9.8 C
Kocaeli
Çarşamba, Eylül 24, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1272

Üşütülen Yiğit

Allah bilir ya, ben ve benim gibi işe yaramayanlar, daha uzun yıllar yaşayacağız.

Cenab-ı Hak sevdiklerini erken yaşta yanına alıyor.

Seni 7,5 yıl suçsuz yere mahpuslarda üşüten o Şey de şu anda 92 yaşında. İbadetten uzak, tesbihattan uzak, Türkiye’nin en güzide yerlerinden bir yerde, (nü) resimler çizerek, kendince çok güzel bir hayat yaşamaktadır.

Sen mahpusta koğuş arkadaşın olan komünistlere bile merhamet ederken, o halen yaşamakta olduğu lüks hayat uğruna on binlere merhamet etmedi…

Endişem odur ki, bu dünyada yargılanmadan çekip gidecek.

Varsın gitsin. Gittiği yerde en adil yargılamaya maruz kalacağını biliyoruz nasılsa.

Bir önceki yazıda da bahsettiğim gibi, helikopter kiralama, hayattaki ikinci hata idi.

İlk hatanı anlatırdın ya masumca. Bilmeyenler için bir de ben nakledeyim;

Mamak zindanlarında gördüğün işkencelere eyvallah etmediğin bir dönemde, gururunu rencide etmek için çırılçıplak soyduklarında, “BUNU YAPMAYACAKTINIZ” dediğinizden dolayı, “Bu benim hayatta yaptığım en büyük hata idi.

Çünkü bu hassasiyetimi defalarca zulüm için kullandılar” demiştiniz.

Zalimler bu dünyayı her şey olarak bilirler.

Varsın bu dünyada sefayı sürsünler.

Kendine 7,5 yılı mahpus olmak üzere yılarca zulmeden devletine karşı zerre kadar kin gütmeyen, intikamı hep Zül-Celale bırakan Muhsin YAZICIĞLU, gönülleri kırmama konusunda da oldukça hassas biriydi.

Ancak Mamak’ta yattığı dönemde bir koğuş arkadaşını nasıl kırdığını ve onun bedelini nasıl ödediğini, BBP Genel Başkan yardımcısı, Yazar Sayın Mustafa Çalık’a şöyle nakletmiş;

“Hapishanede paramızın kalmadığı bir gündü. Çay paramız bile yoktu.

Koğuş başkanıydım. Kimsenin üzülmesini, ümidinin kırılmasını da istemiyordum.

Çaycı kapıya tak tak vuruyor ve “çay içen var mı” diye bağırıyordu.

Ben “Hayır bugün çay içmiyoruz” diye geri gönderiyordum.

“Arkadaşlar bugün yönetimi protesto için çay içmiyoruz” dedim.

Bir arkadaşımız; “Reis bir çay zevkimiz vardı onu da yasakladın” değince, ani bir refleksle, “zıkkım iç, bir gün çay içmezsen ne olur” diye çıkıştım.

O an arkadaşımın yüzündeki mahcubiyet beni perişan etti.

O mahcubiyetin altında o kadar ezildim ki, 4-5 yıl çay içmedim ve bu şekilde nefsimi cezalandırmış oldum.”

Cenab-ı Hak böyle iman sahiplerine de, elbette şehitliği nasip eder.

Eminiz ki, şu anda üşümediğin gibi, artık hiçbir zaman üşümeyeceksin koca Reis.

O bir siyasetçiydi, ancak onun yaptığı siyasetten öte bir şeydi.

O, partisinin aldığı oy oranından daha büyüktü.

O, bir yakınımız değil, yakınımızdan öteydi.

Görmezden gelinse de, Meclise ve Türk siyasetine çok şey kattı.

Bir ülkede hayatın birkaç gün allak bullak olduğu dönemler çok da fazla olmaz, ancak kazadan sonraki son 3-4 gün Türkiye’de hayat allak bullak oldu.

O, Baki kalan kubbede, çok hoş bir seda bıraktı.

O’nun partisi BBP, tüm imkânsızlıklara rağmen, partiye tek kuruş haram sokmadan, açık alınla, ak yüzle mücadelesini sürdürdü.

O’nun üslubundan, O’nun ahlakından alınacak çok ders var.

55 yıla, insanlık adına, dürüstlük adına çok şey sığdırdı.

1 saniyesine bile hâkim olmadığımız hayatta, bir an bile fırıldak olmadı.

İhtilalların modernine de post modernine de karşı durdu. 

En büyük hayali olan Türkiye’de Büyük Birliği sağlamayı ise, Rahmeti Rahmana kavuştuğu gün gerçekleştirdi.

Dileğimiz bu birliğin, nankör egolarca bozulmaması.

Ruhun Şad olsun büyük lider.

Kaba kuvvetçilerin(!) karşısına dikildi,
İhtilalların her çeşidine karşı durdu,
Kimseye eyvallah etmedi, boyun eğmedi.
Hayatı gibi ölümü de, kendince oldu.

Çayeli’den Cape Town’a

Oğlum Gökhan T.H.Y.’nda hat uzmanı olarak çalışmaktadır.

2009 yılbaşında Güney Afrika seyahatine çıkma planları yapıyordu. Bu planından bana da bahsetti. “Baba seni de götüreyim” dedi. Ben de kızım Nurhan da gelirse beraber bu seyahate katılabiliriz dedim.

31 Aralık 2008 gecesi Yeşilköy’den T.H.Y. uçağı ile CAPE TOWN’a hareket ettik. 12 saatlik bir uçak yolcuğundan sonra CAPE TOWN havaalanına indik. Alandan dışarı çıktığımızda bizi irice şortlu bir adam karşıladı. Bavullarımızı minibüse yerleştirdi. Beni görünce “Zeki abi hayrola, senin burada ne işin var?’dedi. Ben şaşırdım, hatırlayamadım. “Zeki abi ben Nizam, Çayeli’nden, büfeci Nizam” dedi.

Neyse bizi aldı otelimize götürüp yerleştirdi. Birkaç saatlik dinlenmeden sonra Nizam gelip bizi yemeğe çıkardı. Yemek esnasında sohbet ederken bize buraya geliş macerasını anlattı;

“Ben ortaokuldan sonra okumadım. 17 yaşında Çayeli’nde bir büfe açtım. Geçinip gidiyordum. Bir gün büfeme iki yabancı geldi ve benden içki istediler. O zamanlar Çayeli’nde içki satmak mahalle baskısı sebebiyle pek hoş karşılanmıyordu. Kendilerine içkilerini verdim, çok memnun kaldılar. Çayeli’nde kaldıkları süre içerisinde hep içkilerini temin ettim. Çayeli’nden ayrılırken bana uğradılar, beni çok sevdiklerini ve beni de CAPE TOWN’a götürmek istediklerini ifade ettiler. Çok şaşırmıştım. Daha Rize’den ötesini görmemiştim, CAPE TOWN neresidir, nedir hiç duymamıştım. Bana adreslerini bıraktılar ve onları yolcu ettim.

