15.5 C
Kocaeli
Pazar, Eylül 28, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1214

Namaz Vakitleri

1- Sabah namazı vakti: İmsak vaktinden güneşin doğma anına kadardır.  Güneş doğarken, tam tepede iken ve batarken namaz kılınmaz.
İmsak, yatsı namazının bitişi orucun ve sabah namazının başlama vaktidir.
Ramazan ayında sabah ezanı imsak ile okunur. Diğer aylarda ise imsaktan 40-45 dakika sonra okunur. Her halükarda imsak vakti girince sabah namazı kılınabilir.

2- Öğlen namazı vakti: Güneş tepe noktasından biraz batıya kayınca başlar. Her şeyin gölgesi kendi boyunun iki katı olunca biter.

3- İkindi namazı vakti: Öğlen vaktinin bitmesi ile başlar. Güneşin batma zamanına kadar devam eder. İkindi namazını güneşin batmasına 40 dakika kalana kadar tehir etmek mekruhtur. Buna kerahet vakti denir

4- Akşam namazı vakti: Güneşin batması ile başlar. Batıdaki kızıllık kaybolana kadar devam eder.

5- Yatsı namazının vakti: Akşamın vakti çıkınca başlar. İmsak vaktine kadar devam eder.

Lüzumlu bilgiler

  • Vaktinde kılınan namaza eda
  • Vakti çıktıktan sonra kılınan namaza kaza namazı denir.
  • Namazı mazeretsiz kazaya bırakmak günahtır.
  • Kaza namazında sadece farzlar ve vitir namazı kılınır.
  • Namazda tadili erkâna riayet etmek vaciptir.
  • Cemaat ile kılınan namazda imamdan önce hareket etmek rüku ve secdeye varmak namazı bozar.
  • Namazda farzlardan birini terk etmek namazı bozacağından yolculuk esnasında otobüste mazeretsiz oturarak namaz kılınmaz. Çünkü kıyam (ayakta durmak) farzdır.
  • Sadece akşam namazında farz önce kılınır. Sebeplerinden en önemlisi akşam namazının vaktinin kısa olmasıdır.

İTİKADİ MEZHEBLER

1- Maturidilik: İslam’ın inanç konularında Ebu Mansur Maturidi’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu akıma denir. Ehlisünnet mezheplerinin çoğu tarafından kabul edilmiştir.

Maturidilik İslamın itikat alanında ayet ve hadisleri mutlak kaynak görmekle beraber aklıda dinin anlaşılması için gerekli görür.

Ameli konularda Hanefi mezhebinden olanlar itikadı konularda Maturidi mezhebindendirler.

İmam-ı Maturidinin görüşleri şunlardır.

  • İnsan akılla Allah’ı bulabilir.
  • İyi- kötü, güzel ve çirkin akılla bilinir.
  • İnsanda bir cüzi irade vardır. Sevap ve günah bunun neticesidir.

2-  Eşarilik:  İtikat konularında Ebul Hasan El Eşari’nin görüşlerini benimseyenlerin oluşturduğu akıma verilen isimdir. Maturidilik ten sonra gelen önemli bir mezheptir. Bu akım mutezileye karşı bir tez olarak doğmuştur. Kelam ilmine yenilikler getirerek O’nu felsefeyle rekabet edecek güce kavuşturmuştur.

Görüşleri şunlardır:

  • Kendilerine dini tebliğ ulaşmayan kimseler imanla sorumlu değildir.
  • İyi-kötü, güzel ve çirkin akılla değil din ile bilinir.
  • Kulda cüzi irade yoktur. O’nun iradesi Allah’ın iradesine bağlıdır.
  • Allah’ın fiillerinde sebep ve hikmet olabilirde olmayabilirde.
  • Amelde Maliki ve Şafii olanların çoğu itikatta Eşaridir.

AMELİ VE FIKHİ MEZHEBLER

1- Hanefilik: İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin öncülüğünde gelişen bir akımdır. Kişisel içtihadı(rey) ve kıyası kullanan Hanefilik Türkiye, Irak, Afganistan, Pakistan ve Hindistan’da yaygındır. Biz Hanefi mezhebindeniz.

İmamı Azam’ın ismi Numan, babasının ismi Sabit’tir. Bunun için ona Numan b. Sabit denir.

En meşhur öğrencileri İmamı Muhammet, İmamı Yusuf, İmamı Züfer’dir. En meşhur eseri ise Fıkhul ekberdir.

2- Şafilik: İmamı Şafiye dayanan mezhebin adıdır. Şafii mezhebi

Suriye, Mısır, Irak, Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde yaygındır.

3- Malikilik: İmam-ı Maliki’nin öncülüğünde gelişmiş bir mezheptir.

Mısır, Tunus, Fas ve Sudan bölgelerinde yaygındır.

4- Hanbelîlik: Ahmet b. Hanbel’in öncülüğünde oluşan mezhebin adıdır.

 Suriye, Irak, Hicaz bölgesinde yaygındır.

5- Caferilik: Kurucusu Hz Hüseyin’in torunlarından İmamı Cafer’dir.

İmamı Cafer aynı zamanda imamı Azam’ın da hocasıdır.

Şia’nın en önemli koludur. Esas adı İmamiye’dir.

Hz. Ali ve oğlu Hz. Hüseyin soyundan gelen on iki imama inanmak hem iman esaslarından biri hem de mezhebin ana düşüncesini oluşturur.

Görüşleri: Abdeste çıplak ayak üzerine mesh edilebilir. Boşanmada iki şahidi şart koşarlar. Zekâtı din adamları eliyle toplarlar.

Beş vakit namaz üç vakit olarak kılınabilir .

Namazda Kerbela toprağından yapılmış türbet denilen parça üzerine secde ederler

Caferiler itikatta Şia Mezhebindendirler.

Bugün İran’ın resmi mezhebidir. Irak ve Azerbaycan’da da yaygındır.

 

Bir Tuzak Daha: Anayasa

Son günlerde hepimizin biraz merak ve biraz da şüpheyle izlediği yeni anayasa tartışması var.
Ülkemin bu kadar yeni bir anayasaya ihtiyacı olduğunu bilmiyordum!

Meğer bütün sorunlarımızın başı şimdi 12 Eylülcülerin Anayasası olarak tanımlanan fakat halkın yüzde doksanının onayladığı bu anayasaymış… Bu halkta hiç bir şeyden anlamıyor! Böyle bir anayasaya evet denir mi?

Ancak sevindiğim husus mevcut anayasanın yerine yeni bir anayasa kabul edilince ülkemin yaşadığı tüm sorunların çözülecek olmasıdır.

Yeni anayasa ile işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk ortadan kalkacak eğitim, sağlık, ulaşım ve enerji gibi temel problemler çözülecek, terör bitecek ve aklıma gelmeyen nice çıbanbaşı patlayacak cerahat temizlenecektir.

Gelecek nesillere sorunları çözmüş ve anamızın ak sütü gibi bir anayasa bırakacağız. Ne mutlu böyle bir anayasayı yapacak olan bizlere!

Sorunlarımızın temeli Anayasa Mahkemesinin yapısı, Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulu, geçici 15. Madde falanmış. Hakikaten haklı adamlar. Bunları kökünden kaldırmalı!

Birde bunlara seçim barajını düşürmek ve terörle mücadele kanununu kaldırmak da eklenmeli. Bunlar ülke üzerinde fena halde bir yük.

