10.8 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 22, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1303

Hayata Anlam Katmak

0

Öğrencilerim, bugünlerde serseri mayın gibiler. Sınav öncesi ruh haliyle ne dediklerini bilmiyorlar. Söylediklerinin çoğunu onaylamasam da normal karşılıyorum. Geçen gün konuştuğum öğrencimin ağzından şu cümleler çıktı: “Hocam, hayat çok anlamsız!” Teselli edebilmek adına, öğrencime bir şeyler söyledim. İnşallah ikna olmuş, motivasyonu artmıştır. Şimdi soruyorum: Gerçekten hayat anlamsız mı? Nasıl bir yaşantıyla hayat, anlamlı olur?


Yaşlı bilge, kendisine hayatın anlamını sorana: “Bunun cevabını verebilmem için önce seni sınavdan geçirmeliyim.” der. Adam, sınav olmayı kabul eder. Bilge kişi, adamdan, silme zeytinyağı doldurduğu kaşıktan bir damla yağ dökmemesi kaydıyla bütün bahçeyi dolaşmasını, yoksa sorusuna cevap vermeyeceğini söyler. Adam, bahçeyi turlayıp gelir. Bilge bakar: “Evet, kaşıktan yağ eksilmemiş, peki, bahçe nasıldı?” diye sorar. Adam, şaşkındır: “Ama ben kaşıktan başka bir yere bakmadım ki!” diye cevaplar soruyu. Bilge, bu defa: “Elinde yine yağ dolu kaşık olacak; ama bahçeyi iyi inceleyerek dön.” der. Bu turlamada bahçenin muhteşemliğini fark eden adam, döndüğünde bahçenin güzelliğini anlata anlata bitiremez. Ancak kaşıkta yağ kalmamıştır. Bilge kişi gülümser, şunları söyler:  “Hayat senin bakışınla anlam kazanır; ya sadece bir noktayı görürsün hayatın akıp gider sen onun farkına varmazsın. Ya da görebileceğin tüm güzelliklerin tam ortasında hayatı yaşarsın akıp giden zamanın anlam kazanır. Hayatın anlamı senin bakışlarında gizli.”


Yıllar önce tanıştığım, toptancılık yapan ve bütün gün kasanın başında oturan biri, prostat şüphesiyle hekime gittiğinde doktor kendisine, kumar oynayıp oynamadığını sorar. Kumarla hiç ilgisi olmayan o kişi doktora tepki verir. Doktor: “Ancak kumarbazlar kumar başından kalkamadıkları için uzun süre tuvalete gitmezler ve kendilerini bu kadar sıkıştırırlar.” der. Bu insanın hayatı yarı hücre, loş ortamda tükenmiştir. Masa ve kasayla doldurulmuş bir hayat! Sizce hayat mı?


Hayatı anlamlandırmak için, kendimizdeki, diğer insanlardaki, doğadaki güzellikleri fark etmeliyiz. Bu güzellikleri ne için kullanacağımızı bilmeliyiz. Kendimizdeki güzelliklerin esiri olmak da övüncünü duymak da mümkün. Yunan mitolojisindeki Nars, kendine hayrandır, güzelliği başına bela olur. Bunun için kendini beğenenlere “narsist” denir. Kişinin kendine ibret gözüyle bakması da bir yöntemdir. Her bakışta olağanüstü ahengi görerek şükretmek, kişinin kendi değerini bilmesi sonucuna götürür. Kişinin kendisiyle övünmesi, kendi değerini bilmesi amacına yönelikse bir ibadettir. Kişi, kendine bulunmayan; ancak kendisine zenginlik veren güzellikleri fark ederek de hayatını zenginleştirebilir. Bunları fark etmek için, haset, fesatlık, bencillik, cimrilik, megalomanlık gibi aşağılık duygulardan sıyrılmak gerekir. Bu duygular, bizim için birer at gözlüğüdür. At, kendisine takılan gözlükler yüzünden sadece adım atacağı birkaç metrelik mesafeyi görür.


Tesadüfler üzerine yaşam sürenler, ömürlerini heba etmişlerdir. Ancak hedef koyan kişi gideceği yeri ve ayrıldığı noktayı görür. Onun hayatının anlamı; yaptığı iş, yürüdüğü yol, ortaya koyduğu eser, keşfettiği sır, kavrayabildiği hakikat, idrak edip uygulamaya koyduğu eylem kadardır. Hedef varsa, yürürken düştüğümüz çukurun bile bir anlamı olur. Hedefsiz bir hayat, gerçekten pek bayat.


Büyük hedeflerimizin yanında yıllık, aylık, haftalık, günlük hedeflerimiz olmalı. Karnımızı doyururken yediğimiz ekmeği parçalamak gibi. Küçük hedefleri gerçekleştirmek, bize mutluluk, haz verir. Aldığımız her haz, büyük hedefe ulaşmak için hızımızı artırır. Bir öğrenci için, saygın kişi, ayrıcalıklı veya popüler mesleğe sahip olmak nihai hedefse, bunu sağlayan iyi bir üniversite bir alt hedeftir. Bu üniversiteye girmek için seçilecek alan, bu alanda başarılı olmak için alınacak dersler, işlenecek konular, çözülecek soru sayısı birer basamaktır. Bu basamakları tempolu şekilde aşmak, bizi hem hedefe ulaştırır hem hayata bağlar. Hayat, bu yolun yolcusu için artık anlamsız değildir.


Ömür, bir emanettir. Onu, kokuşturmaya, anlamsız kılmaya hakkımız yok. “Ben doğmadan ölmüşüm.” felsefesi, insan zihnindeki korkunç virüs. Bu virüsü besleyen her türlü gerçek ya da sanal ortamdan, kişilerden, düşüncelerden uzak durmalıyız. Her gün soralım kendimize: “Bugün, kendin ve başkaları için ne yaptın, hedefine ne kadar yaklaştın?”

Vatikanla İşbirliği ve Milli İrade

0

Aydınlar Ocaklarının 30. Şur’ası İnegöl Aydınlar Ocağımızın evsahipliğinde yapıldı. Şur’aya iştirakin  yüksek ve katkının da özlenen seviyede olduğu dikkat çekti. Şur’ayı düzenleyen İnegöl Ocağımızın yöneticilerine ve Başkan Sayın Hasan Ateşoğlu’na teşekkür ederiz.


Şur’alar Ocaklarımızı bir araya getiren kaynaştıran, durum değerlendirmesi yapma imkanı veren fırsatlardır.   Geniş bilgi; ülke ve dünya sorunlarıyla ilgili görüş ve tekliflerimizin yer aldığı sonuç bildirisinden elde edilebilir. (www.aydinlarocagi.org )


*                 *                 *


Geçenlerde Balkanlarda ve Bosna’da olup bitenleri yakından görme fırsatını elde etmiştik. Kosova’dan Bosna’ya kadar İslâm ve Türk düşmanlığı propagandası yürürlüktedir. Kosova’da hediye altın haçlar dağıtılmaktadır. Çağımızın irtica merkezi haline gelen Vatikan kaynaklı çirkin misyonerlik oyunları ve bu yolda yapılanları dikkatle izledik. Vatikan-ABD işbirliğini ibretle seyrettik. Bunlardan ders almak gerekir. Avrupa’da yükselen ırkçılık ve İslâm düşmanlığı, Türkiye karşıtlığı ile hilâl-haç mücadelesi körüklenmektedir. Orta Avrupa, yeni çalkantılara gebedir.


Türkiye’de çokkültürlülük ve farklılıkların kutsallaştırılması dayatılır ve yeni azınlıklar yaratılmaya çalışılırken; Bosna’daki dindaşlarımız Osmanlının devamı ve Türk oldukları için şehit ediliyordu. Bosna’da mahallelerin ve stadların Müslüman mezarlığı haline gelmiş olması düşündürücüdür.


Vatikan’la diyalog oyunlarına girenler, Papaya gönderdikleri mektupla “Papanın misyonuna ortak olmak isteyenler” kime hizmet etmektedirler? Bu tek taraflı ve İslâm’ı, Müslümanları devşirmeye dönük tezgâhlar, Bosna’da ve diğer bölgelerde şehit düşmüş her bir Müslümana hakarettir. Müslüman kanı dökenlerle, buna geniş destek olanlarla bir araya bile gelinmez. Papanın Türkiye ziyaretine karşı yapılan protestoların ne kadar haklı ve gerekli olduğu, Bosna ve Kosova görülünce daha iyi anlaşılmaktadır. Hiçbir din, kin, nefret ve düşmanlık tohumları ekilsin diye gönderilmemiştir. Ama, Vatikan herhalde bunun bir istisnasıdır.


Diyalog oyunlarının içinde olanlar, Türkçenin seçimlik ders olduğu ve çok az öğrenci tarafından seçildiği, sözde Türk okullarını öne çıkaranlar, Olimpiyat anlayışıyla bağdaşmayan  törenler yapıp kamuoyunu yanıltmak isteyenler fark edilmelidir. Türk okulunda Türkçe zorunlu ders olur. Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın okullarında olduğu gibi… Bunları aynı kefeye koymak ve gerçekleri örtmek bazı köşe yazarlarına hiç yakışmamıştır.


                            *                 *                 *


Son yıllarda Çanakkale Şehitliğine yapılan ziyaretler oldukça arttı. Türk tarihinin ihtişamını sergileyen Avrupa’ya insan hakları, hakça ve adil bir düzen götüren ecdadımızın öncülüğünü yapan mehter de sürekli öne çıkarılıyor.


Bunlardan mutlu olmamak mümkün değil. Ancak, son yıllarda verilen tavizler, şeref ve gurur kırıcı, utandırıcı gelişmeleri ve teslimiyetçiliği gördükçe; acaba bu artan şehitlik ziyaretleri ortak bir utancı gizlemek ve şehitlerden özür dilemek için mi yapılıyor sorusunu akla getiriyor.


                            *                 *                 *


Dışişleri Bakanının dışarıda yaptığı ve sadece Hıristiyanların değil; Müslümanların da Türkiye’de önemli sorunlarının bulunduğunu ifade eden beyanı çok çirkin olmuştur. Bazıları milli devlet ve Cumhuriyetle olan kavgalarına İslam’ı da bulaştırarak dışardan şefaat beklemektedirler. Kendi sorunları ülkemizdeki bütün Müslümanların sorunları değildir.


Türkiye’deki sorun; bazı siyasilerin demokrasiyi yıpratma, hukuk devleti yerine parti devleti kurma ve bir yerlerden rövanş alma sorunudur. Bu inat ve kavgacı üslup istikrarı zedelemektedir. Milli irade sadece sandık sonuçlarıyla ölçülemez. Sandıktan ülkeyi kimin yöneteceği sonucu çıkar ve buna da saygılı olunur. Ancak, milli iradenin daha kapsamlı bir yanı vardır ki; o da o devletin temel kuruluş felsefesine, devlet olma varlığına saygıdır ve bağlılıktır. Bu temeli yıpratmamaktır. İradenin milliliği asıl burada aranmalıdır.

