mazur görmek, etnik fitne yaratarak insanları birbirine mesafeli hale getirmektir. Bu yolda ülkeyi yönetenler, yapmaları gerekenin tam aksini yapmakta, çözülmeyi ve farklılıkları abartarak kutsallaştırmayı demokratikleşme zannetmektedirler. Etnik rüzgâr ülkeyi tesir alanına almıştır. Yeterli yetersiz birçok araştırma yapılmaktadır. Bunlardan bir kısmının amacı; Türkiye’de Devlet ve Türk düşmanlığından hareketle farklı yapay milletler yaratmak ve milli kimliği orasından burasından didiklemektir. Türk’e ve Türkçe’ye karşı açıkça bir saldırı ve tahrik vardır. Bunun istenmeyen sonuçları ortaya çıkarsa; bu çirkin tahrik ve saldırıyı yapanlar sorumlu olacaktır.

Yapılan bir araştırmada etnikliği tam fark edemeyen insanlara etnik kökeni soruluyor. Etnik kökenler sıralanırken milliyet ve milli kimlik de etniklik kapsamında düşünülerek ele alınıyor. Maksat; milliyeti ve milli kimliği, hâkim kültürü dışlama nöbetidir. Tabloda Kürtlükle ilgisi olmayan Zazalara yer verilmemekte; anlaşılan bunlar Kürt etnisitesi içinde eritilmeye uygun görülmektedir. 1515 katılımcıya 81 ilde başvurulan bu araştırmada (Konsensus) örneklem sayısı yeterli değildir. Meselâ; 1993 yılında Milliyet Gazetesi tarafından yapılan araştırmada İstanbul’un 27 ilçesinde 15.683 kişiye başvurulmuştu. Bu araştırmada “Ben Kürdüm” diyenlerin oranı; %4-5 arasında çıkmıştı. Bu maksatlı araştırmada ise; %13,6 bulunuyor. Etnik kimlik sorusu yerine anadillerden hareket edilse daha anlamlı sonuç alınabilirdi. Nitekim, daha önceki araştırmalarda anadili Türkçe olanların oranı %84-86 dolayında çıkmıştı. Kaldı ki, anadili Türkçe olmamasına rağmen, kendini milli kimlik içinde yani Türk kimliği içinde görenlerin oranı, anadili Türkçe olanlardan daha fazla çıkmıştı. Demek ki; Türk Milletine mensup olma duygusu anadil ve tam fark edilemeyen etnik kimlikten çok daha öndedir.

Bu arada Zazaları Kürt, Zazacayı da Kurmançça içinde gösteren maksatlı zorlamalar vardır. Zazaların yoğun olarak yaşadığı yerlerde sanki bu insanlar yok farzedilerek Kürt nüfusa ithal edilmişlerdir. 1965 Nüfus Sayımında Tunceli’de neredeyse Zaza yok gibidir.  Bu gayriciddiliği ve yanlışı resmi kanal yapmamalıydı. Yine aynı nüfus sayımında “İslâmi azınlık dilleri”nden  bahsediliyor. Bu, sorumsuzluğun alâsıdır. Zamanla Türkmen aşiretlerinde Kürtleşme görüldüğü gibi; Zazaların da bu sürece girdikleri anlaşılmaktadır. Dersim ayaklanması ve diğer bazı isyanlar birer Zaza ayaklanmasıdır. Çoğu Alevi Türkmen olan bu insanlar askere alınmamak, vergi vermemek, inançları dolayısıyla eza, cefa çekmemek için kendilerine Türk demekten çekinmişlerdir.

Tunceli (Dersim) bölgesinde dede ocaklarının tümünün Horasan’dan gelen Türkmen aşiretidirler. Zazalar, Horasan ve Harezm Türklerine dayanmaktadır. Bu konuda; V. Minorsky’nin İslâm Ansiklopedisi’nde yer alan Kürt maddesinden David Mc Kenzie ve M. V. Bruinessen’in çalışmalarına ve G. Kojima’ya kadar bu böyledir. Yerli araştırmacılardan Yalçın Küçük, Cemal Şener, M. Şerif Fırat (Doğu İlleri ve Varto Tarihi adlı eser), Dr. Mahmut Rişvanoğlu, Tuncer Gülensoy, Ahmet Duran, Ali Tayyar Önder (Türkiye’nin Etnik Yapısı) ve Prof. Dr. Orhan Türkdoğan’ın Etnik Sosyoloji isimli eserine bakılabilir.         

      

Türkiye’de Bir Vaka: İş Kazaları

0

Son zamanlarda sıkça rastladığımız iş kazaları, özellikle Bursa’ da faaliyet gösteren Kömür Ocağında ihmaller sonucu çıkan ve 19 kişinin ölümüne sebebiyet veren ve Tuzla’ da faaliyet gösteren tersanelerdeki haberlerden sonra özellikle insanların denek olarak kullanılması sonucu meydana gelen ölümcül kazadan sonra oldukça büyük bir gündem oluşturmuştur. 31.05.2006 tarihinde kabul edilen ve 2008 yılında yürürlüğe giren 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ nun 13. maddesinde yer alan “İş Kazası” ile ilgili köklü değişiklikler yapılmış ve kısa vadeli sigorta kollarının uygulanması ile ilgili olarak ise 23.12.2008 tarih, 2008/108 sayılı genelge ile Meslek Hastalığı Tespiti İşlemleri konusunda 02.01.2009 tarih, 2008/113 sayılı genelgeler yayımlanmıştır.