Öyle ya daha geçen gün Hakkari’de askeri konvoy taşlandı. Taşlayanlar yürürlükte olan kanunlara göre suçlu. Çağdaş dünyada böyle suç olur mu?  Bu kanunu derhal kaldırmalı. Hatta yetmez askeri  konvoyu taşlayanlara maddi yardımda bulunmalı. Belki taş yetmiyordurda!

Aranızda bu kadarla kalmayalım, devleti taşlayanlara maaş da bağlayalım diyenler çıkabilir. Olsun memlekete düşünce özgürlüğü de lazım. Saygı duyarım…

Bunların hepsi yeni anayasa da yer almalı. Zaten varlar yapacağımız iş bunlara yasal dayanak hazırlamaktan ibaret.

Yeni anayasa kömür ve erzak dağıtımını legalleştirmeli,  ülkeye ihanet etmeyi suç olmaktan çıkarmalıdır. Çünkü bizim ülkemizde olan biten bölücülük yolu ile ihanet değil özgürlük mücadelesidir. Ne yapalım yerseniz!

Türk sözcüğü görüldüğü her yerde yasaklanmalı ve halk onayından geçmesine rağmen faşist bir anayasa olarak nitelenen 1982 Anayasasından 66. Madde ve meşhur 301. Madde bir daha anılmamak üzere yeni anayasa tarafından tarihe gömülmelidir.

Türkiye Cumhuriyetini milli ve üniter bir devlet yapısından uzaklaştırması beklenen yeni anayasa demokratik hak kılıfı altında bazı gruplara grev hakkı gibi yasal rüşvetler dağıtılarak yürürlüğe girmelidir. Bu rüşvetin yasallaşmasının önünü açacak bir hukuki gelişme olacaktır.

Türkiye’de yaşadığı bizzat başbakanın dilinden ifade edilen 36 etnik parçanın varlığı yeni anayasa da belirtilmeli, bayrakları anayasal güvence altına alınmalı ve mutlaka özerklikleri tanınmalıdır . Bu bizzat başbakan tarafından deklare edilen gerçeğin ilanından ibaret olacaktır.

Ermenilerin Akdamar’da yılda bir kez dini ayin yapmaları onları kesmez. Bu bir insan hakları ihlalidir. Ermenilere Akdamar’da yılın her günü ibadet izni verilmelidir.

Ayrıca ülkemizdeki bütün kiliseler bizim cemaat ve tarikatlarımız tarafından kampanyalar yapılmak sureti ile dinler arası diyalog felsefesi  içinde onarılıp hizmete açılmalı. Yeni anayasada bu hususlar yasal bir çerçeveye oturtulmalıdır.

Bunları ve daha nice hamleyi yeni  anayasada görmek beklentisi içindeyiz!

Tabii ki yazdıklarımızın hepsi gerçekleri hiciv eden birer latife…

Anayasa hazırlayıcıları yani AKP’nin kurmayları maalesef her seçim öncesinde olduğu gibi yine ülkeyi kutuplaştırarak seçime gitmeyi planlıyor.

AKP iktidarının kutuplaşmalardan beslendiği ve politikalarını bu zemin üzerine oturttuğu gün gibi aşikardır.

Baş örtüsü ve müslüman cumhurbaşkanı argümanlarından sonra seçim için yeni bir argüman arayışında olan AKP şimdi de yeni anayasa  silahına sarılmıştır.

İktidar ve yandaşı olan medya ülkenin sorunlarının tek çözümünün yeni bir anayasa olduğunu vurgulayarak muhalefeti halkın gözünden düşürmeye ve köşeye sıkıştırmaya çalışmaktadır.

Bu iktidar döneminde milletin birliği ve bütünlüğü erozyona uğramıştır . Ekonomik sorunlar ağırlaşmış işsizlik ve yoksulluk inanılmaz boyutlarda artmıştır. Dış ve iç borç ise tarihi rekorlar kırmaktadır.

İktidar bunlarla uğraşmak yerine yine yeni bir oyunla sorunları daha da ağırlaştıracak ve içinden çıkılmaz bir hale getirecek olan suni bir anayasa tartışmasını kamuoyunun önüne getirmiştir.

Halbuki yapılacak olan bir uzlaşı ile ihtiyaçları karşılamaktan ibarettir. Ama maksat üzüm yemek değil bağcı dövmektir.

Türk Milleti kendisine reva görülen bu muameleye layık değildir. İnşallah gerçekleri görerek kendisine kurulan ve adına anayasa denilen bu tuzağı da silip atacaktır.

Doğu Türkistan Değil Yabancı. Behey Dünya Denen Köhne Hancı!

          Doğu Türkistan ağlarken yine kan

          Sel oldu gözlerden boşanıp akan

           Aslında için için kaynamakta yıllardır Doğu Türkistan

          Bardağı taşırdı son olaylar, oldu zalim Çin’e asistan

           Hiç uyanmayacaktı dünya, taşmasaydı son zulüm bardağı

          Doğu Türkistan; Orta Asya’nın dinmeyen tek volkanik dağı

           En masumane gösteri, edildi bahane

          Korkunç bir katliam yaptı Çin; oh ne şahane!

           Doğu Türkistanlı; öz vatanda çok iken oldu azınlık

          Çin ejderhası ediyor gündüzü, karanlık mı karanlık

           Oysa, burnu kanasa bir Hıristiyan’ın, hem de kazaen

          Ayağa kaldırırlar dünyayı, hiç araştırmadan hemen

           En vahşi usuller deneniyor Türklere; mesela kısırlık

          Dünya seyirci hala; bakıyor mazlum Türklere, alık alık

           Çinli silahlandı; güya görünmesin resmi ordu, ortada

          Elleri sopalı çeteler; Türklerin olduğu her noktada

           Urumçi Han Tenkri Camii bile, yakılmak istendi

          Uygur Türkleri, bütün güçleriyle ne yaman direndi

           Çıktı Çin’li polis ile Uygur asıllı polis arasında atışma

          Uygur asıllı polis bile dayanamadı, oldu arada çatışma

           Pekin Merkezi Milletler Üniversitesi Öğrenci Yurtları

          Uygur Türkü öğrencilerin ellerinde tutuklanma kartları

           Nüfus kağıtlarını bile çok görüyorken zalim Çin

          Nasıl “devletim” diyebilsin Uygur? Olanlar çok çirkin!

           Hem Urumçi’den gitmek isteyene, vermiyor pasaport Çin!

          Hem de bulunduğu yerde, varlığını sorguluyor niçin?

           Bir hak ve adalet arayışı, daha terk edildi nisyana

          Nice öksüz ve yetim çocuklara, ne baba kaldı ne ana!

           Değiştirdi Çin, Doğu Türkistan’ın o güzel adını bile

          Niye kullanıyor Türk Basını “Sinkiang” adını ne diye?

          Boşaltılıyor Uygur Türklerinden Doğu Türkistan, baskı ile

          Zorlanıyor göçe; Çin içlerinde olması için asimile!

           Hem İslam hem Batı Dünyası, seyretmekle yetiniyor vahşeti!

          Ey bir kaşık suda fırtına koparanlar, görün artık dehşeti.

           Filistin konusu, tüm İslam dünyasının olmuşken mes’elesi;

          Neden geçmez Doğu Türkistan’ın Alem-i İslam’da esamesi?

           Kasıt aramıyoruz lakin; gelsin kendine Alem-i İslam

          Yoksa, manasız olmaz mı birbirimize verdiğimiz selam?

           Gerçekleşsin artık;  kalp, ruh ve eylemde Birlik Manası

          Değil mi İslam; hepimizin inançta ortak anası?

