15.5 C
Kocaeli
Pazar, Eylül 28, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1213

İmanifesto

İnsanoğlu benliğinden fırlamış oktur
Yürekte imandan öte yanardağ yoktur

Bu toprağın aşkla imtihanıdır namus
Kuzeyden karayel, keşişlemeden kâbus

İhaneti kanıksadık kande gönül ağrımız
İsyanın akorduyla ritim bulur bağrımız

Tarih ile coğrafya sırtımızda üniforma
Mimsiz medeniyetler için kendini yorma

Yankısını yitirmiş çığlık gibiyiz nicedir
Yarabbi! Bu ak zûlmet kaç yüzyıllık gecedir?

Ruhunu arayan adam! Rüzgâr yakışmış tenine
Her inişin çıkış olsun gönül merdivenine

Aşktan ve adanmışlıktan geride ne varsa at:
Tek yaşasın hakikat, yaşasın tek hakikat!

Aydınlar Ocağı’ndan Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’a Vefa

Kocaeli Aydınlar Ocağı 03 Nisan Cumartesi akşamı çok önemli bir toplantıyı gerçekleştirdi. “Ülkemizin güzide İlim, Fikir ve Hizmet Adamı” Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş için bir “vefa toplantısı” tertip edildi. İştirak eden seçkin misafir ve katılımcılarla zenginleşen toplantıda, bu müstesna şahsiyeti anmak ve bir kere daha dinlemek için gelen yüksek seviyeli dinleyiciler hoş bir gece yaşadılar.

Katılanların hepsi -protokoldekiler de dâhil- Hoca’nın ilminden, fikirlerinden veya hizmetlerinden bir şekilde istifade etmiş ve/veya Türkiye’ye, Türk ve İslam Dünyasına hizmetlerinden dolayı şükran duyguları içinde olan kimselerdi.

Bu kadar seçkin zevatı bir araya toplayan ve Hoca’ya sevgi ve saygılarını sunma heyecanı içine iten ne idi? Kalıcı izler bırakan bütün önemli şahsiyetlerin ortak vasfıadanmışlıktır.” Bir dava veya yüksek ülküler için kendini adayanlar bütün maddi makam, mevki, şöhret ve servet sahiplerinden daha kalıcı olmuşlardır.

Nevzat Hoca da daha sağlığında bu itibara sahip olmuşsa öncelikle bu vasfından dolayıdır. Türkiye’de milli ve manevi değerlerine bağlı bir nesil yetiştirmek, nerede bir Türk varsa oraya yetişmek, ortak manevi bağlarımız olan İslam Devletleri ile iyi münasebetler kurmak konularına adanmış bir ömür. 77 yaşında bir genç adam. Hala enerjisi ile gençlere taş çıkaran Hoca önemli gördüğü milli meselelerin çözümü içim sadece İstanbul- Ankara arası mekik dokumakla kalmıyor. Türk ve İslam Dünyasında uzun yıllar içinde edindiği dostları ile devam eden münasebetlerini kesmeden, Onlara rehberlik ediyor ve Onlar aracılığıyla milletimize, soydaş ve dindaşlarımıza hizmete devam ediyor.

Yurtdışındaki soydaş ve dindaşlarımızın her önemli meselede akil adam/ aksakallı/ bilge kişi olarak akıllarına gelen ilk isimlerden biri Nevzat Yalçıntaş olmaktadır.

Nitekim Rusya Parlamentosu Duma’da Danışman olan Malik Kerimov kendisini Rusya’da siyasete teşvik eden ve her kademede destekleyerek milletvekili seçilmesine rehberlik eden Nevzat Hoca’ya saygılarını sunmak için gelmişti. Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Kocaeli Şubesi heyeti de, Başkan İbrahim Aracı öncülüğünde Kırım Türklerine yaptıkları hizmetlerden, Kırım’da, komünizm döneminde 70 yıl namaz kılınamayan camide ilk defa ezan okutup, imam olarak namaz kıldırması olayını da hatırlatarak şükranlarını sundular.

Milletvekilliği döneminde Türkiye- Rusya Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı olan Nevzat Hoca ile aynı grupta çalışan ve halen Başbakan Yardımcısı olan Cemil Çiçek ile Demokratik Sol gelenekten gelen (halen Bağımsız) İstanbul Milletvekili Ahmet Tan bu çalışmalar esnasında Hoca’dan öğrendiklerinin bazılarını anlattılar.

Cemil Çiçek, Hoca’yı İlim ve irfan’ı bir arada bulunduran nadir şahsiyetlerden biri olarak tanımladı. Ahmet Tan’a göre ise, Hoca tam bir sentez adamıdır. Doğu ile Batı’yı, geçmiş ile geleceği, gelenekle modernliği, nezaket ve zarafetle dirayet ve cesareti sentezlemiş bir adamdır.

Bu iki siyasetçiye ilaveten Hoca’nın en eski dostlarından Sanayi eski Bakanı Ali Coşkun ve Elazığ Milletvekili Necati Çetinkaya Hoca’nın vasıflarını anlatırken O’nun karakterini yansıtan ve dostlarınca çok iyi bilinen 3T (Temkin – Tedbir – Teenni) ilkesinin çeşitli örneklerini anlattılar.

Bu dava adamının beşer olarak günlük hayatından ve önemli devlet görevleri yapılırken arka planda yaşanan özel olaylara dair aktarılan nükteli hatıralar salonda hoş bir hava estirdi. (Görevli olarak gidilen bir Irak seyahatinde Ali Coşkun’un cami çıkışında Nevzat Hoca’nın ayakkabısının birini saklaması. Bu olaydan iki sene sonra da Bakan Ali Coşkun’un Suudi Arabistan’da otelde ayakkabısı çalındığı için, yapılan bir anlaşmanın imza törenine terlikle çıkmak zorunda kalması, imza töreni boyunca bu ülkenin Maliye Bakanı ve heyetine terlikleri göstermeme çabaları gibi.)

Kocaeli Valisi Gökhan Sözer yaptığı kısa ve fakat veciz konuşmasında ilim ile irfan arasındaki farkları anlatarak Nevzat Hoca’nın sadece ilmiyle, yetiştirdiği talebeleri, kitapları ve konferansları ile yaptığı öğreticiliği ile değil, irfan kavramının kültür, inanç, ideal ve diğer boyutlarıyla da rehber olduğunu vurguladı.

Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu ise öğrenciliği yıllarında Hoca’nın Milli Türk Talebe Birliği (MTTB)nde konferanslarından ve daha sonra da kitapları ve sohbetlerinden yaralandığını anlatarak, kendisini Hoca’nın öğrencisi saydığını söyledi.

Nevzat Hoca’nın en eski dostlarından Saadet Partisi eski Genel Başkanı Recai Kutan‘ın, kendisinin ve Nevzat Yalçıntaş’ın da bulunduğu 50’li yılların kuşağı olan çok küçük bir aydınlar grubunun, bugünün milli ve manevi değerlere bağlı neslin yetişmesindeki rolü ve çekilen sıkıntılara dair anlattıkları ilgi ile takip edildi.

İ.Ü.İktisat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sedat Murat, Gazeteci-Yazar Mustafa Yazgan, Prof. Dr. Recep Tarı, Kocaeli Büyükşehir Genel Sekreteri Ersin Yazıcı ile Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın iki eski Başkanı Nihat Gürer ve Dr. İbrahim Kahraman özlü ve özenli seçilmiş cümlelerle Nevzat Hoca’nın kişilik ve hizmetlerine dair bilgi ve duygularını paylaştılar.

Benim için en hoş sürprizi de Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Ahsen Okyar‘ın açılış konuşmasında, geçen sene yazdığım  Hocaların Hocası Nevzat Yalçıntaş başlıklı yazımdan alıntılar yapmasıydı. Ahsen Okyar ve Yönetim Kurulu üyeleri birlikte, gerçekten çok zor bir organizasyonu büyük bir başarı ile gerçekleştirdiler. Bu kadar seçkin katılımcıların olduğu bir toplantı, çevre vilayetlerden (İstanbul, Bursa, Tekirdağ, İnegöl, M.Kemalpaşa, Bandırma) gelen Aydınlar Ocakları heyetleri ve Kocaeli’den gelen dinleyiciler aksaksız, düzenli bir organizasyona şahit oldular. Tek sıkıntı salonun dar gelmesi ve bir kısım izleyicinin koltuklarda yer bulamaması oldu.

Ancak gelenler hem bir vazifeyi yapmanın huzuru ve hem de içimizden Nevzat Yalçıntaş gibi bir değerin yetişmiş olmasının gururunu yaşayarak ayrıldılar. Kocaeli Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu, hem artık çok aranan bir haslet olan bir vefa örneği programa imza attıkları için ve hem de programın yürütülüşündeki başarıları için teşekkürü fazlasıyla hak ettiler.

Nevzat Hoca’ya uzun, sağlıklı ve verimli bir ömür, Kocaeli Aydınlar Ocağı’na başarılı hizmetlerinin devamını diliyorum.

Selam, Barıştır; Selamlaşınız

İnsanız; yemek, içmek, yatmakla bitmiyor ihtiyaçlarımız. Konuşma, ifade etme, iletişim; kendini insan kabul etme ve ettirmenin temel unsurları. Kendini anlatamamak, insanlarla iletişim kurma hakkından yoksun olmak; ne büyük sıkıntı. İnsan, bu yönüyle, kaynayan kazan. “Kaynayan kazan, kapak tutmaz.” demiş atalarımız.

Selamla başlar, iletişim. Selam; seni önemsiyorum, demektir bir bakıma. Selam; emniyette ol, benden sana zarar gelmez, bana güvenebilirsin, demektir. Gel konuşalım, tanışalım, bilişelim; demektir, selam. Varsa aramızda bir düşmanlık, varsa yabanilik, varsa güvensizlik; bunu gel kaldıralım, demektir selam. Ağız yoluyla seslendirilen; ancak gönülden gönle kurulan soyut bir köprüdür selam. Sana kendimi açıyorum, sen de kendini bana aç; demektir, o. Gönül bahçesinin meyvesidir, selam. Gönlü kararmış, kurumuş, daralmış bahçelerde yetişmez selam meyvesi.

Bizden hiçbir bedel istemeyen, bize yük getirmeyen selamlaşma eylemini azaltıyoruz, unutuyoruz. Yoğunlaşan hayat şartları, insanlara menfaatçi yaklaşım anlayışı, selamlaşmayı köreltiyor. “Benim onunla ne işim olur?” düşüncesi, bizi selamsız bir yaşama mahkum ediyor. “Gönüllerin sığdığı yere bedenler de sığar.” der halkımız; eskiden gönüller geniş olduğu için daracık evler gece yatmalı misafir kabulüne engel değildi. Evlerimiz genişlediği halde gönüllerimiz küçüldüğü için misafir kabulünde nasıl zorlanıyorsak, selam vermekte de zorlanıyoruz. Küçülen gönüllere, selam sevgisi ağır geliyor.

Selam, potansiyel bir elektrik enerjisidir yüreklerde üretilen. Bu enerji, karşılığını bulduğu kişiyi aydınlatır, bulamadığı kişiyi de yakar, eritir. Bir kaybı olmaz, bu enerjiye sahip olanın. Kaybedenler, bu enerjiye cevap veremeyenlerdir. Her gönül üretemez bu enerjiyi. Sevgidir, aşktır, hoşgörüdür, dünyacı değerleri ayaklarının altına alabilmektir bu enerjinin yakıtı. Önce gönül ocağına bu yakıtları taşımak gerek.

Belirlenmiş bir sözcük veya cümle kullanmak zorunda değilsiniz selamlaşmak için. Diliniz, kültürünüz, çevreniz, kendisine selam verdiğiniz kişi ve inancınız nasıl söylemenizi gerektiriyorsa öyle söyleyiniz. Yeter ki selamlaşınız. “Merhaba”, “Günaydın”, “Selamünaleyküm”; sizin tercihiniz olsun. İdeolojik bir gösterge olarak da kullanmayınız selam sözcüklerini. Kişinin yüzüne vurur gibi, küfreder gibi söylemeyiniz selam ifadelerini. Karşındakini ezme, kendini kabul ettirme aracı değildir selam sözcüğü, O, bir barış meyvesidir. Meyveleri, taş gibi kullanmak ve fırlatmak, meyveye haksızlıktır.