Aradan uzun bir zaman geçti. Bir gün yabancı ülkeden bir mektup geldi. Mektup İngilizce olduğu için anlayamadım ve bir bilene okuttum. Mektup Güney Afrika’dan geliyordu. Çayeli’nde tanıştığım yabancılar beni CAPE TOWN’a davet ediyordu ve orada bana iş imkanı sağlayacaklarını da ifade ediyorlardı. Bu mektupla birlikte hayatım değişmişti. Büfemi devretme kararı aldım. Zaten içki satmak da hiç hoşuma gitmiyordu. CAPE TOWN’a gitme kararı aldım. Ailemi çocuklarımı bırakıp bin bir zorlukla gittim oraya. Bana verilen adreste buldum mektubun sahiplerini. Sohbet esnasında bana uygun olabilecek işi de konuşurken laf benim dalgıçlığıma geldi. Çayeli’ndeyken dalgıçlığa çok meraklıydım. Kurslara gitmiştim dalgıçlıkla ilgili. Arkadaşlarla bu bunu değerlendirmek kararı aldık ve dalgıçlık kursuna yazıldım. Bir yandan da İngilizcemi geliştirmeye çalıştım. Gece gündüz uğraştım ve diplomamı sözlü sınav ile alabildim. Eğitimimi tamamladıktan sonra elmas çıkartmak amacıyla birçok dalış gerçekleştirdim. Birçok tehlikelerle karşılaştım. Ama orada ayakta kalmayı başardım. Daha sonra yaşım da ilerledikçe farklı bir alanda çalışma gereksinimi duydum. Tur işine başlama kararı aldım. Minibüs satın alarak bu işe adım attım. Şuanda 6 adet minibüsüm var. Şehre gelen T.H.Y. personeli ve Türk turistleri CAPE TOWN havalimanından alıp otellerine yerleştiriyor isteyen kişilere düzenlediğim tur ile CAPE TOWN’u tanıtıyorum. Oğullarımı da yanıma aldım ve bu işi onların yardımıyla yürütmeye başladım. Halimizden memnunuz, yarı Güney Afrikalı olduk.” dedi.

Güney Afrika’daki ikinci durağımız Johannesburg idi. Buranın T.H.Y. Müdürü oğlumun arkadaşıydı. O da bizimle çok ilgilendi. Bize şehri gezdirdi. Sun City adındaki doğal safari alanına bizi götürerek vahşi hayatı yakından görme imkanı sağladı. Seyahatimizi çok güzel anlarla tamamladık.

Cape Town Limanı
Cape Town Limanı

Cape Town - Güney Afrika
Cape Town – Güney Afrika

Nurul İslam Mosque East
Nurul İslam Mosque East

Zeki Hacıibrahimoğlu İslam merkezinde
Zeki Hacıibrahimoğlu İslam merkezinde

Zeki Hacıibrahimoğlu İslam Merkezi önünde
Zeki Hacıibrahimoğlu İslam Merkezi önünde

Zeki Hacıibrahimoğlu şehitlikte
Zeki Hacıibrahimoğlu şehitlikte

Güney Afrika Türkish Kebaps salonu önünde
Güney Afrika Türkish Kebaps salonu önünde

Sun City vahşi hayat parkı
Sun City vahşi hayat parkı

Nurhan – Zeki - Gökhan Hacıibrahimoğlu Sun City doğal safari alanında
Nurhan – Zeki – Gökhan Hacıibrahimoğlu Sun City doğal safari alanında

Çayeli’nden Büfeci Nizam, Zeki ve Gökhan Hacıibrhimoğlu
Çayeli’nden Büfeci Nizam, Zeki ve Gökhan Hacıibrahimoğlu

Gökhan – Nurhan – Zeki Hacıibrahimoğlu Johannesburgta
Gökhan – Nurhan – Zeki Hacıibrahimoğlu Johannesburg’ta

Zeki Hacıibrahimoğlu Afrika’nın en ucu Ümit Burnu’nda namaz kılarken
Zeki Hacıibrahimoğlu Afrika’nın en ucu Ümit Burnu’nda namaz kılarken

Rahmetli Yazıcıoğlu’nun Ardından Milletimizin Başı Sağolsun

İnsanlar doğar, yaşar, büyür ve ölürler. Bazen insanlar ölü doğar bazen de yaşama şansına sahip olmazlar. Doğmak bizim irademizle olmadığı gibi ölmekte irademize tabii değildir. Aslında insanlar ölmek için doğarlar. İnsan dünyaya geldiği andan itibaren geri sayım başlamıştır. Aldığı her nefes, attığı her adım, geçirdiği her gün onu ölüme bir adım daha yaklaştırır.

İnsanlar ölmek için doğarlar, yaratana karşı görev ve sorumluluklarını yerine getirmek için yaşarlar. Bu görev ve sorumluluklar ise yaratana iman edip O’nun emir ve yasaklarına uygun hareket etmektir.

Rahmetli Yazıcıoğlu gerek yaratana, gerekse milletine karşı görev ve sorumluluklarının farkında olan Anadolu’nun bağrından çıkmış tertemiz, dosdoğru, dürüst, mert bir insandı.

İnançlarından ve milletin değerlerinden taviz vermemiştir. 12 Eylül 1980 ihtilalinde 5,5 senesi hücrede olmak üzere 7,5 sene hapis yatmış, bir çok eziyet ve işkenceden sonra tabiri caizse feleğin çemberinden geçmiş olarak serbest kalmış, hürriyetine ve milletine kavuşmuştur.

Zindanlarda çekmiş olduğu işkenceler O’nu milletine karşı olan sorumluluklarından vazgeçirmemişti.

20 Ekim 1991 yılında üç partinin yapmış olduğu seçim ittifakıyla MHP kadrosundan milletvekili seçilerek meclise, milletinin değerlerini savunmak için girmişti.

Demirel’in başbakanlığında kurulan koalisyon hükümetine güvenoyu vermeyi milletinin değerlerine uygun bulmadığı için arkadaşlarıyla mensubu olduğu partisinden istifa ederek BBP’yi kurmuştur.

BBP çatısı altında hazine yardımı ve holding bağışı olmadan helal para ile arkasında medya ve derin güçlerin desteği olmadan bin bir güçlükle siyasi mücadelesini devam ettirdi.

Rahmetli Yazıcıoğlu inançlarından, milletinin değerlerinden ve ilkelerinden hiçbir zaman taviz vermedi.

Nokta kadar menfaat için virgül gibi eğilmeyen şahsiyetli çizgisiyle siyasi tarihe adını yazdıran tarihin şerefle yad edeceği ender liderlerden biriydi.

Mecliste grubu olmamasına rağmen kendi ifadesiyle “özgül ağırlığı grupları tartacak kadar” güce sahipti.

Refah yol hükümetinin kurulması esnasında şer güçlerin tüm baskılarına rağmen “Dindar insanların iktidarına engel olmam.” Diyerek gönüllerde taht kurmuştu.

28 Şubat döneminde hiçbir tehdide boyun eğmemiş, az sayıdaki arkadaşlarıyla beraber Erbakan Hoca’nın başbakanlığındaki koalisyon hükümetine her türlü desteği vermişti.

 “Namlusunu millete yönelten tanka selam durmam.” Diyerek her türlü hukuksuzluğa meydan okumuştu. Bu arada Hasan Celal Bey’in hakkını da teslim etmek gerekli.

Sn. Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığı seçiminde aynı dik duruşu göstererek milletin temek değerlerine bağlılığını bir kez daha ortaya koymuştu. Bunun için milletin gönlünü kazanmış hayır duasını almıştı.

