9.8 C
Kocaeli
Çarşamba, Eylül 24, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1271

Popüler Kültür

Popüler kültür günümüzde tüm dünyayı etkisi altına alan bir kavramdır. Şu anda yaşamakta olduğumuz kültürdür. Özellikle Türkiye’de Popüler Kültür çeşitli medyalar aracılığıyla tüm bir ülkeyi egemen kültüre bağımlı kılmayı sağlayan başlıca vasıtadır. Bu işleviyle de gündelik hayatın tüm alanlarına sızmıştır. Gündelik yaşamımızdaki tercihlerimiz, seçimlerimiz, fikirlerimiz, yaşam tarzımız, giyim tarzımız, konuşma biçimimiz, şeklimiz, neredeyse benliğimize hayatımıza dair her şey içinde bulunduğumuz popüler kültürün bir yansımasıdır.

İçinde bulunduğumuz toplum, yaşam tarzımız popüler kültür etkisi içerisindedir. Popüler kültür giyim tarzımızdan, seçimlerimize, tercihlerimize, fikirlerimize kadar her şeyi etkisi altına almaktadır. Ve bizim irademiz dışında örgütsel küresel bir etkidir. Popüler Kültür beraberinde bireyselliği getirmiş, sağlamıştır. Ve bu bireyselleşme ben merkezli daha bencil bir toplum tarzını, bireyselliği meydana getirmiştir. Bu da toplumdaki her şeyi insanlara dair konuşma biçimlerini, ilişkileri, her şeyi etkilemiştir. İnsan ilişkileri her şey buna göre şekil almıştır. Ve ne yazık ki sonuçlara bakıldığında ortaya sağlık yapısı bozuk, iç dünyası bunalımlı, her şeyi para olarak gören ama gerçek mutluluğa sahip olamayan, hasta, yaşamın anlamını keşfedememiş, beklentilerine arzularına yenik düşmüş bozuk insanlardan oluşan bir toplum yapısı çıkmaktadır. Bu hayat tarzı bireyi yalnızlaştırmış markaların bağımlısı hale getirmiş ve hedeflendiği gibi dehşet verici çok ileri bir tüketici toplumu meydana gelmiştir. Her ne kadar çoğumuz bundan hoşlanmasak, şikâyet etsek de bazen farkında olarak çoğu zamanda farkında olmadan bizlerde Popüler kültür etkisinde kalıyor, bireysel bir hayat tarzına doğru itiliyoruz.

Etiketleşmiş bir dünyada yaşıyoruz. Herşeyin madde olduğu bir toplumda. Farkındalığımızı, farklılıklarımızı yitiriyoruz. Klonlanmış, robotlaşmış bir topluluk haline dönüşüyoruz gittikçe. Uyuşturuluyoruz.. ‘Adam gibi adam olmak’!! Hani hep kullandığımız kalıp. Nedir adam gibi adam olmak? Ya da nasıl olunur? Çok şık kıyafetlerin içine girmiş bir beden mi yoksa sahte, zorunlu, doğallıktan çıkmış çıkarılmış tavırlar mı?

Eşyanın kalitesi dediğimizde nedense akla ilk gelen pahalılığı olur. Pahalı olan şey kalitelidir. İnsanın kalitesi nedir? Neden hep her şeyin en kolayına kaçar, en kolay olanı düşünürüz. Niye beyinlerimizi zor olana yoramayız? Bir çağrışım yapalım.’Pahalı olan şey kalitelidir.’Buradan yola çıkıldığında bunu insana uyarladığımızda tıpkı bir eşya gibi zihinlerde hep şu yargı vardır: ‘Kılık kıyafeti, görüntüsü, şekli kaliteli olan insan kalitelidir. Sanki insan eşyaymış gibi… Neden başka türlü düşünmeyiz. Mesela ben şöyle çağrıştırıyorum; Pahalı olan eşya eğer kaliteliyse, pahalı olan nedir? Herkesin ulaşamadığı ya da sahip olabilmek için zorluk çekildiği bir şeydir. Yani kalite herkesin sahip olamadığıdır. O halde kaliteli insanda benzeri zor bulunabilen, kendine özgü, toplumda bir ‘ben kişiliği’ olan insandır. Yani insanı kaliteli yapan ‘hayata duruşudur. Bu öyle bir duruş ki insanın gülüşünden, bakışına, tüm tavırlarına, zihnine, fikrine, iç dünyasına ve dolayısıyla dışına yansır. Topluma şöyle bir baktığınızda açık açık göreceksiniz örnekleri.. Gençler arasındaki marka, tutkunluğunu, markalı, pahalı giyinmeyenlerin dışlandıklarını, insanların görüntülerine göre değerlendirildiğini, eğitimde bile, iş dünyasında her alanda insanların zihinlerinden, kişiliğinden, yeteneklerinden çok şekillerine, bir robot gibi itaat etmesine ve koşulları sağlamasına önem verildiği görmek çok kolay.

İnsanları insan yapan farklılıklar değil midir? Oysa günümüzde hemen hemen herkes birbirine benzemekte. Giyim şekilleri, konuşma tarzları, saç biçimleri.. vs. Tabi toplumu böyle yönlendirmede medyanın müthiş bit gücü ve etkisi söz konusu. Oysa bizi biz yapan bize özgü olan şeyler olmalı. İç ruhumuzu yansıtan şeyler kopyalanmış olmamalı.

Popüler Kültürün toplumda her şeye her alana yansıdığını söylemiştik. Marka tutkunluğundan tutun, gençler arasındaki giyim tarzından, davranış kalıplarına, erken yaşta kız çocuklarında makyaj yapma arzusundan, kuralsızlıklara kadar her şeyi etkileyen Popüler Kültürün en çok yansıdığı bir hususta tüketim!! Artık gözle görünen açık bir gerçek ki ihtiyaçtan çok fazlasını alır olduk. Sürekli alma isteği, morali bozulan insanların bunu alışverişle atmaları, başkalarının alabildikleriyle kendini kıyaslayıp rahatsızlık duyanlar, en son moda kıyafetlerden geri kalmayıp ama borç içinde yaşayıp batanlar, haftada bir günlük tatilini ailesiyle daha verimli değerlendirerek geçirmek varken bütün günü alışveriş merkezlerinde geçirenler, çocuklarını bir müze gezisiyle kitaplarla değil de son model cep telefonlarıyla ödüllendirenler.. vs. Örnekler çok arttırılabilir. Artık maalesef tüketim hastalık haline geldi yaşantımızda.. Çılgın, lüks tüketim toplumu haline geldik. Bir değil oturup bin kere düşünmek gerek nereye gidiyoruz diye..