          Aksak Uygur kadın; koca ve erkek kardeşler için yürüdü

          Uygur kadını, yine o yüksek cengaverlik ruhu bürüdü

           19 Temmuz’da, götürdü onu polisler meçhule

          Bulunduğu yer; oldu erişilmez karanlık bir kule

           “Hiç mi hiç korkmadım! Beni döver ya da öldürürler diye!”

          “Biliyordum arkamda var, yerimi dolduracaklar nice…”

           “Polise özgürlük ve barış istediğimizi söyledim,

          Kocamı, dört erkek kardeşimi geri istiyorum, dedim.”

           Sonrası malum; işlemişti çok büyük bir suç(!) Uygur kadın

          Ne gam ey koca hatun! Anılacak artık ebedi adın

           5 Temmuz olayları sonu; oldu sayısız hapis ve idam

          Uygun gördüler Uygur Türklerine, olmayan hayatı haram

           5 Temmuz’da patlak veren olaylar, durmuş gibi

          Manzara; karanlık derin suların sanki dibi

           Doğu’da Çin, Batı’da Rusya; Uygur Türk’ü iki dere bir arada

          Velhasıl, yok rahat Türk’e, tarih boyunca, ne denizde ne karada

     Velhasıl:

           Kadın – Erkek demeden yak yık, vur öldür, sonra görün suret-i Hak’tan

          Herkesi kör alemi sersem sanış gözleniyor! Çin denen ahmaktan

          Kazakların Kazakistan’ı, Kırgızların Kırgızistanı var

          Doğu Türkistanlım! Sahipsizliğin sürecek, daha ne kadar?

           Urumçi’li Uygur Türk’ü; yok elinden tutacak kimsesi!

          Nerede kaldı, görünmez oldu, O; kimsesizler kimsesi?

          Yok mu Uygur Türkü’nün elinden tutacak bir yiğit?

          Öncelik sana düşer Türkiyem, bu sesi sen işit!

           Uygur üzerindeki baskı ve korku, halen ber-devam

          Sanki diyor: Ekmeksiz yaparım, hürriyetsiz yapamam!

           “Atom denemeleri mağduru”ysalar da, Doğu Türkistan halkı

          Bulacaklar er-geç yanlarında, o yenilmez güç sahibi Hakk’ı

           Urumçi’nin dar sokaklarında, yürürken bir Türk gazeteci

          Uygur’un yüzü gülüyor, işte beni kurtaracak Cebeci

           Var ihtiyacı Türkiye’ye Dünya’nın; dahil buna Çin!

          Öyle ise nedir yaptıkları? Geçin efendim geçin…

          Ta 1877’de yıkıldı, Atalık Gazi Devleti

          Tanımıştı Osmanlı Devleti’ni metbu, fakat olmadı kıymeti

           1888 : Tamamen bağladılar, zorba Çin yönetimine

          7 Temmuz 1928 : Karşı çıktı esaret kemendine

           1931’de ilk toplu ayaklanma oldu.

          33’te Doğu Türkistan Cumhuriyeti kuruldu.

           34 : Karışınca işin içine, bir de emperyalist Rusya

          Kaçırır mı hiç fırsatı Çinli, işgalden geri kalmadı yaya?

           Yıl 47: Doğu Türkistan, yeniden bir Türk Cumhuriyeti

          Yıl 50 : Çin’in Urumçi’ye gerçekleşti, saldırı niyeti

           Çekildi binlerce Türk, yalçın Himalayalara doğru

          Yeniden toparlanış için, sanki Ergenekon’du bu

          Atatürk; vermişti Afganistan’a, büyük hayati önem

          Nahçıvan da almıştı nasibini, söylemeden edemem

           Doğu Türkistan Cumhuriyeti’ni ilk tanıyandı, Atatürk

          Arar olduk bugün böyle devlet adamlarını, boynu bükük

           Ne zaman ki, ziyaret etse Çin’i bir Türk Devlet Adamı

          Çin gecikmez, kuruverir hemen Doğu Türkistan’a damı

         Ucuz ve bozuk olarak, her şeyi yapıp ederken ihraç!

          Kalıyor Çin yüzünden Türkiye’de, milyonlarca insan aç!

          Türk Medeniyet Tarihi’nin Doğu Türkistan, olmuş iken beşiği

          Gerçekleşti Türk Cihan hakimiyeti; ancak, aşınca o eşiği

          Gök ve Al-Bayrak; dünyanın en güzel iki bayrağı

          Fakat, yasak bugün Gök-Bayrak Türkiye’de bayağı

           Çok zaman, Türkiye alırken dış politika’da hava

          Çin hiç olmuyor Türkiye’nin yanında, hatta bir defa

           Kendi vatanlarında Türkler; edilmiş iken birer parya

          Niçin sessiz akar bilmem ki, istiklal sembolü Sakarya?

           Otuz milyonluk Doğu Türkistan, bugün öksüz ve yetim

          Tek ümitleri var dünyada, Türkiye Cumhuriyetim

           Hem sahib-i vatan, hem çaresiz, işsiz, güçsüz ve de aç

          Tek Türkiye, derde deva, koyacaksa ağzına ilaç

           Kaldı Doğu Türkistan’ım, yine üzgün yine mahzun

          Düşündürüyor insan olan insanı, uzun uzun

           İş işten geçmedi, olmayalım sakın ha! Hiç çaresiz

          Ey istikbalin genç evladı! Olacaksınız çare  siz

      Öyleyse:

           Bulanlar Türkiye gibi mübarek bir vatanda, hürriyeti

          Ederek eziyet Türk Milleti’ne, çok görmeyin saadeti

           Çünkü gelirse bir zarar, şayet kutlu Türk devleti’ne

          Sebep olanın pişmanlığı da, olmaz deva derdine

           Bu kutlu, mübarek vatanın, bilinmiyor maalesef kıymeti

          Rahatsız ediyor rahatlık! Bazı nankör, bozguncu zihniyeti

          Çevre ülkeleri gezip de, bir görseler kimdeymiş gerçek hürriyet

          Bilmek için ülke değerini, hissetmeli gurbet içinde gurbet

           Velhasıl, Türkiye; mazlum milletlerin sığındığı, sıcak bir yuva

          Değil Spartalıların; düşmanı aldattığı diyar-ı Truva

           Türkiye de artık kendine gelip, almalı aklını başa

          Yoksa, vuracak olur başını  -Allah etmesin-  taştan taşa

           Türkiye’ye büyük bir iş düşüyor; kalsa da tek başına

          “Doğrunun yardımcısı Hazret-i Allah” yazılmış taşına

 

“Allah’tan Büyük Olsun”

Demişler ki; ‘Öküzün dikkatini çekmek için alnının ortasına odunla vuracaksın‘. Osman Saraç‘ın başlıktaki adla çıkan ikinci şiir kitabı gâvurcasıyla full aksesuar o türden.

Kuvvetli mümin zayıf müminden hayırlı‘ hadisini sermaye, Müsiad ekolüne ‘Zengin Müslüman fakir Müslümandan hayırlıdır‘ diye yedirmişti.

“Okeyde taş çaldı diye ayıplanırken bizim Murat

Bunlar taş ocağı çalar

 İtibar görür”

Bense hep Müslüman‘ın cesaretine bakarım. El ile, dil ile veyahut yüreğiyle gözükara olmak imanımızın namus borcudur.