Siyaset anlayışında kırıcılığa, yıkıcılığa, belden aşağı vurmaya, yalan ve iftiraya, çamur at izi kalsın anlayışına yer yoktu.

Vefatından iki gün önce söylediği gibi; iki saniye yaşamaya bile garantisi olmayan bir hayat için eğilip bükülmeye, fırıldak gibi dönmeye değmezdi. İşte bu anlayıştan dolayıdır ki vefatı; partili, partisiz, inanan, inanmayan herkesi derinden üzdü, kalpler O’nun için üzüldü, yürekler onun için burkuldu, gözler O’nun için doldu taştı.

 Hayatını kaybetmesine sebep olan elim kaza herkesi derinden yaraladığı gibi, helikopterin enkazına 48 saat sonra ulaşılabilmesi milleti derinden yaraladı.

Bu konuda suizanda bulunmak istemem 112’ye bildirmesinden itibaren ilgili kişiler ellerini yeterince çabuk tutmadığı yönündedir. Bunun sebebi iletişim eksikliği, canlı yayınlarda; kaza yerine ulaşıldığı, yaralıların hastaneye nakledildiği, hastanelerin alarma geçirildiği gerçekle ilgisi olmayan yayınların etkisi olabilir.

Teknolojinin bu kadar ilerlemesine rağmen devletin bütün imkanlarıyla kaza yerine iki gün boyunca ulaşılamaması, devletin ulaşamadığı yere hiçbir teknolojik imkanı olmayan köylülerin ulaşması açıklığa kavuşturulması gereken bir durumdur.

Olumsuz iklim şartları, çetin coğrafi konum elbette ki bunlar doğru, ama unutmamak gerekir ki yüz tane mazeret bir tane başarının yerini tutmaz.

 İktidarı ve muhalefeti ile tüm siyasi partilerin bu acıyı paylaşması siyasi ahlak açısından çok önemlidir. Sağcısı ve solcusuyla siyasi partilerin mitinglerini iptal etmeleri BB partisi genel merkezine geçmiş olsuna gitmeleri o acıyı paylaşmaları takdire şayan bir olaydır.

Hastalığına ve ilerlemiş yaşına rağmen Erbakan Hoca’nın da BBP genel merkezine gitmesi onların acılarını paylaşması güzel bir davranıştır.

Ben şahsen Yazıcıoğlu ve arkadaşlarının şehit hükmünde olduğu kanaatindeyim. Acılı ailelerine sabır milletimize başsağlığı diliyorum. Böyle mert ve dürüst insanlar (liderler) az yetişir, boşluğu kolay kolay doldurulamaz. Yazıcıoğlu ve arkadaşlarına Allah’tan rahmet diliyorum.

Millet olarak seni unutmayacağız.

Cezaevinde yazdığın şiirini de.

Uzakları, çok uzakları özlüyorum…

Sen özlediğine kavuştun.

Ruhunuz şad olsun.

Mekânınız cennet olsun.

Dereceniz âli olsun.

Milletimizin başı sağ olsun.

Babam Olsa Farketmez

Herkese Merhaba… Herkese Merhaba… Herkese Merhaba…
Seçimlere sayılı günler kala kapanış yazısı yazmak istedim… Hepimiz için yeni bir dönem başlıyor… Bakalım daha neler göreceğiz… O halde bugünkü kıssadan hissemiz de şimdi gelsin…

“Hz. Ömer arkadaşlarıyla sohbet ederken, huzura üç genç girerler. Derler ki: “Ey halife, bu aramızdaki arkadaş bizim babamızı öldürdü. Ne gerekiyorsa lütfen yerine getirin.”

Bu söz üzerine Hz. Ömer suçlanan gence dönerek: “Söyledikleri doğru mu?” diye sorar. Suçlanan genç der ki: “Evet doğru.”

Bu söz üzerine Hz Ömer anlat bakalım nasıl oldu diye sorar ve genç anlatmaya başlar:

Ben bulunduğum kasabada hali vakti yerinde olan bir insanım. Ailemle beraber gezmeye çıktık, kader bizi arkadaşların bulunduğu yere getirdi. Affedersiniz hayvanlarımın arasında bir güzel atım var ki dönen bir defa daha bakıyor. Hayvana ne yaptıysam bu arkadaşların bahçesinden meyve koparmasına engel olamadım. Arkadaşların babası içerden hışımla çıktı atıma bir taş attı, atım oracıkta öldü. Nefsime bu durum ağır geldi, ben de bir taş attım, babası öldü. Kaçmak istedim fakat arkadaşlar beni yakaladı, durum bundan ibaret, dedi.

Hz Ömer: “Söyleyecek bir şey yok, bu suçun cezası idam. Madem suçunu da kabul ettin, dedi. Bu sözden sonra delikanlı söz alarak, “Efendim bir özrüm var”, diyerek konuşmaya başladı:
Ben memleketinde zengin bir insanım, babam, rahmetli olmadan bana epey bir altın bıraktı.

Gelirken kardeşim küçük olduğu için saklamak zorunda kaldım. Şimdi siz bu cezayı infaz ederseniz yetimin hakkını zayi ettiğiniz için Allah(cc) indinde sorumlu olursunuz, bana üç gün izin verirseniz ben emaneti kardeşime teslim eder gelirim, bu üç gün içinde yerime birini bulurum, der.

Hz. Ömer der ki: “Bu topluluğa yabancı birisin, senin yerine kim kalır ki?”

Sözün burasında genç adam ortama bir göz atar, der ki: “Bu zat benim yerime kalır.”

O zat Hz. Peygamber Efendimizin (sav) en iyi arkadaşlarından, daha yaşarken cennetle müjdelenen “Amr Ibni As”dan başkası değildir. Hz. Ömer Amr’a dönerek: “Ey Amr, delikanlıyı duydun”, der.

O yüce sahabe: “Evet, ben kefilim, der ve genç adam serbest bırakılır. Üçüncü günün sonunda vakit dolmak üzere ama gençten bir haber yoktur. Medine’nin ileri gelenleri Hz. Ömer’e çıkarak gencin gelmeyeceği, dolayısıyla Amr Ibni As’a verilecek idam yerine maktulün diyetini vermeyi teklif ederler, fakat gençler razı olmaz ve babamızın kanı yerde kalsın istemiyoruz derler.

Hz. Ömer kendinden beklenen cevabı verir der ki: “Bu kefil babam olsa fark etmez cezayı infaz ederim.” 

Hz Amr Ibni As ise tam bir teslimiyet içerisinde der ki: “Biz de sözümün arkasındayız.”

Bu arada kalabalıkta bir dalgalanma olur ve insanların arasından genç görünür.

Hz. Ömer gence dönerek der ki: “Evladım gelmeyebilirdin, kaçma şansın vardı neden geldin?

Genç vakurla başını kaldırır ve (günümüz insanı için pek de önemli olmayan): ”AHDE VEFASIZLIK ETTİ” demeyesiniz diye geldim der.

Hz. Ömer başını bu defa çevirir ve Amr Ibni As’a der ki: “Ey Amr, sen bu delikanlıyı tanımıyorsun, nasıl oldu onun yerine kefil oldun?