Yazının en başında farkındalık demiştik. Acaba farkındalığa sahip miyiz? Tüm bu değişimlerin, nasıl bir yolda gittiğimizin, çevremizde olup biten her şeyin farkında mıyız? Hiç düşünüyor muyuz, yorumluyor muyuz bazı şeyleri?  Yoksa acaba hayatımızdaki dengeleri kayıp mı ediyoruz? Başka şeylere çok öncelik verirken diğer şeyleri çok mu ihmal ediyoruz? Kaybetmeden bir şeylerin değerini bilebiliyor muyuz? Evet, hayatı daha iyi standartlarda yaşamak için iş ve para bir aracı. Ama ne yazık ki günümüzün insanı parayı, işi aracı olmaktan çıkarıp, yaşam haline getiren ve maalesef ki büyük hırsların, maddiyatın kölesi olmuş durumdalar.. Ruhları hapiste ya da altın bir kafeste.. Ve bunun farkındalar mı acaba?

Eğer tüm bunların farkındaysak, eğer düşünüyorsak, eğer insanı kaliteli yapan şeyin ruhu, kişiliği, beyni, zikri, fikri olduğunun bilincindeysek ve bizi biz yapan şeyleri koruyabiliyorsak o zaman bu geçici hayatımız anlamlı, boşa geçmiyor demektir..

Zaten tek gaye de ölmeden önce bu yaşamı onurlu, anlamlı yaşayabilmek değil midir?

Türkiye’de Seçim, 25 ölü!

Bu normal-sıhhi değil, bu zihniyet kuduz mudur?

Bir mermi bedeline, kan bu kadar ucuz mudur?

 

29 Mart 2009 Mahalli seçimlerinin bilançosu bu.

25 dememe bakmayın. Farazi rakam bu, ama gerçek rakam da bu civarda…

Yaralı sayısı ise yüzlerce…

 

İlkel toplumlarda bile böylesi rezillikler yaşanmıyor.

– Ne uğruna bu can pazarı?

– Muhtarlık makamı uğruna!

– Bir muhtarlık makamı ölmeye, öldürmeye değer mi? İnsan hayatı bu kadar mı ucuz?

İnancımıza göre, böylesi bir hiç uğruna katliam yapanın, bütün sevapları cehenneme gitmesine yedemez.

– Bu yalan dünyada ne kaybettin?

– Muhtarlığı…

– Peki, gerçek dünyada?

– Cenneti kaybettin, Cenab-ı Hak’kın rahmetini, mağfiretini, Resulullah (sav) efendimizin şefaatini, komşuluğunu…

 

Bu ne ihtiras, bu ne hırs! Bu ne büyük kayıptır.

Böylesi bir makam için; günahtır ve ayıptır.

 

Bu normal-sıhhi değil, bu zihniyet kuduz mudur?

Bir mermi bedeline, kan bu kadar ucuz mudur?

 

Seçimde ve seçim döneminde çok acılar yaşandı da, Muhsin YAZICIOĞLU acısı bir başka oldu.

Olay ikinci haftasında, ancak belirsizlikler devam etmekte.

Sözler bitti, kelimeler tükendi, boğazlar düğümlendi, diller dönmüyor.

Kader mi, kaza mı?

Arıza mı, suikast mı?

Müsebbip kim, sebep ney?

Bir dolu bilinmezler.

Allah’ım bu ne çelişki yumağı? Karışık mı karışık!

 

Senaryolar uçuşuyor, ovalleşmiş köşeler,

Kaynakları belli değil, her kafadan bir şeyler.

 

Kafaları tırmalayan şaibeler-şüpheler,

Devlet otoritesinde, büyümüş endişeler.

 

Reis’imin kahrındandır, perişan hallerimiz,

Milyonlarca Fatihalar, bizim tek tesellimiz.

 

O’nun için geçip gitti, uykusuz günlerimiz,

O’nun için Yaradan’a, açıldı ellerimiz.

 

Peygamberin sevdasından, sembol yapmıştı gülü,

Bir karlı tepede boğdu, matemlere bülbülü.

 

Yıllar önce zalimler, çok üşütmüşlerdi onu,

Yıllar sonra soğuk zemin, olmuştu O’nun sonu.

 

En son nefeste takvası, yetişti imdadına.

O takva yakışmıştı, Muhsin’imizin adına.

 

Yeni doğan bebelere, Muhsin adı ad olsun,

O şahadete ulaştı, O’nun ruhu şad olsun.

Seçmenin Mesajı

Seçimlerden sonra gazetelerin köşe yazılarını çoğunlukla okurum. Hepsi kendine göre seçimden bir mesaj çıkarır. Her yazar fikri yapısına göre verilen oyları kendi bakış açısı ile yorumlar. Bugün bende aynı adete uyarak seçmenin mesajına değinmeye çalışacağım.

Mahalli seçimlerle genel seçimlerin bir arada olmaması gerçek seçmen düşüncesinin sandığa yansımasına engeldir. Çünkü iktidarda olan parti daima mahalli seçimlere 10 puan önde başlar.

Her ne kadar bazı ilçelerde milletin tercihi iktidar partisinin aksine olsa bile bu istisnadır.

Önceleri iktidarları sloganlar belirlerdi. Bu milleti AP ve CHP kırk yıl sloganlarla idare ettiler. Bir tarafın verdiği korku komünistler gelecek, diğer tarafın verdiği korku faşistler gelecek idi. Yapılanlara baktığınızda üzülmemeniz elde değildi. Bu memleket yıllarını bu içi boş sloganlarla kaybetti.

Sömürülmesi gereken çok şey sorun olarak ortada bırakıldı. Bir çok siyasetçi bu sorunları sürekli gündeme getirerek defalarca milletvekili oldular. 1980 ihtilalinin arkasından Rahmetli Turgut Özal sağ ve sol elini birbiri ile birleştirerek mesaj verdi. “Artık sloganlar devri geçti. İş yaparak iktidar olma devri geldi.” dedi.

O günden bu yana millet artık sloganlara prim vermiyor.

29 Mart Mahalli seçimlerinde millet yine işe ve istikrara oy vermiştir. İktidarla uyumlu olmayan belediyeler yeterli hizmet veremez düşüncesinden hareket etmiştir. Muhalefet liderleri  mahalli seçimlere artı getirememişlerdir. Aksine köstek olmuşlardır. Millet muhalefeti ikna edici bulmamaktadır. Bu millet artık Deniz’den bıkmıştır. Devlet’i değil milleti görmek istemektedir. Saadeti Ak Parti’nin içinde aramaktadır. Ak Parti’ye de adaletten uzaklaşma, kalkınmayı millet için kullan demektedir. Dürüstlüğün  meziyet haline geldiği bu zamanda siyasetçilerin öz eleştiri yapmalarının çok gerekli olduğu mesajını vermiştir. “Benim örflerimle uğraşma. Ben Avrupa Birliğine girmeye çalışırım. Ama Avrupalı olmam. Aslında Asyalı’da olmam. Ben illa bir şey olmam gerekiyorsa  Anadolu coğrafyasında kendim gibi olurum.” demiştir.