“Allah büyüktür diyor, her şeyden korkuyorsun

 Öyle bir şeyden kork ki Allah’tan büyük olsun”

Ne demişler; hacı hacıyı Mekke‘de, derviş dervişi tekkede, deli deliyi dakkada.. O dakikaya ‘one minute‘luk bir manzara koyuyor H.Osman Saraç kitabın ortasından.

“Her şair biraz delidir

 Biraz da veli

 İyi şiir için çok delirmeli”

Arka kapakta Abdürrahim Karakoç Usta‘ya benzetiyorlar şairi. Doğrudur; öyle bir tat var lâkin ben daha çok bir Neyzen ve Kazak Abdal lezzeti aldım. Bodoslama hiciv..

              “Irak’a bombalar düştü                    Dön de bir bak etrafına

                    Müttefikinizi sileyim                      Bindi Fatma’nın sırtına

                    Bırakmadınız şu pushtu                 Kına yak bir tarafına

                    Müttefikinizi sileyim                      Müttefikinizi sileyim”

Burnuma yeni Serdengeçti Osman kokuları geliyor. Hani diyor ya; ‘Volkan gibi lâv atmış, ne susmuş ne sönmüşüm / Ben bu imanın uğruna çılgınlara dönmüşüm‘. Yada; ‘Siz onları göreydiniz deli derdiniz..’

Alın siz bir ‘deli‘ ve ‘Filistin Gözlüm‘ şiiri. Gayri neylerseniz eyleyin.

 

                “Vietnam’a girdin yüreğimde

                     Kahrolmadı Amerika

                     Somali karası oldu yüreğim

                     Acısı kâr oldu

                     Kime yar oldu?

                     Seni sevdim Habeş soylum

                     Yüreğim Gazze oldu

                     Ceplerim Afrika!”

Anayasa Değişikliği Hangi İhtiyaçtan Çıktı

Anayasa değişikliği tartışmaları gündemin en önemli maddesi durumunda. Türkiye gündeminin ilk maddesi haline gelen bu siyasi atağın hangi ihtiyaçtan doğduğunun tespiti önemlidir. Çünkü bu değişiklik teklifi TBMM’de görüşüldükten sonra büyük ihtimalle referanduma sunulacak gibi görünüyor.

Halkın büyük çoğunluğunun böylesine teknik konuları bilmesi ve teknik detayları gözeterek değerlendirmesi mümkün olmadığına göre, çoğunluk genel algılama ve taraftarı olduğu partilerin tepkilerini dikkate alarak oy verecektir.

Anayasalar bir toplumsal sözleşme olarak kabul edilir ve bunlarda yapılacak herhangi bir değişikliğin normalde bir milli mutabakatla yapılması istenir. Bunun için Meclis’te oylaması esnasında nitelikli çoğunluk aranır. Ancak kabul edilen metinlerin uzun ömürlü olması, toplumda barış, huzur ve gelişme sebebi olması için, azlık oyların görüşlerini de içine alan dengeli bir yapıda olması beklenir.

Yapılmak istenen değişiklikler için toplumda genel bir mutabakat (konsensüs) sağlanmasını bir yana bırakın, proje Meclis’te bile AKP’nin yalnız kaldığı bir teşebbüs durumundadır. Yapılmak istenen değişikliklerin “akıbetinin hayır olması için, niyetin de hayırlı olması gerektiği” düşüncesiyle niyetin neler olabileceğini anlamaya çalışalım.

GÜNDEMİ DEĞİŞTİRME: AKP gündem değiştirme konusunda hep son derece ustaca manevralar yapıyor. Seçimlere bir yıl civarında bir süre kalmışken, hükümeti yıpratan “önemli başarısızlıklar” sıcaklığını korurken seçime gitmek AKP açısından çok olumsuz sonuçlar doğurabilecekti.

Ekonomik krizin yarattığı işsizlik, esnaf, çiftçi ve işçinin yaşadığı sıkıntılar.. Bunların yanında sıkıntının adil paylaşılmadığına, iktidara yakın olanların nemalandığına dair örnekler bu kitlelerin AKP’ye duyduğu güveni çok aşındırdı. 

“Kürt açılımı/ demokrasi açılımı” , “Ermeni Açılımı” teşebbüslerinin kardeşlik ve barış getireceği vaatlerinin birer ütopya olduğu anlaşıldı. Habur‘dan giriş yapan PKK’lıların yarattığı toplumsal travma kolay geçeceğe benzemiyor. Bu yüzden “Kürt Açılımı” rölantiye alındı.

“Ermeni Açılımı” ise bir başka fiyasko oldu. ABD ve bazı AB ülke parlamentolarında “soykırım” iddialarının kabul edilmesi, yapılan açılımın bir faydası olmadığı gibi kardeş Azerbaycan’ın küstürülmesi gibi ağır zararları olduğunu ortaya çıkardı.

AKP açısından bu olayların yarattığı ağır havanın dağıtılması için gündemin değiştirilmesi gerekiyordu. 7 seneyi geçen iktidar döneminde yapamadığı değişiklikleri bu dar vakitte ve hem de referandumu göze alarak yapmak için kendince önemli sebepleri olmalı.

KAPATILMA VE YARGILANMA KORKUSU: AKP’nin kurmay heyeti geçmişte birkaç partisi kapatılmış “Milli Görüş” ekolünden geliyor. Ayrıca AKP de Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmaktan bir oy ile kurtuldu. Ayrıca “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” suçundan hüküm giydi.

Bu partinin iktidardan düşmesi halinde, mevcut dış desteğin devreden çıkabileceği ve partinin kapatılıp, birçok yöneticisinin Yüce Divan’da yargılanabileceği korkusu var. Bu korku anlaşılabilir ve insani bir duygudur. Bunun için Yüksek Yargı (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay) ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) içinde AKP’ye yakın üye sayısını artıracak bir çalışma içine girilmiştir.

REFERANDUM KUMARIYLA OY ARTIRMAK: Değişiklikler halkoyuna sunulacağı için, AKP paketin içerisine geniş halk kitlelerinin hoşuna gidebilecek bazı düzenlemeler ile birtakım grupların desteğini sağlamaya yönelik haklar verilmesi yoluna gidiyor. Bu suretle oy oranını normal seçimlerde alabileceği oranın üzerine çıkartmak istiyor. Genel seçimlere de bu moral ile girmek ve iktidar gücünü korumayı planlıyor.

ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL EDERSE: AKP referandumu göze alırken belki de en istediği şey, referanduma gidemeden Anayasa Mahkemesinin bu değişiklik teklifini iptal etmesidir. Mahkemenin böyle bir iptal kararı vermesi zayıf bir ihtimal değildir. Böyle bir olay olursa AKP çok sevdiği mağdur rolünü oynamak için güzel bir fırsat yakalamış olacak.

BAŞKANLIK SİSTEMİNE DOĞRU: Rahmetli Turgut Özal’ın gönlünden geçirip başaramadığı Başkanlık sistemine geçiş hevesinin Başbakan Erdoğan‘da olmadığını söylemek mümkün değildir. Cumhurbaşkanını halkın seçmesi yönünde yapılan son Anayasa değişikliği bu sisteme hazırlığın önemli bir adımıdır.

Başbakan Erdoğan’ın da Turgut Özal gibi partisinin zayıflamaya yüz tuttuğu dönemde Çankaya’ya çıkma arzusunu gütmesi normal bir davranış biçimidir. Böylece hem tarihe Cumhurbaşkanı olarak ta geçmek ve hem de dokunulmazlık zırhını kullanarak yargılanma tehlikesinden kurtulmuş olacaktır. Her ne kadar yıpranmış bir iktidara dayanarak halkoyuyla Cumhurbaşkanı seçilmek pek kolay değilse de, Erdoğan’ın bu şansı mutlaka deneyeceği kanaatindeyim.

