19.4 C
Kocaeli
Perşembe, Eylül 25, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1252

Ramazanla Birlikte Türk Milleti’nin Moral ve Heyecana İhtiyacı Var

Türk Milleti Büyük devletler kuran  büyük millettir. Kurduğu devletler yetmiş iki milleti bağrına basmış  ve onları adaletle yönetmiştir. Avrupa’yı aydınlatan  Türkler onların  Amerika’ya giderek  bugünkü   Amerika devletlerinin  kurulmasına vesile olmuşlardır. Devletle  her canlı  gibi  yaşarlar  ölürler.  Yıkılan  Türk devletlerinin hepsi  yönetimin gevşekliği iç ve dış düşmanların işbirliği sonucu muhtelif oyunlarla yıkılmıştır. Bir devlette birlik beraberlik bozulunca  o devletin  milletin başına her şey gelebilir.

BİRLİK VE BERABERLİĞİN YENEMİYECEĞİ HİÇBİR GÜÇLÜK YOKTUR…
Son günlerin moda kelimesi  AÇILIM…
Açılımı biz onlardan iyi biliyoruz. Onun için. Sormak gerekiyor gerçekten sen ne yöne açılıyorsun…
Türk Milleti’nin  refahını mı artırıyorsun.?
Türkiye’de Teknolojinin gelişimini mi sağlıyorsun?
İşsizliği mi azaltıyorsun. Emeklilere verdiğin  zamma bakıp  hiç düşünüyor musun.?
Yığılma yeri haline gelen  büyük şehirleri  çağdaş uygarlık seviyesine mi  çıkarıyorsun.?
Esnafın, çiftçinin  ekonomik sosyal  durumunda bir iyileştirmemi yapıyorsun.?

Milli Birlik ve beraberliğin  canlı tutulması için  bir faaliyet mi yapıyorsun.?
Güçlü millet, güçlü  devlet   yolunda  ne gibi çalışmalar yapıyorsun ?
Hindistan’da bile  yirmi bir  nükleer santral  varken,   Türkiye’de  niye bir tane yok.?
Füze çağında yaşıyoruz. Milletler çeşitli özellikte  Füzeler  geliştirirken  biz ne yapıyoruz.?
Ne olduğu  belirsiz  itirafçıların  ağzına bakmayıp  devlet görevlilerini incitmiyor musun?
Dört işlemle yapılacak  Doğal GAZ hesaplarını  iyi yapıp İRAN’a  yüz milyonlarca  dolar vermemeyi düşünüyor musun.?
Önümüzdeki kış sezonunda  vatandaşa  uygun fiyatla  doğal gaz vermeyi  düşünüyor musun.?
Yönetenlerin  açılacakları  yönü iyi tespit etmeleri  gerekiyor. Hasbel kader  devletin  mevki ve makamlarında  olan  değerli yöneticilerimiz  yarın büyük vebal altında kalabilirler. Hiçbir  makam  baki değildir………..

ABD  yetmiş iki  milletten  meydana gelmiştir. Her bir vatandaş ben Amerikalıyım der. Üstünde  güneş batmayan İngiliz topluluğu devletlerin de vatandaşlar aynı şekilde. Almanya’daki  bir  zenci de ben Almanım der. Belçika’da yaşayan bir Kosovalı ben Türküm diyor. Sordum  sen nasıl  Türk oluyorsun diye (Türkçe birkaç kelime biliyor)  adam  o kadar güzel izah ediyor ki  şaşarsın. Türklüğün  bir  kültür,  bir Millet olduğunu   Kosovalı  bana çok iyi anlattı. Sırplarda  Avrupalı da onlara Türk dermiş.

İşbirlikçi, dış devletlere  hizmet eden insanlar, guruplar  her zaman olmuştur. Söz konusu  işbirlikçilerin ırkları muhtelif olabilir…Türk Milleti’nin aleyhinde işbirliği yapanların  birçoğunu  vatandaşlar  tanıyor. Devletimiz mutlaka  bunların tamamını tanıyor.

Devlet : Bir Bostancının  bostanını  zararlı otlardan, haşereden,  kargalardan, domuzdan   v.b  bütün  zararlılardan ( iç ve dış )  koruduğu   gibi, Milletini, vatandaşlarını, dinini, kültürünü korumalı, hizmet edenleri ödüllendirmeli, milli heyecan, milli ruhu sürekli canlı tutmalıdır.

 Devletin  gücü ve otoritesi Türk Milleti’nin bölünmez bir bütün olduğunu, Türkiye’de  devletten başka bir  otoritenin olmadığını fiilen göstermeli ve yaşatmalıdır.

Dünyada Kürt vatandaşlarımızı  en çok seven yine  Tür vatandaşlarımızdır. Kürt kardeşlerimiz de devletine milletine bağlıdır. Atatürk döneminde de, Son yıllarda da  On binlerce  kilometre uzaktan gelen  ABD ve İngiltere, AB  menfaatleri doğrultusunda  işbirlikçi Kürtleri kullanmakta ve Ülkemize zarar vermektedir. Milyonlarca can yok olmakta  geride acı yaralı karışık bir topluluk kalmaktadır.

İT ÜRÜR (HAVLAR ) KERVAN YÜRÜR:

Lütfen  Dünyanın, gündemindeki  Ülkemizin gündeminde olan Sosyal ve Teknik  konulara dönelim. Gerçek problemlerimizi elbirliği ile çözelim.

Devletler, Milletler  güçleri  oranında saygı görür ve yaşarlar. Yaşayacaksak, Mazlum  milletlere destek çıkacaksak güçlü olmak zorundayız.

Güçlü T.C Uygurlara da Afrika’da açlıktan ölen insanlara da   Diğer mazlum  Milletlere de güçlü destek  verebilir.

Ramazan  ayının  Bütün Türk ve İslam Alemine hayırlar getirmesini, onlara  Bilimin ışığında  yürümelerini, Dünyada  kendilerine yakışan BM’lerde yetkili konuma gelmelerini, varlıklarını HAK yolunda, İnsanlığın mutluluğu için harcamalarını nasip etmesini temenni ederim

 

Oruç İle İlgili Bilinmesi Gerekenler

0

Ey iman edenler sizden önceki (ümmet)lere yazıldığı (farz kılındığı) gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı. (farz kılındı)

Oruç kelimesi Farsça’dan Türkçe’ye geçmiş kelimedir. Arapça karşılığı savm ya da sıyamdır. Savm kelimesi yiyip, içmekten kendini tutmak anlamına gelir.

İmsak ise hareketsiz kalmak, her şeyden el etek çekmek demektir.

Orucun tarifi şudur:

İkinci fecirden (fecri sadıktan) itibaren güneşin doğuşuna kadar yemekten, içmekten, cinsi münasebetten ve orucu bozan her şeyden Allah rızası için uzak durmaya denir.

Oruç yalnız beden ile yapılan bir ibadettir, dolayısıyla her mükellef için farzı ayn’dır. Peygamber (SAV) Efendimiz bir hadisinde “Bir kimse başka bir mükellef için oruç tutamaz, yine bir kimse başka bir mükellefin yerine namaz kılamaz.” buyurmuştur. Zira oruçta sürekli kötülüğü emreden nefsi emareyi dizginlemek söz konusudur.