Yürürlüğe giren kanun ile öncelikle, iş kazası ve meslek hastalığının işveren tarafından ilgililere bildirim süreleri değiştirilmiş, iş kazası ve meslek hastalığının tanımı yapılmış, hangi kazalar iş kazası sayılacağı, bir kazanın iş kazası sayılıp sayılmayacağının belli başlı şartlarının neler olduğu ve mesai haricinde veya işyeri dışında meydana gelen kazalardan hangilerinin iş kazası olarak sayılacağı belirlenmiştir.

Borçlar Kanunu’nda veya İş Kanunu’ nda tanımı bulunmayan iş kazası kavramı, 5510 Sayılı Sosyal Güvenlik Kanunun 13. maddesinde de belirtildiği üzere; sigortalının iş yerinde bulunduğu sırada, sigortalının işveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi nam ve hesabına bağımsız çalışıyor ise yürütmekte olduğu iş nedeniyle sigortalının işveren tarafından görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işin yapılmaksızın geçen zamanlarda, sigortalının işveren tarafından sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelmesi sayılan hal ve durumları sonucunda meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özre uğratan olaydır.

Anlaşılacağı üzere 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’ nun 13. maddesinde yer alan iş kazasının tanımı, bildirilmesi ve soruşturulması ile ilgili tüm tanımlar verilmiştir. Mal ve Hizmet üretimi devam eden her işletme, iş kazaları ve meslek hastalıkları ile karşı karşıya kalacaktır. Ancak iş kazalarını ve sebep olduğu kötü sonuçlarını önleyebilmek işverenin ve işçinin elindedir. Türkiye’ de meydana gelen iş kazalarının çoğunluğu dikkatsizlik, umursamazlık, iş güvenliği eğitimlerinin yeterince verilmemesi ve hatta ciddiye alınmamasından kaynaklanmaktadır. Yasalar önünde haksız duruma düşmek istemeyen işverenin, çatı tamiri yapmak için yüksek yere çıkan işçisinin beline emniyet kemerini sadece süs olsun diye bağlatması ürkütücü ve bir o kadar da düşündürücüdür.

Tablo 1: Yıllar İtibariye İş Kazaları Oranlarının Dağılımı

 

Yıllar

2002

2003

2004

2005

2006

2007

İş kazası

72.344

76.668

83.830

73.923

79.027

80.602

Ölen sayısı

878

811

843

1.096

1.601

1.043

Kaynak: TMMOB, 2009.

Yapılan istatistikler, meydana gelen iş kazalarının % 50′ sinin kolaylıkla önlenebilir düzeyde olduğu, % 48′ inin sadece bir etüt ve metotlu çalışma sonunda önlenebileceği, % 2′ sinin ise önlenmesinin mümkün olmayacağını göstermiştir.

İş kazalarını ve olumsuz sonuçlarını önlemek için, öncelikle iş güvenliği bilincinin artırılmasını sağlayacak olan eğitim ve seminerler işçinin işletmeye adım attığı ilk dakikadan itibaren düzenli ve sürekli olarak verilmeli, sayısı 50’den az olan işletmelerde de İş Sağlığı ve Güvenliği Birimlerinin oluşturulması yasalarla zorunlu hale getirilmeli, kişisel koruyucu malzemeler yeterli kalitede olmalı ve kullanılması sürekli olarak denetlenmeli, iş ve iş güvenliği ile risk analizleri yapılmalıdır.

Türkiye’ de en iyimser yaklaşımla, iş kazaları ve meslek hastalıklarının toplam maliyetinin yılda 4 milyar TL olacağı tahmin edilirken, işletmelerde iş kazasını önlemek ve sonuçlarını minimum seviyeye çekmek için alınması gereken önlemlerin maliyetinin, iş kazaları sonucunda oluşan maliyetin yanında pek bir değer ifade etmeyeceği açıkça görülmektedir.

Unutmayalım ki, “Kaza Geliyorum” der.

Kafiye Kifayetsizliği

Koşturduğumuz atların nalları döküldü
Kaderimiz Kızılırmak gibiydi içe büküldü

Biz bu toprakları ivazsız sevdik bu majeste
Lâkin bu çaldıkları yedi yabancı bir beste

Yürüdüğümüz yol yol mudur yoksa çöl müdür?
Pranga sayan mahkûm psişik bir sembol müdür?

Düşlerim saklı durur karayel kavşağında
Mukaddes Manukyanzedeyiz en körpe çağında

Deprem gerilerde kaldı imdi dem depremsizlik
Bu tufan hazırlıkları Nuh Dedem tam temizlik

Aha diyorum: Marksizm bir afyondur a efendi!
Velâkin bu millet de kelepçesiyle evlendi

Akıncı karıncalar bastı mazimizi ağaca astı
Bildik ki asıl bizim esaretimiz bile halâstı

II. Mahmud’a gâvur diyen halk sana ne desin?
Haşmetmeab tahammül tanrısı nerelerdesin?

Minyatürüne geri dön ey son yeniçeri
Cihangirlik genetik mirasımızdır; ileri!

Müntehir bir fareden gelen mesaj: İnsanlık utansın
Salın şimendiferi çayıra vagonlar otlansın

Rahmetli Red Kit tesbihini ne de hızlı çekerdi
Sonra devlet tesbihi kamulaştırdı ve bir köye ismini verdi

Uzaya gider sarhoş balıkların sudaki terânesi
İşte Türkiye: Açıkhava akıllılar tımarhanesi