“Suni davranışları bırak bir şeye karşı isen bunu dosdoğru göster. Bana şirin görünmek için inanmadığın şeyleri sergileme, olduğun gibi görün, göründüğün gibi ol.” mesajı vermiştir.

Artık krallar, efsaneler devride bitmiştir. Herkesin bir siyasi ömrü vardır. Önemli olan her şeyi tadında bırakmaktır. Bir lezzetli yemeği ölçülü yerseniz tadı ağzınızda kalır. Şayet çok kaçırırsanız zevkiniz sancıya döner. Milletin mesajı hiçte dolambaçlı bir mesaj değildir. Açık, sade ve nettir. Herkese “aklınızı başınıza toplayın. Bana da çok fazla güvenmeyin. Ben çantada keklik değilim. Ziyaretlerinizde size misafirperverlik gösteririm. Sizin yaptığınız gibi ben de mavi boncuk dağıtırım. Fakat zamanı geldiğinde herkese gereken dersi veririm.” mesajı vermiştir.

Bu memlekette seçim sistemi değişmedikçe sağlıklı netice alınamaz. Seçim harcamaları kontrol altına alınmadıkça hırsızlık olaylarının önü alınamaz.

İsraf ölçüsünü dahi aşan seçim masrafları bir yıl müddetçe ülkenin bütün fakirlerini doyuracak boyutlardadır.

Biri çıksa da “Ben bu seçimde harcama yapmayacağım. Seçim için ayırdığım şu miktarı fakir fukaraya dağıtıyorum” dese oyum kesinlikle onundur.

Ayrıca görülen odur ki, seçim kazanmanın bedeli çok iş yapmak değildir. Millet işi bürokratların yaptığını, Başkanın yatırımları yönlendirici olduğunu biliyor. Para oldukça, bürokrat ve memur çalıştıkça işler oluyor.

Siyasetçinin işi gönül kazanmaktır. Hayır kelimesini bile üslubunca söylemektir.

Kinlerle, takıntılarla, egolarla belediyecilik yapmamaktadır. Geçmişteki küslükleri unutmaktır. İnsanlara kendisine oy verip vermediğini sorgulamamaktır. Onlara partisine göre davranmamaktır. Hele hele mikro milliyetçilikten kesinlikle uzak durmaktır.

Ekim zamanı  toprağa diken ekip, hasat zamanı gül devşirmeyi ummamaktır.

Liderlerin kötülüğü unutmak zorunda olduğunu, seçmenin ise hiçbir şeyi asla unutmadığını akıldan çıkarmamaktır.

Aksini yapan “Halbuki ben çok çalışmıştım. Nasıl oldu da beni aday göstermediler, bir türlü inanamıyorum.” diyerek ömrünü geçirir.

Nasrettin Hoca gibi testiyi baştan kırayım da, yılların tecrübesi ile elde edilmiş bu sözlerim belki rehber olur.

Gerçekten samimi olarak hizmete soyunmuş, bütün siyasetçileri kutluyorum. “İNŞALLAH işiniz kolay olurda muvaffak olursunuz.” diye dua ediyorum.

Yamukluk yapacak olanlara da ” şimdiden iki elim yakanızdan düşmesin.” diyorum.

Saygılarımla.

Seçim Sonuçlandı, Gündem Geçim ve Dış Politika

Genel olarak 29 Martta yapılan yerel seçim sonuçlarının herkesi rahatlatan bir tarafı var. Şöyle ki, iktidar partisi AKP yaşanan ağır ekonomik kriz şartlarına göre %8 lik oy kaybını (2007 seçimlerine göre) çok ağır bir kayıp olarak görmeyecektir. Hatta AKP oylarının kendisinden sonra ikinci ve üçüncü sırada olan CHP ve MHP oylarının toplamı kadar olmasını, ayrıca rakiplerinin AKP’nin aldığı oy oranını hala hayal bile edemediklerini düşünerek teselli bulacaktır.

Gerçekten AKP hâlâ açık ara öndedir ve Türkiye genelinde belediyelerin yarısının yönetimini elinde bulundurmaktadır. Bütün illerde vardır ve ciddi oy oranları elde etmiştir. Ancak girdiği bütün seçimlerde oy artırma büyüsü bozulmuş, iktidarın yıpranma süreci hızlanmıştır. Daha iki yıl geçmeden yüzde sekizlik oy kaybı küçümsenemez.

Muhalefet partileri, seçmen kitlelerinin teveccühünü kazanabilecek, uygun adayları buldukları bölgelerde başarılı oldular. Parti içi birliği sağlamış, uygun aday üzerinde kenetlenmiş oldukları illerde, ya seçimi kazandılar veya oy oranlarını çok artırmayı başardılar.

AKP’nin her halükarda kazanacağı varsayılan il ve ilçelerde yaşadığı kayıplar, sonraki seçimler için psikolojik duvarların yıkılması anlamına gelebilir.

AKP’nin özellikle CHP ve DTP’nin kalesi sayılan belediyeleri alma hedefi tutmadı. Rakip kaleleri ele geçiremediği gibi, çok önemli kalelerini kaybetti. Bu durum muhalefetin moralini yükseltti.

Seçim sonuçları iktidar değişikliğini gerektirmeyecek. AKP’nin oy oranının yüzde 30’un altına düşmemesi ve iktidar değişikliği ihtiyacından bahsedilmemesi, muhalefeti de AKP kadar sevindirmiş olmalı. Çünkü yaşamakta olduğumuz ekonomik krizin esaslı etkisi henüz seçim sonuçlarına yansımış değil. Genel seçimlere kadar yaşanacak iki yıl içinde krizin derinleşmesiyle iktidarın yıpranmaya devam etmesi beklenen bir gelişme.

Bu iki yıl muhalefetin iktidara hazırlanması için de ideal bir süredir.

AKP mademki yedi yıldır iktidardadır, ekonomik krizin faturasını AKP’nin ödemesi daha adil olur. Eğer (temenni ettiğimiz gibi) krizi çok iyi yönetme becerisini gösterirse de, yıpranma sürecini durdurur ve bu AKP’nin kendi başarısının sonucu olur.

CHP Türkiye sahillerinde birinci parti oldu. Ayrıca İzmir‘de açık ara birinci olurken, İstanbul ve Ankara‘da ciddi oy artışları sağladı. Ancak sol kesimin ve hatta bazı illerde AKP karşıtlarının bütün oylarını toplayan CHP’nin oy oranını artırma potansiyeli kısıtlı gözükmekte. İkinci parti olan CHP’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde hiç varlık gösterememesi de çok önemli bir engeli.

