Ortadoğu’da Verilen Milli Mücadele

40

Zeytindalı Harekâtı‘nın öncesinde ve günümüzde olup bitenleri takip ettikçe ABD Başkanı Johnson’un Kıbrıs’a yaptığımız yasal müdahaleye karşı çıkışı ve dönemin Başbakanı rahmetli İsmet İnönü’ye yazdığı malum mektup akla geliyor. Bu mektupla Türkiye diplomatik saygı hudutları aşılarak tehdit edilmiş ve ardından ülkemize Amerikan ambargosu uygulanmıştı.

Bugün de sözde müttefikimiz ABD’nin milletlerarası hukuku çiğneyen davranışları ve kendi yarattığı IŞİD‘e (DEAŞ) karşı sözde mücadele eden YPG ve PYD ile çirkin ittifakı açıkça ortaya çıkmıştır. PKK‘dan farkı olmayan bu örgütler ile bir NATO üyesi olan Türkiye kuşatılmaya çalışılmaktadır. Amaç Büyük Ortadoğu Projesini işletmek, Ortadoğu’da sınırları değiştirmek ve istikrarı iyice bozmaktır. Ortadoğu Balkanlaştırılmaktadır. Suriye ve Irak federal bir bölünmüşlük ortamına sürüklenecektir. Türkiye’ye bu teklif edilememektedir. Eğer 15 Temmuz Türkiye’yi işgal ve darbe teşebbüsü başarılı olabilseydi; yerli işbirlikçileri ile Türkiye de federal yapıya zorlanacaktı. Terörle mücadele iyice yerini müzakere ve sözde barış sürecine bırakacaktı. Maalesef ülkemizin bu tehlikeli yolda epey mesafe aldığı da bir gerçektir. Kozmik odalara girilmiş, FETÖ terör örgütü her alanda destek bulmuş, kadrolaşmış ve ABD güdümünde Devleti ele geçirme yoluna koyulmuştu. Akiller heyeti ülkede ikna turlarına çıkmış, barış ve açılım sürecini anlatıyorlardı. Ancak kendilerine soru sormak da yasaktı. Milli ve yerli tezlerle adeta mücadele ediliyordu. Milli kimlik tartışmaları açılmıştı. Bu asıl terörün kendisiydi. Etniklik konusunda cehaletimiz ortaya çıkıyor; milliyet, milli kimlik ve etniklik birbirine rakip zannediliyordu. Milli güvenlik ile ilgili politikalar ütopya halini alan özgürlükçülüğün gerisine düşüyordu.

15 Temmuz ve sonrası olup bitenler, Zeytindalı Harekatı sonrasında siyasilerimizin hiç de yakışık almayacak beyan ve tartışmaları pek uymasa da Balkan Bozgunu faciasını bize hatırlatmaktadır. Her nekadar Yenikapı ruhu hala büyük çoğunlukla sürmekte ise de; milli ittifakları zedeleyici siyasi rant hesapları yine görülmüştür. Bir tabipler birliğinin sözde savaşa karşı çıkıcı, sözde barışçı ama yıpratıcı açıklaması üzücü olmuştur. Ancak sürpriz de değildir.

Harekat milletlerarası hukuka uygun bir meşru müdafaa idi. Türkiye’nin beka sorunu vardı ve müdahalede de geç kalınmıştı. ABD Türkiye’yi terör konusunda Çekiç Gücün Bölgeye yerleştirilmesinden beri oyalamıştır. Diğer taraftan, hayali bir AB üyeliği yolunda terörle barışın demokratikleşme diye yutturulması bize çok zaman kaybettirmiştir. Keşke Türkiye çeşitli oyalamalara fırsat vermeyip Orgeneral Necdet Özel’in ve Genel Kurmayın taleplerine kulak verip bölgeye kısmi bir harekata girişebilseydi. Bizi oyalayanlar sadece ABD değil; diğer bazı Batılı sözde dost ülkelerdi. Bunlar terör örgütlerine mazgallar, tüneller, sığınaklar inşa etmekle kalmayıp her türlü silah ve malzemeyi de vermişlerdi. Yani kendileri adına aslında bir vekalet savaşını hazırlamışlardı. Bu dönemde biz de kanlı terörle barışma yanlışına düşerek mücadele yerine daha çok müzakereyi seçmiştik. Valilerin askere ancak izinle harekat imkanı verdiği ve harekatı geciktirdiği günleri unutmadık. Bu ülkede “ben de dağa çıkardım” diyebilen sözde devlet adamları görmüştük. Bugün bu karmaşadan nispeten uzaklaştık. Milli ve yerli tezlere, milliyetçi bakış tarzına nispeten kavuştuk. Bütün dünyanın yaptığı gibi… Eğer bir ülkenin geleceği büyük bir tehlike ile karşı karşıya ise mücadeleyi ve savaşı bir cinayet ve yanlış olarak kabul edemeyiz. Türkiye Suriye ve Irak’ın potasına sokularak İran’la birlikte federal bir yapıya zorlanmaktadır. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan böyle de Ankara, Bağdat veya Şamlaştırılamayacaktır. Sosyal dokusu buna da müsait değildir. Milli Mücadele ile milli ve üniter bir devlet olarak kurulmuştur. İzinle bağımsızlığını sağlamamıştır.