İşletmelerde Liderliğin 4 Rolü

0

Neden işletmelerde liderlik niteliklerini ortaya koymak gerekir? Çünkü, dünya çok hızlı değişmektedir. Eskiden, bir devirden başka bir devire geçmek çok uzun zaman alırken şimdi ise değişim çok hızlı.


Yöneticiler önlerinde öngörülebilirlik alanı yaratmaya çalışırlar. Değişimin çok hızlı olduğu ortamlarda yönetici radara, teleskopa ihtiyaç duymaktadır. Günümüzde klasik yöneticilik metotları gereklidir ama bugün için yeterli değildir. Bunun üzerine bir şeyler koymak gerekmektedir. Bu nedenle liderlik çok önemlidir. Liderliğin 4 rolü derken burada mevki olarak liderliği kastetmiyorum. Mesela Gandi,  Mandela gibi liderleri kastediyorum. Bu 4 fonksiyon farklı uzmanlar tarafından yapılan araştırmalarla, sonuçta aynı ilkelere dayalı modellere ulaşmışlardır. İlkeleri tek tek incelemeye başlayalım.


1. Yön Belirleme (Yön Bulma)
2. Yön Birliği Sağlama
3. Yetkelendirme
4. Örnek Olma (Modelleme)


Yön Bulma: Lider yön belirlemeye çalışır. Yön bulma, yarardaş beklentilerini karşılayacak sorunları elde etmek için karşılıklı olarak değerlerin saptanması ve buradan hareketle misyon, vizyon ve stratejinin oluşturulmasıdır. Yani liderin –insanlara değer ve potansiyellerini, kendi kendilerine görebilecekleri kadar açık olarak ifade eden- yapması gereken benim şirketimin yönü ne olacak diye düşünecektir. Yön belirlemede yardımcı olan ilkeler ise şöyledir:


* Önce teşhis, sonra tedavi: İşin nedenine inmeden müdahale etmeyin. Ör: Başımız ağrıyor diye doktora gittik. Doktor nedenlerini belirlemeye çalışır. Yani nedenlerini ve ihtiyacı belirlemeye çalışır.


* Katılım yoksa bağlılıkta yoktur: Şirket çalışanlarının mutlu olmaları, kendilerini iyi hissetmeleri için şirketi sahiplenmeleriyle olur. Yönetici mümkün mertebe çalışanlarının fikrini almalı, yönetime ortak etmeli ve kararlara katmalıdır. Ancak böyle fikirlerinizi satabilirsiniz.


* Sonunu düşünerek işe başlayın: Yaptığınız her işte vurmak istediğiniz noktayı göz önünde bulundurun. Çalışanlarınızın da aynı noktaya bakmalarını sağlayın. Adeta olayları bir defa kafanızda bir defa da gerçek olarak yani, iki defa yaşayın.


Yön Birliği Nasıl Sağlanır? Burun, göz, alın hepsi birleşince tam oluyor değil mi? Çalışanlarımızın da değerleriyle şirketin değerleri uyuşmalıdır. Sistemin parçalarında aksaklık olmamalıdır. Yön birliğini sağlayabilmek için dikkat etmemiz gerekenler şunlardır:


* Süreçler: 4 tip süreç vardır. Karar süreçleri, iş süreçleri, bilgi süreçleri ve iletişim süreçleridir. Doğru şekilde belirlenmesi gerekir.


* Yapı: Her yapı her kuruluşta aynı olmaz. Aynı nüfus cüzdanı gibidir. Herkesinki farklıdır. Yalın olmalıdır. Özellikle iletişim ve karar süreçlerinde yalınlık çok önemlidir.


* Kararlar: Karara katılım sağlamak.


* Bilgi: Bilginin nasıl aktarılacağı.


* Ödüller: Ödül olmadan olmaz. Şampiyon olan takıma kupa vermemek gibi bir şeydir. Ödül olmadan çalışanlara, bu zaten senin işin denmez. Zaten şampiyonluğa oynuyorsunuz, kupaya ne gerek var demek gibi. Görünen, süreklilik arz edecek ödül olmalıdır. Yani çiçek gibi solan değil, askerlerin üzerinde taşıdığı küçük bröveler gibi kalıcı olmalıdır.


Yetkelendirme:  Liderlikte belki de en önemli konudur, özdenetim vermek. Yöneticiler yetkelendirirlerse kontrolü kaybedeceklerden korkarlar. Yeki ve yetkelendirme arasında şöyle bir fark vardır. Yetki verdiğiniz zaman kontrolü sizdedir. Yani ensesinde boza pişirebilirseniz. Yetkelendirme ise inisiyatif, sorumluluk ve özdenetim vermektir. O kişi ne zaman soracağını, ne zaman inisiyatif kullanacağını bilir.


Yetkiden başka hiçbir şey insanların patron gibi düşünmesini ve kendilerini önemli hissetmelerini sağlamaz. Yetki, güveni sağlar ve çalışanların beceri, deneyim ve sezgi elde etmesine yardımcı olur. Liderin görevi işletmedeki kişi veya takımların bu bilinç düzeyinde olmalarını sağlamak ve onların yetkilerini bu bilinçle kullanabilecekleri ortamı gerçekleştirmektir. Yetkelendirme ancak örnek olduktan sonra başarılı olunabilir.


Örnek Olma: Lider örnek teşkil etmelidir. Ör: Atatürk harf devrimi yaptığında kara tahtanın önünde, tarımla ilgili traktörün üstünde ya da şapka devriminde şapkalı fotoğrafları vardır. Peki nasıl örnek olunur? (Bu soruları kendimize sormaya ne dersiniz?)


– Beni kim takip eder?
– Diğerlerinin bana güvenmelerini sağlayacak özelliklere ve yetkinliğe sahip miyim?
– Sorumluluk alıyor muyum?
– Sözlerim ile davranışlarım tutarlı mı?
– Güvenilir miyim?


Özendirme ve Esin Vermeyi Nasıl Başarıcağız Derseniz;


* Grubun değerlerine hitap ederek vizyon kazandırmak: Değerlerine hitap edeceğiz. Sanata ilgililerse sanata duyarlı olmalıyız. Sigara içilmeyecekse, genel müdür dahil kimse sigara içmemelidir.


* Cesaret verip yüreklendireceğiz: Spor koçlarının yaptığı gibi, motive edeceğiz.


* Onurlandırıp ödüllendireceğiz.


* Yetkelendirmek: Ancak kendisi örnek olduktan sonra başarılı olunabilir.


Lider bu liderlik etkinliklerini ve yöneticilik işlevlerini yerine getirirken, ekonomik hedeflere olan ilgisini insana verdiği değerle dengelemelidir. Liderlik tarzını bu yönde geliştirmelidir.


Son olarak bir fıkrayla son vermek istiyorum. Regan, Dallas’ta Gorbaçov’a bir ayakkabı fabrikasında çizme hediye etmiş. Buna karşılık vermek isteyen Gorbaçov da Moskova da Regan’ı bir ayakkabı fabrikasına götürmüş. Fabrikanın içinde ilerlemeye başlamışlar. Karşılarında iki kapı duruyormuş. 
Gorbaçov: Siyah mı kahverengi mi? diye sormuş.
Regan: Kahverengi, demiş. Kahverengi yazan odaya girmişler. Karşılarına tekrar iki kapı çıkmış.
Gorbaçov: Çizme mi Ayakkabı mı?
Regan: Ayakkabı.
Gorbaçov: Bağcıklı mı, bağcıksız mı? demiş, bağcıklı yazan kapıdan içeri girdiklerinde kapı sokağa açılmış. Ne oldu diye etrafına bakınıp şaşıran Regan’a, Gorbaçov’un cevabı: “Sisteme bak sisteme” olmuş.


Umarım sistemi anlatabilmişimdirJ


Saygılarımla.

Anayasa Mahkemesinin Türban Kararı ve Sonuçları

0

Anayasa Mahkemesi’nin 05.06.2008 günü açıkladığı üniversitelerde türbanı yasaklayan kararı, tarihte iz bırakacak önemli bir karar olup, hukuki ve siyasi yansımaları da büyük olacak.


Kararı ve sonuçlarını bazı başlıklar altında incelemeye çalışalım:


Kuvvetler Ayrılığı ve Yetki Aşımı: Yasama organımız TBMM, milletin kendi adına hukuki düzenlemeler yapması için seçtiği organdır.

Yapılan yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevli olan Anayasa Mahkemesi’nin görev ve yetkilerini düzenleyen Anayasa’nın 148. maddesi, açık bir şekilde Anayasa Mahkemesi’nin yetkisi, “Anayasa değişikliklerinde ise, teklif ve oylama çoğunluğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sınırlıdır” diyor.

Mahkeme ise kararında 2., 4. ve 148. maddelere atıfta bulunarak “şekil  şartına uygunluk denetiminden esasa” geçerek TBMM’nin yetki alanına girmiş bulunuyor. Anayasamıza göre TBMM’nin değiştiremeyeceği maddeler sadece 1., 2. ve 3. maddelerdir. “1. madde devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri (demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti). Ve 3’üncü maddesi (Devletin Bütünlüğü, Resmî Dili, Bayrağı, Millî Marşı ve Başkenti hükümleri) değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez”

TBMM’de çoğunluğu teşkil eden AKP fikriyatı ile Anayasa Mahkemesi üyelerinin dünya görüşlerindeki fark açıkça ortaya çıkmıştır. Mevcut durumda, Yüce Mahkeme üyesi 11 hâkimin, kendi ideolojisi penceresinden uygun görmediği, her anayasa ve yasa değişikliğini iptal edebileceği ve Meclis’i yasama görevini yapamaz hale getirebileceği bir hukuki yorum ortaya çıkmıştır.


1982 Anayasasından önce de yaşanan ve anayasanın maddeleri arasında eşitlik yerine bir hiyerarşi gözeten bu yorum tarzı ile, Mahkemenin siyasi kararlar alma ve yasama yetkisine sahip çıkması ciddi tıkanmalara yol açabilir.


Karar Siyasidir: Karar, türbanın üniversitelerde serbest olmasını sağlayan anayasa değişikliğinin iptali için verilmiş gözükse de, farklı iki siyasal görüşün güçlerini sonuna kadar kullandığı bir çatışmanın sonucudur. Bu bakımdan hukuki olmaktan ziyade siyasi bir karar olarak değerlendirilmektedir. Anayasa Mahkemesi kararının lehinde veya aleyhinde yazan yazarların hemen hepsinin direkt veya dolaylı olarak yaptığı değerlendirmeler kararın siyasi olduğunu ifade ediyor.


Kararı veren hâkimlerin de, destekleyenlerin de üniversitelere devam eden kız öğrencilerden bir kısmının başörtüsü kullanmasının laikliği yıkacağına, devletin temel niteliklerini değiştireceğine inandıklarını sanmıyorum.


Kararla verilen en önemli mesaj, iktidarı %47’lik oy oranı ile ele geçiren AKP’ye, her istediği düzenlemeyi yapamayacağının anlatılmasıdır.


