İki sarhoş, ellerinde bıçak bir tartışmaya tutuşmuşlar. Yolda gördükleri bir küçük hayvana birisi kurbağa, diğeri tosbağa demekteymiş. Tartışma büyümüş, birbirine saldıracak hale gelmişler. Sonra oradan geçen birine sormaya karar vermişler. Adam bir yerdeki hayvana, bir de eli bıçaklı sarhoşlara bakmış. Sonra birinin yanına varmış;
-Allah Allah, demiş, buradan bakınca tosbağa gibi görünüyor.
Sonra ötekinin yanına sokulmuş;
-Hayret, demiş, buradan bakınca da kurbağa gibi görünüyor.
Bu fıkrayı üç açıdan yorumlayabiliriz:
a- Adam gerçekten farklı açılardan bakınca, günışığının yansıması gibi bazı etkenlerle, hayvanı farklı görmüştür.
b- Hakem tayin edilen üçüncü adam da sarhoştur.
c- Adam, sarhoş tartışmacıların şerrinden korkmuş olduğu için doğruyu bildiği halde söyleyememektedir.
Bu yorumları seçim sonuçlarını değerlendirmek için yapmamız mümkün. Fakat isterseniz biz bu yorumları yapılan genel seçimler sonrası seçilen ve devlet yönetimini üstlenecek olan kadrolar için uygulamaya çalışalım:
a- İnsan bulunduğu konuma göre gerçeği farklı algılayabilir. Mesela, devletin bilgilerine vakıf olduktan sonra yeni yöneticilerin bazı fikirlerinde değişiklik olabilir. Ancak bu değişiklik daha önceki savunulan fikre zıt bir noktaya kadar geliyorsa bunu makul karşılamak mümkün olmasa gerektir.
b- Doğru politikaları tayin edip uygulayamıyorsa görev verilenler gerekli ehliyeti haiz değildir.
c- İktidarlar milletinden aldığı gücün farkında olmaz ve bu gücü kullanmayı bilmezlerse, dış etkenler sebebiyle doğru bildiklerini de ifade edemez ve uygulayamazlar. Bir başka ifadeyle “sert esen rüzgârlara” göre gerçekler farklı algılanıp, farklı gösterilebilir.
Kudretli Osmanlı Padişahı 4. Murad’ın annesine, “burada rüzgâr sert esiyor valide” deyişi boşuna değil. İktidarda olanlar hep sert rüzgârlara muhatap olur. Bizim vurgulamak istediğimiz devlet erkini kullanan yöneticilerimizin iç ve dış rüzgârlar ne kadar sert eserse essin doğru istikamette kalmalarıdır.
Bundan önceki hükümetlerde de çok kaliteli ve halkın içinden çıkmış insanların bulunduğunu biliyoruz. Ancak bu değerli zannettiğimiz insanların bir kısmının, içinden çıktıkları geniş halk kitlelerinin menfaatlerini unutup, şahsi veya parti menfaatleri sebebiyle yerli veya yabancı güç odaklarına hizmet ettiklerini görmedik mi?
Yeterli manevi ve fikri hazırlığı yapmadan devlet erkini kullanmaya başlayanların yoldan sapmalarına karşı en önemli sigortamız, temel milli değerlerimizden sapılması karşısında isyanını yükselten namuslu aydınlar ve sivil toplum örgütleri olmalıdır.
Bu konuda ise maalesef çok iyimser değilim. Seçimden sonra oluşan yeni siyasi dengelere göre omurgasız birçok sözde aydının, yazar ve çizerin bugünden itibaren, daha düne kadar söylediklerinin tam tersini savunmalarına da hazır olalım. Namuslu aydın ve fikir adamının bu ülkede en fazla ihtiyaç duyulan şey olduğunu düşünüyorum.
İçimizden çıkan seçtiğimiz insanların yoldan sapmasına karşı sessiz kalmak, “bizdendir, yapıyorsa bir bildiği vardır” demek, “haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hükmüne muhatap olmak demektir.
Öncelikle ifade edelim ki, seçtiğimiz insanlarımıza hep şüphe ile bakmayalım, onların zayıf karakterli ve kolay satın alınır olduğuna dair bir önyargımız olmasın. İyi yaptıkları icraatı candan destekleyerek onlara moral ve şevk verelim. Gerçekten vatandaş olarak kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz için, bazen seçtiğimiz insanların bize ters gelen uygulamaları olabilir. Bu durum her zaman yoldan çıkma anlamına gelmez. Bütün bunlar doğru. Ama yaşadığımız tecrübelerin Türk vatandaşları olarak ihtiyatlı olmamızı gerektirdiği de bir hakikat. Öyleyse bizim eksik bilgiye dayanan yanlış yorumlamamızla gerçekten yoldan çıkmayı nasıl ayırt edeceğiz?
“Bu şartlarda siz olsaydınız farklı mı yapardınız?” sualine karşı cevap vermeden önce şu hususları gözden geçirmemiz gerekiyor: Türk milletinin menfaatine aykırı olan icraatın ne kadarı “rüzgârın sertliğine” bağlıdır; ne kadarı hazırsızlık, vizyonsuzluk, yeteneksizlik, beceriksizlik ve ne kadarı da “gaflet, delalet ve hatta hıyanet”ten kaynaklanmıştır? Bu sorulara cevap verebilmek için seçtiğimiz insanları her fırsatta sorgulamak bir vatandaşlık görevidir. En azında esen “sert rüzgâr” hakkında bilgi vermelerini, aklımızı ve vicdanımızı ikna etmelerini istemek durumundayız.
Dileğimiz devlet erkini teslim ettiğimiz ve başarılı olmaları için duacı olduğumuz vekillerimiz ve yeni yöneticilerimiz, el-etek öpücülere değil, milletimizin değerlerine önem verirler. Türk Milletinin huzur ve refahı için, Türk Devletinin birliğini dirliğini koruması, dünyada sözü geçen güçlü bir devlet olması için çalışırlar ve üstün başarı gösterirler.