Yapılması düşünülen Anayasa değişikliklerini hazırlayan komisyon içindeki önemli isimlerden hocam Prof. Dr. Burhan Kuzu‘nun ve diğer bazı önemli AKP’lilerin Başkanlık Sistemi taraftarı olduğunu biliyorum. (Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu, daha AKP’nin kuruluşu tamamlanmadan, Kocaeli TV’de yaptığım Geniş Açı adlı programımda bu görüşlerini Kocaelililerle de paylaşmıştı.) Bu ekibin Tayyip Erdoğan’ın hırsı, cesareti ve ihtirası ile bu sisteme geçiş için iyi bir fırsat yarattığına inandıklarını düşünüyorum.

DEMOKRASİMİZİN GELİŞTİRİLMESİ: Yapılan değişiklikler “12 Eylül Anayasasının dar kalıplarını, kişi hak ve özgürlükleri açısından geliştirmek” yönünden bir fırsat olarak değerlendirilebilir.

AİHM’ne Rusya’dan sonra en fazla müracaatın olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti aleyhine (insan hakları ihlalleri olduğuna dair) kararların yüzde doksanı bulduğu bir yargılama sistemimiz var. Adalet geç tecelli ediyor, çoğu zaman eksik ve yanlış işliyor. Bu sistemi geliştirmek için gerekli olan adalet reformuna başlangıç teşkil edecek bazı düzenlemeler keşke ilave edilebilse. Sivil yargı/ Askeri Yargı ikileminden çıkılabilse. Hâkimler ve savcılarımız gerçekten bağımsız olabilse ve yalnız adalet için çalışabilse, “vicdan ve cüzdan arasında sıkışmasa”.

Yapılmak istenen Anayasa değişikliklerinde bu niyetlerin hepsinden birer parça var. Yemeği oluşturan ana unsurlar önceki maddeler, son başlık yani “demokrasimizin geliştirilmesi” ise yemeği tatlandırması için konulan tuz kabilinden.

Anayasa değişiklikleri ile ilgili daha çok düşünecek ve yazacağız gibi gözüküyor.

Kamyonu Arkadan İtmeliyiz

Gazeteci yazar Mehmet Barlas, köşesinde okuyucularıyla bir hatırasını paylaşıyor: Barlas, 1960’larda Batman’a gider. Batman o günlerde oldukça yoksul belde görünümündedir. Yollar çamur deryasıdır. MTA’ya bağlı mühendisler petrol arama çalışmaları yapmaktadırlar. Mühendisler, yağmurlu bir günde kamyonla araziye çıkarlar. Kamyonun kasasında işçiler de vardır. Kamyon çamura saplanır. Kurtarmak için onu itmek ya da çekmek gerekmektedir. Kabinde bulunan mühendis, kasadaki işçilere “Haydi kamyonu itin.” diye talimat verir. Aradan bir dakika geçer; kamyonda bir hareket yoktur. Mühendis “Galiba bunlar beni dinlemiyor.” diye hışımla atlar çamurun içine. Bakar ki işçiler kasada olduğu halde kamyonun kabin kısmını türküler söyleyerek itmektedirler. Aslında onlar, kendilerine verilen talimatı yerine getirmişlerdir. Bir işi yapıyor görünüp yapmamak, böyle bir şey.

Bir şey üretiyor görünüp üretmemek, bir sonuçtur. Temelinde yatan ya cahilliktir ya tepkidir ya da art niyettir. Fıkralara konu olan, yukarıdakine benzer olaylar eski Demirperde ülkelerinde çok yaşanırmış. Dinler, bunlara gülerdik. Oradaki davranışların nedeni, sisteme verilen tepki. Peki bizim işçiler, kamyonu neden, sonuç alamayacakları yerden itiyorlar?

İşçilerin, bir art niyet taşıdıklarını ve bir duruma tepki gösterdiklerini düşünmüyorum. Kendilerinden isteneni büyük bir zevkle yerine getirmişlerdir. Hatta iş esnasında türkü bile söylemişlerdir. Kendilerine “İnin, arkadan itin.” denmemiştir, onlar da çamurdan kurtarılması gereken kamyonun nereden itileceğini düşünememişlerdir. Biz, buna hem iletişim hem yöntem bilmeme sorunu diyebiliriz.

Bilgi, bir eserde malzemedir, yöntem de eseri ortaya çıkaracak yoldur. Gideceği yolu bilmeyen hiçbir malzeme, değer kazanamaz. Malzemeyi değerli kılmak için, usulünce onu yerinden alıp uygun yere taşımak gerek. Bu insanlara önce kamyon denen malı, yapısıyla ve işleyişiyle tanıtmak gerekiyordu. Kamyonu nereden iteceğini bilmeyen işçilerin, yerinde sayması doğaldır.

Toplum olarak, yöntem özürlüyüz. “Yolunu bildikten sonra aşılmayacak dağ, yoktur.”,  “İtle dalaşmaktansa köşeyi dolaşmak yeğdir.” deriz, bir işte başarının önemini, atasözlerimizle anlatırız; ama bunu hayata geçirmekte zorlanırız. Yöntem bilmemeyi, işi zora sokmayı ya da bir işi zorlanarak başarmayı bir erkeklik, bir erdem sayarız. Sanırız ki güç ve zaman kaybederek elde ettiğimiz sonuç, daha değerlidir. Bu da bir kültür ve akıl eksikliğidir.

“Usul olmayınca vusul olmaz.” der mutasavvıflar. “Vusul”, kavuşma demektir. Usul de tecrübeyle, bilgi birikimiyle elde edilir, hafızayla yaşatılır. Usul, yalnız kişinin değil, insanlığın ortak birikimidir. İletişimle, eğitimle bu birikim paylaşılır. Hayvanlar, yalnız kendi birikimleriyle hareket eder, insan, kendinden öncekilerin birikimlerinden yararlanabildiği için ayrıcalıklı varlıktır. İnsanoğlu, yalnız kendi birikimleriyle davranış ortaya koyabilen canlı olsaydı, bugünkü medeni seviyeye ulaşamazdı.

“Püf noktası”nı bilmek deyimini yöntemin önemini vurgulamak için kullanırız. “Akılsız kafanın cezasını, ayaklar çekermiş.” atasözünü de yöntem bilmezliğin doğuracağı olumsuz sonuçlara dikkat çekmek için kullanırız. Yöntem; neyi, nerede, ne zaman, nasıl, kiminle yapacağını bilmenin tamamını kapsar. Bunların tamamı, kişiyi bir işte sonuç almaya götüren enstrümanlardır. Bir işi yanlış zamanda, yanlış yerde, yanlış insanlarla yapmak de bir yöntemsizliktir.

Ömür kısa. Çamurdan çıkmak isteyenler, kamyonu kasanın dışından ve arkadan itmeliler.

 

Bulut Teknolojisi üzerine (1)

Sürekli olarak yazılarımın satır aralarında bahsettiğim “değişim”  ve buna bağlı olarak gelişimi tetikleyen en önemli parametre IT (İnformation Teknoloji) Bilgi Teknolojilerindeki baş döndürücü gelişmeler aslında.