Amr Ibni As, vakurla kanımızı donduracak bir cevap verir: “Bu kadar insanın içerisinden beni seçti. ”İNSANLIK ÖLDÜ” dedirtmemek için kabul ettim, der.

Sıra gençlere gelir, derler ki: “Biz bu davadan vazgeçiyoruz.”

Bu sözün üzerine Hz Ömer: “Biraz evvel babamızın kanı yerde kalmasın diyordunuz ne oldu da vazgeçiyorsunuz”, der.

Gençlerin cevabı da dehşetlidir: “MERHAMETLİ İNSAN KALMADI” demeyesiniz…”

Ya işte böyle sevgili okur… Anlayana sivrisine saz… Anlamayana Her Şeye Maydanoz’un davulu az sevgili okur… Güm be de güm güm… Güm be de güm güm… Güm… Güm… Güm…

Buyrun artık köşeme geçelim… Vakit tamam…

BEN YAŞAMAYI SEÇIYORUM!

Vefa duygusu benim dünyamda, insanoğlunun en kutsal yanlarından biridir. Unutanlara ne saygım vardır… Ne de sevgim…

İşte bu yüzdendir ki geçtiğimiz ay 25. şeref yılını kutlayan Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın o anlamlı toplantısına bizzat iştirak etmek istedim ve değerli başkan Ahsen Okyar’ın davetini kabul ettim…

Oldukça keyifli bir akşam geçirdim… Emeği geçenlere sonsuz teşekkürler… İyiki varsınız…

Vefa duygusunun içinde bir kez daha, bir tutam saygı, bir tutam sevgi, bir tutam dostluk buldum…  Bu toplantıda vefa duygusu yüksek olan insanların birbirleriyle kurdukları ilişkilerdeki eşitliği gördüm. Onların birbirlerine yardım için değil, birebir destek olmak için orada bulunduklarına tanık oldum.

Vefa duygusu olan insanlarda zorunluluk ya da beklenti yoktur. Sadece duyguların aktarımı vardır. Paylaşma vardır. Paylaştıkça çoğalan zenginlikler vardır.
Bir kilimin motifleri olmak işte budur…

Kocaeli Aydınlar Ocağı “vefa ve teşekkür” toplantısında, Belediye Başkanı olarak geçen beş yıl içersinde gösterdikleri fedakarlık ve samimi hizmetleri nedeniyle Derince Belediye Başkanı Ali Haydar Bulut, Alikahya Belediye Başkanı Sabri Gökbudak, Bekirpaşa Belediye Başkanı Abdullah Köktürk, Kuruçeşme Belediye Başkanı Ali Kahraman, Hereke Belediye Başkanı Esener Maçil, İzmit Belediye Başkanı Halil Vehbi Yenice’yi konuk etti. Gecenin kritiğini az sonra yapacağım amma…

Şunu özellikle söylemek isterim ki, zaman zaman çevremde, Sezen Aksu’nun dediği gibi, Vefa’nın bir semt adından öteye gitmediğini fark ediyorsam hemen oradan uzaklaşıyorum. Çünkü vefa duygusu oluşmamış insanların kalbinde, sevgiye de yer olmadığını görüyorum.

Sevgisizce, sadece menfaatler üzerine yaşanan birlikteliklerde bulunmak, yavaş yavaş ölmek değil de nedir sevgili okur?  Ben yaşamayı seçiyorum! Ben yaşamayı seçiyorum… Ben yaşamayı seçiyorum… Ya siz?

VEFA SEMT ADI DEĞİL

İzmit Belediye Başkanı Halil Vehbi Yenice “Devletin ulaşamadığı yerlere ulaştık” dedi.

Hereke Belediye Başkanı Esener Maçil, “Birlik beraberlik, sevgi, kardeşlik, dostluk” mesajları verdi.

Alikahya Belediye Başkanı Sabri Gökbudak, “Yuvam Akarca’da elektrikleri yeraltına alabileceğini söylediğini, ancak maliyeti çok yüksek olduğundan yapamadığı için yaşadığı ezikliği”  tüm samimiyetiyle bizimle paylaştı.

Kuruçeşme Belediye Başkanı Ali Kahraman, “Öncelikleri iyi tayin ettik. Çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Bekirpaşa Belediye Başkanı Abdullah Köktürk, “Unutmamak… Unutulmamak… Beraber yürümek… O yolun herkes tarafından yürünmesi gerektiği mesajını vermek için buradayız… Aydınlar Ocağı’ndan aldıklarımızla yürüdüğümüzü itiraf ediyorum dedi ve bizi biz yapan değerlerin hayata geçirilmesinin bir dışa vurumu olan bu toplantıya katılmaktan dolayı duyduğu memnuniyeti sevgiyle ve dostlukla dile getirdi.

Son sözü ise Derince Belediye Başkanı Ali Haydar Bulut aldı ve söylenen sözlerin üzerine kendisine diyecek bir şey kalmadığını belirterek hakkınızı helal edin dedi.

Daha ne olsun sevgili okur…  Demek ki neymiş… Vefa Kocaeli Aydınlar Ocağı’ndaki dostlarım için semt adı değilmiş… Tüm Kocaeli’ye hatta tüm Türkiye’ye o da yetmez tüm dünyaya örnek olması için sizinle paylaştım…

Ben de buradan görevini tamamlamış değerli belediye başkanlarımıza yolları açık olsun diyorum… Ve kentimize katkılarından dolayı teşekkür ediyorum…

Şimdi bana müsaade sevgili okur… Sözün bittiği yer burasıdır… Yeniden görüşünceye kadar en çok beni özleyin… En çok beni özleyin… En çok beni özleyin… Hatta bir tek beni özleyin…

İZMİT’E SIĞAMIYORUM

Çünkü, bahar geldi… Bahar… Papatyaların diyarına gitmem lazım…

BARIŞ DUVARI

“Dünyanın en yoksul insanı, paradan başka hiç bir şeyi olmayandır.”

Rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu ve Ömer Türkçakal’ın Ardından

Rahmetli  Ömer  TÜRKÇAKAL’ın ardından 

Rahmetli Ömer Türkçakal’ı 1983 yılından bu yana tanırım. İşini ciddi takip eden, gururu, kibiri olmayan bir insandı. 1984 yılında Ben ANAP’tan, O’da SHP’den İzmit Belediyesis meclis üyesi idik. Birlikte beş yıl çalıştık. Biz iktidar partisi olmamıza rağmen içimizde meydana gelen fikir ayrılığından istifade ederek SHP’liler mecliste bir yıllığına  iktidarı ele geçirdiler. O durumda bile aramızda hiçbir olumsuz gelişme yaşanmadı. Hatta bir gün kendisine “Ömer bey biz dostuz. Olur ya belediye meclisinde millet adına karşı karşıya gelebiliriz. Bu dostluğumuzu bozmaya sebep olmasın.” dedim. Kendisi gülerek “Biz Avukatlar  buna alışığız. Merakın olmasın” dedi. Hakikaten daha sonra davalarda birbirlerine kıyasıya mücadele eden avukatları Baroda sarmaş dolaş görünce cevabının ne ifade ettiğini  daha iyi anladım.

Meclis üyeliğimiz bittikten sonra bile dostluğumuz devam etti. Milletvekili oldu. Yine iyi bir dosttu.

Nur içinde yatsın. Allah  geride kalan ailesine ve yakınlarına sabırlar versin. 