Özgürlüklerin Kısıtlanması: Uzun vadede üniversitede okuyan ‘kızların kıyafetini devletin belirleyeceğini’ ifade eden ve toplumdan gelen özgürlük taleplerinin kısıtlandığı düzenlemelerin kalıcı olamayacağına inanıyorum. Ancak bu süreçte üniversitede öğrenci olup başörtüsü kullanmak isteyenlerin mağduriyeti devam edecek gözükmektedir. Cumhuriyetimizin son 30 senesinde çözülemeyen bir toplumsal olay çözülemeden yine ertelenmiş oldu. Tozumuzu yine halının altına süpürdük.


Bu kızlarımızın meselesine uygun bir çözüm bulamayıp, ‘başörtüsünün dinin esas emirlerinden olmadığını, füruattan olduğunu’ anlatmaya, ‘başını açıver de gir’ gibi makul ve mantıklı da olsa tavsiyelerde bulunmaya hakkımız var mı? Dini inancı gereği -yanlış yorumlamış olsa dahi- türban takmak isteyenler, ‘türban üstü peruk’ gibi garip çözümler üretmeye çalışanlar da dâhil olmak üzere, hiç kimsenin inancını sorgulamak ve küçük görmek hakkına sahip değiliz.


Partilerin Durumu: Anayasa Mahkemesinin kararı, AKP’nin kapatılması davasının sonuçlarını tahmin edenler arasında, ‘AKP kapatılır’ kanaatinde olanların oranını yükseltti. Bu bakımdan her şeyi göze alan bir AKP ve kuyruğu dik tutma çabalarını yansıtan tutum ve politikalar izlememiz sürpriz olmaz. Kendi değerlerine sahip çıktığına inanan dindar halk kitleleri nezdinde, AKP bir kere daha iktidarda olduğu halde mağdur rolünü oynama imkânı elde etmiştir.


CHP, başörtüsüne üniversitelerde serbestlik getiren düzenlemeyi destekleyebilseydi, uzun yıllardan beri halk çoğunluğu ile arasında artan soğukluğu azaltabilir ve ciddi bir atılım yapabilirdi. Bunun yerine yasakçılığın başını çekmesi ‘müzmin muhalefet’ sicilini pekiştirdi. CHP özellikle dış politikada gösterdiği milli çizgi ve cumhuriyetin değerlerini koruma konusundaki hassasiyeti ile halkın kalbini kazanabilecekken, dini ve manevi değerlere saygı konusunda (Önder Sav’ın peygamberimiz ve ibadetlerimizi alaya alan sözleriyle de açığa çıkan) yanlışlıklarıyla bu imkânı heba etmeye devam ediyor.


MHP’nin bu konuda ‘AKP’yi oyuna getirdiği’ iddiasını inandırıcı bulmuyorum. MHP, cumhuriyetin temel değerlerinin ve varlıklarının korunması konusunda en az CHP kadar hassasiyet göstermekle beraber, dini inançlar ve manevi değerlere saygı konusunda da samimiyeti ile dikkat çekmektedir. MHP tabanının başörtüsüne bakışı, AKP tabanından pek farklı değildir. MHP başörtüsü yasağının kalkması konusunda samimi davranmıştır. Ancak rejimi değiştirme konusunda AKP gibi şüphe uyandıran bir sicili olmadığı için, kendisini rejimin koruyucusu kabul eden ‘zinde güçlerin’ tepkisini çekmemiştir. MHP’nin, rüzgâra göre yön değiştirmeden, samimi inançları doğrultusunda davranması bu partiyi iktidarın ciddi alternatifi olmaya götürecektir.

Yalnızlık Unutulmamalı

0

Unutulmamalı yalnızlık. Yalnız doğduk, yalnız gideceğiz dünyadan. Alışılmalı değil yalnızlığa, o unutulmamalı. “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz.”  diyen, ne güzel yakalamış yalnızlığın sihrini.  “Sırt çantasını her daim hazır tutmalı insan… Yollarla barışmalı… Yalnızlığa alışmalı.” cümleleriyle nazire yapıyor Can Dündar. Yalnızlığa alışmak, gerekmiş. Can Dündar’a bir çift sözüm var: Beden, kendisine monte edilen protezlere ağrı ve sızı ile alışıyor; yalnızlık, ruhumuzun protezi değil ki nasıl alışılsın ona? O, ezelde ve ebette hep bizimle.


Alınyazımız değil bizim yalnızlık, varlık sırrımız. Biz var olduğumuz için var yalnızlık, yok olsaydık o da yok olacaktı. Düşünelim bir kez, dünyaya gelmeden önce yalnız değil miydik? Birçok mekânlardan geçtik yalnızlık sürecinde. Önce ruhtuk, ete kemiğe bürünmek için embriyo olduk. Dokuz ay süren zaman tünelinde de yalnız yaşadık. İsyan ettik yalnızlıktan kopmamak için. Ağladık, dünya penceresinden ilk ışıkları algıladığımızda. Sonra sarıp sarmaladılar bizi bebek diye. Yalnızlığı unutturmak için elimize oyuncak verdiler, bize ninniler söylediler. Bir süre uyum sağlayamadık yalnızlığımıza takılan protezlere. Çocuk, zekâ özürlü, geç konuşuyor, çevresine uyum sağlayamıyor, dediler. Hâlbuki memnunduk yalnızlığımızdan. Eğitim kurumlarına gönderildik, etkinliklere zorlandık; yalnızlığımızı unutmak için. Telkin telkin üzerine… Hiçbir zaman kendi duygularımızı yaşayamadık. Sosyal kimlik kazanmak uğruna bu çile değerdi doğrusu. Bunalıma düşsek de bunun hiç önemi yoktu. Tedavisi için dev sektörler oluşturduk.


Adına mevki, mal, kariyer denen protezlere yıllar sonra alıştık. Ruh kimliğimizi unutup dünyevi kimlikle tatmin olmaya başladık. Onlarsız yaşayamayacağımızı düşünür olduk. Verdiği ıstıraba rağmen ayağındaki nasırdan kurtulmak istemeyen hamallara döndük. Ben nasırımı severim, dedik; kariyer, mal, mevki için. Her insan, yaşadıkça nasırının kavgasını yapıyor, bunun ne kadar farkında? Ölümden korkutur olduk kendimizi. Aslında bu yalnız kalmaktan korkmaktı. Pek alıştırmışlardı bizi dünya orkestrasının enstrümanlarına. Kafamız şişiyordu gürültüden; bağımlılık yapmıştı bu musiki bizde. Çünkü yalnızlığı unutmuştuk.


Karanlıklarla baş başa kalsak, diyorum bazen. Uzun seyahatlere çıksak. Derin derin düşünsek, bedenimizden sıyrılıp soyut âlemde yaşasak. “Sabah rüzgarından başka kapımızı açan” ve gönül ateşinden başka bize yanan” olmasa. “Tefekkü-i mevt” eylesek asırlara denk saatlerce. Ölmeden ölsek, böylece içimizdeki yalnızlığı öldürmesek… Hiç korkar mıydık yalnızlıktan, ölümden? “Yalnızlığa alışmak”, o zaman içi boş bir söylem olurdu.


Yalnızlık fobisi ileri yaşlarda oluşuyor. O zaman, “bir yalnızlık şarkısı” söylüyor sazlar. Ruhun kirlenmesiyle yalnızlık kaygısı at başı gidiyor. Kirlenmesiydi ruhlar, bu denli korkar mıydık yalnızlıktan? “Yalnız geldik, yalnız gideceğiz.” bilinciyle değerler sistemimizi kursaydık, yalnız kaldığımızda azığımız olacaklar için bütün mesaimizi sarf etseydik, “bir varmış, bir yokmuş dünyası” gergefinde dokusaydık bedenimizi süsleyen kumaşları, “yalnızlık” bir sözcük olmaktan öte bir anlam ifade eder miydi bizim için?


Sözün burasında Yunus’u hatırlamak kadirşinaslık olacaktır. “Beni bende demen bende değilim / Bir ben vardır bende benden içeru” diyen şair, benin ötesindeki “ben”i yakaladıktan sonra yalnızlık çekmiş olabilir mi? Görünenin içinde görünmeyen “ben”i bulanlar için “yalnızlık” yok, görünen benini tek ben zannedenler için kalabalıklar içinde bile “yalnızlık” hep var.

Sıvılaştırımış Petrol Gazı (LPG)

0

Sıvılaştırımış Petrol Gazı (LPG)


1-)   Lpg’nin Tanımı


Sıvılaştırılmış petrol gazları; PROPAN, BÜTAN, PROPİLEN ve BÜTİLEN’den bir veya birkaçının oluşturduğu hidrokarbon karışımlarıdır. Normal şartlar altında ( 15˚C ve 1 atmosfer basınçta ) gaz fazında bulunan LPG, basınç uygulandığında sıvı fazına geçer ve bu basınç kaldırıldığında tekrar gaz haline dönüşür.


LPG, sıvı fazında taşınır, ölçülür ve depolanır, gaz fazında tüketime sunulur.


LPG, % 70 bütan ve % 30 propandan oluşan miks LPG olarak ve sadece propan olarakta iki şekilde kullanılabilir. Ayrıca bazı sektörlerde ( yalıtım, çakmak gazı vs. )  sadece bütan olarak da kullanılabilmektedir.


2-)   Lpg’nin Elde Edilişi


LPG, doğalgaz kuyuları ve ham petrol rafinerileri olmak üzere iki ana kaynaktan elde edilir. Ham petrolün damıtılması ile elde edilen LPG, suda arındırılır ve içerdiği kükürt miktarı standartlara 
( NGPA – Natural Gas Processers Association ) uygun sınıra indirilir.


Kokusuz bir gaz olan LPG, güvenlik açısından kolayca fark edilebilmesi için etil merkap ile rafinerilerde kokulandırılmaktadır.


3-)  Kullanım Alanları


LPG kullanımı üç ayrı satış şeklinde kullanıma sunulmaktadır.


a-) Tüplü kullanıma sunulan LPG : Konutlarda sıcak su, pişirme ve ısınma ihtiyaçları için; endüstriyel işletmelerde başta pişirme olmak üzere çeşitli işlemlerin enerji ihtiyacını karşılamada kullanılmaktadır.


b-) Dökme LPG : Konutlarda ve turizmde ısınma, pişirme, sıcak su ve buhar üretiminde; endüstriyel işletmelerde ise sıcak su, buhar üretimi, kurutma ve ısıl işlemler gibi bir çok işlemlerde kullanılmaktadır.


c-) Otogaz LPG : Binek araçlarda benzine alternatif olarak kullanılmaktadır.


