Önü açılmış milli devletlerin ne tip tuzaklarla karşı karşıya kaldıklarını bugün yaşıyoruz. Aslında, dün de farklı değildi. Siyasi tarihimiz dün Osmanlıya, bugün Türkiye Cumhuriyetine karşı tuzaklarla ve ihanetlerle doludur. Siyasi tarihi inceledikçe; tarih tekerrür mü ediyor diye sormaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ayastefanos Antlaşmasıyla (1878) Kürtlere sahip çıkıyor görünen Rusya’ya karşı İngiltere’nin karşı atakla Berlin Antlaşmasını (1878) dayatarak ve Kürtleri de kullanarak bir Ermeni devleti kurma arzusu unutulmamıştır. Her bir reform talebinin ve dayatmasının altından dini azınlıkları koruma, Müslüman nüfusu çökertme amacı çıkmıştır.
İktidarda kalabilmek için her türlü tavizi veren ve İmparatorluk topraklarının dağılmasına bile göz yuman Damat Feritler, İngiliz Muhipler Cemiyeti Başkanı Sait Mollalar, Ali Kemaller, Boghos Nubar Paşalar, Osmanlının Stockholm Büyükelçisi yaptığı ancak, Osmanlıya ihanet etmiş ve İngilizlerle işbirliği yapmış olan Kürt asıllı Şerif Paşaların ve aile boyu İngilizlerle işbirliği yapmış bazı tarikat ehlinin benzerleri bugün de aynen var. Bu isimlerin çoğunun da alnı secdeye varıyordu. Sadece alnın secdeye varmış olması yetmiyor.
Sivas Kongresini dağıtma ve Mustafa Kemal’i ortadan kaldırma teşebbüsünün mimarı İngiliz Binbaşı Noel’in emrinde çalışabilecek sözde aydınlar ve işbirlikçiler bugün de mevcuttur. İttihat ve Terakki Partisine karşı Hürriyet ve İtilaf Partisi mensuplarının faaliyetleri ve talepleri bugün de küreselci ve teslimiyetçi çevrelerce yerine getirilmektedir.
Dün Müslüman oldukları için hiçbir zaman affedilmeyen Kürtlerin Ermeni Devleti’nin sadece vatandaşı veya özerk bir bölgesi olduğunu kabul eden Batı, doğrudan veya dolaylı olarak Yeni Osmanlıcılığı ve eyalet sistemini dayatıyor. Dün Doğu ve Güneydoğu’da valilerin ve kamu görevlilerinin mutlaka Kürt olmasını isteyen Batı, bizimkilere dayattığı “Kürt açılımı” ile günümüzde aynı veya benzer taleplerde bulunuyor.
ABD ve Almanya gibi birçok devlet ve prensliğin birleşmesi ile meydana gelen devletlerin eyalet sistemlerine özendiriliyoruz. Bunun rüşveti de ABD çekildikten sonra Irak’ın kuzeyi ile ilgilenmek ve Musul’u tekrar Türk toprakları içine almak… Türkiye’ye 1870’lerin siyasi coğrafyası mı teklif ediliyor? O coğrafya eyalet sistemini kaldırabilirdi; ama bugünkü Türkiye idari yapısı ve milli devlet olarak kuruluşu itibariyle ABD ve Almanya örneklerinden çok farklıdır.
Şimdi statükoyu aşıyoruz diye ortada dolaşan bazı fırdöndü aydınlar, ultra aktif bir dış politika adına Türkiye’yi Misak-ı Milli sınırları dışına taşımaya çalışıyorlar. “Efendim, Bölge halkları neden bir araya gelmesinmiş!” Keşke gönlümüzde yatan etkin, bağımsız bir güç olarak Türkiye bunları yapabilse… Şimdi ancak izinle veya taviz vererek bazı şeyler yapılabiliyor.
Türkiye’nin sınırları dışında gerekli etkinliği sağlayabilmesinin yolu her şeyden evvel Türk kimliğine ve Türk kültürüne sahip çıkmaktan geçer. Kendi kuruluş felsefesini, milli kimliğini devre dışı bırakmaya hazır; şerefli tarihini sorgulamaya, yüzleşmeye ve yargılamaya çıkmış; kendi devleti ile başkaları adına kavgalı işbirlikçi aydınların ve siyasetçilerin bulunduğu, mutabakatlarını geliştirememiş, milli davalarını küçümseyen, verkurtulcu, iktisadi kaynaklarını ona buna peşkeş çeken bir ülke aktif bir dış politika uygulayamaz. Son altı senedir Türkiye neleri tartışması gerekirken neler bize tartıştırılıyor? Milli sınırlarımız dışına çıkacağız, genişleyeceğiz, dar ufuktan kurtulacağız diyenlerin, Türkiyelilik hokkabazlıklarını bırakmaları, üniter yapı ve milli devlet anlayışını zedelememeleri gerekir.
“Kürt açılımı” adı altında teröristbaşını muhatap alan, üstelik de terörle mücadele eden ve şehitler veren bir ülke ciddi ve ufku genişleyen bir ülke olamaz.
Üç tarzı siyasetin icabı olarak önce Osmanlılık, daha sonra İslâm şuuru ile İmparatorluğu ayakta tutmaya çalıştık. Nihayet; Anadolu’da Türk kimliği etrafında aslımıza döndük. Milli devleti ve Cumhuriyeti kurduk. Şimdi sınırlarımız dışında maceralara girerken; ona buna taşeronluk yapmaya hazırlanırken; “Türk kimliği bize dar gelir, sırasıyla İslâm ve daha sonra da Osmanlı kimliğine sarılalım” demek havada şato kurmaktır. Merkezi reddeden bir çevre olamaz. II. Meşrutiyetle kurulan Osmanlı Meclisinde her milletvekilinin Osmanlı kimliğini taşıması gerekirken; dini ve etnik ayrımcılık ve ırkçılık yapılmadı mı? II. Abdülhamit bu Meclisi neden feshetti?