ABD’nin başkanı  Obama’nın seçim çalışmalarında Yeni Bilgi Teknolojileri çok kullanıldı. Hem ABD’de hem de dünyada çok kişiye ulaşıldı. Seçim sonrası da bu teknolojiyi kullanma kararı aldılar. “ABD Başkanı Obama’nın teknolojiden sorumlu yöneticisi Vivek Kundra federal hükümetin Data.gov projesi hakkında toplantı salonuna canlı bağlanarak bilgi verdi. Yeni Delhi doğumlu Kundra ABD vatandaşlarının daha şeffaf bir yönetim ve daha demokratik yaşam şekli için bilgiye ulaşmasını sağlayacak projelere adım atacaklarını söyledi. Mart’ta başlayan Data. gov projesi devletin sağlık, eğitim, güvenlik ve enerji konularında bilgiye erişimi kolaylaştırıyor. Proje Microsoft’un bulut bilişim teknolojisini de destekliyor.” (http://www.sabah.com.tr/Teknoloji/2009/11/19/obama_bulut_teknolojisini_dijital_demokrasi_icin_kullaniyor )

Daha düne kadar soğuk bakılan sadece oyun oynandığı söylenen Bilgisayarların; İnternet ortamının yaygınlaşmasıyla birlikte, herkesin onda bir şeyler bulacağı, fikirlerini paylaşacağı, alışveriş yapacağı, bir çok aktivitelerin organize edildiği ve diğer bir çok şeylerin yapılabildiği bir ortam oluştuğu gözlendi ve cazibesi arttı..

Küreselleşme dediğimiz, dünya artık bir köy oldu söylemlerinin arttığı  günümüzde; Dünyamız aslında uluslar arası bir çok anlaşmanın devletler tarafından imzalanması ile birlikte, mal ve hizmetlerin serbest dolaştığı global bir pazar haline dönüştü. Kendimden bir örnek verecek olursam Çin’den beğendiğim bir ürünü ısmarladığımda herhangi bir kargo parası ödemeden 8 gün içinde adresime teslim ediyorlar. Diğer ülkelerle de birçok ürün internet üzerinden pazarlanabiliniyor.

Bu gelişen süreci iyi okumamız gerekiyor. Eğer iyi okuyamazsak bizlere zarar verebilir. Bu süreçte, baktığımızda, kazananlar var kaybedenler var. Kazananlar bu süreci iyi okuyan ona göre değişimini gerçekleştirebilen şirket ve bireylerdir. Birde en fazla şanslı olanlar var. Zaten bu işin öncülüğünü yapan uluslar arası şirketlerdir. Bireylere baktığımızda da ise dünyadaki kabul görmüş eğitim ve donanıma uygun yetişmiş bireylerin, daha yerel yetişmişlere karşı bir avantajları gözüküyor..

İnternet inanılmaz bir dünya. İnternet bize elimizin altında olacak şekilde kişi, iş, mal, teknoloji. v.b gibi bilgileri sunan muazzam bir platform. Bazı kişiler “İnsanoğlunun bulduğu en hızlı gelişen teknolojisi” diye tanımlıyor.

Modernleşme sürecine bakıldığında uzun bir süreç aslında tarım toplumundan, sanayi toplumuna geçiş, oradan da bilgi toplumuna uzanış. Bundan sonra değişim çok hızlı olacağa benziyor. Sosyal paylaşım sitelerinde patlamalar yaşanıyor. İletişim, paylaşım sanal bir ortama kaydı. Bu küreselleşmenin hızının artması, ülkelerde yaşayan vatandaşların demokrasi isteklerinin artmasına sebep olacaktır.

İnternet çok fakir ülkelerde bile ciddi olarak kullanılmaya başlandı. Bu ülkelerde yaşayan insanlar hem dünyadaki gelişmelerden haberdar olurken kendi her türlü ürününün tanıtımını, bölgesinin tanıtımını, fikirlerinin ve diğer mal ve hizmetleri değerlerini tüm dünyaya taşıma imkanı bulmaktadır. İnternet ile birlikte toplumun taleplerinde artmalar olacak oda o bölgelerde değişimi tetikleyecektir.

İnternet bilişim dünyasında bulut simgesi ile gösterilir. Bulut teknolojisi kafalar karışmasın diye söylüyorum var olan bir teknoloji. Bu arada İngilizce olarak “cloud computing” denilen bu kavrama farklı isimler koyular bunlardan bazıları “net-işlem”,”ağ-işlem”, “Bulut Bilişimi” diyor. Ben yazılarımda çağrışım yapma adına “Bulut bilişimi” diye bahsedeceğim.

Bulut bilişimi mobilitenin ve sosyal paylaşım sitelerinin artması ile birlikte mevcut teknolojinin üzerine yeni özellikler ekleyerek, kullanıcılara; hem ekonomi, hem de enerji anlamında ciddi tasarruf ve kaliteli hizmet sunacak bir sistem olarak tarif edebiliriz.

Gelişmeye açık bir sistem olduğundan gelecek Bilişim yapılanmaları; Bulut teknolojileri üzerine olacaktır.

 

Yeşil tuttum bir Allah

kırnap’ın ucundaki
taşla ezilmiş gazoz kapağını,
parmaklarının arasına sıkıştırıp
kaytanı iyice sarmaladığı topacı
fırlatıp döndürmeyi bilmez
iki ucunu bağlayıp ateşte dağladığı
çatal daldan sapan yapmayı
sığırcık peşinde hep karavana.
..
uçurtma kenarına jilet gizleyip
ip kesmeyi,
uçurtma düşürmeyi hiç!
bilmezsin,
çakı ile taze söğüt dalından düdük yapmayı.
misket hazinesi bile olmamış çocuğum
çer çöp, hiza mum direk nedir?
ya “yeşil tuttum bir Allah”?

uzun eşşekten bir kez bile düşmemiş halin
hadi güvercin takla, altokka
kibrit kutusu kapağını duvardan bırak
markasız gazozun genzine kaçmadan gazı
sakızdan çıkmış artiz resimlerine bak
alt mı, üst mü?
ya japon kale, minyatür kale
üç korner penaltı,
yakan top, istop
gol atan kaleye
.
dizi açılmış pantolonla
eve dönmenin hafifliği
çelik çomağın çamurunda
ezan okunmadı mı daha dayakları
..
kalıp sabunun göz yaktığı
yorgun akşamlarda
radyo sesiyle dalıp uykuya
yakası yolda bağlanan önlüğe
günaydın diyebilmek var.
..
sen
yağlı ekmek üstüne salça sürmeyi
zeytini ısırıkla bölerek yemeyi bilmezsin
ahh çocuk!
çocukluğuma dönmesine
çöp çekelim
var mısın?  

Bilinmesi Gerekenler : Efali Mükellefin

Mükellef: Ergenlik çağına gelmiş Allah(cc)’in emir ve yasaklarından sorumlu olan kadın ve erkek Müslüman kişilerdir.Ergenlik çağına gelme kızlarda 9-12 yaş arası erkeklerde 12-15 yaş arasıdır. Bu bedensel gelişme ve iklimin sıcak ya da soğuk olmasına göre değişir.
15 yaşını doldurduğu halde vücudunda biyolojik bir değişiklik olmasa dahi ergenlik çağına girmiş sayılır, yani ergenlikte son sınır 15 yaşını bitirmiş olmaktır.

Görevleri şunlardır:

1-  FARZ: Allah(cc)’in kesin olarak yapmamızı emrettiği işlerdir.

İki kısma ayrılır.

 a-) Farz-ı ayın: Her Müslüman’ın bizzat kendisinin yapmak zorunda olduğu emirlerdir.