LPG ve Hava Gazı Boğulmaları



  • LPG, kısa süreli solunumda zehirleyici bir gaz değildir. Fakat LPG havadan ağır bir gaz olduğu için sızıntı ve kaçaklarda yere çökerek yukarı doğru birikir. Kişinin bu biriken LPG içinde kalması halinde hava ile teması kesileceğinden aynen suda olduğu gibi havasızlıktan boğulma ve ölüm görülebilir.
  • Doğalgaz ise havadan daha hafif bir gazdır. Bu nedenle kapalı ortamlarda yukarıdan aşağı doğru birikir. Ortamın üst kısmında birikir.
  • İlk belirtileri baş dönmesi ve sersemlik halidir.
  • Sabit hacimli ve havalandırılmayan bir ortamda bacaya bağlı olmayan herhangi bir LPG cihazı ( katalitik soba, şofben, gaz lambası ) yanma için gerekli oksijeni ortam havasından alır. Yanma devam ettiği sürece odadaki oksijen miktarı azalır, yanma ürünleri karbondioksit (boğucu), karbon monoksit (zehirleyici) ve su buharı miktarı ise artacaktır.
  • Ortamda havalandırma olmadığından ve yanma ürünleri de dışarı atılmadığından bir müddet sonra solunum için gerekli oksijen bulunmayacak ve çoğalan yanma gazları da zehirlemeye yol açacaktır.
  • Olay LPG zehirlenmesi değil, oksijen yetersizliği ve karbon monoksit zehirlenmesidir. Şofbeni bacaya bağlamadan banyoya giren kişinin ya da gaz sobasını yanık bırakarak yatan kişinin uykusunda zehirlenmesi bu olaya örnek gösterilebilir.

KAO Üniversitesi Rektörünü Seçti

Bir Üniversite ki, YÖK’e bağlı değil. Özel ama ticari bir kaygısı yok.
Sıralanmış bir Öğretim Üyeleri listesi olmadığı gibi, öğrencilerinin kayıtları da yok.
Bu, öğrencilerinin sayısına bir sınırın olmadığını gösterir.
Fakülte veya bölüm sayısında da sınır yok. Tıpkı Öğretim üyelerinin branşlarında sınır olmadığı gibi.
Herhangi bir konuda uzmanlaşmış herkes birer Öğretim üyesi, herhangi bir konuda uzmanlaşmak isteyen gençler ise, (isterlerse) bu üniversitenin birer öğrencisi veya öğrenci adayıdır.
Öyle ki, aynı statüde kurulu Türkiye’nin dört bir yanındaki birçok Aydınlar Ocağına da Ar-Ge hizmeti vermekte, yeri geldiğinde ağabeylerine ağabeylik yapmaktadır.
Kocaeli de kocaman kocaman şehirlere ağabeylik yapıyor ya. Gerek nüfusu ve gerekse yüzölçümü itibariyle birçok ilimizin gerisinde ama hemen hepsini peşine takmış, birçok ilimizi tek başına besliyor.
Cenab-ı Hak’ kın nasip ettiği coğrafyayı en verimli şekilde kullanmakta.
Daha iyisi olmaz mı? Elbette olur, olacakta şüphesiz.


Abartım mı bilmem ama bu yuva abartılmayı hak ediyor.
Öyle ya, hangi Gönüllü Sivil Toplum Teşkilatı arzu ettiği zaman kocaman makamlarda ağırlanır, Kendisinin belirlediği bir tarihte Türkiye Büyük Millet Meclisinin kapısını çalıp ta güler yüzlerle karşılanır? Bir telefonla istediği partinin genel merkezinden anında randevu alır?
Hangi Gönüllü Sivil Toplum Teşkilatı bakanlarca ziyaret edilir? Hem de bu teşkilatın siyasi bir kimliği olmadığı halde?


Kısacası barışık olmadığı hiçbir kuruluş veya toplum olmadığı gibi, taht kurmadığı gönül kalmadı.
Tebrikler KAO kurucuları, tebrikler KAO duayenleri, tebrikler KAO yöneticileri.
Tebrikler disiplini, hoşgörüyü, sevgiyi, saygıyı böylesine başarıyla kucaklaştıranlar.
Hiçbir şahsi hesap içinde olmadan, hiçbir şahsi menfaat gözetmeden zaman mefhumunu hiçe sayanlar.


Avrupa’nın hasta ülkesi Finlandiya’nın kurtuluşu da küçük bir grubun olağan üstü gayretiyle olmamış mıydı?


Bu arada bir kez daha güven tazelemiş olan başkanımız Sayın Ahsen OKYAR ve ekibine Cenab-ı Hak’tan, geleneksel hale getirdikleri başarılarının devamını niyaz ediyorum.
Selam sahibinin selamı üzerinize olsun.

Yeni Vakıflar Yasası Ve Getirdikleri

0

Hayır sahibi tarafından belirlenmiş bir hizmetin kendisinden sonrada sürüp gitmesini sağlamak için, kişilerin kendi arzu ve istekleriyle bağışladıkları ekonomik değere sahip her türlü para, mülk ve haklara kısaca  öğretide Vakıf denir.


Türk Medeni Kanunun 101.maddesin de “Vakıflar, gerçek veya tüzel kişilerin yeterli mal ve hakları belirli ve sürekli bir amaca özgülemeleriyle oluşan tüzel kişiliğe sahip mal topluluklarıdır.


Bir malvarlığının bütünü veya gerçekleşmiş ya da gerçekleşeceği anlaşılan her türlü geliri veya ekonomik değeri olan haklar vakfedilebilir.” Diye tanımlanmıştır.


İslamda Vakıf


Vakıf Arapça bir kelime olup (va-ka-fe) kökünden gelmektedir. Sözlük anlamı ise ; hapsetmek ve alıkoymak demektir.Çoğulu EVKAF’tır.


İslâm hukukunda vakıf bir hukuki terim olup bunun yerine bazan  “Habs veya Hums” ve “Sadaka” kullanılmıştır.


Teknik olarak Vakıf kelimesi “vakfedilen mal” anlamına gelir.


Sadaka; yoksullara Allah rızası için verilen bir şey demektir. Bu kelimeye muharreme (dokunulmaz hâle gelen), müebbede (ebedî kılan) veya câriye (devam eden) gibi sıfatlar eklenerek vakıf anlamı kazandırılmıştır.


İslam Hukukunda  Vakıf şöyle tanımlanmıştır: kendisinden yararlanmak mümkün ve caiz olan bir malı, devamlı olarak Allah’ın mülkü olmak üzere temlik ve temellükten menetmek ve menfaatını (gelirini), Allah rızası için bir hayır cihetine tasudduk etmektir.                                                          


Burada mal, vakfedenin mülkiyetinden çıkar ve Allah’ın (toplumun) mülkü haline gelir. Böyle bir malın yönetimi artık vakıfnamedeki şartlara ve genel esaslara göre olur.


Vakfın Tarihçesi


Vakıf müessesesinin tarihi çok eskilere dayanır. Yeryüzünde bilinen en eski vakıf Mekke’deki Kâbe’dir. Kâbe, yeryüzünde ilk mabed olup ve temeli Hz. Âdem tarafından atılmıştır


Kâbe bugünkü şeklini Hz.İbrahim ve oğlu Hz.İsmail tarafından eski temelleri üzerine inşa edildiği Kur’ân-ı Kerîm’de bildirilir (el-Bakara, 2/125; Ali İmran, 3/96-97; el-Maide, 5/97; el-Hac, 22/26).


İslâm’da vakıf Kur’ân, Sünnet ve İcmâ’ (İslâm bilginlerinin görüş birliği) delillerine dayanır. Kur’ân da doğrudan vakıfla ilgili görülen âyet şudur: “Sevdiğiniz şeylerden Allah için harcamadıkça tam hayra erişemezsiniz” (Ali İmran, 3/92).


Bir hadiste de: “Ademoğlu öldüğü zaman, amel defteri kapanır. Üç kimse bundan müstesnadır. Devamlı sadaka (sadaka-i câriye) meydana getirenler, topluma yararlı bir ilim (eser) bırakanlar ve kendisine hayır dua eden hayırlı çocuk bırakanlar” şeklinde ifade edilmiştir.Hadiste geçen “sadaka-i câriye” vakfı da kapsar.


Peygamberimiz Medine’deki yedi parça mülkünü vakfetmiştir. Hz. Ömer, arazisini; satılmamak, bağışlanmamak ve mirasla da geçmemek üzere, yoksullara, yakın hısımlarına, miskinlere, yolda kalmışlara, Allah yolunda savaşanlara ve azatlık anlaşması yapan kölelere vakfetmiştir. Mütevellinin de bundan örfe göre yiyebileceğini şart koştu. Bu konuda bir vakıfnâme düzenleyerek kızı Hafsa’ya, sonra da nesline teslim ve vasiyet etmiştir.


Bir çok Ashâb-ı kiramda mallarını vakfetmişlerdir. Bunlardan Hâlid bin Velid  zırhını ve savaş atlarını, Hz. Ali Yenbu’daki bir arazi ve çeşmeyi,Hz. Osman susuzluk çekildiği bir sırada, Medineli bir Yahudi’den Rume kuyusunu satın alıp, suyunu vakfetmiştir.


Hukuki Gelişimi


1.Evkaf-ı Hümayun Nezareti ve Gelişimi


Vakıf müessesesi İslam Hukukunda önemli bir yer işgal eder. İslam Hukukuna göre vakıf “Menafi insanlara aidolur vechiyle bir aynı Allah’ın mülkî hükmünde olmak üzere temlik ve temellükten meneylemektir. ”


İkinci Mahmut  vakıfların yönetimini düzenlemek, dağınıklığını gidermek ve yolsuzlukları önlemek amacıyla 1826’da Evkaf Nezaretini kurdurmuştur.


Evkaf-ı Hümayun Nezareti imparatorlukta mevcut sekiz vakıf dışındaki bütün vakıfların denetimini üstlenerek mazbut ve idaresi mazbut vakıfların hem mütevellisi hem nazırı, mülhak vakıfların ise tek yetkili idarecisi haline gelerek muhasebelerini yapmaya başlamıştır.


Osmanlı toplum hayatında sosyal, siyasi ve kültürel açıdan derin izler bırakan vakıflar, Türk istihdam ve iktisadi hayatında önemli yer tutmuştur.


Evkaf-ı Hümayun Nezareti 1921 tarihli Teşkilatı Esasiye kanununa göre Ankara’da TBMM hükümeti içinde Şeriye ve Evkaf Vekaleti olarak kurulmuş, bu vekalet de 3 Mart 1924’te kaldırılarak Başbakanlığa bağlı genel bir müdürlük haline getirilmiştir.


Osmanlı imparatorluğu döneminde tüzel kişilerin mal edinmesi söz konusu olmadığından edinilen taşınmazlar tapuya değil Defter-i Hakani’ye kaydedilirdi. 1912’de çıkarılan bir kanun ile tüzel kişilere mal edinme hakkı verilmiştir.


Vakıflar Cumhuriyetten sonra da toplumsal hayatımızda etkin bir yere sahip olagelmiştir.                          5 Haziran 1935’te çıkarılan bir kanunla “Vakıflar Genel Müdürlüğü” kurulmuştur. Ülkemizdeki vakıfların yönetim ve denetimi bu teşkilata verilmiştir.