CHP seçmeni eğitim seviyesi ortalaması en yüksek parti. CHP dayandığı seçmen kitlesi itibariyle sol bir parti izlenimi vermiyor. Eğitim seviyesi düşük, işçi ve köylü kitlelerin ekonomik krize rağmen AKP’yi tercih etmesi ilginç.

En istikrarlı büyüme çizgisini gösteren parti MHP oldu. MHP, hem oy oranını ve hem de aldığı belediye sayısını artırdı. Seçim sonuçlarını gösteren haritalarda dikkati çekmeyen bir husus MHP, 40 ilde %20 nin üzerinde oy aldı. Seçim haritalarında AKP’nin ağırlıkta olduğu Orta Anadolu şehirleri ile Doğu Anadolu’nun bazı illerinde, AKP’ye dair ümitlerin sarsılması halinde oyların gideceği adresin MHP olduğu görülüyor. Nitekim AKP’nin en fazla oy kaybettiği bölge Orta Anadolu olup, bu bölgede oy kayması ağırlıklı olarak MHP’ye oldu.

MHP’nin zafiyeti İstanbul, İzmir, Kocaeli gibi büyük oy kitlesi olan şehirlerde Türkiye ortalamasının çok altında oy alması. Trakya’da çok zayıf, Doğu Anadolu’nun bazı illeri ile ve Güneydoğu bölgesinde adeta hiç olmaması. Bu şehirler ile bölgelerde oy oranını yüzde 15-20 mertebesine çıkardığı zaman, MHP iktidarın şanslı adayı olur.

MHP seçmeninin eğitim ortalaması, AKP seçmen ortalamasından daha eğitimli, CHP seçmen ortalamasının biraz altında. MHP’nin seçmeni yaş ortalaması itibariyle genç ve kadın nüfustan yüksek oy alıyor. Bu özellikleri nedeniyle MHP’nin gelecekte de, Türk siyasi hayatında önemli bir oyuncu olacağı anlaşılıyor.

DTP’nin Türkiye genelinde ancak %5,7 civarında oy alabilirken, yedi ilde büyük farklarla seçimleri kazanması, kalelerini kaybetmemesi ve bölgede birinci parti olması önemlidir.

AKP’nin çok şey beklediği TRT Şeş‘in yayına başlamasının ve “Kürdistan” ismini telaffuz etmenin, Irak’ın kuzeyindeki yönetimle iyi ilişkiler kurmaya çalışmanın ve de hizmetlerin oy almaya yetmediği görüldü. Bu yaklaşım Doğu’da oy artırmadı ama muhtemelen Batı’da AKP oylarının düşmesine yol açtı.

PKK’nın siyasi kolu gibi faaliyette bulunan DTP‘nin, başarılı olduğu illerin haritadaki konumu, ileride federasyon talepleri olanları cesaretlendirecektir.

Seçim sonuçlarının ülkemizin birliği, milletimizin dirlik ve refahı için hayırlı olmasını diliyorum.

Şimdi sıra, iktidarın ve muhalefetin elbirliği ile ekonomik krizin tahribatını azaltmak, işsizlik belasına çözüm üretmek, bölücülük ve dış baskılara karşı ortak bir milli duruş için gayret göstermekte.

Obama Başkan, Fenerbahçe Şampiyon

Rahmetli Galip ErdemBeşiktaş Nasıl Kurtulur‘u yazmıştı. Çok şükür BJK‘yı kurtardık ama FB‘yi batırdık. Üstelik Avrupa‘nın en baba hocasını teknik traktör yaptığımız halde.

Oysa olması gereken Obama‘nın Fenerbahçe‘ye başkanlığıydı. Hem böylelikle FB gerçekten bir dünya takımı olurdu hem de Obama sihirli değneğiyle He – man çizgi filmindeki “Titrek“i “Atılgan“a çeviredururdu.

Olmadı, önümüzdeki maçlara bakacağız. NATO maçında attığımız çalım Bay Obama tarafından pirime dönüştürüldü. Rasmussen NATO’ya Genel Sekreter oldu ama biz de İMF çekilişinden tam bilet kazandık.

Haftaya İMF deplasmanına çıkacağız. Bu maçtan puan ya da puanlar daha doğrusu para ya da paracıklar bekliyoruz. Gollü bir maç olmayabilir. Biz de güzel futboldan çok güzel dolarlar için mücadele edeceğiz. Ne demişler; 40 milyar USD borcun olsun, İMF gibi dostun olsun.

Sonraki hafta kendi evimizde Ermenistan‘la yapacağımız maç, maçtan öte kerizlik pardon Karşılıksız Dostluk Turnuvası şeklinde geçecek. Açacağız Ermeni Sınırını, ordan bize peşpeşe gol atacaklar ama dostluk kazanacak.

Dost ve kardeş Azeri takımı bundan ciddi manada alınacaktır. Behemahal Ermeniler de jeste jest raconuna girmeyecektir. Olsun, yeter ki kredi musluğumuz dolsun ve Obama’lı günler sağolsun.

TRT Şeş, DTP‘nin oylarını patlattı. ‘Bastırdık, televizyonu aldık, toprak da alırız‘ serisine giren Etnik Spor, tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Dedemiz Osmanlı da böyle yapardı. Bir ara azgın teröristler için Genel Af çıkarmıştı da Hınçak ve Taşnak Milli TakımlarıKorkunun adını af koymuşlar‘ diye şarkı yapmışlardı.

İnşallah kontrataktan bir tarihi tekerrür golü yemeyiz. Yoksa bu göz göre göre lades havası Türkiye Cumhuriyeti‘nin bile adını tartışma sırasına koyar kaza süsüyle.

BOP Spor aniden ligden çekildi. Şimdi onun yerine BOD (Büyük Osmanlı Devleti) Spor‘un kafaya oynayacağı söyleniyor ‘fitbol‘ yorumcularınca. İlk duyduğumda anlamadıydım ve Barak Obama Devleti sandıydım. Daha yeni aydım.

Bu bir spor yazısı mıdır yoksa seçim sonrası skor yazısı mı bilmem. Bu ülkede dış politika kahvehanelerde belirleniyorsa bizim de iki taş arası bir katkımız olsun netekim.

Değil mi ki halkımızın döndüğünü zannettiği dünya meşin yuvarlaktır. Öyleyse uyumayan taraftarlara selam, yola devam.

FB bu seçimde Kadıköy‘ü kaybetmiştir. Aziz Yıldırım derhal Obama aşkına istifa etmelidir.

Korkma ! Çatma ! Obama !

Soyut Düşünce. (1)

“Beş duyu organımızdan biri ile algılayamadığımız, ancak inanç ve his ile algılayabildiğimiz, kavram ve varlıklara soyut denilir.”