Bizim inancımızda selam, bir duadır; başka inançlarda bir temennidir. İçeriği ne olursa olsun selam, insan olmanın vazgeçilmez parolasıdır, gereğidir. Bu, bir değerdir. Bu değeri önemsememek, pek çok kapıyı kapatır, diğer değerlerin yok olmasına yol açar. Selamın yaşatılması, pek çok kapıyı açar, duvarı yıkar, zorluğu kolaylaştırır. Selam vermekle, hareket alanımızı genişletiriz; vermemekle dünyamızı küçültürüz. Selam, bir yönüyle, özgürlüğün anahtarıdır.

Özgür olmak, insan olduğumuzun farkına varmak ve bunun hazzını duymak istiyorsak selam vermeyi yayalım, bize verilen selamları alalım.

Siz, bugün kilitli kaç kapıyı, selam anahtarı ile açtınız?

Bulut Teknolojisi üzerine(2)

Baş döndürücü  “değişim” ve “gelişim” aslında IT (İnformation Teknoloji) Bilgi Teknolojilerinde daha fazla gözlenmektedir. Bu tip gelişmeler ister istemez Bilişim sektöründe de yeni yapılanmalara gidileceğinin bir göstergesi. Bu sektörde her saniye binlerce yenilik ortaya çıkıyor. Dünyanın her yerinde farklı üretimler yapılıyor. Bu üretimleri forum sitelerinde veya kişilerin kendi sitelerinde yer veriyorlar. Yeni olayların bazen kapalı guruplarla, bazen de, herkesle paylaşıyorlar.

Eğer bir konu ile ilgileniyorsanız ilgi alanınızla ilgili uzmanların olduğu forumlar, makaleler, bloglar veya özel bilgilerin verildiği odalar girebilirsiniz. Buda sizin o konu üzerindeki gelişiminizi artıracak. Sizde bu bilgilerden ürettiğiniz bilgiyi, yine aynı yolla tüm dünyaya duyurabilecek ve o konunun hızlı bir şekilde tekamülüne yardımcı olacaksınız. Bu döngü çok hızlı ilerlemektedir.

Küçük orta ve büyük işletmelerin en önemli gider kalemlerine artık Bilgi Teknolojilerine ait. Ekipman, yazılım ve personel ciddi bir şekilde yer almaya başladı. Halka açık şirketler hesap verebilirliği açısından farklı farklı denetçiler tarafından hem mali, hem de Bilgi Sistemleri departmanları denetlenmektedir. Şirkete ait bu bilgiler nasıl korunuyor? Bu bilgiler hangi koşullarda tutuluyor, yedeklilik yapıları nedir? Arşiv durumu nedir v.b konularında ciddi ciddi denetlenmektedirler.

Hem Bilgi işlem operasyonlarının şirketlere daha kolay, daha maliyetsiz, daha güvenli ve daha kullanışlı bir yapıya ulaşmak için “cloud compitingBulut Bilişim inanılmaz fırsatlar sunacak. Şirketler Bilgi Teknolojileri ile ilgili her operasyon için hizmet anlaşmaları yaparak. Daha ucuza bilgi teknoloji operasyonlarını yönetebileceklerdir.

Eskiden Bilgi işlem merkezleri merkezi bir yapıda çalışır. Aptal terminallerle (Dummy terminal) bilgilerin girildiği sadece kısıtlı işlemlerin yapıldığı bir yapıydı. İşletme kuralları neyse o şekilde uygulanabiliniyordu. Farklı, özellikli bilgilere ulaşmak son derece zor olduğu için ya ihmal ediliyor veya bayağı bir zahmetten sonra elde ediliyordu. Sonra PC dünyası ile birlikte Dos işletim sistemine yazılan programlar. Windows işletim sistemi ve ofis yazılımları kullanıcılara çok büyük bir özgürlük kazandırdı. Bu da her kişi kuruma ait işletme bilgisini kişileştirdi. Kendine uygun yeteneğine ve potansiyele göre bilgi üretmeye başladı. Bu durum da bilgi bütünlüğünü ve kurumsal yaklaşıma aykırı bir durum meydana gelmeye başladı. Client-Server(İstemci-Sunucu) mimarisi günümüzde tekrar merkezi bir yapıya doğru kayma eğilimine girdi. Buda günümüzde ileri teknoloji kullanmak gerektiriyor. Bu operasyonu da gerçekleştirmek için iyi donanım, iyi personel, iyi yazılım, iyi yedekleme, arşivleme demektir. O da yetmez riskli durumlarda donanım, network ve diğer birçok şeyin yedeklenmesi kavramları ortaya çıkıyor. Bunlar hep birer maliyet.

Olması  gereken yapıda hem merkezi bir Bilgi İşlem Merkezine ihtiyaç  var  hem de kurumsallığı bozmadan kullanıcı kişiselliğine önem veren bir yapıya ihtiyaç var. Bu yapıda bence “Bulut Bilişim” kavramının içinde yatıyor. Bu kavram dünyada tüm küçük, orta ve büyük işletmelerdeki Bilgi İşlem örgütlenmelerinde değişiklikler yol açacaktır.

Bu konuyu biraz açalım. Orta ve üstü şirketler kendi çaplarına göre ERP (Enterprise Resource Planning) denilen Kurumsal kaynak planlama kavramı içinde eğer tüm süreçlerini yönetmek isterlerse CRM (Customer Relationship Management; Müşteri ilişkileri yönetimi) , SCM (Supply Chain Management; Tedarik zinciri yönetimi), HR(Human Resources Management; – HR İnsan Kaynakları), PAM (Pluggable Authentication Modules; Eklenebilir Kimlik Kanıtlama Modülleri), Project management gibi yazılım kullanırlar . Büyük işletmelere bunlar yeterli olmaz. CMS   (Content Management System:; İçerik Yönetim Sistemi) , B2B (B2B Business to Business “Firmalar arası” e-ticaret) , B2C (Business to Customer; “Firmadan tüketiciye” anlamına gelen bir e-ticaret) , LMS (Learning Management System; eğitim yönetim sistemi), BMP (Business Process Management; İş süreçleri yönetimi), BI (Business Intelligence; iş zekası), Intranet gibi yazılımlar kullanırlar. Bu yazılımların dezavantajı işletmelerde bilgi eşleştirmesi yapmakta zorlanabilirler. Bazı durumlarda da bu eşleştirmeler için emek maliyet performansı ciddi mali boyutlara doğru çıkabilir işletmelerin büyüklüklerine göre.