Oruç hicretin ikinci yılında Bedir Savaşı’ndan kısa bir süre önce farz kılınmıştır. Hz. Aişe (r.anha) orucun farziyetinden önce Peygamberimiz (SAV)’in aşure orucu tuttuğunu belirtmiştir.

Muaz B. Cebel’den gelen bir rivayette Peygamberimiz(sav) Medine döneminde her ayın üç günü oruç tuttuğu, bunu da ashabına tavsiye ettiğini bildirmiştir.

Peygamberimiz(sav) bir hadisinde “Oruç insanı cehennem ateşinden koruyan bir kalkandır.” buyurmuştur. Bilindiği gibi oruç hicri takvime göre tutulur. Bunun için her sene 10-11 gün önce başlar. Dolayısıyla Müslümanlar bazen ocak ayında -30 derecede, bazen de bu sene olduğu gibi Ağustos ayında +40 derecede oruç tutarlar. Bunun anlamı şudur: Müslümanlar dondurucu soğukta da, kavurucu sıcakta da Allah’ın emrine hazırdır.

Orucun şartları:

Bir insana orucun farz olması için üç şart vardır.

  • 1- Müslüman olmak: Müslüman olmayan önce iman etmekle görevlidir. İman olmadan ibadet olmaz, yapsa da Allah katında bir mana ifade etmez.
  • 2- Akıllı olmak: Deli Müslüman olabilir ama ona da ibadet farz değildir. Özürlü olmak ayrı bir husustur, bu kapsama dahil değildir.
  • 3- Ergenlik çağına girmiş olmak: Çocuklarda oruç farz değildir, ama alışmaları için ara sıra tutmalarında fayda var.

Bunların yanında bir müslümanın oruç tutabilmesi için iki hususta önemlidir:

  • 1- Sıhhatli olmak: Hasta olan kişiler hastalığın durumuna göre oruç tutmayabilir. Hastalık geçici ise iyileştikten sonra tutamadıkları gün sayısınca kaza ederler. Hastalık kalıcı ise fidye verirler.
  • 2- Mukim olmak: Seferi durumda, yani yolculuk esnasında oruç farz değildir. Ama yolculuk rahat, oruç kendisini rahatsız etmeyecekse tutmak daha doğrudur.

Oruç tutan bir Müslüman şunlara dikkat etmelidir:

  • 1- Niyet etmek: Niyet kalbi bir olaydır. Müslümanın oruç tutacağını kalbi ile bilmesi arz etmesi niyettir. Bu niyeti dili ile söylemesi sünnettir. Hanefi alimler ramazan ayında her gün için ayrı ayrı niyet etmenin esas olduğunda ittifak etmişlerdir. Zira her günün orucu başlı başına bir ibadettir. Baştan hepsine birden yapılan topluca niyet geçersizdir.
  • 2- Sahura kalkmak: Peygamberimiz(sav) bir hadisinde “Sahur yemeği yiyiniz çünkü onda bereket vardır. ” buyurmuştur. Yine başka bir hadisinde “Üç şey peygamberlerin ahlakındandır.”buyurmuştur.
  • a- İftarda acele etmek: Ezan Allahuekber dedi mi besmele çekilir oruç açılır, ezanın bitmesi beklenmez, beklenmemelidir.
  • b- Sahuru geciktirmek: Sahura imsaktan 40-45 dk önce kalkacaksın, yemeğini yiyeceksin sabah namazını kılıp yatacaksın veya yatmayacaksın. Zaten geç yatıyoruz uykumuzu bölmeyelim, yiyip yatalım düşüncesi doğru değildir. Sahura kalkmakta bir ibadettir.

Birde gece 02 yada 03 gibi sahura kalkarsanız sabah namazına kadar nasıl beklersiniz, yada yer yatarsanız sabah namazına nasıl uyanırsınız. Ramazan ayının en çok hoşuma giden yönü sabah namazının kazaya kalmamasıdır.

  • c- Misvak kullanmak: Misvak kullanmak Peygamberimiz(sav)’in önem verdiği, üzerinde durduğu bir sünnettir. Ayrıca ağız ve diş sağlığı içinde çok önemlidir. Bilinen bilinmeyen bir çok faydası vardır. Burada asıl olan diş temizliği ve ağız kokusudur. Bunu isteyen macun ile fırçayla yapar, isteyen misvakla yapar. Yalnız misvak kullananlardan ricam biraz daha adabı muaşeret kurallarına uygun davranmasıdır.

Günde bir kez çorap ve iç çamaşırlarımızı değiştirelim.

Mevsim yaz, hava sıcak, ortam kalabalık, çorabımızın kötü kokusu, gömleğimizin ter kokusu ile yanımızdaki insanları rahatsız etmek hoş olmaz.

  • 3- Kılık kıyafetimize dikkat edelim

Saç, sakal ve ense tıraşımıza dikkat edelim, özen gösterelim. Pantolonumuz, gömleğimiz eski olabilir ama temiz ve ütülü olmalıdır. Ayakkabılarımızın da temiz ve boyalı olmasına dikkat edelim. Hz. Ömer (r.a)’in elbisesi eski ve yamalıydı ama kirli ve pasaklı değildi. Kirli, pasaklı olmak, dağınık ve düzensiz olmak Müslümanlara yakışmaz.

  • 4- Ağzımız kokar şekilde topluma girmeyelim.

Soğan, sarımsak yiyerek, sigarayı caminin bahçesine atarak camiye gelmek yanındaki müslümana eziyet etmek demektir. Ya böyle şeyler yememeli, ya da yenirse koku giderici bir şeyler yenmeli, içilmeli. Bu kul hakkına girer, bu konuda çok şikayet geliyor.

  • 5- Her gün bir hata yada günah terk edelim.

Zaten oruç demek insanlara sürekli kötülüğü, haramı, günahı emreden nefsi emareyi dizginlemek değil mi? Aksi halde tuttuğun orucun ne kıymeti var.

Oruç tutan bir Müslüman;

Yalanı, gıybeti, iftirayı, dedikoduyu, kini, nefreti haset ve fesadı terk etmezse, insanları aldatmaya kandırmaya, hile hurda, üçkâğıtçılığa devam ederse tuttuğu orucun ne kıymeti var, akşama kadar aç susuz beklemiş olmaktan öteye gitmez. Ramazan dolayısıyla her gün bir hatamızdan vazgeçelim.

Açılma, Boğulursun!