Aralık tarihleri arasında “Vakıf Haftası” kutlanmaktadır. Görüldüğü gibi vakıflar İslam dininin tavsiye ve emirlerinden kaynaklanan dini temelli yararlı müesseselerdir.


2.Türk Medeni Kanununa Göre Vakıflar:


a)Mazbut Vakıflar


Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş bulunan ve 13.06.1935 tarihinde yürürlüğe giren 2762 sayılı Vakıflar Kanunu hükümlerine göre Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından yönetilen vakıflardır. Bu vakıfların malları üzerindeki hukuki tasarruflarda özel hukuk hükümleri geçerlidir. Bu tür vakıfların ayrı ayrı tüzel kişilikleri bulunmayıp, bir bütün halinde tüzel kişiliğe sahiptirler.


b)Mülhak Vakıflar


Bu vakıflar Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulmuş bulunan ancak mütevellileri veya seçilmiş heyetleri tarafından yönetilen vakıflardır. Bu vakıflar, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün denetimi altındadır. Mülhak vakıfların ayrı ayrı tüzel kişilikleri vardır. Ayrıca hukuki işlemler yönünden kendi taahhüt ve borçlarından kendileri sorumludurlar. Hangi vakıfların mülhak vakıflar olduğu 2762 sayılı Vakıflar Kanununda açıkça sayılmıştır. Buna göre:


Mütevelliliği vakfedenlerin ferilerine şart edilmiş vakıflar


Cemaatlerce idare olunan vakıflar


Bazı sanat sahiplerine mahsus vakıflar (esnaf vakıfları)


Cemaat Vakıfları, ülkemizde yerleşik bulunan, azınlıklara (Hıristiyan ve Yahudî) ait olan vakıfları, Esnafa mahsus Vakıflar ise belirli meslek gruplarına yönelik kurulan vakıfları ifade etmektedir.


Konuşmamızın temeli vakıflar hakkında bilimsel açıklamadan ziyade ısmarlama bu yeni yasanın ülkemize getirmesi muhtemel zararlarını ortaya koymaya çalışacağız.Bu nedenle yeni vakıflar yasasının stratejik yönü derlenmiştir.


Stratejik Açıdan Cemaat Vakıfları


Osmanlı İmparatorluğundaki gayrimüslimlerde dinî ve hayrî nedenlerle vakıflar (Cemaat vakıfları) kurmuşlardır.


Vakıfın en önemli özelliği özgülenen mal ve hakların Devlet dahil hiçbir kimse tarafından bunlara dokunulmamasıdır.Osmanlıda bu amaçla gayrimüslimlerde  bir çok vakıf kurmuşlar ve bunlara Cemaat vakıfları denmektedir.


Vakıflar Ekonomik ve Kültürel yönleri ağır basan sosyal müesseseler olduğundan Osmanlının zayıfladığı dönemlerde Batının müdahaleleriyle karşılaşılmıştır. Bunun için cemaat vakıfları  stratejik önem kazanmıştır.


AKP hükümeti iç dinamiklerde tartışmaya açmadan ve bir çok itirazlara rağmen TBMM deki mutlak çoğunluğuna dayanarak ülke aleyhine hükümler içermesine rağmen yeni vakıflar yasasını meclisten geçirmiştir.


5737 sayılı Yeni Vakıflar yasası çok önemli  iki hususu getirmiştir.


1) Cemaat vakıflarına eskiye oranla daha fazla imtiyaz tanınarak Anayasadaki eşitlik ilkesi zedelenmiştir.


2) Eski yasalarda olmayan yeni bir düzenleme olarak yabancılara da Türkiye’de vakıf kurma ve bunlara ticaret hakkı tanınmıştır.Diğer bir anlatımla Türk Ticaret Hukukuna göre şirket kuramayacak yabancılar vakıf kurarak istedikleri gibi ticaret yapabileceklerdir.


Bilindiği gibi Türkiye dünya jeopolitiğinde çok önemli bir yere sahiptir. Anadolu coğrafyasına sahip olan güçlü bir devlet dünyaya hükmeder


Tarih şuurundan yoksun olarak ve Türkiye’nin bu jeopolitiğini iyi tahlil etmeden atılacak her siyasi adım ülke ve geleceğimiz aleyhine vahim sonuçlar doğur.İşte yeni Vakıflar yasası da bunlardan biridir.


Osmanlıyı içten çökerten dış bağlantılı örgütlenmelerin başında birer ajan okulu olan yabancı okullar gelmekteydi. Yeni vakıflar yasası ile bunlarında önü açılmak istenmektedir.Bu nedenlerle stratejik açıdan vakıflar Hukuku önem taşımaktandır. 


Vakıflar Yasası Ülke Güvenliğini Tehdit Ediyor


Vakıfların sorunlarına çözüm getireceğiz diye yola çıkanlar çözüm yerine, Türkiye’nin başına yeni gaileler getirdiklerinin farkında olmadıklarına hükmetmek istiyoruz.


Yeni Vakıflar Yasası tasarısı Soroz vakıflarından TESEV tarafından hazırlanıp azınlık vakıfları konusu sonradan AB ilerleme raporlarına da yerleştirilmiştir.


Batı Trakya’da Türk vakıfları Yunan hükümetinin tayin ettiği kayyımlar tarafından idare edilirken, bizde bu yasa ile milli hasletler gözardı edilerek yasa çıkartılmıştır.


Bir önemli hususta AB ülkelerinde azınlık hakkı bireysel haklar arasında mütalaa edilirken, Türkiye bu yasayla, cemaat vakıflarına AB ülkelerinde tanınan azınlık haklarının bi tarafa bırakıp onlara  kolektif haklar tanımıştır. ”


Onları daha fazla güçlü hale getirip Anayasadaki eşitlik ilkesini zedelemiştir.


Kanunda yer alan “mütekabiliyet” Lozan’da yer alan bir ilke olmasına rağmen, Yunanistan’daki Müslüman Türk cemaatine yapılan haksızlıkların bu yasa hükmüyle giderileceğini düşünerek bu yasası çıkaranlar en hafif tabirle safdillik yapmışlardır.


Genelde yasalarımız yabancıların mülk edinmesini bazı şartlara bağlarken bu yasayla yabancılara sınırsız gayrimenkul edinme hakkı dolaysısıyla tanınmıştır. Bu yeni düzenleme kanunlara karşı kanuni bir hiledir. Bu durum ülke güvenliğini tehdit edicidir.


Türk Medeni Kanununa göre kurulan vakıfların yöneticilerinin Türkiye Cumhuriyeti uyruğunda olmaları zorunluluğu vardır.Yeni vakıflar yasası ise yabancılara da Türkiye’de vakıf kurma, yönetme ve mevcut vakıflara yönetici olma hakkı tanınmaktadır.Medeni Kanun genel kanundur.Vakıflar Kanunu ise özel kanundur.Hukukumuzda özel kanunlar genel kanunların önüne geçer.


Günümüzde dayanağını Lozan Antlaşmasından alan Cemaat vakıflarının amaçları da sınırlı idi. Bu amaçlar mensuplarının “dini, hayri, sosyal, eğitsel, sıhhi ve kültürel ihtiyaçlarının karşılanması” olarak belirlenmişti.        Yeni düzenlemede ise cemaat vakıflarının bu amacını değiştirilip, Vakıflara uluslararası faaliyetlerinde bulunma yetkisi verilmiştir. Yurt içinden ve dışından ayni ve nakdi bağış ve yardım almaları sağlanmıştır


Lozan Anlaşması’nda ‘Gayrimüslim Türk tebaa’ azınlık olarak tanımlanmış ve Türkiye’nin azınlıklara tanıdığı hakları, mütekabiliyet ilkesi uyarınca Yunanistan’ın da Müslüman Türk azınlığa tanıması şart koşulmuştu.Yeni Vakıflar Yasası ile Lozan Antlaşması’nın dengeleri bozulmuş Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesi de tartışmaya açılmıştır. Bundan böyle, vakıf senetlerinde yazılı amaçlarını gerçekleştirmek üzere, Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne sadece beyanda bulunmak şartıyla istedikleri yerde ve sayıda şube ve temsilcilik açabilecek.!      Yabancılar, Türkiye’de hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabileceklerdir. Azınlıklara imtiyazlar tanıyan Vakıflar Yasası ile kiliseler ihya  olurken, Fener Patrikhanesi de Türk Ortodoks Kilisesi malları dahil trilyonluk mülklerin kontrolünü ele geçirecektir.


Dernekler Kanunu,Medeni Kanun,Vakıflar Kanunu ve Eminönü İlçesinin Fatih İlçesi ile birleştirilmesi yasalarının birlikte değerlendirilmesi ve adım adım ilerleyen büyük resmi mutlaka görmeliyiz.Kanaatimiz şudur ki bunlar insan hakları,özgürlükler gibi süslü kelimeler ardına sığınmış truva atlarıdır.


Yeni yasayla Vakıflar, izin almadan mal edinebilecek, malları üzerinde her türlü tasarrufta bulunabilecek. Kurucularının çoğunluğu yabancı olan vakıfların, taşınmaz mal edinmeleri hakkında, Tapu Kanunu hükümleri ne derece etkili olacak şimdiden kestirilemez. Vakıfların vakfiyelerindeki şartların yerine getirilmesine fiilen veya hukuken imkan kalmaması halinde; vakfedenin iradesine aykırı olmamak kaydıyla mazbut vakıflarda, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün; mülhak, cemaat ve esnaf vakıflarında vakıf yöneticilerinin teklifi üzerine şartları değiştirmeye, hayır şartlarındaki parasal değerleri güncel vakıf gelirlerine uyarlamaya, Vakıflar Meclisi yetkili olacak


Genel Müdürlük tarafından değerlendirilemeyen veya işlev verilemeyen hayrat taşınmazlar, fiilen asli niteliğine uygun olarak kullanılıncaya kadar kiraya verilebilecek. (İstismara açık)


Taşınmazlar, Genel Müdürlük tarafından işlev verilmek amacıyla vakfiyesinde yazılı hizmetlerde kullanılmak üzere, onarım ve restorasyon karşılığı kamu kurum ve kuruluşlarına veya benzer amaçlı vakıflara veya kamu yararına çalışan derneklere tahsis edilebilecek ancak tahsis edilen taşınmaz, ticari bir faaliyette kullanılamayacak; tahsise aykırı kullanımın tespiti halinde taşınmaz tahliye edilecek. (İstismara açık)


Vakıflar, vakıf senedinde yer almak kaydıyla, amaç ve faaliyetleri doğrultusunda, uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilecek, yurt dışında şube ve temsilcilik açabilecek, üst kuruluş kurabilecek ve yurt dışında kurulan kuruluşlara üye olabilecek. (Hangi ülkede bir Türk vakıf kurup faaliyet gösterecek.Oturma izni veya vize nasıl alacak)


Vakıflar, yurt içi ve yurt dışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan, ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilecek, yurt içi veya yurt dışındaki benzer amaçlı vakıf ve derneklere ayni ve nakdi bağış ve yardımda bulunabilecek. (Soroz ve benzerleri siyasi parti ve kuruluşlara dolaylı yardım yapabilecek ) Ancak yurt dışı nakdi yardımlar, banka aracılığıyla alınabilecek.! (Banka havalesi bir aldatmacadır.Kontrolü mümkün değildir.)