Bunun için yapılar Portal üzerinde bir yapıya doğru kaymaktadır. Biraz önce bahsettiğim uygulama yazılımları ise Client-Server(İstemci-Sunucu) mimarisi üzerinde çalışır ve operasyonları zordur. Bu yapıda hem maliyet, hem de operasyonel riskler önemli hale gelmeye başlamıştır. İşletmelerin başlarını ağrıtacaktır.

Bilişimciler şu şekilde bir söylemden bahsediyorlar “Virtual Enterprise / Realtime Enterprise” Uluslararası veya yerli bir şirketseniz bile; hem uzak ofis çalışanlarınız, hem normal kullanıcılarınız, hem müşteri ve tedarikçilerin aynı platformda yetkileri nispetinde online olarak işlerini yapma yetisine kolaylıkla sahip olacakları bir yaklaşım.

Sanallaştırma ile birlikte Bilgi İşlem operasyonları hem hız kazandı hem de daha ekonomik hale geldi. Aynı eskilerin tabiri ile ”  Delikli demir çıktı mertlik bozuldu” dedikleri gibi “Sanallaşma” kavramı geliştikçe operasyonlarda kolaylık, hizmette sınırları zorlayan bir yapı oluşmaya başladı..

Bu yapı(Bulut Bilişim); devrim niteliğinde olup, çok parametreleri değiştirecek, her türlü Bilgi İşlem faaliyetleri farklılaşacak ve yönetişim çok hızlı değişimlere uğratacaktır.

Mülteci

hüzün yine,
yine saba makamında rüzgar
yine kulağım ney sesinde
gel..
ferahfeza ile, segah ile
rast ile gel
bir garip ömrün son bestesidir
beklediğim

artık kuş uçmaz
kervan geçmez rüyalarımdan
gelirsen,
sen!
“gelir misin? ”
ben nasılsa bekleyeceğim.
..
yine nisan yağmurlarında
her akşam
ellerin avuçlarımda sanki
sıcaklığın hayalimde
içim ürperiyorken
fasılasız
sen,
bana sığınmayacaksın ya
..
“ben sana iltica edeceğim..”  

Köle, Efendisinden Ücret Almaz!

“1976 yılında hacca gittim, Ali Ulvi Bey’i ziyaret etmek için Avukat Bekir Berk ile Medine’ye gittik. Kendisi şöhretli bir edip ve şairdi… Orada bulunduğumuz sürece hemen hemen her gün beraberdik. Kendisiyle uzun ve faydalı sohbetlerimiz oldu. Bize ibret dolu birçok hatırasını anlattı. En çok dikkatimizi çeken ve bizi tesir altında bırakan şu hatırasıydı:

” ‘1970 yıllarında Endonezya’nın eski başbakanlarından Muhammed Nasır, Medine-i Münevvere’ye geldi. Kendisini daha önceden tanıdığım için ziyaretine gittim. Halimi hatırımı sorduktan sonra ilk sorusu şu olmuştu:

‘Bu sene de Türkiye’den hacı var mı?’

‘Var Elhamdülillah’ dedim. Tekrar sordu:

‘Kaç kişiler?’

 ‘Yüz elli bin.’ dedim.

‘Yüz elli bin mi?’ diye ağlamaya başladı ve secdeye kapandı. Hayretler içinde kaldım, büyük bir devlet adamı secdede ağlıyordu. Secdeden kalkınca oturdu. Kendisine:

” ‘Verdiğim bu haber zât-ı âlinizi çok duygulandırdı, hislendirdi. Acaba hikmeti ne olabilir?’ diye sordum. Şu cevabı verdi:

‘Aziz dostum, ben Lozan Muahedesi’ni çok iyi bilen bir diplomatım. O muahedenin hedefi, aslında Müslüman Türkiye’nin başını yemekti. İngiliz hey’etinin baş murahhası olan Lord Gurzon’un teklifi Türkiye’nin bir Hıristiyan devleti olmasıydı. Türk hey’etini bu ağır teklifi kabule zorluyorlardı. Eğer Türk milleti Hıristiyan olma fikrine şiddetle karşı çıksa -ki çıkacaktır- o zaman hiç olmazsa Türkiye’de Avrupa kültürünün tam hâkim olmasını ve sefahate a’zamî hürriyet tanınmasını sağlayacaklardı. Laiklik, batı dünyasında olduğu gibi din ve vicdan hürriyeti mânâsına değil, din aleyhtarlığı şeklinde uygulanacaktı. Gelecek nesilleri bu manevî güçten, faziletten, mahrum etmekle menhus gayelerine kavuşacaklardı’ dedi.

“O sırada Bekir Bey dayanamayarak, ‘Haçlı seferleriyle yapamadıklarını bu muahede ile yaptılar.’ dedi.

“Ali Ulvi Bey, Muhammed Nasır’ın ağzından anlatmaya devam etti:

‘…Fakat Allah’a hesapsız şükürler olsun ki düşmanların bu plânları akim kaldı, muvaffak olamadılar. Çünkü sizin kahraman ecdadınız İslamiyet uğrunda büyük bir ihlâs ve samimiyetle kan dökmüş, milyonlarca şehitler vermişler. Şehit olurken de şu samimi ifadeler ile niyaz etmişler:

-Allah’ım gelecek neslimizin imanı sana emanettir. Onların maddî – manevî varlıklarını senin Hâfız ismine havâle ediyoruz. Zira bütün ruhumuzla inanıyoruz ki, senin hıfzına ve emanına teslim edilen bir emanet asla zayi olmaz.

‘Şimdi yüz elli bin hacının Türkiye’den geldiğini duyunca sevinç gözyaşlarını dökmekten kendimi alamadım:

‘Ya Rabbi! Bu ne azametli bir tecellî sahnesidir. Cenab-ı Hakk’ın bu lütuf ve kereminin karşısında nasıl secdeye kapanmayayım? Ya Rabbi! Sen her şeye kaadirsin. Cemalin güzel olduğu gibi, Celalin de güzeldir. Celalin olmasaydı, Cemalini nasıl müşahede ederdik? Zâlimlerin bu ceberutları bu Türk vatandaşlarına hiç nefes aldırır mıydı? ‘ ” ( Mehmed Kırkıncı, Hayatım Hatıralarım, 3. Baskı Aralık, 2007 s. 241-242 )

Bu milletin torunlarına çekilir mi hiç silah?
Çekenlerin olur elbet son sözleri ah ile vah!

