NLP Eğitimi Aldım mı?

118

“Aslında ZOR Değil”  isimli birinci kitabımızı okuyan bir sevgili dostumuz, bir öğretmen hanımefendi, önce bize takdir ve tebriklerini ileten mesajını gönderdi.  Cevap verdim, teşekkürlerimi ilettim ve iyi dileklerimi sundum.

Ve ondan ikinci bir mesaj aldım, yine nazik iltifatları, teşekkür ifadeleri ile birlikte bir iki sual de vardı? Öncelikle benim “NLP” eğitimi alıp almadığımı merak ediyordu. Kendisinin de böyle bir eğitim alma arzusunu belirtiyor ve önerilerimizi soruyordu.

Belli ki, ya da tahmin ediyorum ki; “Aslında ZOR Değil” isimli kitabımızda kullandığımız ifade rahatlığından, özgürlüğünden, belki akıcılığından olsa gerek benim de böyle bir eğitim almış olabileceğimi düşünüyor ve öneriler bekliyordu.

İşte ona cevap vermek üzere yazmaya başladım. Ve şu notları sıraladım.

Daha üç-beş yıl öncesine kadar hiç bilmediğim ve o zamanlar yeni aşina olduğum, NLP kavramı ile ilgili olarak yeni baştan bir değerlendirme yaptım.

Ben ve NLP eğitimi!.. hayır hayır, ama belki de evet!.. .

Hayır, böyle bir eğitim almadım. Daha doğrusu bununla ilgili özel bir eğitim almadım.

Çocukluğumdan gençliğime bütün yaşamımı şöyle bir göz önüne getirdiğimde; gerek aile ortamında, gerekse ilk eğitim yılarında doğal olarak bu kavramla yüklendiğimi fark ettim. 

Çevre ilişkilerim, aile içi davranışlar, ilk okulda bulunduğum ortam, öğretmenlerim ve arkadaşlarım. Sonra Ortaokul ve Lise yılları, buralardaki ilişkiler, hepsi hepsi bir bir gözlerimin önünden geçti.

Öncelikle aileden başlarsam, bizim ilişkilerimiz, tamamen özlü bir sevgi ve saygıya dayalı seviyeli ilişkilerdi.

Hiyerarşi vardı, ama otoriter baskısı yoktu. Haminnem, babaannem, bir Osmanlı Hanımağası olan evimizin büyüğü; Hanife SOFRACIOĞLU!… Kimse onun adını bilmez söylemezdi, o akrabaların,  komşuların,  herkesin HAMİNNESİ idi. ..

Eşi, bir Osmanlı bürokratı olan Dedem, Mehmet SOFRACIOĞLU’nu ben göremedim, ama onu Babam Mehmet SOFRACIOĞLU da görememişti, 1909 senesinde Babam doğmadan 40 gün önce Kaymakam Vekili iken evinin inşaatı başında bir böcek sokması sonucu rahatsızlanmış ve 40 kilometre uzaktaki Amerikan Kolejlerine  Doktora YAYLI  ATARABASI ile götürülmek isterken yolda  vefat etmişti.     

Haminnemin, tek bir gün kızıp bağırdığını, sağa sola emirler verdiğini, hatta yüksek sesle konuştuğunu veya güldüğünü de hatırlamıyorum. Sonradan yorumluyorum ki onun istekleri davranışlarından okunur gözlerinden anlaşılırdı. Belki o da aykırı bir talepte bulunmazdı. Adeta sessiz komutları vardı.  İlişkilerde  sevgi vardı, saygı vardı.

Buna rağmen, bu otoriter görüntüye rağmen, kimse ondan korkmaz aksine ona güvenirdi. Sevecen kucaklayan bir otoriteydi diyebilirim.  Hem aile içinde hem de akraba ve komşularda bütün Mecitözü’nde aynı sevgi ve saygıya sahipti.

Bizler aile içinde, hiç çekinmedik, serbest büyüdük, istediğimiz hep söyledik, ama herhalde yanlış bir şeyler de hiç söylemedik. Kimse bunu yapmadı. Şimdi anlıyorum ki Aile içi ilişkilerden başlayan sonra çevreye ve okula da yayılan doğal bir NLP kurallar ortamı vardı.