Fırat Kalkanı Harekâtı ile Türkiye Ortadoğu’da ABD tezgahı olan oyunu bozmuştur. Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı kumpasları çoğu demokrasi ile yönetilmeyen ve laik bir yapıda da olmayan ülkeleri iç çatışmaya sokmuştur. Bir etnik gurubun veya mezhebin diğerleriyle birlikte yaşaması değil; birinin diğerine mutlaka üstünlük sağlaması körüklenmiştir. Bu plan bazı denemelere rağmen, Türkiye’ye uygulanamamıştır.

Bugün de milli menfaatleri icabı emperyal güçlere karşı birlikte olması gereken Bölge ülkeleri birbirine karşıdır. Hiçbir ülke diğerlerini kendinden bir adım bile ileri geçirmeme gayretindedir.

Suriye rejimine haklı olarak muhalif olan ve topraklarını savunan ÖSO ile harekat bazılarınca yadırganmıştır. Oysa, ÖSO içinde Türkiye’ye bağlılık ve sevgi içinde bulunan unsurlar vardır. Kanlı terör örgütlerinde ise gayrimüslim, paralı asker ve Süryani bolluğu vardır. Türkiye’ye sürekli Esad ile doğrudan görüşmeyi teklif edenler, harekâtta bizi yalnızlaştırma amacı mı gütmektedirler? Aslında değişik ve uygun yollarla, vasıtalı şekilde Suriye rejimiyle görüşmenin olmadığı da ileri sürülemez. Silahlı mücadele ile diplomasi çoğu kere birlikte yürütülebilir.

Türkiye’nin sınırlarını ve ülke bütünlüğünü korumak için çaba göstermesi gereken NATO müttefikimiz ABD, NATO sınırlarını bırakın korumayı, Türkiye ile dolaylı bir savaşa girmiştir. Kiralık terör örgütlerinin patronluğunu yapmaktadır.

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye NATO dışına çıkarak kimseyi sevindirmemeli, Yunanistan dahil birçok ülkenin elini ve pazarlık gücünü güçlendirmemelidir. NATO’da kalarak, bazı olumsuzluklara rağmen, mücadele sürdürülebilir. Türkiye Batı dünyası ve Doğu komşuları ile ilişkilerinde milli menfaatlerini ençoklaştırabilmek için; iki tarafa da dengeli ve ölçülü yaklaşmalıdır. NATO’dan çıkmak veya başka bir yere girerek maceraya atılmak bir AVM’den çıkıp diğerine gitmek olamaz. Konu bu kadar basit değildir.

Yakın geçmişte bir Dışişleri Bakanımız bölge barışı için Esad ile görüşmeye gider. Görüşmeden sonra Esad’a toplantıyla ilgili soru yöneltilir ve Bakanımızın teklifi sorulur. Esad’ın verdiği cevap ilgi çekicidir: “… misafir bakanın tekliflerini ABD Büyükelçisi de yapmıştı” der. Aracı olduğunuz dönemlerde bile kendi milli ve yerli tezlerinizi savunmanız ve teklif etmeniz gerekirdi.

Aşırı iddialı ve ülkeyi bağlayıcı, suçlayıcı konuşmalar Türkiye aleyhtarı havayı körüklediği unutulmamalıdır. İç politika ile dış politika bir ezogelin çorbası haline sokulmamalıdır. Mezhepler üstü kalma geleneğimiz kesinlikle sürdürülmelidir. Son on yıldır desteklenerek görevler verilen ve sözde Türkiye’nin dışarıda da propagandasını yapan FETÖ’cüler şimdi Türkiye aleyhine ellerinden geleni yapmaktadırlar. Yabancıların muhatabı bunlardı; onun için bugün yine bunlarla temas kuran yabancılar ülkemizi suçlama yarışına girmişlerdir. ABD güdümlü FETÖ’yü devlette ve değişik alanlarda egemen kılma tarihi bir yanlış idi. Diğer taraftan, Ayn-el Arab’a (Kobani’ye) sınırlarımızdan geçirilen, yedirip içirdiğimiz ve başarı dilediğimiz silahlı peşmerge sürüleri bugün bizimle çatışmaktadır.