Elleri nasıl varır çekmek için tetiğe?
Nasıl sığar bunların yaptıkları etiğe?

Bütün içtenliğimle diyorum ki, dokunmayın bu millete
Dokunan göze alsın; İlahî düşüşe, illetten illete

Bu millet büyük, bu millet asil, bu millet mübarek mi mübarek
Aldı varlık hakkını, hakkımdır; çünkü Hakk’a taparım diyerek

Nitekim, bu millete hakkını teslim eden bir Amerikan vatandaşı; Türk Milleti’nin keyfiyetini çok veciz bir şekilde dile getirmiştir.

İlahiyatçı, Hukukçu ve Tarihçi değerli ilim adamlarımızdan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz başından geçen şu hatırayı bizzat anlatmıştır:

Amerika’da -San Francisco şehri olsa gerek- bir konferansa yetişmek için uğraşmaktadır. Yağmurlu bir akşamdır. Bir taksi bulmaya çalışmaktadır. Ne istese vermeye razıdır. Yeter ki, konferansa geç kalmasın. Nihayet bulur ve yola koyulur. İstenen yere gelmiştir. Ücretini sorar. “Borcunuz yok!” cevabını alınca, ısrar eder. Israr karşısında şoförün verdiği cevap ile sarsılır adeta. Şaşırır kalır. Diyecek kelime bulamaz. Lal olmuştur sanki.

Şoför; Prof. Ahmet Bey’in İngilizce konuşmasından onun müslüman bir Türk profesörü olduğunu anlamıştır. Kendisi de Yemen asıllı bir Amerikan vatandaşıdır. Verdiği şaşırtıcı, bir o kadar da düşündürücü cevap ise şudur:

“KÖLE, EFENDİSİNDEN ÜCRET ALMAZ!”    

 

 

Siyasi Boyutlu İktisat ve Kavramlar

Parayı belirli oranda hemen hemen  herkes sever; çünkü ona muhtaçtır. Ancak, maddeye ve paraya tapan bir insan tipi Türk Kültürüne ve onun manevi dünyasına yabancıdır. Maddi tatmin ile manevi tatmini dengeleyebilmek, her ikisini yerine göre birlikte düşünebilmek idealdir. Sorunlardan uzaklaşabilmenin ve kendi dışımızdaki insanlarla anlamlı işbirliği ve dayanışmaya girebilmemiz, kendimizi basit bir makinenin dişlisi olarak görerek toplumla yabancılaşmamamız ve mutlu olabilmemiz için bunlar gereklidir.  Gelir olmadan kimse yaşayamaz; bunun da farkındayız.

Bu böyle olmakla beraber; iktisadi konuları konuşmak, tartışmak beklendiği ölçüde ilgi uyandırmamaktadır. Vatandaşın gözünde dini ve inançla ilgili olumlu veya olumsuz örnekler önem taşır ve onun siyasi tercihini etkiler. Yolsuzluklar ve onun doğurduğu yoksullaşma, gelir dağılımını bozulması, iktisadi kuruluşların yabancıların eline geçmesi, yabancılara toprak satışı, hayali AB üyeliği yolunda verilen garip tavizler, garip özelleştirmeler, AB önünde aşağılanan ülke konumuna düşüşümüz, iç ve dış borcun doğurabileceği sonuçlar, üretmek yerine ithal etmenin öne çıkışı, cari açığın çok tehlikeli bir şekilde sıcak para ile karşılanma yanlışı, ülkemizdeki iktisadi durgunluk, protesto edilen binlerce çek ve senet, kapanan işyerleri, tütmeyen ocaklar, işsizlik muhakkak ki herkesi ilgilendirmelidir.

Bu sorunların bir kısmı daha önce vardı deme hakkına kimse sahip değildir. İktidarların görevi, devraldıkları sorunları çözebilmek ve ülkeyi daha iyi hale getirebilmektir. Hele sekiz seneye yaklaşan bir iktidar süresi geçmişse; bu bizi dünü suçlama yanlışına götürmemelidir.

Siyaset ve iktisadi hayatın Dünyamızda iç içe girdiği bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye siyasi bir ablukaya alınmışsa ve inisiyatif kullanamaz hale getirilmişse; iktisadi hayat da bundan tabiî ki etkilenecektir. Ülke yararına alacağınız kararlar da sınırlı hale gelecektir. Ülke yararına alacağınız kararlar, dış çıkarları kısıtlayacağından, sizi rahatlıkla siyasi merkezli bir iktisadi krizle karşı karşıya bırakabilir. Türkiye bugün bu şartları yaşıyor.  

Sanal gelire dayanıp borçlanma ve tüketimi kamçılama küresel anlamda da, milli seviyede de krize sebep olabilmektedir. Gelirlerimiz azalmış ve satın alma gücümüz oldukça düşmüş olsa da; harcamalarımızı kontrol etmek durumundayız. Biz bunları yaparken iktisadi hayati yönlendirenlerin de gerekli tedbirleri dışarıyla çelişse dahi almaları, üretimi ve ihracatı olumsuz etkileyen düşük kur, yüksek faiz politikasına sığınmamaları gerekmektedir. Ara malı ithalatına dayalı ihracat artışını öne çıkararak kamuoyu yanıltılmamalıdır. Vasıtalı vergileri azaltmak durumundayız. Bütün bu ve benzeri konuları geçenlerde düzenlenen “Türkiye Ekonomisi Nereye götürülüyor” konulu açık oturumda ele aldık. Gerçekleri gizlemek bir süre mümkün olabilir; ama bu sürekli olamaz.

Asıl üstünde durmak istediğim bir konuya geçmek isterim. Birçok temel kavramla ilgili olarak zihinlerde bir bulanıklık olduğu görülmektedir. Bazen de bu temel kavramlara çok farklı anlamlar yüklenmektedir.  Kavramlar kısaca kullanılmaktadır. Milliyetçilik ve ırkçılık birbirine karıştırılmaktadır. Milletleşme ırk tasnifi zannedilmektedir. Etniklik milli kimlikle aynı seviyede düşünülmekte, milli kimlikle etniklik rakip zannedilmektedir. Hümanizmin batıdaki yorumu ile normal sözlük anlamı birbirine karıştırılmaktadır. Azınlık niteliğine sahip olmayan etnik gruplar azınlık gibi yorumlanmaktadır. Bizde dini azınlıklar söz konusudur. Oysa Sayın Başbakan bile konuşurken azınlıklardan bahsetmektedir.