Sık sık makalelerde ve çevremizde bazı kişilerin “Biz Türkler soyut düşünemiyoruz. Düşünse idik durumlar böyle olmazdı.” Gibi lafları duyarız veya okuruz. Soyut düşünmedeki kabiliyetsizliğimiz sadece biz Türklere ait özellik değildir. Dünyada soyut düşünce fukarası bir sürü millet vardır. Biz Türkler ise soyut düşünme konusunda o kadar kötü değiliz aslında soyut düşünce konusunda önde giden milletlerden sayılırız. Soyut düşünme kavramının son yüzyıllarda bizde yerleşememesinin birçok nedeni vardır.

Önce Soyut nedir? Soyut düşünce nedir? ona bakmamız gerekir. Soyut bir soyutlamanın neticesinde ortaya çıkan şeydir. Zihnin bir varlığı yahut bir şeyi, gerçekte onunla birleşmiş halde bulunan diğer niteliklerini bir yana bırakarak sadece bir niteliği ile kavraması olayıdır. Yani zihnin, nesne ile ilgili nitelikleri nesneden ayırarak kavramasıdır. Somut fikir ise, her şeyin niteliklerinin birlikte kavranışıdır. Elmanın sadece rengini bütün diğer niteliklerden ayrı olarak düşündüğümde soyut, elmanın kokusunu, rengini, ağırlığını, şeklini aynı anda düşündüğümde ise somut düşünmüş olurum.(Prof. Dr. Ziya FİLİZOK)

İlkokullarda öğretirler Somut isimler: beş duyu organlarımızla kavranan varlıkları gösteren isimler. Soyut isimler: beş duyu organımızla kavrayamadığımız akılla kavrayabileceğimiz isimlere soyut isimler denir. İlköğretimde görülen bu soyut ve somut kavramı öğrencilere ilköğretim, orta öğretim ve yüksek öğretimde imtihanlarda devamlı sorulur. Öğrenciler bu kavramlarda genellikle çok zorlanırlar. Çünkü aynı kelime, farklı ilim dallarına, farklı disiplinlere göre, soyut ve somut kavramları birbirine karışır. Bu kavramlar her zaman mutlak kavramlar değildir göreceli kavramlardır. Bu düşüncelerin öğrencilere kavratılması çok önemlidir. Klasik bilimler bize soyutlamanın anlam fakirleşmesine rol açtığını söyler. Ancak modern bilim ise tam tersi anlam zenginleşmesine sebep olduğunu söyler. Biz bunu bizzat da günümüzde görüyoruz. Batı toplumlarında soyut düşünce yaygındır.

Soyutlama bir kavramın ilişkili olduğu nesnelerden ayırıp onu tekil olarak düşünüp, onu genelleştirerek daha geniş bir ortam hazırlanarak yeni farklı kavramlar oluşturmak için özgün yapısının çıkarılma işlemidir. Hepimizin iyi bildiği mecaz kullanılarak yazılan şiirler fıkralar ve atasözlerini kavramak ancak soyut düşünce ile mümkün olabilir. Bazen arkadaşlar arasında anlatılan mecazi bir olayı bazı arkadaşlar anlamadı mı? veya farklı yorumladığı zaman “jeton düşmedi mi?” diye ifade ederiz. Soyut düşüncenin yaygınlaşamaması aslında soyut kavramların öğrenmesindeki ve özümsenmesindeki zorluklardır. Kesinlikle ama kesinlikle soyut kavramların öğretildiği, geliştirildiği bir eğitim ve öğretim metodolojisi izlenmesi gerekir.

Soyut düşünce ne sağlar? Özgür ve özgün düşünceyi geliştirir. Düşünme kabiliyetini artırırı buna bağlı olarak sorgulayıcı bir kafa yapısı oluşturur. Hayal gücünü artırır. Soyut düşüncenin geliştiği yerlerde keşifler olur. Kaliteli bilim ve sanat insanları ortaya çıkar. Farklı sanatlar, bilim ve kültür zenginliği oluşur. Dilde, anlatımda, edebiyatta, resimde, heykelde, müzikte, mimaride, felsefede, mantıkta, çevrede, yönetimde farklı sanat dallarında ciddi farklılıklar müspet gelişmeler oluşur.

Türk milleti ne zaman soyut düşünenler tarafından yönetildiğinde dünyada lider konumuna gelmiştir. Lider konumlarında iken bilimde, teknikte, tıpta, felsefede, astrolojide, mimaride, edebiyatta, sosyolojide ve birçok alanda insanlığa büyük hizmetler üretmişlerdir.

Dünyayı gelişmiş soyut düşünebilme yeteneği olan halk topluluklarının çoğunluk olduğu toplumlar ve yöneticilerden oluşan milletler yönetir.         

Adam Gibi Adamdı; Muhsin Bey’di

Gül, çiçekler içersinde kusursuzluğu anlatır. Nazenindir, hayranı çoktur. Herkes elde etmek ister onu, dikeni vardır; cesaret edemez kimse. Sevenler, birbirlerine gül sunarlar, seven sevdiğine “gül yüzlüm” der. “İnsanların en güzeli”ni hatırlatır gül, kokusunu onun teninden almıştır. Gül, Muhsin Bey’in de sembolüydü; o, hilal içindeki gülü partisinin amblemi yapmıştı.

Düşünceler, bir esintidir; ruhumuzu, bedenimizi okşar. Kutup yıldızı, bir kılavuzdur, yerinden hiç oynamaz. Yola çıkanlar, onu kendine rehber alır. Onun, diğer yıldızlardan tek farkı, bulunduğu yerde sabit olması. Duruş sahibidir o. Kişilerin, ruhunu besleyen fikirler, yönünü belirleyen duruşlar vardır; ancak bazı beyinler bunun farkında değildir. Buna, var olan zenginliğinin farkında olmamak ya da zenginliğini, kaybettikten sonra fark etmek denir. İşin acı tarafı da budur. Muhsin Bey, Türk milleti için bir değerdi; bu millet bunu anlamadı ya da onu kaybederek anladı.

Değerler kolay yetişmez. Zamandır, çiledir onun öğretmeni. O bir köy çocuğu, Anadolu’nun bağrından kopmuş. Bizim kültürümüzle yetişmiş, monşer eğitimi almamış. Anadolu kadar saf, Anadolu kadar çileli, Anadolu kadar samimi, Anadolu kadar vefalı. Toprağına, insanına, tarihine, ülküsüne bağlı. Kendisine yabancı olana bile yüreği açık. Beş yıllık hücre, iki buçuk yıllık hapis cezasının tek nedeni yüksek vatanseverlik duygusu. Bu duyguyu belki birileri kullandı, hiç önemli değil. Uğruna ölünecek, vatandı. Vatan, yüce inanç uğruna dökülen kanların bereketli toprağıydı. Binlercesi gibi, Muhsin Bey’in bedeni de bu toprağı bereketlendirebilirdi.