Bütün bazı olumsuzluklara rağmen, Türk Milleti büyük çoğunlukla Devletinin, askerinin ve yönetenlerinin yanındadır. Birlik ve beraberlik mesajları vermektedir. Bu mukaddes davada ve Türkiye’nin var olma mücadelesinde hayatını vermekten çekinmeyen düğüne gider gibi vatan savunmasına koşan, Türk Milletinin aziz evlatları olan şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyor, gazilerimize şifalar temenni ediyoruz. Onlara çok şey borçlu olduğumuzun şuurundayız. Ne mutlu Türküm diyene…

 

Önceki İçerikS i g a r a: C e b i n i z d e k i K a t i l i n i z
Sonraki İçerikHiç Düşündük mü?
Avatar photo
1944 İstanbul doğumludur. Orta Öğrenimini Maarif Kolejinde, yüksek öğrenimini İktisadî ve İdari Bilimler Yüksek Okul'unda tamamlamıştır. 1967'de İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ne asistan olarak girmiştir. Ord. Prof. Dr. Z.F. Fındıkoğlu'na asistanlık yapmıştır. 1972'de "Bölgelerarası Dengesizlik" teziyle doktor, 1977'de "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" teziyle doçent, 1988'de de profesör olmuştur. 1976 Haziranında yurt dışına araştırma ve inceleme için giden Erkal 6 ay Londra ve Oxford'ta inceleme ve araştırmalar yapmış, Doçentlik hazırlıklarını ikmal etmiştir. 1977 yılında hazırladığı "Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri" isimli Eğitim Sosyolojisi ve Eğitim Ekonomisi ağırlıklı tezle Doçent olmuştur. 1988'de Paris'de, 1989'da Yugoslavya Bled'de yapılan milletlerarası UNESCO toplantılarında ülkemizi birer tebliğle temsil etmiştir. 1992 Yılında Hollanda'da yapılan Avrupa Konseyi'nin "Avrupa'da Etnik ve Cemaat İlişkileri" konulu toplantısına tebliğle katılmıştır. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi dışında dönem dönem Harp Akademilerinde, Gazi Üniversitesi'nde, Karadeniz Teknik (İktisadi ve İdari Bilimler Yüksek Okulu) ve Marmara Üniversitelerinde de derslere girmiştir ve konferansçı olarak bulunmuştur. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi İktisat Bölümü ve İktisat Sosyolojisi Anabilim Dalı Başkanı, Metodoloji ve Sosyoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü, İstanbul Üniversitesi Senato Üyesi, Aydınlar Ocağı Genel Başkanı ve İstanbul Türk Ocağı üyesi olan Prof. Dr. Erkal'ın yayımlanmış ve bir çok baskı yapmış 15 kitabı ve 700 civarında makalesi vardır. Halen Yeniçağ Gazetesi'nde Pazar günleri makaleleri yayımlanmaktadır. Prof. Dr. Erkal evli ve üç çocukludur. Dikkat Çeken Bazı Kitapları : Sosyoloji (Toplumbilimi) (İlaveli 14. Baskı), İst. 2009 Orta Teknik Eğitim-Sanayi İlişkileri, İst. 1978 Bölgelerarası Dengesizlik ve Doğu Kalkınması,(2. Baskı), İst. 1978 Sosyal Meselelerimiz ve Sosyal Değişme, Ankara 1984 Bölge Açısından Az Gelişmişlik, İst. 1990 Etnik Tuzak, (5. Baskı), İst. 1997 Sosyolojik Açıdan Spor, (3. Baskı), İst. 1998 İktisadi Kalkınmanın Kültür Temelleri, (5. Baskı), İst. 2000 Türk Kültüründe Hoşgörü, İst. 2000 Merkez Binanın Penceresinden, İst. 2003 Küreselleşme, Etniklik, Çokkültürlülük, İst. 2005 Türkiye'de Yolsuzluğun Sosyo-Ekonomik Nedenleri, Etkileri ve Çözüm Önerileri (Ortak Eser), İst. 2001 Ansiklopedik Sosyoloji Sözlüğü (Ortak Eser), İst. 1997 Economy and Society, An Introduction, İst. 1997 Yol Ayrımındaki Ülke, İst. 2007 Yükseköğretim Kurumlarının Bölgelerarası Gelişme Farklılıkları Açısından Önemi ve İşlevleri, İTO, İst. 1998 (Ortak Araştırma)