Milli kimliğin kültürel olduğu unutulmakta, kimlik sadece coğrafyaya bağlanmaktadır. Aynı coğrafyayı paylaşmış olmak kültürel kimlik değildir. Kimlikte ortak kültürel paydalar ve mutabakatlar aranır. Bunun farkında olmazsanız; Türkiyeliliği ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kimlik diye ortaya atarsınız.  Bu yanlışlar nedense hep bizde oluyor. Alman Başbakan önce Almanım, sonra Avrupalıyım diyor. Almanya’da vatandaşlarımız artık misafir işçi olmaktan çoktan çıkmış olmalarına rağmen; Türk okullarına karşı direniliyor. Orada “bütünleşme” (entegrasyon) aranıyor, Türkiye’de ise demokratikleşme için “çözülme”.. Bizim Kürt veya Kürtleşmiş Türkmen vatandaşlarımızla bir sorunumuz yok. Ama bu işten menfaatlenen ve dışarı ile işbirliği yapanlarla dün olduğu gibi bugün de sorunumuz var.

 

 

 

 

Gıdalarda Kullanılan Katkı Maddeleri

0

Gıda maddelerinde kullanılan katkılar üç ana gurupta toplanır.
Birincisi Gıdalara renk vermek amacıyla kullanılan renklendiricilerdir. Kullanılabilecek renklendiricilere ilişkin düzenlemeler ‘Türk Gıda Kodeksi Gıdalarda Kullanılacak renklendiriciler tebliği’ ile yapılmaktadır. Bu tebliğ 25.08.2002 tarih ve 24857 sayılı resmi gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. İlgili tebliğde; renklendirici kullanım koşulları, renklendirici kullanımına izin verilmeyen gıdalar, genel kullanılabilecek renklendiriciler, belirli gıdalarda belirli miktarda izin verilen renklendiriciler, renklendiricilerin piyasa sunumu sırasında uyması gereken etiketleme koşulları belirtilmiştir.

İkinci kategorisi tatlandırıcılardır. Bu konudaki mevzuat yine Türk Gıda Kodeksi altında yer alan ‘Gıda Maddelerinde kullanılan Tatlandırıcılar Tebliğ’ ile düzenlenmiştir. Söz konusu tebliğ 21.09.2006 tarih ve 26296 sayılı resmi Gazetede yayımlanmıştır. Tatlandırıcıların gıdalardaki kullanım esasları, tatlandırıcı olarak piyasaya sunulan ürünlerin etiket bilgilerine dair gereklilikler hangi gıdada hangi tatlandırıcının ne miktarda kullanılması gerektiği ilgili tebliğde yer almaktadır.

Son katkı kategoriside tatlandırıcı dışında kalanlardır. Bu katkı maddeleri gıdalara çok farklı amaçlar için ilave edilmektedir. Bu katkı Maddelerini temel fonksiyonlarına göre antioksidan, nem tutucu, hacim artırıcı, emilgatör, asitlik düzenleyici, hoş koku artırıcı, koruyucu, köpük oluşturucu, kıvam artırıcı, köpüklenmeyi önleyici, stabilizatör, itici gazlar, paketleme gazları, topraklanmayı önleyici, olarak sırlayabiliriz. Tüm bu amaçlar için kullanılan katkı maddelerine ilişkin esasları ‘Türk Gıda Kodeksi-Renklendirici ve tatlandırıcı dışındaki katkı Maddeleri Tebliğ’i içerisinde bulmak mümkündür. Bu tebliğ ile bu tür katkıların fonksiyonları tanımlanmış, genel kullanıma açık olan ve teknolojinin gerektirdiği kadar kullanılan katkılar belirli gıdalarda izin verilen katkılar ve limitleri belirlenmiştir. Ayrıca piyasada bulunacak olan bu tür katkıların nasıl etkileneceğine dair hususlarda tebliğde yer almaktadır. Ayrıca ‘Türk Gıda Kodeksi Gıda maddelerinin Genel Etiketleme ve Beslenme Yönünden etiketlenmesi tebliğ’ Gıdalardaki katkı Maddelerinin etikette belirtilmesi sırasında fonksiyon ununda yazılması zorunlu hale gelmiştir. Ayrıca aynı tebliğ hükmüne göre içinde tatlandırıcı içeren gıdanın etiketi üzerinde ‘tatlandırıcı içerir’, hem şeker hem tatlandırıcı içeriyorsa ‘içinde tatlandırıcı ve şeker vardır’. Gıda Maddesine %10 veya daha fazla şeker alkol eklenmiş ise ‘Aşırı tüketimi Laktasif etkiye neden olabilir’. Kullanılan tatlandırıcı içerisinde aspartam var ise ‘Fenil alanın içerir’ ifadeleri yer almalıdır.

Avrupa Birliği mevzuatına göre hazırlanan Tebliğler bu bilgiler ışığında zaman zaman birçok spekülasyona sebep olan katkı maddeleri mevzuat hükümlerine uygun olarak kullanılması halinde gıda güvenliği için herhangi bir tehdit unsuru oluşturmamaktadır.  

 

Hz. Muhammed’in Kur’an’ı Açıklaması

Her zaman ve her çağda, dini, felsefi ve ilmi eserlerin muhataplar tarafından iyice anlaşılıp kavranabilmesi için, onların, kendilerini iyi anlayanlar tarafından izah edilip açıklanması gerekir. Bu eserlerdeki bazı esas ve ilkelerde ne denilmek istendiğini, okuyan herkes tam olarak anlayamayabilir. Ancak insanlığı dalalet bataklığından kurtaracak esasları içeren ilahi kitapların muhataplarınca iyi anlaşılması gereği vardır. Bu bakımdan, ilahi kitapların sonuncusu olan Kur’an’ın müslümanlar, hatta bütün insanlar tarafından anlaşılması için, onun tefsir ve izah edilmesi, yani açıklanması şarttır. Bütün insanlık için prensipler ihtiva eden bir kitabın, tüm zamanlar ve mekanlar için, insanlığın bütün ihtiyaçlarını madde madde sıralayıp sayması mümkün değildir. Zira onda umum esaslar, açıkça anlaşılabilen ayetlerin yanı sıra sarih olarak anlaşılamayan ayetler de bulunmaktadır. Ayrıca yüksek edebi sanatlar da yer almaktadır (İsmail Cerrahoğlu, Tefsir Usulu, s.210).    