Eserler, ihtiyaçların sonucudur. Her ürünü doğuran bir zorunluluk vardır. Liderler de lider olmak için çıkmaz. Megalomanlık duygusu, lideri kalıcı kılmaz. Onun doldurduğu bir boşluk, dayandığı bir zemin bulunmalıdır. Destanlar, destan kahramanları, abartılı da olsa, milletlerin yaşadıkları büyük sıkıntıların sonucunda ortaya çıkan ürünler değil midir? Milletler, ancak o kahramanlarla ifade ederler kendilerini. Onlar, konuşan dili, gören gözü, duyan kulağı, tutan eli olur, bir milletin. Millet vicdanının sesidir onlar. Bu ses, doğruyu haykırırsa, toplumun hislerinin tercümanı olursa yankılanır, kalıcı olur, tarihi kimlik kazanır. Muhsin Bey, Türk milletinin sesi olmaktan başka bir şey düşünmedi. Kendini zaferle değil, seferle görevlendirmişti.

Bir toplumda birlik, dirlik sağlamak erdemdir, yetenektir; önce bir ütopyadır. Bu ütopyanın adını, “Büyük Birlik” koydu. Partisini değil, birliğini büyük yapmak istedi. Millet birliğine zarar verecek eylemelerden kaçındı, düşüncelere karşı çıktı. En sert esen fırtınalarda, asırlık çınar gibi gürledi. Yalnız sağlığında değil, ölümünde bile insanları birleştirdi. Birbirine uzak duranları yakınlaştırdı, küsleri barıştırdı. O, Muhsin Bey’di,  Anadolu kadar samimi.

“Huzur dolu içimde / ben sonsuzluğu düşünüyorum / ey sonsuzluğun sahibi, sana ulaşmak istiyorum / durun kapanmayın pencerelerim / güneşimi kapatmayın / beton çok soğuk, üşüyorum…” dedi ve “sonsuzluğun sahibi”ne üşüyerek gitti. İnanıyorum ki, şüpheli helikopter kazasının ardından kapanmayan güneşe ulaştı, huzuru buldu.

Ne denir böyle birinin ölümüne, böyle bir ölüme? “Şu dünyada bir nesneye / Yanar içim göynür özüm /Yiğit iken ölenlere / Gök ekini biçmiş gibi” diyor Yunus Emre. Gök ekin biçildi, özümüz göynüdü. Bizde bıraktığı izlenim şu oldu: Adam gibi adamdı, adam gibi Türk’tü.

Ölümü milletimize rahmet, kendisi Peygamberimize komşu, mekanı cennet olsun.!

Yazıcıoğlu’na Veda Mektubu

Muhterem ağabey,
Pas tutmuş yüreklerimizin cilası ağabey…
“Bu ülke”nin gerçek vatanseverlerinin, fedakâr ve çilekeş evlatlarının her dönemde hiç hak etmedikleri itham ve iftiralara maruz kalmalarına rağmen devletlerine ve kaderlerine küs(e)memelerinin, her tür baskı altında ve yokluk içinde vakur durarak hak, hakkaniyet, demokrasi ve özgürlük yolunda mücadeleye devam etmelerinin nişanı ağabey…
Yalanın, dolanın, iftiranın, vefasızlığın, riyakârlığın, yolsuzlukların ve yozlaşmanın kirlettiği siyaset batağında üzerine bir damla çamur sıçratmadan, elini kirletmeden, haysiyetine leke sürdürmeden, bizi biz yapan, bu toprakları vatan yapan değerleri şahsiyetinde temsil edebilen abide ağabey…
Rahat yatakta ölmek, “senin gibi yükü ağır bir dev”e, bir alperene çile olmaz mıydı?
Rahat yatakta ölen, çabucak da unutulmaz mıydı?
Ya Muhsin Reis gibi bir yiğidi unutmak, bu millete en büyük vebal olmaz mıydı?
Azametli duruşunla, aydınlık gülüşünle, müşfik bakışınla gönüllerinde taht kurduğun bu milletin bütün unsurlarıyla yüzünü sana dönebilmesi için, ay yıldızlı bayrağın göndere çekilmesi gibi gönülleri coşturan, kim olduğumuzu bir tokat gibi yüzümüze çarpan böylesine bir finalin takdirine hamdetme makamındayım…
Ben anladım ki, hasbelkader edindikleri mevkilerin gücünü istismar ederek seni yok etmeyi, yıllarca hücrelerde tutup bedenini, ruhunu ve aklını çürütmeyi hedefleyenler, Rabbim dileseydi, bütün güçlerini seferber etseler ayağındaki toza dahi ulaşamazlardı… Ellerindeki süper teknolojileriyle seni kurtarmayı bırak, naâşını bulmaya bile güç yetiremeyenlerin, dağın yanlış tarafından sinyal alanların senin dirine zarar vermeye ne güçleri olabilirdi ki?
Bunu biliyordun be Reis… Bunu her zaman en iyi sen biliyordun…
Bu yüzdendi, daha 20’li yaşlarında gözünü budaktan esirgemeden vatan, bayrak ve mukaddesat için başı çekişin…
Bu yüzdendi, nice kardeşlerini toprağa verdikten, nicelerinin de zamanın ve çıkarın baskısı altında yamulup posalaştığını müşahade ettikten sonra, 28 Şubat’ın postmodern darbe sürecinde, ayaklarına trilyonların döküldüğü eşiklerde, nefsine boyun eğmeyen 7 can dostunla demokrasinin dayanağı ve Atatürk’ün mirası TBMM’nin haysiyeti için direnişin…
Bu yüzdendi, aynı meşum oyunun tekrar ve çok daha acemice sahneye konmaya çabalandığı 27 Nisan 2007’de, CHP-DYP ve ANAP demokrasi sınavında tel tel dökülürken, faşizmin ayak seslerine ve darbeci zihniyete baş eğmeyişin…
Bu yüzdendi, her kritik dönemeçte, bu vatan ve bu millet üzerine oynanan oyunları deşifre edişin… Bu ülke’ye kasteden gerçek hainlerin kim olduğunu gösteren bir turnusol kağıdı gibi duruşun…
Bu yüzdendi, “… iki saniye sonrası belli olmayan bir hayat için dünyada fırıldak olmaya değmez!” diye haykırışın…
Ben senin üşümeni de anladım, Reis… Haysiyeti için bu kadar mücadele ettiğin TBMM ‘ne seçildiği anda şecaatini izhar eden, hakka değil güce tapınan, iki para etmez makam ve mevki için yıllarca kendisini yakın dost bilenlere, ekmeğini yiyip suyunu-kahvesini içtiği, sohbetleştiği insanlara iftira edebilecek kadar alçalabilen, insanların sosyal ilişkilerini bozmayı meslek edinmiş kalitesiz tiplerin, Maraş dağlarının buzundan soğuk nasırlı kalpleriydi seni üşüten…
Bir saniye sonrası belli olmayan şu kısacık dünya hayatında yolumuz zahiren pek kesişemese de, siyaset çizgilerimiz ayrı olsa da, gönlümüze sorulduğunda sen hep bizim ağabeyimizdin be Reis… Gıyabında konuşurken hep hürmetle “Muhsin Ağabey” diye andığımızdın… Mülkiye’deki öğrencilik yıllarımızda bir kez yanına uğradığımızı, çayını içtiğimizi hatırlıyorum… Sonrasında birkaç kez yakın çevrendekilerle de kesişti yollarımız… Maltepe’de, Kamu Çalışanları Vakfı’nda alperenlerin ilk tomurcuklarıyla hasbihal ettiğimiz günleri unutmadım… Belki bizi hatırlamaları güç ama Orhan Kavuncu’nun, İsmail Yıldızlı’nın bize kol kanat gerdiği öğrencilik çağlarımızda yüreğimize ekilen vatan, millet, bayrak ve insan sevgisinin, hak ve özgürlük sevdasının tohumları hiç kurumadı, can buldu, filiz verdi, ulu ağaçlar oldu bilesin…
Sen, bir insanın başına gelebilecek en büyük tecrübeyi yaşadın… Emanetin hakkını verdin… İşi bitirdin… Helal olsun…
Ben dâhil, bir saniye sonrasına elinde senet bulunmayanlar da, senin değil, kendi akîbetinin derdine düşsün!
Eğer hak edebilirsek, aynı sancak altında buluşabilmeyi umut ettiğimiz haşrin sabahına kadar, şimdilik eyvallah Reis… Her şey için teşekkürler…
Mekânın cennet, bu millete de seni unutmak haram olsun…