Rahmetli Muhsin YAZICIOĞLU’nun ardından 

Rahmetli  Muhsin Yazıcıoğlu’nu 70’li yıllardan tanırım. Ben Beşiktaş Komünizmle Mücadele Derneği ve Ülkü Ocağı Başkanlıklarını bıraktığım yıllarda Rahmetli Muhsin  Yazıcıoğlu Ankara’da  Ülkü Ocağı Genel Başkanı olmuştu. Sonra Genel Merkeze daha sonrada Rahmetli Alpaslan Türkeş’in yardımcılığına kadar yükseldi. İyi bir dava adamı idi. Bizim dönemimizde öğrenci hadiseleri hat safhada iken Rahmetli Yazıcıoğlu döneminde bir miktar durulmuştu. Daha sonra 12 Mart Muhtırası geldi. Olaylar daha da yavaşladı. Daha sonralarını basın sürekli yazdı. Yeni nesil basından da olsa bazı şeyleri biliyor. Bizim dönemimiz çok zorlu bir dönemdi. O dönem Deniz Gezmiş ile karşı saflarda idik. Teknik Üniversitede Harun Karadeniz’le karşılıklı  mücadele veriyorduk. Bende okulumda Talebe Birliği Başkanı idim. O dönemi analiz etmeye bu sütunlar yetmez. Yapacakta değilim. Bir çok genç neden ve nasıl öldüğünü bile bilemedi. Bazıları kullanıldıklarını bile farkına varmadan hapishanelerde çürüdü.

O dönemlerin idealist adamlarından biri Muhsin Yazıcıoğlu idi. Öğrenciliğindeki ilkelerinden hiç sapmadı. Ufak hesapların peşinde koşmadı. Siyasetin çarkları arasında haysiyetini ve kişiliğini ezdirmedi. Hakikaten o dönemin solcusu da sağcısı da bir başka idi.

İdealler güçlü olunca insanların tavırları da bir başka oluyor. O dönem solcularla çok kavgalarımız oldu. Fakat daha sonra bazıları ile de güçlü dostluklarımız oldu.

İşte rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu da o dönemin Ülkücüsü, o dönemin  adam gibi adamı idi.

Sözler onun kişiliğini ifade etmeye yetmez.

Nur içinde yatsın. Onunda Allah geride kalan ailesine, yakınlarına  ve sevenlerine sabırlar versin.

HAYIRLI OLSUN.

Seçim yapıldı. Aylarca süren hazırlıklar, gayretler, çalışmalar vatandaşın tercihinin sandığa yansıması ile sona erdi. Bu seçimde de adaylar birbirlerinin özellerine girdiler. Oğullar, damatlar, kayınpederler, akrabalar gündeme geldi. Şimdi artık uzun süre bunlardan bahsedilmez. İddia bitince nedense sorunda ortadan kalkıyor. Sıra kazanana yaklaşmanın yollarını aramaya geliyor. Daha dün hırsızlıkla itham edilen kazandığında eli öpülesi hale geliyor. Kimse bir önceki günle ilgilenmiyor. Artık gündemi yükseltilecek makamlar, işe alınacak yeni işsizler, verilecek yeni ihaleler meşgul edecek.

Bu havuzdan herkes payını almaya çalışacak. Artık bu kadar yapılan masraflar gerçekten hizmet için mi idi diye kimse sormayacak. Kaybeden sadece seçimi değil, servetini de kaybetmiş olacak. Çünkü yapılan harcamalar bir servet. Bu harcananlarla nice gariban geçinirdi. Bu dönemde reklamcılar iyi para kazandılar. Artık iki buçuk sene sabretmeleri gerekecek.Genel seçimlerde yeni bir Pazar açılana kadar. Bu döngü böyle devam edecek.

Seçim yasası, seçim harcamaları yeniden düzenlenmedikçe bu harcamalar teknoloji ile artacak.

Zengin olmayan aday olamıyor. Bu gidişle de asla olamayacak. Tabii ki makamlar kazanıldığında gereken yapılacak. Bu herkes için geçerli değilse de siyasette dürüstlük kavramı bir hayli dibe vurdu. Bu kadar ciddi bir harcamanın sonunda kazanılan makamlarda da dürüstlük ciddi bir sorun hale gelecektir. Tabii ki bu durumdan da en çok dürüstçe hizmet arzusu ile yola çıkanlar etkilenecektir.

Ben bu duygularla kazananları tebrik ediyorum. Bütün bu olumsuzluklara rağmen hizmete talip olanların yaptıklarının çok güzel bir iş olduğunu, dünyada insanlığa hizmetten büyük bir hazzın olamayacağını özellikle belirtmek istiyorum.

Saygılarımla.

Alperenler Yasta

Kurudu gözde pınarlar/Canım içre canım gitti…

Devrildi iri çınarlar nice gül fidanım gitti

Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu

Günler geçti Ağam…

Kaç uykusuz gece aktı zamanın yanağından. Kaç seher düştü gözkapaklarımdan… Kaç sabahı yitirdim gecenin ortasında… Yüreğim Kerbela misali kan içerken, gün niyetine, tan niyetine ben ağarırken, kaç umut huzmesi karanlığın terkisinde kayboldu… Bir ikindi serinliğinde düştüğün yoldan, bir yatsı zamanı gelir diyordum. Zamanı doğradım avuçlarımda, zamansızlığa ayarladım yüreğimi… Hava sisli, dağlar geçit vermiyor, ayaz üşütüyor Ağam, ayaz üşütüyor…

Kesen bir kış hançeri düştü bağrımın üzerine.

Bahar seninle gitti, gül seninle… Umutlarım seninle…

Yollara düştü gönüller, dağlara düştük bir akşam üstü…

Ağam, gözlerim sağnak sağnak yoluna düştü…

Zaman daraldı Ağam,

Yüreğimiz darda, aklımız zorda… Sabah niyetine biz ağardık her şafak vakti. Tespih ettik, saydık geçen zamanı… Duruşun bir ermiş yadigârıydı, gönlümüzün dağlarında… Sözlerin bin umut gibiydi ruhumuzun ağlarında… Sen gittin diyorlar ağam sen gittin diyorlar… Gözlerim kan çanağı şimdi, teselli kar etmiyor. Alpler, Erenler hakkına kime gücendin de gittin ansızın… Gittiğin yol mübarekti, yüceydi… Gül gibi anlamlı, inceydi… Peşindeydik, vallahi peşindeydik… Şimdi karlı dağlar başında ahu zar ediyoruz. Kalbimiz kırık, gönlümüz yasta…

Bir kış vurgunu yedik ansızın…

Bahar seninle gitti, gül seninle…

Yollara düştü gönüller, dağlara düştük bir akşam üstü…

Ağam, gözlerim sağnak sağnak yoluna düştü…

Umut tükendi Ağam,

Yürek tükendi… Sen gittin diyorlar ya aklım almıyor, inanmıyor aklım… Ağam yiğittir, ne karlı dağlar görmüştü, ne zindanlar tanımıştı diyorum. Düştüğü yerden bir daha kalkar diyorum ya… Umut bu ya, Allah’tan ümit kesmiyordum kavlimizce…