“Aslında ZOR Değil” de biz nebze değinmiştim. Daha 4-5 yaşlarında iken, o zamanlar, Evleri gezerek okula kayıt yapan öğretmenle birlikte; ev,  ev bütün Mecitözü’nü dolaşmış bazen koca bir çanta, bazen bir defter taşımıştım. O yıl İlkokula Öğrenci Kayıtlarını, Erol Öğretmenle birlikte yapmıştık…

Ve Erol Öğretmeni sevdiğim için de (5)  yaşında Okula Kayıtsız başlamıştım. Ve bitirme sınavlarında DİPLOMA ALABİLMEM İÇİN doğum tarihim 1942’den 1939’a yükseltilmişti.

Çocukluk hayatımdaki en büyük heyecandı. Hatırlıyorum; YAZI dersimizin SINAVI idi Hademe sınıfa girdi Öğretmene bir şeyler söyledi ve beni alarak Hükümet Binasına götürdü. Girdiğimiz odada Babamı görünceye kadar çok heyecanlandığımı ve korktuğumu söyleyebilirim. İşte ilk ve tek korkumdu.  Sonra beklediğimiz başkalarının konuştuğunu ve okula geri gönderildiğimi anımsıyorum. Neyse ki Yarım Bırakıp gittiğimi YAZI Sınavı Kağıdımı öğretmen almış ve Tam Not vermişti. İlkokulu bitirdim, ama maalesef (9) yaşında değil de, birkaç saat önce ve  bir günde büyüdüğüm (12) yaşında bitirmiştim.

Burada şunun belirtmek isterim; benim çocukluğumda, hatta bizim neslin çocukluğunda NLP Kavramları DOĞAL bir ORTAM olarak bizim çevremizde, yaşantımızın her köşesinde idi.

Burada hemen bir anımdan da söz etmek istiyorum; Okula ilk başladığım gün bütün olumlu şartlara ve bütün isteğime rağmen, O ilk gün okula Babamla gittiğimi hatırlıyorum.

Hatta hiç gözümün önünden hiç gitmez, babam biraz iri bir insandı ve o birinci sınıftaki daracık okul sıramıza bir türlü girememişti de ayaklarını şöyle yana dışarıya uzatmıştı, işte tek bu sahneyi iyi hatırlıyorum. Sonrasını ise ben Akbank’a Müfettiş Olduktan sonra gururla beni ziyarete gelen Ahmet Öğretmenim Teftiş Kurulu Reisimize anlatmıştı.  

AKBANK Merkezde, Refakat Müfettişliği Görevinde iken bir gün Teftiş Kurulu Başkanımız Sevgili Kenan Temeller beni çağırmıştı. Onun odasına her girişte temkinli olmaya çalışırdık. Kendisini çok severdik. O da aslında babacan biriydi ama iş konusunda hiç taviz vermeyen sert bir tavrı vardı ve ondan çekinirdik.  Banka ve İş söz konusu olduğu zaman her şeyi unutur ve çok ciddileşirdi. Sertleşirdi..

Kenan Beyin odasına biraz da çekinerek girdiğimde bana arkası dönük oturan birisini fark ettim. Kenan Bey söze başladı;

  • Gel bakalım Doğan dedi.. Şöyle otur bakıyım. Ve gülümsüyordu. Hiç alışık olamadığımız bir karşılamaydı. Gösterdiği Sandalyenin başına geçtim ve oturmadan .
  • Buyurun efendim. Dedim ve fark ettim. O anda Kenan Bey de eliyle bu misafiri gösterip soruyordu.
  • Bak bakalım, tanıdın mı?
  • Tanıdım efendim. Dedim ve hemen eline sarıldım, saygıyla öptüm.. Bu benim İlkokuldan ikinci öğretmenim AHMET HOCAMIZDI. Babamın çok iyi bir arkadaşı idi. Bizim de çok sevdiğimiz, çok muhterem bir insandı., Kısa nezaket cümlelerinden sonra Kenan Beyin tekrar İşaretiyle oturdum.
  • Hocam Hoş Geldiniz, Nasılsınız Efendim, dedim. Gelişini anlattı. Benimle iftihar ettiğini söyledi, daha önce Kenan Beye de anlatmış olmalı ki birbirlerini tasdik ettiler.. Ve işte orada anlattı Ahmet HOCA;