0

Son günlerin moda kavramı açılım, gündemden düşmüyor. Aslında, Türkiye’nin gündemini de başkaları tayin ediyor. Türkiye’ye istenen şekli vermek için sürdürülen yabancı kaynaklı operasyonlar ve aslında darbeler de açılım diye etiketleniyor. Adamın biri yaşadığı sorunlardan bıkmış, yılmış, boğulmak için sahile gelmiş, en iyi şekilde boğulabilmek için nasıl açılabilirim diye düşünmüş. Bizde de siyaset tiyatrosunda bu oynanıyor. Ama siyasetçi utanmadan “Türkiye’nin sorunlarını Türkiye çözmeli” diyor. Rahmetli İ. İnönü’nün tabiriyle “Hadi canım sen de…”

Bir açılımdır gidiyor. Bu açılım macerasının bir bölümü de Ermenistan’la ilgiliydi. Karşı taraftan herhangi bir ışık görmeden tek taraflı adımlar attık ve Ermeni açılımı fiyaskoyla bitti. Ermeni iddialarını güçlendirdik. Sarkisyan, Türkiye’deki milli maça gelmek için kapıların açılması şartını koştu. Bizim açılımımız Ermenistan’ın haksız ve mesnetsiz iddia ve taleplerini hiç caydırmadı. Beyanatlar ortada…

Şimdi sıra Kürt açılımında. Aslında, Kürtlere, vatandaşa bir açılım yok. Zaten Anayasanın 10. Maddesinin ışığında ferdi hak ve hürriyetleri kullanıyorlar. Üstelik, hayali AB üyeliği sürecinde çıkarılan sözde uyum yasalarıyla kültürel haklar oldukça genişledi. TRT şeş-beş oyununa geçti. Kürt sorunu kollektif haklarla ilgilidir. Kürtlere imtiyazlar tanımak ve pozitif ayrımcılık yapmak anlamını taşır. I. Tanzimatta Gülhane Hattı Hümayunu ile dini azınlıkları imtiyazlı kıldık. Şimdi ise; II. Tanzimatla devletine ihanet etmemiş büyük çoğunluğa rağmen; çoğu Kürt olmayıp Kürtçü olan veya dışarıdan kumandalı bazı çevrelere vatandaşın sırtından imtiyaz tanıyoruz. Efendim bu açılımla PKK devre dışı kalacakmış, muhatap teröristbaşı değilmiş. Eğer siz örgütün ve katil başının silâhla gerçekleştirmek istediği taleplerin önemli bir bölümünü kabul ediyorsanız; örgütün nasıl devre dışı kaldığını iddia edebilirsiniz? Bu bir siyasi şikedir. Aynen sporda ve futbolda olduğu gibi…

Ülkenin pazarlanması üzerine uzlaşma aranmaz. Devlet devletle uzlaşır. Milli egemenliğe ve devlete ortak aranır mı? Bugün aranıyor. Gerekçesi de; demokratik açılım… Bu demokratik açılım, terörle karşı karşıya kalan Avrupa ülkelerinde acaba neden uygulanmadı? İspanya bir ara yanlış yaptı. Daha sonra başbakanları halktan özür diledi. Çünkü, daha fazla demokratik haklar terörist saldırıları bitirmedi. Bizde ise; hâlâ elinde silâh tutan, parmağı devamlı mayında olanlar ve onların temsilcileri muhatap alınıyor. TRT başta olmak üzere; birçok kanal bu çirkin tezgâhı pazarlıyor. İzlerken TRT ne hale getirildi diye düşünüyoruz.

Açılımlar birbirini izliyor. Savaş uçaklarımız sürekli Yunan jetleri tarafından Ege’den kovalanıyor. Kardak benzeri sahipsiz adalarda Yunan bayrağı dikiliyor. Bunlar da herhalde açılım sayılıyor. Bir dönem Kara Kuvvetlerini, daha sonra Genelkurmayı teslim ettiğimiz ve kendisinden cesaret alarak ABD askerlerinin başımıza çuval geçirdiği dönemin Genelkurmay Başkanı hezeyan içinde ahkam kesiyor. Ancak, bu tip paşalar dün de vardı; yadırgamıyoruz. Açılımı protesto eden vatandaşlar karga tulumba götürülüyor. Nereye götürüldüğü, nasıl ifade alındığı belli değil. İktidarın hoşuna gitmeyen haber ve görüntüler basında yer alamıyor. Ne güzel cici demokrasimiz var. Ve ardından malum tezahürat : Türkiye seninle gurur duyuyor. Demirperde ülkelerine döndük. Hele TRT’nin yayınlarını gördükçe… Devletin güvenlik güçlerini dolaylı olarak etkisizleştirmek, devletin varlığını hissettirmemek, devlet denetimini dinamitlemek, küreselci ve postmodernci izler taşıyan bir psikolojik harekat sürmektedir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine yönelmiş bir psikolojik savaş var. Dün  Milli Mücadeleyle, Cumhuriyetle kavgalı olup İngiliz işbirlikçisi Damat Ferit Hükümetinin yandaşları bugün de görevde. Gaye milli duruşun zayıflatılması ve milli reflekslerin yok edilmesi. Bunun için Türkiye fedakârlıklar yapabilmeli. Teslimiyetçi çizgi izleyebilmeli. Barış için tavizler verebilmeli. Çünkü, Türkiye büyük devlettir. Yeri geldiğinde ABD büyük devlettir, özür dilemez diyerek Çankaya’da işi kurtarmaya çalışıyoruz.

Açılım denen hikâye PKK yenilgisini bütün iç ve dış desteklere rağmen; gözardı ettirmek ve Sayın Prof. Dr. Ümit Özdağ’ın mülakatında da belirttiği gibi; amaç, Türkiye’deki ırkçı Kürtçü potansiyeli Irak’ın kuzeyine yabancılaştırmamaktır. Örgüt görevini tamamlamıştır; ama Türkiye’ye karşı kullanılacaktır. Örgüt elemanları değişik aflarla ve haklarla Türkiye’ye ithal edilmelidir. Sorunu Irak’ın kuzeyinde çözmeyi beceremezseniz; bu ithalat kaçınılmaz olur. Şimdi vatandaş soruyor; AKP’ye verilen oylar nereye gitti diye.            

Deprem Benim İçimde

0

İçinden tren geçen şehir‘ diye bahsederler İzmit‘ten. Oysa üstünden deprem geçen şehirdir o. Hem de muhtelif çap ve markada depremler..

17 Ağustos belki de en tabii olanıydı. Değerler depremi, kaybettiklerini kazanma için tekrar kaybetmeye yatırım yapma depremi, tek manevi kriterin hırs olduğu ve insanoğlunun bilinçaltını da bilinçüstünü de tuz – buz eden nefs depremleri de var.

Aradan tam 10 yıl geçmiş. Şöyle bir kâr – zarar bilançosuna bakıyorum da külli ziyan. Şairin dediği gibi ‘Saatimiz işlemiş, biz durmuşuz; Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşuz.

Bir şehri tanımak için o şehri soluklayın. Bir bakın yolları yaran tırlar gibi insanların birbirlerinin üzerine nasıl nefretle gittiklerine. Ne konuştuklarına ve ne ile uğraştıklarına bakın. Sonra gözleriniz kapayın ve dinleyin Orhan Veli usulü; eğer duyduklarınız arasında hayra yoracak bir malzeme mevcutsa bu yazı buraya kadar.

Yok diyenler biliyor ki bu şehirde sorunlar 1,5 milyon adet yıldız kümesi. Daha ötesi sorun – çözüm denklemi küresel kâr kurgusunun ağız şapırtısına kurulmuş. Habire seri yanlışlar fabrikasından çeşitli ebatlarda yanlış üretmeye devam ediyoruz. Hem de kriz ortamında..

Hayatın tamamını televizyon gibi, bilgisayar gibi, araba gibi, asansör gibi kutulara hapsedip de özgürleşmek kölelik tarihinin en büyük ironisi olsa gerek.