 Örnek: Namaz kılmak, oruç tutmak vb.

 b-) Farz-i kifaye: Bazı Müslümanların yapmasıyla yapmayanların üzerinden sorumluluğun düştüğü emirlerdir. Yapan kişi sevabını alır, yapmayana günah yoktur.

Örnek: Cenaze namazı kılmak, hafızlık yapmak v.b.

Dikkat: Farzları yapmayan Müslümanlar günahkâr olur inkâr edenler ise dinden çıkar yani kafir olurlar.

Aman ha yapmıyorsanız bile inkâr etmeyiniz.

Unutmayınız kedi yavrusunu yerken fareye benzetirmiş

2- HARAM: Allah(cc)’ın yapılmasını kesin olarak yasakladığı işlerdir.

İki kısma ayrılır.

a-) Haram li aynihi: Haramlığı kendisinden kaynaklanan işlerdir. Yani asli haram olan işlerdir.

Örnek: İçki içmek, kumar oynamak (toto, loto, at yarışı, iddia vb.) adam öldürmek gıybet etmek, iftira atmak vb. İçkinin çoğu haram olduğu gibi azı da haramdır. ( Bir yudum olsa bile )

Arkadaş hatırını Allah (cc) hatırından üstün saymak akıllı müslümanın yapacağı iş değildir.

b-) Haram li gayrihi: Asli helal olup da geçici sebeplerden dolayı haram olan işlerdir. Ekmek helaldir. Çalınarak yenilirse haram olur. Bunun gibi.

Dikkat: Haram farzın terkidir haram işlemek insanı günahkâr yapar haramı inkar etmek saymak müslümanı dinden çıkarır helal

En büyük tehlikede dinden çıkan yani kâfir olan müslümanın kendini Müslüman zannetmesidir.

3-  MEKRUH: Yapılması dinimizce çirkin olup hoş görülmeyen işlerdir.

İki kısma ayrılır.

a-) Tahrimen mekruh: Harama yakın olup günahı gerektiren işlerdir.

Örnek: Dedikodu yapmak, laf taşımak, ayakta yemek yemek ve erkeklerin küçük abdestini ayakta bozmaları vb.

b-) Tenzihen mekruh: Hoş olmamakla beraber günahı gerektirmeyen işlerdir.

Örnek: Ayakta su içmek, sol el ile yemek yemek vb.

Müslümanlar haramdan uzak durdukları gibi mekruh olan işlerden de uzak durmalıdırlar.

4-  VACİP: Farz kadar kesin olmamakla beraber Allah(cc)’ın emri olan işlerdir. Kurban kesmek, bayram namazlarını kılmak, fitre vermek gibi.

Farzdan farkı farzı inkâr eden dinden çıkar, vacibi inkâr eden kişi dinden çıkmayıp büyük günah işlemiş olur.

Aleni büyük günah işleyenlere de fasık denir

5- SÜNNET: Peygamber efendimiz (sav)’in yapmış olduğu işlere denir. Peygamberimizin sözlerine de hadis denir.

Hadisler sünnetin sözlü olan kısmıdır.

Sünnet iki kısma ayrılır.

a-) Sünnet-i müekkede: Peygamberimizin sürekli yaptığı mecbur olmadıkça da terk etmediği işlerdir. İkindi ve yatsı namazının ilk sünnetleri hariç diğer sünnet namazlar, misvak kullanmak, teravih namazı kılmak gibi.

b-) Sünnet-i gayri müekkede: Peygamberimiz (sav)’in bazen yaptığı bazen de bile bile terk ettiği işlerdir.

Bunlara zayıf sünnette denir

İkindi namazının sünneti ile yatsı namazının sünneti bu şekildedir

Peygamberimiz bunları bazen bile bile terk etmiştir

Bunların sünnet şekli böyledir

6-  MÜBAH: Yapılıp yapılmamasın da sevap yâ da günah olmayan işlerdir.

Yemek, içmek, gezmek, eğlenmek, yatmak, dinlenmek vb.

7-  MÜFSİD: Başlamış bir ibadeti bozmaya denir.

Tuttuğun nafile orucu bozmak yâ da namazı bozmak gibi tekrarını gerektirir.

Hoş bir iş değildir.

8- HELAL: Yapılmasında dinen sakınca olmayan işlerdir.

Yapılıp yapılmaması serbest olan işlerdir.

Bürokratik Yargının Fanatikleri

0

Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılarının, Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’i derdest etmeleri ve Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun Erzurum Özel Yetkili Cumhuriyet Savcılarının yetkilerini kaldırması Yargı Darbesi olarak tanımlandı. Taraflardan hangisinin yasaya göre davrandığı tartışmaları başladı. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, HSYK’nun kararını bağımsız yargıya müdahale olarak değerlendirdi. Hükümet tarafı konuya bu açıdan yaklaştı. Yüksek yargıyı oluşturan kurumların üyeleri ve yöneticileri, HSYK’na destek gösterisi yaptı. Bu gösteri aynı zamanda onların, tutuklanan Erzincan Cumhuriyet Başsavcısını desteklediği anlamına gelmektedir.

Bu tutuklamalar, yetkisizlendirmeler, yargı darbesi değerlendirmeleri ve Sayıştay hariç diğer iki yüksek yargı organı olan Danıştay ve Yargıtay mensuplarının gösterileri, haklı olarak basında çokça yer aldı. Konu hakkında yazılı, sözlü ve görsel basında çok sayıda yorum yapıldı ve halen de yapılmaktadır. Bu tartışmalar, yargı, politika ve basının konu hakkında kendi arasında parçalandığını ve herkesin şu ya da bu şekilde “taraftar” olduğuna da işaret etmektedir.  Taraftarların yorumlarına ve açıklamalarına bakıldığında bir futbol müsabakası ile ilgili olarak yapılan yorumlar akla gelmektedir. Yargı sisteminin yasaları, yani kanunlar çeşitli şekillerde yorumlandı. Her kes haklılığına ilişkin farklı bir yasa metnini delil olarak gösterdi.

Ben bu makalede “Taraftarlar” arasındaki tartışmanın ve çekişmenin yasalar yani kanun metinleri ile alakalı olmadığını, “Grupsal çatışma” ile ilgili olduğunu göstermeye çalışacağım. Daha önce modern yargı sistemlerinin tabiatı hakkında üç tane yazı yazdım. Bu yazılarda, modern yargı sisteminde bireyin olmadığını, toplumsal disiplinin esas olduğunu, yargının bağımsız diye söylenen yasalara göre işlemediğini, yasaları olduğu gibi uygulamakla görevli olan yargı yetkililerinin bağımsız bürokratik bir iktidar alanı inşa ettiklerini açıklamıştım.

İlginçtir çatışmanın “Taraftarları”,  sorunun kapsamlı bir yargı reformu ile aşılacağı noktasında birleşmektedirler. “Taraftarların” bu beklentisi, sanki çatışmayı körükleyen asıl muharrik güç, mevcut kanunlarmış gibi bir intiba uyandırmaktadır. Yani, çatışan taraflara göre, kanunlar böyle davranmalarına yol açmaktadır. Bu mantıkla devletin tepesindeki çatışmaya baktığımızda, sanki kanunlar HSYK’lunun Erzurum savcılarının yetkilerinin kaldırılmasını mücbir kılmaktadır. Aynı şekilde Erzincan Başsavcısının tutuklanmasını yine kanun mücbir kılmaktadır. Böyle çelişik bir durum kanun metinleri arasında olabilir mi? “Taraftarların” kendi aralarındaki kavganın suçunu, mevcut kanunlara yüklemesi kendi içinde çelişik bir durumdur. Mantıksızlıktır.  Ancak futbol takımı fanatizminde örneklerine rastladığımız bu tür davranışlar ve tutumlar, olup bitene yasa metni çerçevesinde bakılmayacağını da göstermektedir.