Vakıflar; amaçlarını gerçekleştirmek için Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bilgi vermek şartıyla iktisadi işletme ve şirket kurabilecek, kurulmuş şirketlere ortak olabilecek. Bu ticarî faaliyetten elde edilen gelirler, vakfın amacı dışında bir amaca tahsis edilemeyecektir.!(Kontrolü mümkün değil)


Kurucularının çoğunluğu yabancı olan vakıfların kurduğu yahut paylarının yarıdan fazlasının bu nevi vakıfların sahip olduğu şirketlerin mal edinmeleri hakkında, aynı vakıfların mal edinmelerini düzenleyen hükümler uygulanacak. Şirket hisseleri ve hakların, daha yararlı olanları ile değiştirilmesi, paraya çevrilmesi, değerlendirilmesi ve bunlara bağlı her türlü hakkın kullanılması ile ortaklık paylarına bağlı hakların kullanılması, Genel Müdürlük tarafından yürütülecek


Vakıflar Meclisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün en üst seviyedeki karar organı olarak görev yapacaktır.


10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer,yeni vakıflar yasasının veto gerekçesinde Lozan’ın delindiğini ifade ederek  “Yasa Koyucunun, kabul ettiği yasalarda Lozan Antlaşması kurallarını göz önünde bulundurması hukuksal gerekliliktir” ifadesini kullanmıştı. Sezer yasayla; cemaat vakıfları mülhak vakıf statüsünden uzaklaştırılarak yeni vakıf statüsüne yakınlaştırıldığından, bunların yönetim organının oluşturulamaması durumunda mazbut vakıflar arasına alınmasına imkan bulunmadığı gibi, cemaat vakıflarının tüzel kişiliklerinin sona ermesine ilişkin herhangi bir düzenlemenin de bulunmadığı, başka bir anlatımla, bu konunun boşlukta bırakıldığını gerekçe göstermişti.


Türkiye’de Hangi Vakıf Soros Vakıflarıyla Boy Ölçüşebilir?  


Bu yasa ile vakıflara uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunma, yurt içi ve dışında şube ve temsilcilik açma, üst kuruluş oluşturma ve yurt dışında oluşturulan kuruluşlara üye olma hakkı verilmekte ve mal edinimine de kolaylıklar getirilmiştir. Bu durumda  Soros Vakıfları gelip Türkiye’den arsa alırsa, (mütekabiliyet var, biz de alırız) mı diyeceksiniz. Türkiye’den hangi vakıf ekonomik açıdan Soros vakıflarıyla boy ölçüşebilir” Bu Kanun  Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine, Lozan Barış Antlaşması’na ve Anayasa’nın “Kanun Önünde Eşiklik ilkesine aykırıdır. “Vakıflar Yasası. Sevr’le alınamayanları, yasal zeminde vermeyi kolaylaştırmıştır. Kanunda Vakıflar Meclisi’nin oluşumunda da değişikliğe gidilerek vakıflardan temsilcilerin yer almasını öngörüyor. Bu durumda Fener Rum Patriği Bartholomeos’a bile Vakıflar Meclisi’ne seçilmesi imkânı sağlanmıştır.


AB’liğine uyum yasaları adı altında, AB’liğinin dayatmaları sonucunda kabul edilen yeni vakıflar yasası ülkemizin geleceği ile ilgili olarak ülke bütünlüğüne zarar vericidir.


“Türkiye’yi tam bir “din” savaşlarının yapıldığı ve denetim ve kontrolü mümkün olamayacak bir ortama sürükleyecektir.


Bu Kanun genel olarak hem Vakıf Kanunu’nu hem de Vakıflar Genel Müdürlüğünün görev ve hizmetlerini düzenlemektedir. İlk 27 maddesi vakıfları, diğerleri ise Vakıflar Genel Müdürlüğünü ilgilendirmektedir. Bu kanunun ilk 27 maddesinde iki temel yaklaşım göze çarpmaktadır.


1-Medeni Kanunun kabulünden önceki vakıflarla Medeni Kanun’a göre kurulmuş vakıflar aynı statüde düzenlenmiştir.


2- Statüsü eşitlenen bu vakıflara yurt içi ve yurt dışında sınırsız bir örgütlenme faaliyet ve bağış alma özgürlüğüne sahip kılınmasıdır.


3- Görüldüğü gibi bu kanunun en temel yanlışı, eski ve yeni vakıfların aynı kanunla ve aynı statüde düzenlenmesidir.


4-Vakıflar Kanunu 2002 den itibaren AB, 2004 den itibaren de ABD’nin ısrarlı talepleri üzerine hazırlanmıştır. Yasa daha önce AB’ye uyum için iki kez değiştirilmiş ve Azınlık Vakıfları’na mal; mülk edinme hakkı verilmiştir. Bunun sonucunda Azınlık Vakıfları’nın kendilerine ait olduğunu öne sürdükleri taşınmaz mülkler, idari bir kararla iade edilmiştir.


5-Buna göre AB ve Fener Rum Patriği Bartholomeos 2500’ün üstünde mülkün iadesini istemektedirler.


6- İadesi istenilen ve olmazsa olmaz denilen, üçüncü şahısların elinde bulunan 297 gayrimenkulün tamamı İstanbul surlarının içinde bulunmaktadır.


7- Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün şu günkü hesaplarına göre, Azınlık Vakıflarına iade edilecek mülklerin değeri 150 trilyon liradır.


8- Vakıflar Genel Müdürlüğü Türkiye’de Rum Ortodoks, Ermeni ve Yahudi vakıfları başta olmak üzere toplam 161 Azınlık Vakfı tanımaktadır. 161 vakfın tanınması ve yapılan yasal düzenlemeler sonucu şu ana kadar 364 mülk iade edilmiştir).


9-Yasanın amaç ve kapsamını düzenleyen ilk iki maddesi, hukuki bünyeleri birbirinden tamamen farklı eski ve yeni vakıfları aynı statü içerisine dâhil etmektedir.


10- Tasarıya göre; Vakıf kurmada sermaye sınırlaması, malları edinme amaçlarının belirtilmesi şartı kaldırılıp, bunların başka amaçlarla kullanılabilmesi ve vakıflar arasında mal değişimine imkân verilmektedir.


11-Tasarıyla, yabancılar vakıflarda görev alabilecek, uluslararası kuruluş ve vakıflardan yardım alınıp verilebilecek ve şirket kurulabilecektir.


12- Vakıfların malları haczedilemeyecek ve kamulaştırılamayacak, yöneticileri sadece mahkemelerce görevden alınabilecektir.


13- Vakıflar yabancı kuruluşlardan yardım alabilecektir. Türk kuruluşu sayıldıkları için sınırsız mülk edinebileceklerdir.


14- Yasada vakıflara herhangi bir ayrım yapmadan sınırsız şube açma imkânı tanınmaktadır.


15- Yasayla yabancılara ülkemizde vakıf kurma hakkı tanınmaktadır.


Görülüyor ki: Bu kanunla yabancılara vakıf kurma ve yönetme yetkisi yasal dayanağa kavuşturulurken, öbür taraftan şube adı altında dernekler gibi sınırsız şube, temsilcilik açma imkânı sağlanması, Türkiye’yi tam bir “din savaşları alanı” haline getirecek, bunun denetimi de mümkün olmayacaktır.


Vakıfların denetimsiz ve sınırsız bağış toplayabilmeleri, ticaret yapmaları yurt dışından yabancıların yöneticilik yapmaları, Cemaat Vakıfları’nın Vakıf Meclisi’nde temsil edilmeleri gibi hususlar Türkiye’yi ileride sıkıntıya sokacaktır. İkinci maddede öngörülen karşılıklılık ilkesinin uygulanması da uygulamada mümkün değildir.

Cemaat Vakıflarına özel hukuk tüzel kişiliği tanınarak Türk Medeni Kanununa tabi vakıflarla eşitleyen, ayrıca yabancıların Türkiye’de vakıf kurmaları hakkına kavuşturduktan sonra, hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın vakıfların yurt içi ve yurt dışı bağış alabilmelerine ve örgütlenebilmelerine imkân sağlayan bu yasa Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni Lozan’da üstlendiklerinin ötesinde yükümlülükler altına sokmaktadır.

Yeni yasa Cemaat Vakıfları’nın Türk Hukukundaki istisnailik özelliğini ortadan kaldırmakta, Lozan Anlaşması’ndaki sınırlamalar yok sayılmaktadır. Batı Trakya da ki Müslüman cemaatlere vakıf kurdurulmadığından her türlü hukuki çözümde eşitlik ilkesi de ihlal edilmiş olmaktadır.


Kanunun şube veya temsilcilik adı altında birimler açmasını sadece beyana bağlaması, vakıfların, şube veya temsilcilik adı altında ülke çapında örgütlenmeleri konusunda denetim mekanizmasının tamamen devre dışı bırakılması, zararlı vakıfların kurulmasına ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulmasına yol açacaktır


Vakıfların şube açmasında sınır getirilmemesi aynı zamanda yabancıların da Türkiye’de vakıf kurabilmelerinin yine bu kanunla yasal dayanağa kavuşturulması göz önüne alındığında, siyasi ve ideolojik gerekse dini örgütlenmeler (tarikat yahut misyonerlik örgütü şeklinde) vakıf tüzel kişiliğini hoyratça kullanacaklar, vakıf kurumu aracılığıyla Türkiye tam bir ideolojik mücadele ve dinler mücadelesi alanına dönüşecektir.

Bu kanun ile vakıfların yurt dışı örgütlenme ve faaliyetlerine, mutlak ve sınırsız bir serbesti getirilmektedir. Buna göre Türkiye’de kurulu olan cemaat vakıfları, o cemaatin tüm dünyadaki mensuplarını, vakıf tüzel kişiliği çerçevesinde örgütleyebilecektir. Türkiye’de kurulu bir cemaat vakfının, böylesi bir örgütlenme gücüne erişmesi, Türkiye açısından hiç de olumlu sonuçlar doğurmayacaktır. Cemaat esasına dayalı bu tip bir örgütlenme, sınırsız bağış ve yardım alabilme imkânlarıyla birlikte, Türkiye’nin Milli Güvenlik ve çıkarları açısından da büyük bir söz konusudur.

Anayasamızın 69. maddesinde “Yabancı devletlerden, uluslararası kuruluşlardan ve Türk uyruğunda olmayan gerçek ve tüzel kişilerden maddi yardım alan siyasi partiler temelli olarak kapatılır” denmektedir. Yabancıların Türkiye’de kuracakları vakıflar Türk Vakıfları sayılacağına göre, bir siyasi partinin böyle bir vakıfla işbirliği görüntüsü çerçevesinde maddi yardım sağlaması hukuken mümkün olabilecektir.