Kardeşlik, dostluk, dayanışma, barış ve sevgi dillerin pelesengi lâkin icraatlarımızın temel içgüdüsünde Amerikan bizonlarının yabaniliği, bireyciliği, dövüşçülüğü ve gürültücülüğü var. Artık Cehenneme giden yolun etrafındaki süslü taşlara dönüşedurmaktadır yıllar.

Euzü billâhi mine’s-siyase, ve’l gıll u guş, ve’l hased, ve’t-tabasbus, ve’l fahşa, ve’s- sair… Öbür tarafa gidenler diyoruz ki; ‘Bekri Mustafa Yenicami’ye imam oldu, de; gerisini anlarlar‘.

Müslüm Baba diyor ki: ‘Hayalle yaşarken gerçek dünyada / Zamanı içmişiz haberimiz yok‘. Göktürk Kitâbeleri diyor ki: ‘Ey milletim, sen bir yedin mi açlık nedir bilmezsin; eğer bir de aç kalırsan tokluk nedir bilmezsin‘. Evet, bu millet aç ve neye aç olduğunu bilmeyen muhtaç.

1992’de Tuzla‘nın en meşhur yedek subay soruları: 1- Kariyerin (paran) var mı? 2- Karakterin (araban) var mı? Negatif tepkilere örnek: ‘Vay karaktersiz, seni gidi kariyersiz!

Bir milletin damarlarından çekilen hamiyet ve kudreti ancak ve ancak 1 – 2 nesille iadeten pompalayabilirsiniz. Bu da 2023‘ü geçer.

Bir milletin yüreğini ancak onun türkülerini bilenler ilmek ilmek dokuyabilir. Ve bir milletin talihi / talihsizliği sokaklarından okunabilir.

Yine de ateşböceği gibi gecenin buzulumsu karanlığını idealleriyle nokta nokta yaranlar, sahillere vurmuş milyonlarca denizyıldızını üşenmeden ve bıkkınlık göstermeden birer birer suyla buluşturanlar ve ‘sağına ve soluna bakmadan, ben varım‘ serlevhasıyla bir ömür yaşayanlar yok mu; işte onların yüzü suyu hürmetine akmaktadır hayat ırmağı.

Selâm rihter ölçeğinde sismik sevgilerle kalpten kabirlere gömülenlere ve sallantılardan yeni bir devinim ritmi kazanıp sere serpe saçan mefkûre gönüllülerine..

Kürt Açılımı ve Ergenekon Davası Tartışmaları

0

Bir akraba ve dost meclisinde hoş bir sohbet ortamındadırlar. N, “biraz haber dinlesek TV’yi açar mısınız?” deyince açılan TV’de, F.Gülen Cemaatinin yayın organı olarak bilinen STV’de artık alıştığımız üslubuyla “ETÖ haberleri” verilmektedir.

H: “STV’de ETÖ haberlerini dinlerken ve Zaman Gazetesi’ni okurken Sovyet Rusya’da devlet televizyonunu veya komünist Pravda yayınlarını izler gibi oluyorum. Bu kadar tek yanlı ve beyin yıkamaya yönelik bir yayıncılık anlayışına tahammül edemiyorum” deyince hararetli bir tartışma başlar.

K: Siz tehlikenin ve mücadelenin büyüklüğünün farkında değilsiniz galiba. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en büyük mücadelelerinden biri yaşanıyor. Katil, cani, darbeci, uyuşturucu kaçakçısı, terör besleyicisi derin ve güçlü bir ekip tasfiye edilmeye çalışılıyor. ABD’nin de beslediği bu gizli ve kirli örgütün ne olduğunu anlamak için Ergenekon davası iddianamelerini okumak kâfidir. Bu örgüt içinde milliyetçi geçinenler ile eski solcu ve sosyalistleri bir araya getiren menfaat birliği ve kirli ilişkiler ağıdır. Böyle bir örgüte karşı olmamak ve bu örgüte karşı mücadele eden bu kişi ve kurumlara destek vermemek namuslu, vatansever insanlara yakışmaz. Böyle bir tutumun vebali vardır.

D: Bana göre tam tersi doğru. Birkaç istisnası belki vardır ama bu davada tutuklananların hemen hepsi milliyetçi insanlar. Dış baskılara karşı milli ve kişilikli direnişi gösterebilen insanların çoğu tutuklandı. 12 Eylül 1980 darbesinde de çok sayıda vatansever idam cezasıyla yargılandı ve beraat ettiler. İddianameler gerçekleri yansıtmamış olabilir. Üstelik bu kadar uzun zaman geçmesine rağmen şimdiye kadar yasadışı telefon dinlemeleriyle sağlanan bazı geyik muhabbetleri, kimin ne zaman gömdüğü belli olmayan silahlar gibi, hukuken değeri tartışmalı iddialarla insanlar aylarca tutuklanmakta. Benim görüşüme göre, ABD güdümüne giren F.Gülen Cemaati ve Hükümet ülkemizin bölünmesi projelerine hizmet ediyor. Bunlar ABD projelerinde sıralanan önceliklere göre ve kendilerine verilen rollere uygun olarak tamamı Türkiye’nin aleyhine olan açılımlar yapılması peşindeler. Kendilerine direniş göstermesi beklenen TSK’ni, Ergenekon Davası’nı da içine alan uzunca bir psikolojik harp ile pasifize ettiler. Sivil itaatsizlik gösterme ihtimali ve toplumun belirli kesimlerini yönlendirme kabiliyeti olanları da içeri tıkarak ve muhtelif baskı yöntemleriyle susturdular.

K: Bilakis Silivri’de yargılanan başta eski komutanlar olmak üzere bu çetenin arkasında ABD var. F.Gülen hareketi tamamen yerli ve milli bir harekettir. Onlar bu mücadelenin tarafı oldular çünkü bu ahlaksız, din düşmanı ve cani insanlar tasfiye edilmeden Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve demokratik gelişmesi mümkün olamaz.

D: Ne yani, ABD’nin himayesinde ve ABD’de yaşayan Gülen ABD karşıtı olacak, buna karşılık  “Türkiye ABD eksenine karşı, Rusya ve Çin eksenli bir dış politika izlemelidir diyen paşalar, Güneydoğu’da teröre karşı canları pahasına mücadele etmiş kahramanlar ABD güdümünde olacak, bu nasıl mantık böyle? Bu davanın omurgasını teşkil eden çuvallar dolusu belgeyi haham bozuntusu Tuncay Güney‘in nasıl ele geçirdiğini, kimin adamı olduğunu açıklayamadan, kim ABD’nin adamı anlayamayız. Maalesef bu adam söz konusu davada ne sanık, ne de tanık.