OKULA BAŞLADIĞIM İLK GÜNÜ YUKARIDA ANLATMIŞTIM. BABAM SIRADA RAHAT OTURAMAMIŞTI DA AYAKLARINI DIŞARIYA UZATMIŞTI.

İşte o gün İkinci derse girmeden önce Babama diyorum ki; TAMAM BABA SEN GİT!..

Ve ikinci ders üçüncü ders derken ÖĞLE PAYDOSU:.. Tabii o zamanlar öyle çift tedrisat filan yok, öğlende 1-1,5 saat ara var, eve geliyorsun, yemek yiyor ve öğleden sonra tekrar okula gidiyorsun.  Bu rutin iş aynen yapılmış ve…

Ve; ondan sonrasını Ahmet Hocam anlatıyor; Akşam Paydosta tekrar eve geldiğimizde, geciken akşam yemeği için oldukça telaşlanmış, acele etmişim…

Çabuk, çabuk olun… Ve Yemeğe oturmuşuz. Yemek bittiğinde alelacele kalkıp, çantamı kapmış ve tekrar sokağa fırlamışım.. 

  • Dur bakalım Nereye Gidiyorsun filan demişler, ama nafile bir süre koşmuşum ve arkama dönerek,
  • OKULA OKULA diye bağırmışım. Gülmüşler, koşup beni durdurmuşlar, açıklamışlar,
  • Oğlum, Her Yemekten Sonra Okula Gidilmez!.. Sadece ÖĞLE YEMEĞİNDEN Sonra gidilir, Akşam Gidilmez. Anladın mı?
  • Bana ne Bana ne.. Ben gitmek istiyorum.

Ve Reisle birlikte yeniden gülüyorduk. Ahmet Hoca tekrarladı.

  • İşte dedi, Reis Bey, İlk gün Sabah Okula Babası ile giden iik derste babasını bırakmayan ama sonra gece de okula gitmek isteyen Çalışkan Öğrencim BU: Bu işte Doğan… Hep birlikte gülmüştük.

İşte Böyle, Ne Evde, Ne İlkokul dahil okullarda, hatta ne de İŞYERİNDE.. Hemen hemen hiç olumsuz davranışlarımız olmamıştı.

Ne aile içi ilişkilerde, ne de okul ve arkadaş ilişkilerimizde içine kapanık, çekingen, silik bireyler olmadık.  Ve bütün bunların sonunda hiçbir zaman da umutsuzluğa kapılmadık.

Hayallerimiz ve hedeflerimiz hep oldu ama umutsuzluğumuz hiç olmadı.

Şu örneği hayatımın bir ANAYASASI olarak herkese anlatmak isterim;

Önce Vehbi KOÇ’u tanıdım, her Anadolu insanı gibi KOÇ Efsanesini ben de duydum ve ilgimi çekti. Sonra SABANCI’yı ve özelde SAKIP SABANCI’yı tanıdım.

Zaman içinde bu ikisi ile de çok yakın iş ilişkilerim oldu. Diyebilirim ki DOSTLUK İLİŞKİLERİM OLDU.

Özellikle onları yakından tanıdıktan sonra ve geldikleri nokta izledikleri yolu  öğrendikten sonra; şunu kendime düstur olarak aldım; Sayın Vebi KOÇ’un tabiri ile;

“BENİM ANAYASAM  BU OLDU”  

Yani Şu : BEN BU ÇİZGİDE ONLARIN GELDİĞİ  AYNI YOLU KAT EDEMEM, AYNI İMKANLARA SAHİP OLAMAM, ONLAR KADAR MEŞHUR VE ZENGİN BİR İŞ ADAMI OLAMAM.. Ama ben bir şey olabilirim;

ONLARIN DA MECBUR VE MAHKUM OLDUĞU İYİ BİR YÖNETİCİ OLABİLİRİM..  .