Mahalli Seçimlerin Ardından

Elim bir kaza sonucu zamansız kaybettiğimiz değerli kardeşim BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu‘na ve arkadaşlarına Allah’tan rahmet, Türk Milletine başsağlığı diliyorum. Mekânları cennet olsun.

Kazanın olduğu günün ertesinde Tokat’ta bulunuyorduk. Gaziosmanpaşa Üniversitemizin öğretim üyelerince kurulan Kültür ve Strateji Derneği’nin Üniversitenin Kültür Merkezi’nde düzenlediği toplantıda “Küreselleşme ve Milli Devletler” konulu bir konuşma yaptık. Toplantıyı düzenleyen Yrd. Doç. Dr. Selçuk Duman ve Yrd. Doç. Dr. Osman Yıldız’a teşekkür ediyorum. Bu vesileyle Sivas’ta bulunan değerli dostlarımızla Aydınlar Ocağımızın Sivas Başkanı Prof. Dr. Sayın Fahrettin Göze ile de görüşme imkânını bulduk.

Seçime çok az bir süre kala meydana gelen elim kaza herkesi üzüntüye gark etmiştir. Aslında ölümler, yaşayanlarca ibret alınması gereken olaylardır ve uyarılardır. Yeter ki; bunlardan ders alınabilsin. Yanlışlar tekrar edilmesin.

29 Mart mahalli seçimlerini geride bıraktık. Bu mahalli seçimlerde iktidarın oy kaybettiği, muhalefet partilerinin ise; oy kazandığı ve alternatif olma yolunda mesafe aldıkları görülmektedir. Muhalefet, iktidarın üslup ve seçtiği konulara takılmamalıydı. Vatandaş hâlâ hangi tehlikelerle karşı karşıya olduğunun farkında değildir. Burada önemli olan partilerin ne kazanıp ne kaybettiğinden çok; Türkiye’nin neleri kaybettiğidir. Ülkemizde nelerin tartışılır hale geldiğidir. Etnik taassubun ve ırkçılığın yönetenlerin hoşgörüsü ile kışkırtıldığı, vatandaşlık duygusunun ve Türk Milletine mensubiyet şuurunun yıpratıldığı, farklılıkların birlikteliklerin önüne geçirildiği  bir dönem yaşıyoruz. Kuvvetler ayrılığı prensibinin kurumlararası çatışmayı davet şekline dönüştüğü bu ortamda, hukuk devletini parti devletine dönüştürücü, kamuoyunu yanıltma, bastırma, sindirme, temel hak ve hürriyetleri kısıtlama örneklerine şahit olduk. Siyasi tabloda iki partili (AKP-CHP) bir siyasi yapı yönünde içeriden ve dışarıdan zorlama olmasına rağmen; birkaç büyükşehir dışında Türkiye’nin siyasi yelpazesinde MHP ve gelecekteki haliyle Saadet Partisi’nin de bir gerçek olduğu ortaya çıkmıştır. MHP’nin asıl potansiyeli %20’yi aşabilir. Bunun için de eski ezberleri terk etmek ve birbiriyle uğraşmayı bırakmak gerekmektedir.

Etnik taassub, bölgecilik ve ırkçı görüşlerle ortaya çıkan, ayrı bir egemenlik peşinde koşan ve demokrasi ile çelişen malum siyasi parti de belirli iller dışında bir varlık gösterememiştir. Sadaka kültürümüzde vardır; ama bunu veren de alan da gizli tutulur ve çirkin bir siyasi malzeme olarak kullanılmaz. İnsanlar aşağılanmaz. Diyarbakır ve Van’da sonuç ortadadır.

Aslında, 29 Mart’taki manzara iyi değerlendirildiğinde sonuçların Türkiye’nin önünü açabileceği söylenebilir. Türkiye, ideal ve gerçek demokrasi yerine emperyal demokrasinin deneme tahtası yapılmamalıdır. Türkiye Ankara’dan yönetilmelidir. Milliyetçilik ve iktisadi milliyetçilik yükselen bir değerdir. Küresel çıkarlara feda edilmemelidir. Hiçbir ciddi devletin tartışmadığı ve tartıştırmadığı konular, ülke gündemini oluşturmamalıdır. Anayasanın temel giriş maddeleriyle oynanmamalı; Devletin yapısı federal rüzgârlara açık tutulmamalıdır. Ermeni ve Kürt açılımı gibi siyasi hokkabazlıklar sona erdirilmeli; hiç kimse diğerlerine göre imtiyazlı kılınmamalı, pozitif ayrımcılık yapılmamalıdır. Kimlik terörü yönetenlerce teşvik edilmemeli, böyle bir terörün teşviki demokratikleşme olarak zannedilmemelidir. Türkiye’ye yeni sahipler ve ortaklar aranmasına önce iktidar son vermelidir. Milli devlet ve Cumhuriyete karşı çıkmanın İslâm’ın bir gereği gibi zannedilmesi yanlışı terk edilmelidir. “Adam yolsuzluk yapıyor; ama hizmet de yapıyor” sapıklığı terk edilmelidir. Devleti tüccar, vatandaşı müşteri gibi görme ve gelenekleri çiğneme anlayışı terk edilmelidir.