H: Müsaade ederseniz ben ortak noktaya varmak ümidiyle şunları söylemek istiyorum. Türkiye teröre karşı uzun süredir mücadele ediyor. Bu mücadelenin en başarılı olduğu dönem özel kuvvetlerin ön planda olduğu ve şu anda Silivri’de yargılanan emekli subayların bölgede görev yaptığı dönemdi. Bu dönemde PKK’ya devletin üstünlük sağlaması bazen hukuk dışına çıkan, PKK’nın etkin elemanları ve uyuşturucu kaçakçılığı, silah ticareti ve kara para işleriyle uğraşan destekçilerinin faili meçhul olarak öldürülmesiyle mümkün olabildi. O dönemde devlet politikasını uygulayan bu kişilerin yargılanması hukuk arayışı mı, PKK’nın intikam aracı mıdır? Bütün büyük devletler böyle önemli konular olduğunda, yurt içinde ve yurt dışında, kanunlara aykırı eylemler yapmakta ve devlet tarihin o döneminin kapağını kapatmaktadır. Bugün terör örgütü karşında acze düşmüş bir devlet görüntüsünü verip, İmralı’daki Öcalan’ın “yol haritasını” bekleyen bir hale gelmişsiniz. Üstelik bir yandan PKK lideri dâhil bütün canileri affedip, siyaset yapmasının önünü açmayı tartışacaksınız, teröre karşı mücadele etmiş kahramanları ise eli kanlı katil muamelesi yapacaksınız. Bu politikada bir terslik yok mu?

K: Yargılananlar arasında böyle kahramanlar varsa dileriz beraat ederler. Ben bu yargılamanın sonunda Türkiye’nin büyük bir yükü üzerinden atacağına, “Kürt Açılımı” ile de terörden kurtulacağına ve çok hızla büyük ve müreffeh bir ülke olacağına inanıyorum. Hükümet Ergenekon’da ve Kürt Açılımı konusunda çok kararlı. Başbakan “ne pahasına olursa olsun” bu konuyu çözmek istiyor. Türkiye bu fırsatı değerlendirmeli.

H: Açılımın ne getireceği bile belirsiz. Mesela sen Kürtçe eğitim talebine ve federasyona götürecek idari düzenlemelere ne dersin?

K: Ben istenen taleplerin hepsinin karşılanmasına taraftarım. Federasyon ve hatta konfederasyon da olabilir, olmalıdır da. PKK’nın istismar ettiği bütün hakları verip, teröre halk desteğini kesmek lazım. Anaların gözyaşının dinmesi için, yeni şehitler vermemek için gereken her şeyi yapmalı.

H: Terör örgütünün istediği her şeyi verirsen zaten Türk Devleti olarak 5000 kişilik terör örgütüne yenildiğini kabul etmiş ve bölünme için her şeyi yapmış olursun. Öcalan’ın yönettiği bir “Kürt Federe Devleti”nin en kısa zamanda Barzani ile anlaşarak bölgeyi “Kuzey Kürdistan” haline getirmesi de çok sürmez. Hükümet de “terörü sona erdirdik anaların gözyaşı dindi” diye kına yakar.

D: Esas vatanın bir kısmı elden çıkarsa analar gözyaşı döker. Canlarımız gerekirse vatan için feda edilir. Bugüne kadar vatan için yavrularını feda eden analara yapılacak en acı şey ülkenin bölünmesine zemin hazırlamaktır.

K: Yok canım merak etmeyin ülke bölünmez, daha güçlü olur.

H: Osmanlı Devleti de son dönemlerinde aynı usulle bölündü. Yunanistan, Bulgaristan, vd devletlerin “özgürlük, insan hakları” talepleriyle başlatılan ve Batı’nın baskısıyla kollektif haklar” verilerek, devletimizin bölünmesiyle kurulduğunu unutmayın.

K: Ama bu olaylar yüzyıl öncesine ait, şimdi şartlar başka..

H: “Tarih tekerrürden ibarettir/ İbret alınsaydı tekerrür mü ederdi?

E: Şimdi namaz vakti. Sohbeti keselim lütfen.

Sohbete katılanlardan bir kısmı namazlarını kılar ve gelecek Ramazan Ayının hayırlara vesile olması dileğiyle veda edilir.

NOT: Bu yazı konusu sohbet tamamen hayal mahsulüdür.

Katlanmış Katsayı Zulmü ve Dinozorluğun Seviyesi

0

Hafızam beni yanıltmıyorsa, on bir yıl önce, iyi bir üniversiteye girmeyi hayal eden gençlerin bir kısmı, adına katsayı denen zulümle karşılaştı ülkemizde. İstikballeri adına, öğrenim için meslek lisesini seçen gençler, YÖK tarafından, üniversiteye girişte, diğer liselerde okuyan arkadaşlarına göre, bir anda yirmi puan kayba uğratıldılar. İdeolojik amaçlı bu karar, gençlerin hayallerinin yıkılmasına, ülkelerinden soğumasına, yöneticilere öfkelenmesine, öğrenim için yurt dışına kaçışlarına sebep oldu. Yapılan iş, süresi doksan dakika ilan edilen maçın altmışıncı dakikada bitirilip güçlü tarafın galip edilmesinden farksızdı. Şayet, uygulama zamana yayılmış olsaydı insanlar tercihlerinden dolayı kimseye küsmeyecekler, öfkelenmeyeceklerdi. Ülkemizde henüz yeterince tamir edilemeyen kırgınlık ortamı oluşmayacaktı.

Ortaöğretimden yüksek öğretime geçişte öğrenciler arasında yapılan bu negatif ayrımcılığa “katsayı zulmü” dendi. Şu an iktidarda bulunan siyasi ekip, ikinci döneminde nihayet bu haksızlığı giderebilme başarısı gösterdi. YÖK’ün yönetiminde bulunan dinozorların değişmesiyle meslek liselerinde öğrenim gören gençlerin önündeki engel kaldırıldı, üniversiteye girecekler arasında eşitlik sağlandı. Haksız uygulamayı gerçekleştirenler tarihe negatif imajla geçtiler, haksızlığı kaldıranlar da pozitif imajla geçecekler. Gençler, şimdi daha ümitli, daha iyimser, ülkesine karşı sıcak duygularla daha da yüklü.

Zulüm payidar olamaz, bir gün başladığı noktada biter. Diken, battığı yerden çıkarılır. Ancak, yaşanan acıyı, kaybedilen yılları geri getirmek mümkün değil. Haksız katsayı uygulaması ile, ülkemiz en az on yıl, iş gücü kaybına uğradı. Ara elaman sıkıntısı hat safhaya ulaştı. Yetenekli ve zeki öğrenciler, bu yeteneklerini ve zekalarını kullanamayacakları alanlara zorlandılar. Beceriksiz ve kötümser bir gençlik oluştu. Bundan anneler, babalar etkilendi. Gerçek halk çocukları ile devlet arasında güven bunalımı meydana geldi. Milli Eğitim, adliye boşu boşuna meşgul edildi. Bu saçmalığa karşı çıkanlar mürtecilikle yaftalandı. Vicdan, izan sahipleri susturuldu, hakkaniyeti hayatının vazgeçilmez ilkesi kabul edenlerin sesleri bastırıldı. Gençler arasında ikilik yaratıldı, gençler küçüklük kompleksine düşürüldü. Kaybedilen on yılın hesabını şimdi kim verecek? Divan-ı harp denen müessesenin, yalnız sıcak savaş dönemlerinde hatırlanması ve kurulması ne kadar yanlış! Al sana, insanların en az on yılını gasp eden divan-ı harplik bir dava!