Vakıflar Yasasası Lozan Antlaşması’na Aykırı      


Hükümet, Vakıflar Yasasının AB uyum yasaları çerçevesinde hazırlandığını öne sürmekte ancak, hukukunda vakıf mevzuatı olmayan Avrupa Birliği’nin mevzuatına nasıl uyum sağlanacaktır.                             Yeni düzenlemeye göre, vakıflar, yurtiçi ve yurtdışındaki kişi, kurum ve kuruluşlardan ayni ve nakdi bağış ve yardım alabilecek, aynı amaçlı vakıflara bağış ve yardımda bulanabilecek.                                


Amacını gerçekleştirmeye yardımcı olmak ve vakfa gelir sağlamak amacıyla iktisadi işletme kurabilecek ve mevcut işletmelere ortak olabilecek. Cemaat vakıflarına ait kısmen ve tamamen hayrat olarak kullanılmayan taşınmazlar aynı cemaate ait başka bir vakfa aktarılabilecek. Yabancılar, Türkiye’de hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilecek, şube ve temsilcilik açabilecek. Vakıf senedinde yer alması durumunda vakıflar uluslararası faaliyet ve işbirliğinde bulunabilecekler.           


Yasa birçok yönden hukuka aykırılıklar taşımaktadır.Göze çarpan eksiklik ve olumsuzlukları maddeler halinde şöyle sıralayabiliriz.                                               

MADDE-2. Bu kanunun uygulanmasında milletlerarası mütekabiliyet ilkesi saklıdır.        

İkinci maddenin değerlendirilmesi: Bu madde hükmü yabancılar hukuku açısından bir anlam ifade etse bile, cemaat vakıfları açısından hiçbir anlam ifade etmemektedir. Çünkü mütekabiliyet ilkesi yabancılar hukuku kapsamında bir ilkedir. Cemaat vakıflarının yöneticileri Türk vatandaşlarıdır Tasarı metnindeki mütekabiliyet tartışmasının başlangıç noktası, Lozan Antlaşması’dır. Lozan Antlaşması’nın 45’inci maddesinde, “Bu kesimdeki hükümlerle (Lozan Antlaşması’nın azınlıklarla ilgili kısımlarından bahsedilmektedir.) Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanımış olduğu haklar, Yunanistan tarafından kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlık için de tanınmıştır” denilmektedir.                                             
Dolayısıyla Türkiye’deki Rum vakıfları ne kadar hakka sahipse Lozan’a göre, Yunanistan’daki Türk vakıfları da o kadar hakka sahip olacaktır. Ancak Yunanistan’da, Batı Trakya’daki Türk vakıflarına bu hükümleri uygulamamakta çeşitli engeller çıkarılmaktadır.                               

Üçüncü maddenin değerlendirilmesi: Vakıflar Yasa Tasarısı’nın Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulmuş vakıflar için tercih ettiği “yeni vakıf” terimi tartışmaya açıktır ve hukuki kavramın içeriğini açıklamaktan da uzaktır. “Yeni” sıfatı zaman itibarıyla bir başka olguya göre yakın tarihte ortaya çıkan olguları ifade etmektedir. Osmanlı hukukundan miras kalan vakıflar için “eski vakıf” teriminin kullanılması, Türk Medeni Kanunu’na göre kurulan vakıflar için “yeni vakıf” teriminin kullanılmasını haklı göstermez. Yeni vakıf kavramı, Türk hukuk sisteminin temel yasalarından olan Türk Medeni Kanunu’nun öngördüğü vakıf tüzelkişiliğinin niteliğini açıklamak için yerinde bir tercih değildir.             

Azınlık vakıfları: Eski mazbut ve mülhak vakıflar ile tüzelkişiliğini Lozan Antlaşması’ndan alan cemaat (azınlık) vakıflarını, Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kurulan vakıflar ile aynı kanun kapsamında düzenleme gayretinin, kavram kargaşası yaratarak kafaları karıştırmak suretiyle Lozan Antlaşması’na ve anayasaya aykırı birçok düzenlemeyi kamufle ederek kamuoyunda tartışma çıkarılmadan kanunu sessiz sedasız bir şekilde yürürlüğe koymak için bir yöntem olarak kullanıldığı anlaşılmaktadır.                                     
Zira Avrupa Birliği’nin Türkiye’den Vakıflar Yasası gibi bir talebi bulunmamaktadır. Avrupa Birliği Türkiye’den cemaat vakıfları boyutu ile bir düzenleme beklemektedir. Ancak hükümet yeni Osmanlıcılık anlayışını, Avrupa Birliği rüzgârından istifade ederek Meclis’e dayatmaktadır. Vakıflar Yasa Tasarısı bu bakımdan toplumu cemaatlere, tarikatlara bölen gerici bir kanundur.                              

MADDE-4.  Vakıflar, özel hukuk tüzelkişiliğine sahiptir.

Dördüncü maddenin değerlendirilmesi: Eski hukukumuzda tüzelkişilik sadece vakıflara tanınmıştır. Osmanlı toplumundaki gelişmiş vakıf uygulamalarına karşın, kişi birlikleri tüzelkişiliğe sahip değildir.


Bilindiği üzere 2762 sayılı Vakıflar Yasası’nın 1. maddesi uyarınca mazbut vakıf olarak adlandırılan vakıfların yönetimi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiş ve bu vakıfların ayrı ayrı tüzelkişiliklerini kaybederek “mazbut vakıflar” tüzelkişiliği içerisinde ermişlerdir.                                               


Diğer taraftan mülhak vakıflar da ayrı tüzelkişiliğini korumakla beraber, bunlar mütevellileri tarafından yönetilmektedir. Ancak yöneticileri Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün kontrolü altındadır. Bunu idari vesayet olarak nitelendirmek de mümkündür.                                         
Tasarının bu hükmüyle Vakıflar Genel Müdürlüğü, mazbut ve mülhak vakıflar üzerindeki hukuki hâkimiyetini yitirmektedir. Böylece ileride mazbut vakıfların, Vakıflar Genel Müdürlüğü bünyesinden ayrılarak mevcudiyetini ayrı bir tüzelkişilik olarak sürdürmesinin, arzu edildiğini söylemek abartı olmayacaktır. Tasarıyı çıkarmaya çalışan zihniyet tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi mazbut vakıfları kamu bünyesinden alıp özel hukuk zeminine çekmeye çalışmaktadır. Bu tür uygulamalar, modern hukuk sisteminden uzaklaşıldığı ve şer’i hukuk sitemine duyulan özlemin bir işareti olarak değerlendirilmelidir.


Hukukunda vakıf mevzuatı olmayan Avrupa Birliği’nin mevzuatına uyumun mümkün değildir.            

Yabancıların yeni vakıf kurmaları                               


MADDE-5.Yabancılar, Türkiye’de, hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre yeni vakıf kurabilirler.


Beşinci maddenin değerlendirilmesi: “Farklılığın giderilmesi adına bu hüküm konmuş olsa bile, Yunanistan’daki Müslüman Türk cemaatine yapılan haksızlıkların bu yasa hükmüyle giderileceğini düşünmek anlamsızdır. Yabancıların Kuracağı Vakıflar Küresel Sermayeye Hizmet Edecektir. Kanunun 5 ve 6 ncı maddeleri ile yabancılar, Türkiye’de hukuki ve fiili mütekabiliyet esasına göre, yeni vakıf kurabilecek. Bu vakıfların yöneticilerinin çoğunluğunun, Türkiye’de yerleşik bulunması yeterli görülecektir. Yabancılar Türkiye’de kurulan vakıfların yönetim organlarında da görev alabileceklerdir. Bu vakıf ve kuruluşları yöneten yabancılar, yönetici sıfatıyla, her türlü Anayasal hakka sahip olan vakıf üzerinden hareketle, vakfın anayasal haklarının kullanımında ciddi bir inisiyatifi ele geçirmiş olacaktır. İnisiyatifin potansiyel gücü, salt ekonomik olmaktan çok stratejik önem de arz etmektedir. Yasa yürürlüğe bu şekliyle girdiği takdirde, büyük bir ihtimalle, Türkiye’de vakıf kurmak isteyen yabancıların pek çoğunun küresel sermayenin önde gelen isimleri olacağı açıktır”                                                                     

Fatih Sultan Mehmed ve “Fransiskeler”

0

İstanbul’un Fethinin daha doğrusu kurtuluşunun 555. Yıldönümünü kutladık. İstanbul’un kuşatılması sırasında “Katolik şapkası görmektense; Türk sarığı görmeyi tercih ederiz” diyen Rumların bu düşüncelerinin temelinde bize has hoşgörü, âdil ve hakça bir düzen yatmaktadır.


İstanbul’un Fethinin kutlandığı günlerde biz de Bosna’da Fatih’in dini bir azınlığa 1463 tarihinde verdiği ahidnamenin yıldönümünü kutladık. Fatih’in gittiği en Batı nokta olan Bosna civarında Fransiskeler’e başta yaşama hakkı olmak üzere, temel hak ve hürriyetler bir fermanla tanınır; köprü yaptırılır; kiliseye yardım edilir. Bu anma toplantısının bu yıl üçüncüsü kutlanıyordu.


Avrupa’da bugün artan ırkçılık, Dünyada milletlerarası hukukun dışlanması, yabancı düşmanlığı, Türk düşmanlığı ile atbaşı giden İslâm düşmanlığı (İslâmofobi), İslâm’a terör yakıştırması gibi örnekler canlanmışken acaba 2000’li yıllar 1463’ün gerisine mi düştü diye düşünüyoruz. Bugün insan haklarına yapılan saldırılar, çeşitli tertiplerle Müslümanların suçlanması, birlikte yaşama kültürünün dinamitlenmesi, Türk tarihindeki hoşgörü ve adalet örneklerini gündeme getirmektedir. Bazıları tarafından adeta Müslümanlar insan kabul edilmemekte, onlar için insan hakları yok farz edilmektedir. 1789 Fransız İhtilâli’nden 326, İnsan Hakları Beyannamesi’nden 485 yıl önce farkı öldürerek ortadan kaldırmayı düşünmeyen Fatih tarafından verilen bu haklar, oldukça anlamlıdır. Aslında, Osmanlıyı Avrupa içlerine kadar götüren güç sadece askeri güç değil; müessesevi (kurumsal) üstünlüktü. Osmanlıyla temas feodaliteyi parçalıyordu. Âdil ve insanca yaşamayı gündeme getiriyordu.


Bu bakımdan başta AB yetkilileri olmak üzere kimseden insan hakları ve hoşgörü dersi almaya ihtiyacımız yoktur. Tam tersine tarihimiz iftihar edilecek örnek ve derslerle doludur. Dün de bugün de kin, nefret ve düşmanlığı tahrik ederek Dünyada barış, huzur ve siyasi istikrarın sağlanamayacağı anlaşılmalıdır. Ancak, dünü unutmamak da gerekir. Bosna’da bunun acı örneklerini gördük. Sırplarca ilk bombalanan binaların biri de kütüphaneydi. 200.000 kitap burada telef olmuştur. 250.000 kişi şehit düşmüş, birçok kayıplar verilmiştir. Birçok kadının ırzına geçilmiş, doğuma zorlanmıştır. Dağ, tepe ve statlar mezarlığa dönüşmüştür. Mezar taşlarının çoğunda yer alan ay-yıldızın Anadolu’ya mesajı vardır.