O karlı dağlar türküsüz olmaz Ağam, türküsüz olmaz. “Yiğit yarsız olur ülküsüz olmaz” diyordun hani… İlâyı Kelimetullah için, ol bayrak için, şol ezanlar için düşmüştük yola… Çocuk aklım senin peşine düşmüştü, senin sözlerine tutunmuştu işte. Şimdi bırakmış bizi gidiyorsun. Alınlar secdeyi kuşanırken, dualarımızın içindesin, kalbimizin içindesin unutmayası…

Bir kış vurgunu yedik ansızın…

Bahar seninle gitti, gül seninle…

Yollara düştü gönüller, dağlara düştük bir akşamüstü…

Ağam, gözlerim sağnak sağnak yoluna düştü…

Yetim kaldı körpe çağam, feryadımı nice boğam

Gün doğmak üzere Ağam, gün batarken inim gitti…

Alınlar secdeyi kuşandı Ağam,

Alınlar secdeyi kuşandı beş vakit…

Dualar senin niyetine O sevgilinin dergâhına koşuyor… Yürek susuyor, gönüller yasta… Bu yürek yaralı, bu yürek yetim şimdi. Bir kış vurgunu yedik, yaralandık, üşüyoruz… Gözlerimiz şimdi rahmette bulut gibidir. Salkım saçak bir hüzün düşüyor omuzlarımıza. Taş gibi ağır olan bir hüzün, bu ayrılık ölüm gibidir.  Kurşuni bir duman sarıyor gözlerimizi. Masmavi geniş gökyüzü, daralıyor ve kararıyor gözlerimizde. Ufkumuza uzak hatıralarımız yığılıyor.

Sanki sen gitmemişsin ağam, biz bu acıyı hiç yaşamamışız gibi… Saniye sürmüyor, o dağ gibi onulmaz acı, o sis, o karlı dağlar, o karanlık gün düşüyor kalbimin üzerine. O tarifsiz gerçeğin içine düşüyorum ölesi…

Alınlar secdeyi kuşanırken, dualarımızın içindesin, kalbimizin içindesin unutmayası…

Bir kış vurgunu yedik ansızın…

Bahar seninle gitti, gül seninle…

Yollara düştü gönüller, dağlara düştük bir akşamüstü…

Ağam, gözlerim sağnak sağnak yoluna düştü…

Bu bir nesildir sürekli, gözü pek çatal yürekli

Zor günlerimde gerekli, dağlar  gibi Ağam gitti…

Alperenler yasta Ağam,

Umut bitmiş, fitili tükenmiş kandilin. Işık sönmüş diyorlar, karanlık çökmüş Alperenler yurduna. Bir büyük Alperen göç eylemiş diyorlar. İnanmam buna, yürek buna nasıl dayanır, aklımız nasıl… Bütün cihan inansa, ben inanmam Ağam, ben inanmam… Şafak nöbet tutarken ruhumuzda bu karanlık nasıl çöker üstümüze, nasıl susar tan yüzlü Ağamın türküsü… Zaman çok geçmiş. Geç kalmışız sana varmaya. Dağlar geçit vermemiş, tipi yolları tutmuş, kader “tamam” demiş. Hakk’a yürümüşsün, en sevgiliye gitmişsin diyorlar. “Orada gözler aydın/ burada baş sağlığı/ İki ayrı dünyada iki ayrı tören var/Allah katından gelen bir yüce buyruk üzre/Aramızda ansızın çadırını deren var” Diyen şairin sesi düşüyor bağrımın üzerine.

Yıkılıyorum…

Sen gittin diyorlar, yoksun…

Ağlıyorum, ağlıyorum…

“Muhsin Başkan”

Bir helikopter kazası, Türkiye’nin seçim öncesi “demokrasi şöleni” de denilen, heyecanlı, atışmalı, sataşmalı atmosferini bir anda hüzne çevirdi. BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu ve beş vatandaşımızın kaybıyla sonuçlanan dramatik kazanın sonunda hanelerimize bir acı çöktü.

Muhsin Yazıcıoğlu için, her kesimden gelen sevgi ve saygı dolu ifadeler, samimi ve içten acı paylaşımları bazılarını şaşırtacak boyutta idi.

Muhsin Yazıcıoğlu’na seçimlerde aldığı oy oranı ile mukayese bile edilemeyecek bu sevgi ve saygının sebebi ne idi? O ne yapmıştı da “Baki kalan kubbede hoş bir sada” olduğunu anlatan saygı ve duygu dolu ifadelerle anılıyor?

Hangi siyasi görüşten olursa olsun, O’nu tanıyan herkesin tanımlamalarındaki ortak noktalar: “O büyük bir vatan ve millet sevdalısı idi. O siyasetin kirletemediği, bozamadığı sağlam karakterli bir dava adamı idi.” “İnançlarından taviz vermeyen”, “dik durmasını bilen”, “yiğit bir Anadolu evladı idi.”

TV’lerde kendi sesi ve görüntüleri ile verilen bir konuşmasında söyledikleri O’nun bu karakterini çok güzel yansıtmaktaydı: “İçimizden herhangi birinin bir saniye içinde ölmeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Bir tek nefeste canımızı verebiliriz. Bir saniyesine hükmedemediğimiz bir ömrün içinde fırıldak gibi yaşamanın ne manası var, düz olmak, dümdüz yaşamak lazım.” Aklımda kaldığı kadarıyla yazabildiğim bu sözler, inanmadan söylenmesi mümkün olmayan içten, yürekten sözler.

Tıpkı sonucunda beraat ettiği bir dava sebebiyle, 7,5 yıl hapis yattığı Mamak hapishanesinde yazdığı şiirde dile getirdiği, milyonların göz pınarlarını ıslatan mısralar gibi içten, yürekten. Şimdi bu mısralar soğukta, karlar içinde sona eren bir ömrün de ifadesi olarak sevenlerinin dilinde.

“Huzur dolu içimde/ Ben sonsuzluğu düşünüyorum/

Ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum/

Durun kapanmayın pencerelerim/ Güneşimi kapatmayın/

Beton çok soğuk üşüyorum.”

“Acı düştüğü yeri yakar” derlerdi. Bu defa acı yüreklerimizi üşüttü.

O, nerede bir Türk varsa, oranın derdi ile dertlenen, sevinciyle sevinen, dünyadaki bütün Türk topluluklarıyla dostluk kurmuş bir Türk Milliyetçisi idi.

Kazakistan gezisi sırasında, Hazreti Türkistan Ahmet Yesevi’nin türbesini ziyaret eden Muhsin Yazıcıoğlu, büyük velinin çilehanesinde bir saat yalnız kalır. Çıktığında gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüş ve bütün gün gözlerinden akan yaşlara mani olamadığı bir ruh hali içinde kalmış. Bu gezide beraber olduğu dostunun anlattığına göre, o geceleri de ibadet eden samimi bir Müslüman’dı.

Yedi milletvekili ile Refahyol hükümetine destek olduğu dönemde, dış baskılar ile çıkarılması istenen, ancak Türk milletinin faydasına olmayan bazı yasal düzenleme çalışmalarına direnmeyi bilmiş, Türk milletinin tam bağımsızlığı ülküsüne adanmışlığını icraatı ile ispatlamıştı.