Türkiye, gerçekten zor ülke. Tam bu zulüm bitti, diye insanlar sevinirken gazetelerde İstanbul Barosu’nun, YÖK’ün katsayı zulmünü kaldıran kararına itiraz başvurusu haberi yer aldı. Dikkat, Türkiye’nin en köklü barosu, bir haksızlığın devamı için Danıştay’a dava açıyor. Dava dilekçesinde, demokrasi, laiklik, insan hakları gibi samimiyetten uzak alışılmış laflar kullanılıyor. Laiklik gidermiş, Türkiye ortaçağ karanlığına gömülürmüş. “Hukuku en fazla hukukçular katleder.” sözünü hep duyardım. Yıllarını hukuka vermiş, kelli felli adamlar, bir hukuksuzluğun giderilmesinden rahatsız olmuşlar, zulmün devamı yönünde dava açmışlar. Böyle işler ya Türkiye’de ya da Patagonya’da olur. Boyu yirmi metre, ağırlığı beş ton kadar olan, ilkçağlarda yaşadığına inanılan, günümüze sadece fosilleri kalan sürüngenlere dinozor dendiğini bilirsiniz. Bu kelime, mecaz anlamıyla gelişmelere ayak uyduramamış, çağın gerisinde kalmış, mevcut dururum korumak isteyenler için de kullanılır. Bunlar genellikle seçkinler sınıfındandır, halktan uzak, asalak tiplerdir. Söz konusu baroda yuvalanan hukuk dinozorlarının başkanı, kendisine eşitliği hatırlatan gazeteciye bir de şöyle laf etmiş: “Eşitlik, yalnız eşit insanlar arasında olur.” Pes doğrusu!

Hayatını karanlığa bağlayanlar, şüphesiz ışıktan rahatsız olacaklardır. Bu yarasa modelleri karşı çıksa da su, doğal yolunda akmaya devam edecektir, etmelidir. Karanlıklara başkaları küfretsin, biz karanlıkları aydınlatmak için mum yakmalıyız. İnsani değerlerimiz bunu gerektiriyor.

Bilgi Güvenliği

Bilgi bizlerin ve kurumlarımızın sahip olduğu en değerli varlıklarımızdır. Dolayısı ile bilginin bütünlüğünün, erişilebilirliğinin sağlanması adına korunması gerekir.

Koruma fiziksel ve birtakım yazılımlarla önlem alınarak korunabilir, ancak asıl olan, bizlerin bilgi güvenliğine ilişkin tehdit ve risklerden haberdar olmamızla doğrudan ilişkilidir. Hem kurumumuzun bilgi güvenlik politikalarından hem de kişisel olarak bilgi güvenlik konularından haberdar olmamız gerekir. Ayrıca bu tehditlere nasıl karşı koyabileceğimizi ve risk seviyelerini nasıl minimize etmemiz gerektiğini konularının ancak bilgilenme ile olacağını hepimiz biliyoruz.

Bu amaçla Güvenliğin en zayıf halkalarından biri olarak kabul edilen insanın bu konular hakkında farkındalılığının artırılması için hepimizin belki bir kısmını bildiğimiz, bir kısmını da gözden kaçırdığımız bilgileri hep beraber paylaşalım

Veri: sayısal ve mantıksal bir değerdir.

Bilgi: verinin işlenmiş anlamlı hale gelmiş şeklidir.

Bilgi hangi ortamlarda bulunur.

Fiziksel ortamlar: Dolaplarda, Kağıt, tahta, pano, faks çöp/atık kağıt kutularında.

Elektronik ortamlar: Bilgisayarlar, mobil iletişim cihazları, e-posta, USB, CD, DVD, Disk, disket vb. manyetik ortamlarda

Sosyal ortamlar: Toplu taşıma araçlarında, yemek aralarında, sosyal aktivitelerde, muhabbetlerde, telefon görüşmelerinde.

Tanıtım platformları: Portaller, web siteleri, reklamlar, bloglar, broşürler, video ve görsel ortamlarda.

Bilginin Korunması.

ISO bilgi güvenliği standardına göre “Bilgi, bir kurumun en önemli değerlerinden biridir ve sürekli korunması gerekir”

Bu bağlamda baktığımızda bilginin korunacak temel niteliklerine bakalım.(ISO 27001)

Gizlilik: Bilginin yetkili olmayan kişiler, varlıklar ve süreçler tarafından erişilemez ve ifşa edilemez niteliği

Doğruluk, bütünlük ve özgürlük : Bilginin, doğruluk, bütünlük ve kendisine has özelliklerinin korunması.

Kullanabilirlik(erişilebilirlik): Bilginin yetkili kişiler(görevi gereği) tarafından istenildiğinde ulaşılabilir ve kullanılabilir olma özelliğine denir.

Bilgi Güvenliği ve tehditler:

Doğal tehditler: yangın, sel, yıldırım, doğal afetler(deprem v.b) bunların bilgi üzerinde oluşturabileceği tehditler.

Zararlı yazılımlar: Virüsler, trojan’lar (truva atları), casus yazılımları (spyware, spayware cookie), spam, exploit, keylogger, botnet, sniffer, phishing vb.

Sosyal mühendislik: Sizlere mail, sms veya telefon gelir. Kimlik bilgileriniz isterler, şifrenizi isterler, masum bir şekilde sizi bankadan, emniyetten, nüfus idaresinden, muhtardan arandığını söyleyip özel bilgileriniz alırlar.

Güvenlik açıkları ve fiziksel güvenlik: Bilgisayarınızdaki güvenlik açıkları ile ilgili parametrelerin gözden geçirilmesi gerekir,

Korsanlar ve Erişim: Her türlü programı, siteyi veya bilgisayarı güvenlik açıklarından yararlanarak kırabilen ve, sistemleri kullanılmaz hale getirerek veya gizli bilgileri eline geçiren kişi ve guruplar.

Temiz masa kuralları

Çalışanlar mesai saati içi ve dışında görev gereği paylaşılmış olan bilgilerin yetkisiz erişim veya uygunsuz kullanım sonunda başına gelebilecek riskleri ortadan temiz masa temiz ekran anlayışını kendimize davranış bicimi haline getirmemiz gerekir.

Evde ve işyerinde masalarda ve çalışma ortamlarında korumasız bırakılan bilgiler yetkisiz kişilerin eline geçmesiyle gizlilik ilkesini ihlal etmiş veya ettirmiş oluruz.

Yangın, sel ve deprem gibi felaketlerle de bilgi bütünlüğünün yok olmasına veya bilginin yok olmasına sebep olabiliriz.

Basit temiz masa kuralları.

Çalışma sonunda kağıt yada elektronik ortamdaki “gizli yada çok gizli” bilgiler güvenlikli ortamlarda(çelik kasa, kilitli güvenlikli ortamlarda, dosyalar şifrelenerek) tutulmalıdır.

Kullanım ömrü sona eren, kullanılmayacak bilgilerin geri dönüşümleri olmayacak şekilde imha edilmesi gerekir.

Her türlü haberleşmede kullanılan cihazlar(telefon, faks, fotokopi makineleri) yetkisiz erişimlere açık şekilde konumlandırılmamalı. Bu cihazlar üzerinde bilgi ve belge bırakılmamalıdır.