Belki Zengin ve Meşhur olmak değil ama ÇOK İYİ BİR YÖNETİCİ Olmak, DÜRÜST Çalışan, Başarılı, Aranan İYİ BİR YÖNETİCİ… İşte bu ben olabilirim.

Ve işte  benim hedefim BU OLMUŞTU.. Ve buna ulaştım. İkisinin İndinde de beğendikleri aradıkları birisi olabildim. Sayın KOÇ, Daha okulu Derece İle bitirdiğimizde beni gözü kapalı İŞE DAVET ETTİ.. Sonra da Hem TEKEL’de Hem de AKBANK’ta iken çok sayıda YEMEK’te, ÖZEL İKİLİ YEMEKTE beraber olduk Dost Sohbetlerimiz oldu. Bu seviyeli beraberliklerden çok şey aldım. 

Aynı Şekilde, hayatında BURSA’ya hiç gitmemiş olan SAKIP SABANCI’yı Bursa’ya ve Senelerce ULUDAĞ’a ben götürdüm.

Pek çok beraberliğimiz oldu. Evime geldi. Evine gittim. SABANCI Grubunun her resepsiyonunda ve başkaca önemli birçok davette beraber olduk.  Beyoğlu Şube Müdürü olduğumda hemen her hafta aniden çıkıp geldi, piyasalardan, havadan sudan konuşmalarımız oldu.

Kendi tabiri ile; ONUN MÜDÜRÜ, HEM MÜDÜRÜ HEM DE ARKADAŞI OLMUŞTUM   

Cenaze günü, Rahmetli Ali HAYDAR TAŞLI ve Sayın Türkan SABANCI’nın da ifadeleri ile onun; yani  Sayın  SABANCI’nın “AVRUPALI MÜDÜRÜ” olmuştum. Bu tabir onundu. Ben gelip gittikten sonra arkamdan  bunu söylermiş.

Demek ki Hedef gerçekleşmişti. İşte onun da istediği İYİ YÖNETİCİ Olmuştum.

Daha da iyi olabilirdim. İyi olmak değil de bunu daha iyi kullanmış olabilirdi. İşte burada entrikalar dönüyordu.  Bunları da hayatın tadı tuzu olarak görmüştük.  

Karamsarlığımız hiç olmadı, hep olumlu baktık, hep olumlu karşılandık.

Ama diyebilirim ki;  HEP KISKANILDIK.  Ama hiç mi hiç kıskanmadık. Haa, gıpta ettik, ama kıskanmadık. Hasetle bakmadık.  Kıskananlara ve haset edenlere de hep şaşırdık.  Hayretler içinde kaldık. Onları basit gördük ve üzerinde durmadık.

Diyebilirim ki; ne ailemiz, ne okulumuz, ne de çevremiz, akraba ve komşularımız bizlerden o büyük sevgi ortamını hiç esirgemediler. Belki biz de bunu karşılıklı verdik.

Bizler, belki daha az teknolojik imkânlara sahip olabildik ama, çok daha zengin, çok daha dolgun bir sevgi ortamında, seviyeli ilişkiler ortamında yetiştik.  Bu gün aynı sıcak ortamın ne aile içinde;  ne de okulda ve çevrede verilebildiğini düşünmüyorum.

Dolayısı ile NLP Kavramlarından çoğu, pek çoğu bu gün tabii ortamlarımızda alamayacağımız davranış biçimleridir. İşte bu nedenle NLP eğitimi alınmasını öneririm, yadırgamam..

Ama ben böyle bir konu için biraz açıldığımda; alabileceğim, kurallar ve kavramlar dizisi yanında bazı doğal özelliklerimi de belki yitirebileceğim endişesine kapıldığımı belirtmek isterim.  