28 Şubat sürecinde demokrasi dışı baskılara karşı dik durmayı bilmişti. Sürecin en hararetli noktasında Yazıcıoğlu’nun Meclis’teki odasına gelen iki sivil, mesaj getirdiklerini belirterek, ‘Hükümetten desteğini çekmezsen, başına iş açılır’ diyor. BBP liderinin buna cevabı sert olur: ‘Demokrasinin yanındayız. Bana tehdit sökmez. Bizim Allah’tan başka kimseden korkumuz yok.’

O’nun Ülkü Ocakları Genel Başkanı olduğu yıllarda, ülkücü gençler “Milliyetçi Türkiye“, İslamcı gençler “Müslüman Türkiye“, devrimci/solcu gençler “Bağımsız Türkiye” sloganlarını kullanırdı. Muhsin Başkan hem milliyetçi, hem Müslüman, hem demokrat ve de tam bağımsızlıkçı olmanın çelişen değil, birbirini tamamlayan kavramlar olduğunun yaşayan örneği oldu.

Mustafa Çalık’ın tespiti çok etkileyici idi: “Ülkücü camia (Ülkü Ocakları, Alperen Ocakları ayırımı yapmadan söylüyorum) bu güne kadar çok vatansever, karakter sahibi, yüksek ahlaklı, İslami ve manevi değerleri yaşayan çok sayıda kıymetli insan yetiştirdi. Öyle inanıyorum ki hiç birimizin, bu vasıfları taşıma konusunda, Muhsin Bey’le yarışması mümkün olamaz.”

Siyaseti de temiz yaptı. Ne rakipleri, ne de partisinden ayrılan eski arkadaşları hakkında küçültücü hiçbir söz söylemedi. Çirkef siyasetin fırıldak ve dalaverelerinden uzak kaldı.

Onun içindir ki rakip siyasi parti temsilcileri bile sanki sözleşmiş gibi, “adam gibi adamdı” ibaresini kullandılar. Kazadan sonra bütün siyasi partiler, seçime üç gün kala en kritik zaman diliminde, bütün miting ve toplantılarını iptal ettiler.

“Güzel yaşamak nedir?” diye sorana, ‘ölümünden sonra her kesimden insana böyle güzel sözler söyleten bir ömür sürmektir’ demek yeterli olur sanıyorum.

“Muhsin Başkan” ve aynı kazada vefat eden vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, sevenlerine sabırlar diliyorum.

Seni Isıtamadık Yiğit Adam

“Bir saniyesine bile hükmedemediğiniz bir ömür için fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz olacağız ve düz yaşayacağız. Dik duracağız, doğru gideceğiz.”

Şahidiz; öyleydin ve öyle kaldın. Seninle olanların da bir çoğu öyle.. Gel de bu çıkarperest topluma idealizm türküleri söyle.

İnna lillahi ve inna ileyhi raciun.” Ve hayatın sırrı ölümdür. Ölümse bir adalet terazisidir. Vefatınla sağladın o Büyük Birliği. ‘Gül‘ gibiydin ve gülümsemenle girdin hafıza kayıtlarına.

7.5 yıl çileye yattın, işkence sivilcelerinin patlattın ama bir tik bile kalmadı sende. 4 satır şiirden yatırılan ve mapusluk mekânı ziyaretgâh haline getirilenler sana tercih edildi. Ata Osmanlı gibi mahmuz vuranlar değil ata binmeyi beceremeyenler baş seçildi ülkemde.

Amerika‘ya git, birileriyle görüş dediler; gitmedin, görüşmedin. Büyükelçiler, medya patronları randevu istediler, vermedin. En çok seyredilen dizinin Yönetmeni Size bir şiir klibi çekelim‘ dedi, sen kabul etmedin. Birileri şiir ratingini sandık ratingine dönüştürebildi.

28 Şubat‘ı şimdilerde dillerine pelesenk edenler, 10 – 12 yıl önce saklanacak delik arıyorlardı. Ama eğilmeyen, bükülmeyen bir 8 kişi vardı. Cübbeli Ahmet Hoca‘da külliyesi kapatılırken seni arardı, Cerrahpaşa‘nın önünde eylem yapan başörtülü öğrenciler de. Her birine yardımcı oldun elhak, kapına gelene gönlünü açtın, oy bile istemedin. Zaten onlar da vermediler.

Ehl-i tasavvuf idin, bilen bilirdi. Bir yağmur damlası olsan yağmak istediğin yer Mekke’ydi. Nefsine ‘festakim kema umirt‘ emrini miras bıraktın tarihçe-i hayatınla.

Pazarlıksızdınız ekip olarak; “Yayladan geldik gene yaylaya döneriz” derdiniz ve işte döndün. Karlı – sisli bir havada, bir bozkurt gibi bir dağ başında ruhunu Rahman‘a teslim eyledin.

Rabb’im hayatın da ölümün de hayırlısını nasip etsin. Dünyada seni kullarına sevdirdi, ukbada da salihlerle – şehidlerle beraber haşretsin. Cenab-ı Hak sana ‘Muhsin‘ sıfatıyla muamele eylesin.

Uyuz öküzlerin adam güttüğü

Çarpık bir dünyada yaşadı gitti

Çoğunun putlara secde ettiği

Dünyayı dünyada boşadı gitti

Bize hakkını helâl eyle..

Üşüyoruz Muhsin Başkan

Kimin Babası torunu olduğu zaman bu kadar sevinmiş ve heyecan duymuştur? 7,5 Yıl cezaevinde geçen sürenin 5,5 yılı hücrede çeşitli işkencelerle geçmişti. Çarmığa gerilmiş, gözlerini açmadan tavana asılı 26 gün geçmişti. Tırnakları sökülmüş, elektrik verilmişti. İç kanama tehlikesinden su dahi içememişti.

Evet… Bu kadar sevinen baba; rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu’nun Babası idi. Yaşadığı işkencelerden çocuğunun hiç evlat sahibi olamayacağını düşünmüştü. 7,5 Yıl ceza yatan Yazıcıoğlu suçsuz bulunmuş. 1 Gün bile mahkûmiyet almamıştı.

Milletimizin dilinde, 7 Milletvekili ile partisinin grubu dahi yokken neler yaptığından. Birde sayısal üstünlükten, sandalye sayısından bahsederler.

Yakın dönemde çıkartılan öğrenci affından ise istifade eden gençler projenin mimarı Muhsin Yazıcıoğlu’na müteşekkir.

Türk İslam Ülküsünün olduğu bütün çalışmalarda Merhum Yazıcıoğlu’nun katkısı vardır. Karabağda, Bosnada, Kosava, Gazzede, Kerkükte…

Davası uğruna hiçbir fedakârlıktan kaçmayan Büyüğümüz Hayalini anlatıyor:

”Bir hayalim var. İmtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir Türkiye istiyorum. Kısacası; Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar kaynaşmış güçlü bir Türk dünyası hayal ediyorum. Ben 18 yaşındaki bir gencin enerjisi ve heyecanıyla bu göreve hazırım. Şundan emin olunuz ki, tek başıma kalsam da mücadeleden vazgeçmeyeceğim.”
Ben Türk’üm Türk Esir Olmaz
Ben Türk’üm Türk Devletsiz olmaz
Ben Türk’üm Türk Bayraksız Olmaz
Ben Türk’üm Türk Ezansız Olmaz
Ben Türk’üm Türk Hürriyetsiz Olmaz…

Çıktığı yol, Büyük Birlik Yolu. Geçirdiği elim kaza ile yine birliğe vesile oldu. Sağcısıyla, solcusuyla bütün partiler tek yürek oldu. 3 Gün önce birbirine hakaret eden siyasi rakipler birlikte dua ettiler Muhsin Yazıcıoğlu ve yol arkadaşlarına.