Mahkeme sırasında intihar ettiği iddia edilen katil Miloseviç’in “Ben, Bosna Nehri Vadisi’nde Türkleri durdurmasaydım; Paris kapılarına kadar gelir Kosova’da yaptıklarını yaparlardı” şeklindeki cümleleri hâlâ canlıdır. Gözü dönmüş işkenceci Sırp militanların Bosnalılara “Türk annenize …” şeklinde küfretmeleri de unutulmamıştır. Gayrimüslimlerin Müslüman olduğunda Türk olarak tanımlanması da Balkanlardaki gerçektir. Bazı Hıristiyan din adamlarının Bosna Harbinin sonlarına doğru Müslüman çocukların üç parmağının kesilip canilerin ceplerinde saklanmasının onları koruyacağını söyledikleri de bilinmektedir. Şövalye olmak (vites) bunu gerektiriyordu. Sebrenitza’da şehit edilen 8.000’den fazla Müslümandan kurşuna dizilenlere “Anavatana (Türkiye’ye) yönünüzü döndürün” komutunun verilmesi düşündürücüdür.


Bosna’nın milli sembolü olan zambak (lilan) yapraklarıyla dolu bayrağı değiştirilmiş, bir çizgiyle sarı ve mavi ayrılmış, araya da yıldızlar konmuştur. Böylece Bosna tarihinin Osmanlıyla başlatılmaması gerektiği ve Bosnalıların zorla Müslümanlaştırıldığı hakareti yapılabilmiştir. Sözde dost ve müttefiklerimiz, kendi çıkarlarına uygun her senaryoyu uygulamaktadır. Lübnan’da, Irak’ta ve diğer bazı bölgelerde mezhep ve etnik çatışmaları körükleyerek oralara egemen olmak isteyenler, yarın yeni Bosna facialarına da sebep olabilirler.


Yayınlarında Hz. Muhammed’e saygısızlık yapan Vatikan, Hırvatları maddi ve manevi destekleyerek rolünü oynamakta, Türkiye’de ise; ılımlı İslâm oyunlarından bir şeyler beklemektedir. Sırplar, arkalarına Rusya’yı ve hatta ABD’yi almışlardır. Bizim bazı Dışişleri görevlilerimiz ise; Bosna-Türkiye kardeşliğinin olamayacağını, ancak dost olabileceğimizi ifade edebilmişlerdir. Balkanlarda İran ve Suudi Arabistan bizden daha faaldir. Türkiye’yi temsilden uzak bazılarının belirli görevlerde ısrarla tutulmasını anlayamıyoruz. Ülkesinin misyonunu fark edemeyen, o heyecan ve hizmet aşkını içinde taşıyamayanlardan gerekli hizmet de beklenemez.


Anma toplantısına bizleri davet eden Bosna-Türkiye Kardeşlik Derneği’ne, ilgi gösteren aydın kuruluşlarına, siyasilere ve belediye başkanlarına teşekkürü borç bilir; Bosna’da şehit düşen kardeşlerimizi rahmet ve saygıyla anarız.       

Mobbing

0

Mobbing  Nedir?


Mobbingin tam Türkçe karşılığı yoktur. Ama dilimizde yıldırma, psikolojik taciz, duygusal linç, psikolojik terör gibi anlamlarda kullanılmaktadır. İşyerinde duygusal linç dünya çapında bir olgudur. İtalya’da 1 milyon kişi, İsveç’te 154.000 kişi, ABD de ise çalışanların % 25’i mobbing mağduru olduğunu ifade etmektedirler. Ülkemizde ise konunun gerçek boyutları henüz bilinmemektedir.


Mobbing  Nasıl  Anlaşılır?


Mobbing duygusal bir saldırıdır. Kişi veya kişiler üzerinde sistematik bir baskı ahlak dışı olarak yapılarak, kurban işten ayrılmaya zorlanmaktadır. Genelde üst düzey yöneticiler tarafından uygulanır. Burada sistematik derken uzmanlar en az altı ay gibi bir süre öngörmektedirler. Anlık, stresten kaynaklanan sorunlar kastedilmemektedir. Bilerek, isteyerek, düzenli olarak yapılan aşağılamalar, yersiz suçlamalar kastedilmektedir.


Mobbing Saldırısına Uğrayan Potansiyeller?


Mobbinge maruz kalan kişilerin belli başlı özellikleri; göz alıcı güzellik ya da yakışıklılık, parlak bir kariyer (yüksek lisans, doktora, akıcı yabancı dil) farklı bir dil ve/veya ırk, üstün bir duygusal zeka yani, ilk bakışta fark edilecek bir özelliğiniz varsa maruz kalmaya potansiyelsinizdir.


Mobbinge Neden Olan Diğer Etmenler Nelerdir?


Bu bölümü iki kısımda inceleyelim. İlk olarak, tacizci neden mobbing yapar? Çünkü duygusal zekadan (kişinin kendi duygularını anlaması, empati kurabilmesi ve duygularını yaşamını zenginleştirecek biçimde düzenlemesi) yoksundur, korkaktır, etik değerlerden uzaktır. Aşırı kontrolcüdür ve iktidar açlığı çekmektedir. Diğeri ise, Mobbingin yapıldığı şirketin ortamı nasıldır? Bir defa şirket kültüründe mutlaka sorun vardır. Mesela, çalışanlar arasında sorumluluk duygusu  eksiktir. Şirkette aşırı stres vardır. İletişim eksikliği vardır. Aşırı rekabetçi bir ortam vardır. İş tanımları belirsizdir ve yetki ve sorumluluklar net değildir.


Mobbing  Türleri  Nelerdir?


Mobbing türlerini 5 ana başlıkta toplayabiliriz.



  • Çalışanın Kendisini Göstermesi ve İletişimi Engellenir: Kendini ifade etme fırsatı sınırlanır.
  • Kişinin Sosyal İlişkilerine Saldırılır: İnsanlar sizinle konuşmaz, izole edilirsiniz.
  • Kişinin İtibarına Saldırılır: Arkanızdan kötü konuşulup, alaya alınırsınız.
  • Kişinin Mesleki Konumuna Saldırı: Önemli görevler size verilmez, göreviniz kısıtlanır ve yeteneklerinizin altında görev verilir.
  • Kişinin Sağlığı Tehdit Edilir: Psikolojik ve fiziksel sağlığınız hedef alınır.

Mobbingin Sonuçları Nelerdir?


Maruz kalanlarda sinir bozuklukları, terleme, nefes zorlukları, iç daralması, gastrit, sindirim bozukluklar, uykusuzluk, kabus görme, sakatlıklar hatta intihara teşebbüslere kadar uzanmaktadır. Psikolojik maliyetlere ilaç, doktor, hastane masrafları,  sigorta primleri vs. ekonomik etkilerini kestirmek güçtür. Aileye olan etkisi, boşanmalar ve çocukların yaşadığı olumsuz etkilerdir. Kuruluşlara zararları ise, stres, düşük moral, hastalık izinlerinin artması, tazminatlar vs. çok yüksek boyutlara ulaşmaktadır. Sosyal boyutu ise acılarla iş hayatı sona eren kişi doktorlara taşınacak, özgüveni kaybolacak, sigara – alkol ve belki uyuşturucu alışkanlığı ortaya çıkabilecektir. Aile içi şiddet ve boşanmalar maalesef kaçınılmaz olabilir.


Peki Mobbing İle Nasıl Başa Çıkılır?


Her şeyden önce olayları bilinçli olarak analiz edeceğiz. Teşhis çok önemli. Bize ne yapılmaya çalışıldığını bilip ona göre hareket edeceğiz. Önce kurban olmayı reddedeceğiz. İşlerin düzeleceği konusunda iyimser düşünceler taşıyın. Size mobbing uygulayanla konuşun. Sonuç alamadıysanız durumu insanlara sunun. Sakin, kendinden emin, kararlı bir ses tonu ve vücut dilinizi kullanın. Merak etmeyin sandığınızdan daha dayanıklısınızdır. Unutmayın,  işkence kamplarında bile moralini iyi tutanlar ayakta kalabilmiştir. Daha başka, içsel konuşmalar yapın, duygularınızı ifade edin. Bunun için yazın. Duygularınızı kendinizden gizlemeyin. Üzüntü ve kederi oldu gibi yaşamak huzura kavuşabilmenin ilk adımıdır. Çalışma ortamınızı sevdiğiniz şeylerle süsleyin. Büyük yazarların insanların acılara dayanıklılığını ve ruh zenginliklerini anlatan kitaplar okuyun.  Eğer yine de çalışanlar söylediklerinizi ciddiye almıyor ve sizi umursamıyorlarsa “ İnsana saygısı olmayan bir kurumda daha fazla hizmet şansınızın kalmadığını, dolayısıyla istifa etmek istediğiniz ve yasal haklarınızı arayacağınızı” ifade edebilirsiniz. Bütün bunları doğru bir tavır ve üslüp ile söyleyebilmek yüksek özgüven ve yüksek bilinçle yakından ilgilidir.


Mobbinde Maruz Kalana Yakın Çevresinin Yapabileceği Yardım Nedir?  


Mobbinge maruz kalan kişiye ailesi ve arkadaşlarının verebileceği en önemli destek onu beden ve ruh bütünlüğü içinde dinlemektir. Özgüvenini tazelemelerine yardımcı olmaktır. Yürüyüşe çıkmak, sinemaya gitmek, çiçek göndermek, yemek ısmarlamak vs. kişinin yanında durmayı ifade etmenin en güzel yöntemlerindendir. Krizin uzadığı, eşlerden birisi sürekli dinlemekten bıktığı, çaresizliğin arttığı durumlarda uzman yardımı almak gerekebilir. Aşağıda mobbinge maruz kalan kişiye ne tür bir dil kullanmamız gerektiğini gösteren ifadeler vardır.
























HATALI İFADE DOĞRU İFADE

* Yardımcı olabilirsem beni ara.


* Yarın seni ararım.


* Çok karışık ve zor bir durum.


* Senin için en zor olan nedir?


* Ayrıl gitsin.


* Olayı doğru tanımlayalım.


* Bu işte seninde kusurun vardır.


* Sana nasıl yardımcı olabilirim?


* Güçlü olmalısın.


* Birlikte bir yol haritası çizelim.


* Artık bu konuyu kapatalım.


* İstediğin kadar konuşabiliriz.


Unutmayın sorunlar, problemler, krizler hayatımızın birer parçasıdır. Sakın olumsuzluğa kapılmayın. Ne kadar acı ve kötü durumda olursanız olun bu durumla baş edebileceğinize inanın. Biz inanıyoruz ki, Allah(c.c) kuluna gücünün üstünde bir yük yüklemez. Hayatta her zorluk bir fırsat, her fırsat bir zorluktur.


Saygılarımla.