Nitekim Kur’an kendisi üzerinde düşünmeyi istemiş, kapalı olan bir ayet, başka bir yerde açıklığa kavuşturulmuş ve peygamberini tebliğ ve tebyinle mükellef kılmıştır. Kur’an kendisinin anlaşılmasını, açıklanmasını, tefsir edilmesini ve uygulanmasını istemiştir(Sad 29;Muhammed 24;Mu’minun 69;İbrahim 4). 

Kur’an- ı Kerim’deki hakikatleri bizlere açıklayacak ve öğretecek olan kişi, kendisine kitap gelen mümtaz şahıs Hz. Muhammed’dir. Zira Kur’an ona inmiştir. O, mutlak olarak Kur’an’ı insanlar içinde en iyi bilen ve en iyi anlayandır. Bundan dolayı O, mübelliğ ve tebyin ile mükelleftir. Bu hususlar ayetlerde açıkça belirtilmiştir. “Ey Peygamber, sana Rabbin tarafından gönderileni herkese bildir”(Maide, 5/67). Hz. Peygamberin tebliğ edeceği şeyi, herkesten iyi bileceğinde şüphe yoktur.

Allah(cc), insanlar için seçtiği, kendisine vahyini gönderen Peygamberinden vahiy mahsulü olan kitabının mana ve hükümlerinin insanlara açıklamasını istiyor. Allah(cc), “Sana öğüt verici (Kur’an’ı) gönderdik ki, insanlara ne indirildiğini beyan edesin(açıklayasın), onlarda düşünsünler”(Nahl, 16/44) buyurarak, Kur’an’ın tefsir ve açıklama vazifesini Peygamberi Hz. Muhammed’e(sav) vermiştir. O’da, İslamiyet’in ilk günlerinden itibaren nazil olan vahiylerin ashabı için kapalı olanlarını onlara açıklamaya(izah etmeye) çalışmıştır. Zira Arap dili ve üslubu ile nazil olan Kur’an’ı, ilk muhatapları, kendi kültür seviyeleri nisbetinde anlayabilmişler, anlayamadıkları kısımları, bu hususta en liyakatli kişi olan Hz. Peygamber’e sormuşlardır (İsmail, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, cilt I, s.37-41).

Kur’an-ı Kerim, eksik gelmemiştir, ancak tebliğcisi, müfessiri ve açıklayıcısı Hz. Muhammed ile kendisini insanlara takdim etmiş, anlatmıştır. Kur’an’daki hükümlerin çoğunluğu külli olduğundan, o külli hükümleri izah ve açıklamak için daima sünnete ihtiyaç duyulmuştur. Bu anlamda Hz. Peygamber ya da sünnet Kur’an’ın umum ve hususunu, mutlak ve mukayyedini, nasih ve mensuhunu ve diğer hususları izah etmiştir. Hz. Muhammed(sav)’in Kur’an’ı iki şekilde beyan ettiği(açıkladığı) görülmektedir. Bunlardan birincisi, kitaptaki mücmeli beyan(açıklama), ikincisi ise Kitapta bulunmayan bir hüküm üzerine ziyadeliktir(Cerrahoğlu, age.: s.46-47).

Hz Muhammed’in Kur’an’ı açıklamasını ya da tefsirini anlayabilmek ve ortaya koyabilmek için, mutlaka onun Kur’an’ı açıklamasını gösteren örnekler üzerinden hareket etmek gerekir. Bundan dolayı örneklerle konuyu ele almaya çalışacağız.

Kılmış olduğumuz namazların her rekatında okuduğumuz Fatiha suresinin son ayetinde, “Bizi sıratı müstakıme hidayet et; yani kendilerine nimet verdiklerinin yoluna; üzerlerine gazab hak olanların ve dalalete düşenlerin yoluna değil” şeklinde dua etmekteyiz. Üzerlerine gazab hak olanlar ve dalalete düşenler” umumi mana ifade etmektedir. Hz. Peygamber(sav), “üzerlerine gazab hak olanlar Yahudiler, dalalete düşenler ise Hıristiyanlardır”(Tirmizi, Tefsiru’l-Kur’an, 2) buyurarak ayetteki bu kavramları teşrih, teybin ve tefsir ederek açıklamıştır. Peygamberleri katledenler, insanları öldürenler, kötü ahlakları, hasis huyları ve maddeye aşırı düşkünlükleriyle Yahudilerin gazaba uğramada eşi benzeri yoktur. Dolayısıyla onlar kendi karanlık geçmişlerinde gazaba en çok istihkak kazanmış kavim olarak karşımıza çıkmaktadır. Tevhidi teslise çeviren, ibadeti ve kitabı tağyir eden ve değişik sapıklıklarıyla tarih sahnesinde boy gösteren Hıristiyanlar “dallin” yoldan çıkan, dalalete düşen ve sapıp giden bir topluluk olarak izah edilmektedir. Peygamberimiz, bu açıklamalarıyla hem ayette kendilerine dikkat çekilen kavim ya da dini toplulukları nazarlarımıza arz etmekte, hem de gazaba uğramış ve sapıp gitmiş insanların ruh portelerini çizmekte, kimlerin hangi davranışlarla gazaba uğrayacağını, kimlerin de dalalete düştüğünü ve düşeceğini beyan ederek ve meseleye her açıdan açıklık getirmektedir.