Onu tanıyıp ta sevmemek mümkün değildi.

16 Mart 2007 günü Kocaeli Aydınlar Ocağı heyeti olarak Ankara’daydık. Gündüz çeşitli ziyaretler yapılacak akşamda Milli Savunma Bakanı Sayın Vecdi Gönül’ün misafiri olacaktık. Merhum Muhsin Yazıcıoğlu Ankara dışında olacağından programda Yazıcıoğlu ziyareti yoktu. Program akışında akşam vakti bir saatlik boşluk olunca Ankara’ya dönmüş olabileceği düşünüldü ve heyetimizden Nizamettin Şahin Bey Yazıcıoğlu ile görüştü. “Kocaeli’den kardeşlerim gelmiş, bekliyorum” dedi. Kafilemizde bulunan 15 kişide şaşkınlığını gizleyemedi.

Bulunduğu otelin girişine doğru çıkıp Kocaeli Aydınlar Ocağı Heyetini karşıladı. Sayın Muhsin Yazıcıoğlu hazırlık yaptırdığını, yemek hazırlattığını ifade etti. Akşam yemeğine yetişeceğimizden sadece çayını içebildik.

Sıra geldi vedalaşmaya. Her zaman olduğu gibi ekipten bir kişi hediyeyi takdim edecekti. Nizamettin Şahin ve Mustafa Toka Ocağımızın hediyelerini takdim ettiler. Kocaeli Aydınlar Ocağında geleneksel hale gelen heyetin toplu fotoğrafı çekildi ve tarihinde olmayan bir ilk yaşandı. 15 kişi sıraya girmişti ve tek tek Sayın Muhsin Yazıcıoğlu ile fotoğraf çekilmişti.

Evet, işte o fotoğraf tam karşımda.

Merhum Muhsin Yazıcıoğlu ve Dava Arkadaşlarına Rabbim Rahmetiyle Muamele Eylesin. Yüce Yaradan İnşaallah, Resüllullah’ın komşusu yapsın.

Kümelenme.. (4.s)

Ülkemizde kümelenme çalışmaları 1999 yılında başlatıldı. Michael Porter’in başında olduğu Ortadoğu Rekabet Stratejileri merkezi ile Türkiye’nin Rekabet Avantajı platformu tarafından başlatıldı. Sonra bu platform bir derneğe dönüştü ve URAK(Uluslararası Rekabet Araştırma Kurumu Derneği) adını aldı.

Ülkemizde ilk kapsamlı Kümelenme projesi; AB tarafından desteklenen AB proje ofisi gözetiminde yürütülmüş olan Ülkemizin dünyada rekabet edebileceği önemli sektörlerden olan Moda ve Tekstil iş Kümesi (MTK) olmuştur.

Klasik anlamda rekabet; üretim maliyeti, coğrafi avantaj, doğal liman, lojistik imkanlar, ucuz iş gücü faktörlere bağlıydı. Bir firmanın başarısı,  uzun dönem rekabet avantajı oluşturabilmesi ve oluşturduğu bu avantajı sürdürebilir hale getirmesinde gizlidir. Porter ekonomik büyümeyi kümelenme stratejilerine bağlar. Buna göre ülkeler stratejik ve rekabet analizleri yaparak elde ettikleri verilere göre davranışlarını belirlemeliler. Ülkelerin kesinlikle firmaların önünü açacak yasal düzenleme ve teşvikleri yapmaları gerekir.

Birçok rekabet ve strateji analiz metotlarından bahsedebiliriz. Ancak bunların içinde en dinamik esnek olanı Porter’ın elmas metodudur. Bu metot ülkelerin, bölgelerin, sektörlerin rekabet avantajlarını değerlendiren bir metodolojiden ibarettir. Porter, bu modelle aslında firmaların rekabet avantajı sağlamasında önemli etki olarak dört faktörden bahseder. Elmasın dört köşesine “girdi koşulları”, “talep koşulları”, “firma stratejisi ve rekabet yapısı” ve “ilgili ve destekleyici endüstrilerin varlığı’ gibi kavramları koymuştur. Kısaca bunlardan bahsedecek olursak;

Girdi koşulları: Ülkeler kendi kaynakları ve teknolojileri ile önemli girdiler oluşturabilirler. Bölgesel dezavantajlı girdiler varsa eğer bu girdilerin avantajlı hale getirebilecek yenilikler ve yeni metotlar geliştirmeyi zorlar. Bu amaçla firmaların yerleri, insan sermayesi, sermaye kaynakları, fiziksel altyapısı, bilgi alt yapısı, sosyal imkanların avantajlı olması çok rekabet için önemlidir.

Talep koşulları: Bir ürüne olan talep dış pazardakinden fazla ise bölgede o ürün kıymetli olur ve daha fazla firma bu ürünü üretmeye başlar hem ürünün kalitesi artar hem ürünün üretilmesi konusunda farklı yaklaşımlar oluşabilinir. Eğer bu ürün ihraç edilmeye başlandığında ise rekabet avantajını da beraber getirmek zorundadır.

Ürüne talep artışı ürün için ciddi bir pazar oluşur.  

Değişimleri takip eden gülcü bir pazar, firmaları küresel değişime ve yeniliklere zorlar.

İlgili ve destekleyici kuruluşlar: Bölgesel destekleyici endüstriler rekabetçi ise, kuruluşların maliyeti düşük yenilikçi girdilerin avantajını yaşar.

Maliyetler ve girdi çeşitliliği tedarikçiler küresel rekabet yaşadığında güçlenir.

Firma Stratejisi ve Rekabet yapısı:

Bölgesel şartlar firma stratejilerini etkilerler.

Firmalar genellikle düşük rekabet ile çalışmak isterler. Aslında bölgesel rekabet firmaları yeniliğe ve gelişmeye zorlar. Firmaları küresel arenada boy göstermeye zorlar.

Elmas modelinde bir bileşenin etkisi diğer bileşenlere de bağlıdır. Onun içinde bu model kendi kendini güçlendirir ve geliştirir.

Türkiye’de kümelenme konusunda başarılı iki örnekten bahsedebiliriz. Biri Adıyaman’da Tekstil ve Hazır Giyim kümelenmesi. Adıyaman’da ciddi bir bayan istihdamı sağlanmıştır. Fason üretimden markalaşmaya gidilmeye başlanmıştır. Diğeri Ankara ODTÜ Teknokent’de Bilişim Kümelenmesidir. Diğer başarılı kümelenme örnekleri de vardır. Kümelenme konusu hem sanayi odaları, hem ticaret odaları ve üniversitelerin bu konuyu ciddiye alıp geliştirmeleri ile alakalıdır. Kümelenmeler sonra bölgesel havzalara dönüşmesi gerekir buda ciddi bir değer zinciri oluşturacaktır.

Kümelenme ve bölgesel havzaların oluşması firmalar için rekabet gücünü artıracak, insanlar için işsizlik azalacak, ülkemiz için vergi gelir artışı ve  dünyada ciddi bir itibar artışı sağlayacaktır.