Her türlü bilgiler, şifreler, anahtarlar ve bilginin sunulduğu sistemler (sunucu, PC, Notebook vb. cihazlar) yetkisiz kişilerin erişebileceği şifresiz ve korumasız olmamalıdır.

Hassas bilgiler her türlü yangın, sel, deprem gibi doğal afet durumunda korunaklı yerlerde ve ilgili kişilerin erişilebilir olduğu yerlerde saklanmalıdır.

Kısaca temiz masa temiz ekran risklerimizi minimize eder.

Şifre Güvenliği

Bilgi güvenliğini risklerini önlemede hayati öneme sahip olan bir konu olan şifreler ve  şifrelerin korunması konusudur. Bu konu ile ilgili çeşitli prosedür ve politikalar üretilmiştir.

Genel şifreleme kurallarından bahsedecek olursak.

Şifre seçimi: Şifreler başkaları tarafından kolayca tahmin edilemeyen, kullanıcı hakkında özel bilgileri(doğum tarihi, çocuk bilgisi, araç plaka numarası, doğduğu şehir vb) içermemesi gerekir.

Olması gereken küçük harf, büyük harf, sayılar ve özel karakterlerden oluşan en az 8 karakter olacak şekilde şifreler oluşturmamız gerekir.

Koruma: Şifreler kağıt üzerlerine yazılmamalı yazıldıysa bile ortalarda bulundurmamalı güvenli ortamlarda saklanmalı. Şifre başkaları ile kesinlikle paylaşılmamalı. Şifrelerin tutulduğu ortamların güvenliği sağlanmalı Şifre ile ilgili bir güvensizlik olduğunda derhal değiştirilmeli.

Düzenli gözden geçirme: Şifreler düzenli olarak en az 3 ayda bir değiştirilmeli.

Yasal Düzenlemeler.

Kanun koyucular  kurum ve çalışanları ilgilendiren düzenlemeler yapmıştır

1951 tarih ve 5816 sayılı Fikir ve Sanat hakları kanunu: Lisansız yazılım kullanmayı engelliyor.

2004 tarih ve 5237 sayıl Bilişim suçları kanunu: Adı üzerinde Bilişim suçlarını ilgilendiriyor.

2007 tarih ve 5651 sayılı İnternet üzerinden yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yolu ile işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkındaki bilgileri içerir.

Bilgi; dünyanın en önemli gücü. Dolayısı ile bilgiye gerekli önemi verelim. Paylaşabileceğimiz bilgilerle paylaşamayacağımız bilgileri bilelim. Sonra başımıza hiç hoşa gitmeyecek , bizleri kötü etkileyecek sonuçlar ortaya çıkabilir.

Türkiye “Kukla Kürdistan’ı” Himaye Etmeli mi?

0

Türkiye üzerinde oynanan oyunlar devam ediyor. Önce, ABD güney sınırımıza gelip oturdu, komşu oldu, ardından AB makyajlı güya “uyum” yasalarıyla bölücülere geniş manevra alanı sağlandı. Derken, Güneydoğuda “sivil itaatsizlik” provaları yapılmaya başlandı. Şimdilerde de Türkiye’nin Kuzey Irakta kurulan “kukla Kürdistan” devletini himaye etmesi isteniyor ve buna bağlı olarak Türkiye’nin menfaatine (!) yeni planlar, stratejiler hazırlanıyor.

Mesela bu himaye planına karşılık “havuç” sunumu var.

Nedir o?

Musul ve Kerkük petrollerinden yararlanma!!!???

Gördünüz mü bu dahiyane (!) havuç ve sopa planını!!!

Bunların tamamı çoktan kurgulanmış, stratejisi belirlenmiş…

Buna bir de “kılıf” gerekliymiş o da bulunmuş…

Neymiş?

Kürt Açılımı” imiş…

Neyi nasıl açıyorlarmış? Onu zaman gösterecek!

Türkiye parçalamaz, parçalamaz merak etmeyin” diyenler, şimdi bu planın etrafında öbeklenmeye başladılar. “Kürt açılımı” senaryosuna “akıl hocalığı” yapmaktalar… Parçalanmaya gerek kalmadan Türkiye’yi toptan teslim etmenin yolları açılmak isteniyor herhalde… Bir süre sonar “adreste teslim” senaryoları bile yazılabilir. Belli mi olur, burası… İşte Orası!!!???

Planın kaynağı nedir?

Bildiğiniz üzere ABD’de değişik isimler altında “düşünce kuruluşları” (think tank clup) var. Bu kuruluşların çoğunun ABD’de yaşayan ve dünyanın belli güçlerine hükmedebilen farklı lobilerin yönetiminde ve etkisinde olması, bu kuruluşlara ayrı bir özellik kazandırmaktadır. İşte bunlardan bir tanesi de “Uluslararası Kriz Grubu” olarak bilinen kulüptür.

İsminden de anlaşılacağı üzere çeşitli ülkelerde ya da belli bölgelerde yeni krizler öngörmek ve sonra kalkıp bu kriz hakkında önerilerde bulunmak için kurulduğu sanılan bir düşünce (!) kuruluşu… Haydi, ciddi takılalım da (!) krizi kaldıralım!

Bu düşünce grubunun işi gücü, dünyanın çeşitli sancılı bölgelerinde muhtemel krizler hakkında fikir üretip, sonra bunları satmakla meşgul olmasıdır. Kriz raporları yılın belli dönemlerinde, konjonktüre göre, ayarlanabilen zaman dilimlerinde, kamuoyuna duyurulur. Son raporu da dünya basınına açıklandı. Tam zamanı gelmişmiş anlaşılan. Raporun ana başlığı, “Iraklı Kürtler Türkiye’ye katılmak istiyor” idi. Bunun ardından “muhterem” iktidar “Kürt açılımı” için “liboş” takımından akıl almaya başladı… Hani meşhur deyimdir; “kılavuzu karga olanın…” diye devam eden ifade buraya yakışır mı bilmem ki!

Iraklı Kürtlerin böyle bir talebi mümkün mü? Yani Türkiye’nin himayesini isterler mi? Öncelikle böyle bir istek ve bağlı olarak bir rapor gerçekten var mı? Hazırlandı mı? Yayınlandı mı? Bu başlık doğru mu?

Bu soruları çoğaltmak mümkündür. Ancak bir gerçek de var ki bahsedilen kuruluş da vardır ve faaliyettedir, “rapor” denilen bir metin de vardır. Ancak rapordan amaç, bir olayın sebepleri, detayları ve sonuçlarının ortaya konulmasıdır. Bir raporun sonucunda, anlatılan soruna gerektiğinde yeni çözümler de önerilebilir. Fakat bahsedilen raporda bu özellikler yok. Bahsedilen metin, bir anlamda “niyet mektubu” niteliğindeki bir metindir. Böyle bir metnin amacı ve hedefi başkadır. Yanı bir krizin, olayın detaylarını ortaya koyup sorunlara çözüm arayan bir “rapor” değildir. Aslında bir varsayımın ön niyet yoklamasını yapan yoklama metni denilebilir. Bir bakıma tepki ölçme metni…

Bazı araştırmacıların “bu rapor yalandır” şeklindeki yaklaşımları bu notada haklı sayılabilir: “rapor” kapsamında bir özellik taşımadığı için yalanlama ifadesi kullanılmış olabilir.