29 Mart mahalli seçimleri, 22 Temmuz 2007 Genel Seçimlerini tekrar tartışılır hale getirdi. 22 Temmuz Genel Seçimlerinde sandıkların açılışından çok kısa bir süre sonra sonuçların nasıl açıklanmaya başlandığı hâlâ anlaşılmış değildir. Bu, demokrasimiz için de düşündürücü olmuştur.

İktidar, Irak, AB ve Kıbrıs politikalarını gerçekçi bir noktaya taşımalı, yanlış ezberlerden vazgeçmelidir. Kararlarımız küresel amaçlardan çok ülke çıkarlarına hizmet edebilmelidir.

Allahtan geldik ve nihayet yine Allah’a döneceğiz

0

İnne lillahi ve inne ileyhi raciun (Allahtan geldik ve nihayet yine Allah’a döneceğiz – BAKARA 156).

Bazı insanlar vardır; hep böyledir; vasıflarında lider olmak tabiatı ile doğar, öyle yaşarlar. Muhsin Yazıcıoğlu da öyle. Hep yaşından büyük, hep sorumlu, hep ağır…

İnsanlara güven, ümit ve cesaret telkin ediyor. Bir yerde Muhsin Yazıcıoğlu varsa nefislere itimad duygusu gelip yerleşiyor.

Şakaklarında birkaç kır tel, alnında birkaç çile kırışığı…

Kelimeler… Ne işe yararsınız siz? Kanat olabilir misiniz kanat? Kar araçlarına takılan demir palet olabilir misiniz icabında? Elinde minicik ilkyardım çantasıyla bir doktor, bir hemşire…

Veya bir Allah’ın kulu olsun da, sırtından pardesüsünü çıkarıp yirmi dört saatten beri kar altında, tipi altında hayatla ölüm arasında gidip gelen kazazedelere ümit versin, su versin, söz olsun…

Kelimeler, ne işe yararsınız siz; karlı dağların başında bir kibrit kadar olsun ışık olup ısıtmadıktan sonra…

Ne işe yarıyor ki kelimeler?

Önceki gün 5 kişiyle birlikte bindiği helikopter düşen ve hala kendisinden haber alınamayan BBP lideri Muhsin Yazıcıoğlu, 19 Mart günü partisinin Karaman Seçim Bürosu’nda şunları söylemişti:

“Şimdi bakın yoldan geldik, yola gideceğiz. Hiç birimizin garantisi yok. Şurada ayakta duranın da, oturanın da garantisi yok. Yani, ruh bir saniyeliktir. Küf dedi mi gitti. Bunun da nerede geleceği, nasıl geleceği, ne şekilde yakalayacağı belli değil. Bir saniyenize bile hakim değilsiniz. Bir saniyesine bile hakim olamadığınız, hükmedemediğiniz bir hayat için, bir dünya için, bu kadar fırıldak olmanın anlamı yoktur. Düz yaşayacağız, düz duracağız, düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru gideceğiz. Allah’ın izniyle hayatım boyunca hep böyle gittim. Allah’ın izniyle, olsak da milletle olacağız. Olmasak da, milletle olmayacağız. Yarın ahirette Allah, bize ‘Niye iktidar olmadın’ diye sormayacak. Sorsa da ‘Vermediniz’ diyeceğiz

Ülküdaşım, Genel Başkanım, Ağam, Beyim,

Bizlere doğru yaşamayı,dik durmayı anlatan, Milli çizgisini inandığı şekilde mücadeleye dönüştürerek bir ömür o yolda yürüyüşünü sürdüren,  ‘kut’lu Hakanım…

Seçim çalışmaları esnasında vuku bulan elim bir helikopter kazasının ardından yaklaşık olarak üç gündür sürdürülen aramalar sonucunda Büyük Birlik Partisi Genel Başkanı, Sivas Milletvekili ve Ülkü Ocakları eski Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu ile beraberinde bulunan heyetin Hakkın rahmetine kavuşmuş olduklarını derin bir üzüntü ile öğrenmiş bulunuyorum.

Üzüntümüz büyük, acımız tazedir. Enkaza olay anından uzun zaman sonra ulaşılabilmesi üzüntümüzü daha da derinleştirmektedir.

Kazada hayatlarını kaybeden dava arkadaşımız,ağabeyimiz Muhsin Yazıcıoğlu’na, BBP Sivas İl Başkanı Erhan Üstündağ’a, İl Başkan Yardımcısı Yüksel Yancı’ya, Belediye Meclis Üyesi Adayı Murat Çetinkaya’ya, İHA muhabiri İsmail Güneş’e ve pilot Kaya İstektepe’ye Cenab-ı Allah’tan rahmet, başta değerli validesi,kıymetli eşi olmak üzere kederli ailelerine sabır ve metanet diler Büyük Birlik Partisi mensupları ve Türk-İslam alemine taziyelerimi arz ederim.”

Mekânları cennet olsun, Milletimizin başı sağ olsun…”

Not::27.Mart Türk tarihinde ne yazık ki hep kara gün olmuştur.Enteresan bir şekilde bazı kara olaylar hep bugüne rast gelmiştir.

1923- Trabzon Milletvekili Ali Şükrü Bey, Ankara’da Topal Osman’ın adamları tarafından öldürüldü.

1964- İki Türk bakanın görevine son veren Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, Rauf Denktaş’ın adaya girişini yasakladı.

1974- Türk Yükseltme Cemiyetinin adı ”Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Derneği” olarak değiştirildi.

1976- Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil ile ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, Washington’da Savunma İşbirliği Anlaşması’nı imzaladı. Bu anlaşmaya göre, Türkiye üslere izin çıkaracak, ABD de buna karşılık Türkiye’ye yardımda bulunacaktı. 1986- Hayali mobilya davasında on yıldır yargılanan Yahya Demirel tahliye edildi.

1987- ”Hora” (Sismik-1) gemisinin, petrol aramak için Ege’nin uluslararası karasularına açılmasının Yunanistan’ın petrol aramaları için açıkladığı tarihe rastlaması, iki ülkenin silahlı kuvvetlerini alarma geçirdi. Kriz, 28 Martta NATO ve ABD’nin devreye girmesiyle donduruldu.

Mehmet Akif Ersoy’un meslektaşı, akraba olmamalarına rağmen,merhum Vali Recep Yazıcıoğlu Bey’le aynı kutsi mefkureler uğruna bir ömür harcamış olan sayın Muhsin Yazıcıoğlu ağabeyimizin şehit olması da bugüne rastlamaktadır!

Ahmet Piri