“Grupsal çatışma”, sosyolojik bir olgu olarak toplumsal hayatın birçok alanında yaşanır. İnsanlar kişisel davalarını ve emellerini “grup değeri” olarak yapılandırır. Böylece amaçlarına ulaşmak için daha fazla güç toplamış olduklarını varsayarlar. Gruplar ise, toplumu manipüle yani yönlendirerek kendi amaçları doğrultusunda sürüleştirmeye çalışır. Bu süreç içinde kişilerin “basireti tutulur”. Bu durum Mekkeli müşriklerin içine düştüğü yanılsamaya yani inkâra benzer. Yüce Allah onların ağızlarıyla konuştuklarını, onların basiretinin tutulduğunu söyler. Grup psikolojisi aynı zamanda karşı tarafa yanlış ve kötü yüklemeler yapılmasını da besler. Yüce Allah bundan dolayı, bir gruba olan düşmanlığınız sizi adil olmaktan alıkoymasın, der.

Yargı mensupları görevleri ve vazife ahlakları gereği grupsal çatışmalarda taraf olamazlar. Yasaların eşit bir şekilde uygulanmasını sağlayan uzmanlar olarak bilinirler. Her bir yargıç kendi başına bir güç olarak algılanır. Yani kararlarında özgürdürler, her hangi bir gücün etkisi altında kalamazlar. Yasalarda yargıçların ve savcıların görevleri bu şekilde tanımlanmaktadır. Modern yargı sistemleri kurgusal olarak bu mantıkla inşa edilmişlerdir. Ancak bağımsız karar vermeyi ilkesel olarak temel alan mevcut yargı sistemi, uygulamada hiç de beklendiği gibi gerçekleşmiyor. Yargı sisteminin bürokratik retoriklere göre yapılanmış olması, yargı metinlerini bağımsız birer değer olmaktan çıkarmaktadır. Türkiye’de olup bitenler bunun tipik bir örneğidir.

Yargı neden “grupsal güçlerin” objesi ve bir parçası olmaktadır? Bu soruya birçok cevap verilebilir. Ayrıntıya girmeden bu sapmanın öncelikle yargı bürokrasisi ile alakalı olduğunu söylemek gerekir. Çünkü modern yargı sistemleri sadece kurguda, yani prensipte bağımsızdırlar. Uygulamada bağımsız olmaları mümkün değildir. Çünkü modern yargı sistemi, bürokratik bir yapının ve aygıtın parçası olarak işlemektedir. Bürokratik yapılar, kendi içinde terfi ve statü çekişmelerini besler. Bu çekişmeler, yargı mensuplarının kendi aralarında gruplaşmalarına ve terfi süreçlerinde grupsal güçleri arkalarına almalarına neden olur. Bundan dolayı yargı camiası arasında çatışma kaçınılmazdır. Bir yargı mensubunun tek başına kendi vicdanıyla karar vermesi gittikçe zorlaşır. Çünkü baktığı davanın uzantıları kendi taraftarlarını etkiler. Onların çıkarını hesaplamak zorunda kalır. Böylece bürokratik iktidar ilişkileri ve güç mücadeleleri karar süreçlerini etkiler.

Erzincan savcısı, Kur’an kurslarına giden çocukları, bir suçlu grup olarak tescil etmek için, kişi hak ve özgürlükleri ile bağdaşmayan uygulamaların tarafı olmakla, kendi taraftarlarına karşı borcunu ödemek istemiştir. Aynı şekilde yasaya uygun davranmayan bu savcıyı tutuklatan Erzurum savcıları da böyle davranmıştır. HSYK ise fanatizm ve taraftarlık konusunda örneklerine gençlik grupları arasında bile rastlanmayan bir tarzda, hukuki metinlere aykırı davranmıştır. Böylece bindiği dalı kesmiştir.

Yargı bürokrasisi kendi içinde terfi ve statü çelişkilerinden dolayı parçalanırken, diğer taraftan yasaları yorumlama, yeniden inşa etme ve esas anlamından saptırma yetkisini de kendinde görmektedir. Bu da bürokratik bir gücün ve iktidarın doğasından kaynaklanmaktadır. Benzer anlayışlar sadece yargı bürokrasisinde mevcut değildir. Devletin ve büyük şirketlerin bürokratik yapılarında da bürokratlar, resmi uygulamaları özgün amaçlarından saptırırlar, kendi çıkarlarına gelecek şekilde yorumlarlar. Kayırma, ahbap çavuş ilişkileri ve rüşvet bu yorumlarla çoğu kere olağan karşılanır. “Bal tutan parmağın yalar” atasözü bu durumu anlatmaktadır.

Yasaların özgün anlamlarından saptırılarak yeniden inşa edilmesinin en eski örneklerinden birisini Katolik kilisesi bürokrasisi, yani ruhbanları gerçekleştirmiştir. Hıristiyanlığın en önemli inançlarından birisi, bilindiği gibi kilise bürokrasisinin tanrı adına yetkili olduğuna iman etmektir. Kilise de bu yetkisini, Hıristiyanlığın inanç ilkelerini tanrı adına yenilemek?!  yetkisi adına kullanmaktadır. Ancak çoğu kere kendi bürokratik gücünü ve iktidarını sağlamlaştırmaya çalışır. Bilindiği gibi, kiliseye karşı Avrupa’da çıkan isyanlar da hep bu sebepten dolayı çıkmıştır. Bu isyanlar aynı zamanda kilisenin kendi arasında parçalanmasına da neden olmuştur. Çünkü bürokratik olarak düzenlenmiş kapalı cemaat ilişkileri doğaları gereği çatışmayı, bölünmeyi ve esas metinlerden sapmayı sürekli olarak besler.

Günümüzde Türkiye’nin yargı bürokrasisi arasında ortaya çıkan çatışmalar, birçok bakımdan kilisenin yaşadığı bu serüvene benzemektedir.  Yargı bürokratları cübbeleri ile nümayişler yaparken kilisenin ruhbanlarının düştüğü duruma düşmektedirler. Onlar da kilise ruhbanları gibi, kurucu ilkelere, metaforlara ve ideolojik değerlere sarılmaktadırlar.

Son olarak şunu ifade edeyim. Bu çatışmada kişisel olarak kaybedenler ve kazananlar belki olacaktır. Ancak halk nezdinde yargı bürokrasisinin gücü ciddi manada sarsılmış olacaktır. Halk zaten yargı bürokrasisinin kararlarında, adil olduğuna, hiçbir zaman tam olarak inanmadı. Sadece ondan korktu. Birçok problemini uzun süre yargıya götürmedi. Hukuki sorunlarını, geleneksel yöntemlerle,  kaba kuvvetle veya barış elçileriyle/kanaat önderleriyle çözümlemeye çalıştı.  Son yıllarda ise mafya ve medya yargıçları devreye girdi. Yargı bürokrasisi, yasalara göre davranmadıkça, kendi içinde çatıştıkça, mevki ve makam hırslarını bürokratik tırmanışın temel yolu olarak kabul ettikçe, daha çok güç kaybedecektir. Ve iktidarını medyatik gösterime malzeme yapacaktır.