“İman edip, imanlarına zülüm karıştırmayanlar. İşte, emniyet onlar içindir ve onlar, hidayete ermiştir”(Enam,6/82) manasındaki ayet nazil olunca sahabe, hak hukuk bilmezlik ve insanının hak ve hakikatin dışına çıkma anlamına gelen zulmün manasını iyi bildiklerinden endişeye kapılarak Peygamberimize geldiler ve şöyle dediler:-“Hangimiz var ki, zulmetmemiş olsun”. Bunun üzerine Rasulullah, şu açıklamada bulunmuştur: -“O sizin zannettiğiniz gibi değil; O, Hz. Lokman’ın oğluna dediği gibidir. ‘(Oğulcuğum) Allah’a şirk koşma; muhakkak ki şirk, büyük bir zulümdür(Lokman 31/13)”(Buhari, Tefsir, 31). Peygamberimizin bu açıklamasından anlaşılmaktadır ki, buradaki zulüm, mücerred bir hak hukuk bilmezlik ve bir haddi aşma değil, içersinde şirkin olduğu bir haksızlıktır. Eğer Peygamberimiz ayete bu şekilde bir açıklama getirmemiş olsaydı, bu ayetteki kapalılığın altından ebediyen kalkamayacaktık.

Hz. Peygamber, Kur’an’da pek çok mücmel meseleyi tafsil etmiştir. Kur’an’da, “namazı kılın” diye emredilir; fakat, namazın nasıl kılınacağı ve ne zaman kılınacağı çok vazih bir şekilde açıklanmamıştır. “Namaz, mu’minler üzerine muayyen vakitlerde yazılı bir farzdır” (Nisa,4/103) ayetinde ifade edildiği üzere, mü’minlere belli vakitlerde farz kılınan namazın hususi vakitlerini sünnet belirlemiştir.(Ebu Davut, Salat, 2; Tirmizi, Mevakıt,1). Nitekim Peygamberimiz, “Beni nasıl namaz kılıyor görüyor görüyorsanız, işte öyle kılın”(Buhari, Ezan, 18) buyurarak, namazın farzları, vacibleri, müstehapları, mekruhları, müfsidleri, rukuları, secdeleri, kıraatları, tahiyyatı ve selamla çıkılmasında da tek kaynak konumundadır.

Namaz gibi, hac menasikini de tafsil eden Hz. Peygamber olmuştur. Nitekim Veda Haccı’nda bizzat bineğinin üzerinde ve herkesin görebileceği şekilde hac menasikini yerine getirmiştir. Sonra da “Menasikinizi alın”(Nesai, Menasiki, 220) buyurarak hacc hususunda söz ve davranışlarının teşrideki yerine dikkat çekmiştir.

Kur’an’da mirastan umumi olarak bahsedilmektedir. “Allah size çocuklarınız hususunda vasiyette bulunuyor: Erkeğe, iki kadının payı vardır”(Nisa, 4/11) buyurulmaktadır. Ancak Peygamberimizin vefatından sonra, kızı Hz. Fatıma, Hz. Ebu Bekir’den babasının mirasını almaya geldiğinde, Rasulullah’tan duyduğu, “Biz peygamberler geriye miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız, ancak sadakadır”(Buhari, İ’tisam, 5; Müslim, Cihad, 51) hadisini okumuştur. Yine “katil mirasçı olamaz”(Tirmizi, Feraiz, 17) hadisiyle, katilin mirasçı olamayacağını, dolayısıyla babasını öldürenin, amcasını öldürenin, dayısını öldürenin, kardeşini öldürenin miras alamayacağını hükme bağlayarak Kur’an’ın umumi hükmünü tahsis ederek Kur’ın’ı beyan etmiş, yani açıklamıştır. 

Hz. Peygamberin Kur’an’ı açıklaması, mutlak ifade eden kavram ya da hükümlerin takyidi şeklinde de olmuştur. “Mallarınızı aranızda(çalıp çırparak, ihtikarla, rüşvetle, riba ile) batıl bir surette yemeyin; ancak anlaşma ve karşılıklı rızaya dayalı ticari mübadeleyle yiyin” (Nisa, 4/29) ayetini sünnet, bir konuda takyid etmiştir, “meyveler, tam belirli hale gelinceye kadar satmayın” (Buhari, Buyu, 82) hadisiyle Hz. Peygamber, ayetteki bir konuyu takyid ederek açıklamıştır.

Bu örneklerden anlaşılacağı üzere, Hz. Peygamber’in Kur’an’ı açıklaması, hükümlerin beyanı ve tefsiri, güzel ahlakı(mekarimi ahlak) izah etme ve teşvik etme şeklinde olmuştur. Ayrıca Rasul-i Ekrem’in iş ve sözleriyle ortaya koyduğu örnekliği ve şayan-ı hayret hayatı, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği esasların tefsiri, canlı temsili ve beliğ bir açıklaması olmuştur( Muhammed Esed, Yolların Ayrılış Noktasında İslam,Ter. Hayrettin Karaman, s.80).O, hem bir insan ve hem de Peygamber olarak, muhataplarını ikna etme anlayışı içersinde olmuş ve Allah’ın ayetlerdeki muradını belirtmiştir. Bunu da bazen tahsis, bazen geniş bir anlamı tahdit, bazen kelimenin Arap dilindeki anlamını teyid, bazen şahısların durumunu ve o zamanki edebi sanatları izah etme, tefsir etme ve uygulama(tatbik), bazen temsil, remz ve işaret, bazen intibaha davet ve insanın psikolojik durumundan faydalanmak şeklinde açıklamakla gerçekleştirmiştir(İsmail, Cerrahoğlu, Tefsir Usulu,233).

Birtanem

Gül severmiş dikeni,

Gönül sever seveni.

İlk sıcacık buseni,

Özlüyorum bir tanem.

 

Yaktın beni derinden,

Geçtim artık serimden.

Yandım, ne gelir elden,

Özlüyorum bir tanem.

 

Kirpiğin ok bağrıma,

Bakışın hap ağrıma.

Cevap ver şu çağrıma,

Özlüyorum bir tanem.

 

Gönlü gönle koy artık,

Bu sevgime doy artık.

Şu aşığı duy artık,

Özlüyorum bir tanem.

 

 Yanağında ben olsam,

 Beni seven sen olsam.

 Özlenen busen olsam,

Özlüyorum bir tanem.

 

Oldun gönlüme neşe,

Yaktın beni ateşe.

Oldum zevkten dört köşe,

Özlüyorum bir tanem.

 

Sabrım bitti geliver,

Beni benden alıver,

Şu gönülde kalıver.

Özlüyorum bir tanem.

 

Bu sevgimiz bitmesin,

Kimse gölge etmesin.

Derim canan gitmesin,

Özlüyorum bir tanem.

 

Bil ki bu kalp senindir,

Gel de beni sevindir.

Özleyen, çok sevendir,

Özlüyorum bir tanem.