Bu konuda öğretilenler, hele hele öğreticiler çok da işlerinin ehli değillerse, özümüzde var olan doğaçlama kullandığımız bazı özelliklerimizin de kaybolabildiğini görebilirsiniz.     

Günümüz yaşamında, çevrenizde o eski içtenliği, sıcaklığı bulmayabiliyorsunuz.

Biz aile olarak, bunu ilk kez İstanbul’a yeni geldiğimiz yıllarda fark ettik. 

Basit bir olaydı ama bizi derin derin düşündürdü ve cemiyete bakış tarzımızı etkiledi diyebiliriz.  İsterseniz bu duygulara neden olan basit,  çok basit bir olayı aktarmak istiyorum; İstanbul’a yeni gelmiştik. Akbank Müfettişi olarak çok hareketli bir işim vardı.. Hemen her ay; uzak yakın başka bir semte gidiyor ve yaz aylarına doğru da başka şehirlerde görev alıyordum.

Eşim ve oğlum, daha yeni geldiğimiz ve pek de çevremiz olmayan İstanbul’da, çoğu zaman kısa süreli yalnızlıklara mecbur ve mahkum oluyorlardı.  O zaman komşular önemli hale geliyordu.

Ve ilk komşularımız; Sevim-Fethi SAĞAL;  Şaziye-Sefer BAŞOL ve  Erdoğan-VECİHİ KOREL, daha sonraları apartmanımıza gelen,    Nedime-         ARARAT  çifti..  

Bu insanlarla bir kardeş-bir yakın akraba gibiydik. Yıllarca çok samimi bir ortamda hep birlikte olduk.. Ve işte 30-40  yıl sonra, bu gün de hala görüştüğümüz bu insanlar, bu dostlarımız da ayrı bir güzellikti.

Ama oğlumuz; Mehmet Nural için aynı şeyi söyleyemeyiz.  Onun arkadaşlıkları o kadar sağlam olamadı. O da okula küçük başlamıştı. Emsallerine göre küçük olduğundan mı nedir, belki de onu kıskanıyorlardı. Oyuna almazlar, aralarına sokmazlar, ama onun imkanlarını kullanmak isterlerdi.  Nural’ın TOP’u ile futbol oynarlardı. Nural’ı kışkırtırlar onun arabamızı gizlice kaçırmasını filan isterlerdi.  Ve Nural, onlara hep tavizler vermek durumunda kalırdı.

Kendi çocukluğumuz  ve yakın çevremizle, oğlumuzun yaşadığı  ortamı ve oralardan bu günlere gelen çizgiyi görünce, irdeleyince, şimdi diyorum ki; insanlarımız, çocuklarımız, NLP eğitimi almalıdır, diye düşünüyorum.  

Bu günün cemiyetinde herkes bu eğitimi almalı bu hasletlere yeniden sahip olmalıdır.

Sonuçta bizi arayan ve bunları soran sevgili öğretmenime şunları söyledim.

Ben, Doğan SOFRACIOĞLU; NLP Eğitimi Almadım.  Ve ALMAYACAĞIM.

Benim yetiştiğim, çocukluk ortamı, okul ortamı, yaşadığım şehirler esasen işte o kuralların doğal olarak uygulandığı, kültüründe var olduğu topluluklardı. 

Toplumda konuşmakta hiç zorluk çekmedim. Fikirlerimi her zaman her ortamda çok rahatlıkla ifade ettim. Ama hiç kimsenin yüzüne karşı söylemediğimi arkasından da söylemedim. İkili ilişkilerimde zorluk çekmedim. Hitapta zorluk çekmedim. Kendimi anlatmakta zorluk çekmedim.  Bu hasletler bizim doğamızda vardı.

Ama şimdi, kaybolan bu değerlerin kazanılabilmesi için, kazandırılabilmesi için, ilişkilerin seviyeli gelişebilmesi için insanların, özellikle de gençlerimizin;  NLP eğitimi almaları gerektiği görüşündeyim. 

Herkese sevgi ve saygılar sunuyor, sağlıklı, mutlu ve daha üstün başarılarla dolu nice  yeni yıllar diliyorum.