Çünkü ortaya konulan metin Türkiye ve Ortadoğu üzerinde planlanan bazı oyunları gizlemek için düşünülmüş ön hazırlıktır. Diğer bir ifade ile ABD düşünce kuruluşu tarafından hazırlanan bu metin, amaçlanan hedefin bir niyet metni olarak algılanabilir. Beyan edilen metin Türkiye hakkındaki niyetlerin ne olduğunu ortaya koyması bağlamında son derece önemlidir.

Neden Iraklı Kürtlerin himayesi Türkiye’ye verilmek isteniyor?

Güya, Irak’a “demokrasi getirmek” için gelen ABD, geride 2 milyon sivilin cesedini ve 3 milyon yetimi bırakarak 1 Temmuzdan itibaren şehir merkezlerinden, 2011 de tamamen Irak’tan çekilmeyi hedeflemiştir. Ancak Kuzey Irak’ı tamamen boşaltmıyor; 35 bin askerini orada bırakıyor; Barzani’yi korumak ve petrole bekçilik etmek için…

Barzani son derece açık ve tutarlı bir politika izliyor kendine göre. İster sevelim ister sevmeyelim… “…Ben Kürt halklarının hakkını savunuyorum. ABD burayı karmaşık edip gitmemeli, düzene sokmalı, politikasıyla da desteklemeli” diyor

Bugüne kadar başardığı tek şey Irak’ın kuzeyinde oluşturmaya başladığı ve “resmiyet” kazandırmak için sürekli psikolojik “baskı” silahını kullandığı “kukla devlet”, için bir “hami” gerekmektedir. “Kuzey Irak Kürdistan’ı” denilen bu kukla devletin yaşayabilmesi de ancak Türkiye ile mümkün olabileceği mantığı da doğrudur; bunun için geçerli varsayımlarla proje desteklenerek ileri sürmektedir. “Kuzey Irak Kürdistan’ı nasıl yaşamalıdır?” sorusuna yanıt ve çare aramaktadır ABD… Şu anda Türkiye’nin gündemine düşen bu…

Çünkü 2011 de Iraktan tamamen çekildiği zaman, tıpkı Vietnam örneğinde olduğu gibi, “yenik ABD” olarak çekilmiş olacak. Fakat kurdurduğu “kukla devlet” sınırlarında ekonomik varlığının devam etmesi ve korunması gerekiyor. Bunun için de, ekonomik çıkarlarına, askeri üslerine göz kulak olacak, en azından ahengi bozmayacak, ona hizmet edecek bir “bekçiye” ihtiyaç vardır. Bunu Şii ideolojiyi yaymaya çalışan İran’la, terörist ilan ettiği Suriye ile yürütemeyeceğine göre, Türkiye’nin devreye girmesi mantıklı gibi gösterilmektedir.

Kaldı ki bu “kukla devletin” denizle bağlantısı da yoktur. Güneyinde Irak, batısında Suriye, doğusunda İran ve kuzeyinden Türkiye ile kuşatılmış durumdadır. Böylesine abluka içine alınmış, kuşatılmış bir “kukla devlet” nasıl yaşayabilir? Yarın nelere gebe, bilinmez, fakat bugün kukla devletin Türkiye dışından bir başkası ile himaye etme şansının olmadığını ABD çok iyi bilmektedir. Onun içindir ki niyet yoklaması niteliğinde olan bu düşünce kuruluşunun raporu “Türkiye himaye ederse ancak yaşar!” denilmesinin ardında farklı varsayımlar olmalıdır.

Niyetin esas amacı nedir?

Konuyla ilgilenenler bilirler; hatırlatmakta yarar vardır: yıl 1986, ABD Savunma Bakan Yardımcısı “William Taft”, devrin başbakanı rahmetli Turgut Özal’a bir plan sunar. Planın temeli, Kuzey Irak Kürtlerinin himaye edilmesi için Türkiye’nin duruma müdahil olması amacına yönelik istektir. Fakat dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Necdet Üruğ sunulan plana karşı çıkmışlar. Denildiğine göre bugün BOP eş başkanı Tayip Beye sunulan plan işte bu planmış…

Yani ABD, o tarihten bu yana uygulatmaya çalıştığı “Türkiye himayesinde Kürdistan” planı döne döne Türkiye’nin önüne konulmakta. İlginç olan durum ise, TSK hariç, Turgut Özal’dan beri Türkiye’nin siyasi kaderine hükmeden aktörler ve ekiplerinin bu plana “evet” demeleridir. Siyasi danışman ve stratejistlerin verdiği bilgiye göre bu plana en çok taraftar olanlar Tansu Çiller ile Tayyip Erdoğan hükümetleri olmuş.

Her dönemde gündeme getirilen bu plana karşı çıkan ordunun komuta kademesi olmuştur. Bunların başında da dönemlerinin Genelkurmay Başkanları olan Org. Necdet Üruğ, Org. Necip Torumtay, Org. İsmail Hakkı Karadayı, Org. Hüseyin Kıvrıkoğlu gelmekteymiş.

Askerlere göre bu planın amacı, yani gizli celsesi, Türkiye’yi parçalanmaya götürecek bir plan olmasıymış. Gösterilen, planın görünmeyen yüzünün cilalı tarafıdır. Bunun için her dönemde TSK bu plana karşı direnç göstermiştir.

Peki, TSK komuta kademesinin her dönemde gördüğü tehlikeyi, kamufle edilmiş amacı, siyasi cambazlar göremiyorlar mı?  Normalde görmeleri lazım!

Göremediklerine göre bir sebebi olmalı. Zira o mevkide bulunabilmenin ve kalmanın bir bedeli vardır. O mevkii sağlayan, perde arkasındaki Karagöz-Hacivat kukla oyuncusu, esas kararı vermektedir.

Kuzey Iraklı Kürtler ister mi?

Öncelikle bir tespitin yapılması gerekiyor; Iraklı Kürtler Türkiye’nin himayesini ister mi? İsterlerse neden isterler?

1-Irak bütünlüğüne yönelik bir tasarruf olması bağlamında Iraklı Arapları Türkiye’yi düşman yapma riski çok yüksektir.

2-Kedisini bile Türklere emanet etmeyen Talabani siyaset cambazı ile “evvel ahır” bağımsız Kürdistan hayali peşinde koşan “Barzani soyu” buna neden “evet” desin ki?

3-Kuzey Iraktaki yeraltı zenginlikleri neden Türkiye’nin kontrolüne versinler ki? Buna sadece ABD değil, karar verecek olanlar BM heyetidir.

4-Türkiye’nin “himaye” varsayımı ile Kuzey Irak’ı kontrol etmesi ile ABD’nin Irak işgali arasında ne fark kalır?

Kamuflajın formülü nedir?

Sunulan planın ön tarafındaki cilalı yüzü “nitelikli sanayi bölgesi” olarak adlandırılmış…

ABD’nin bir özelliği, devlet hizmetinde bulunmuş önceki bürokratları, farklı partilerden olsa dahi, ABD’nin menfaati için her yerde görev verirler. İşte bu planın öne çıkarılan kişilerden biri ABD’nin güvendiği istihbarat uzmanı Prof. Henry Barkey tarafından öne çıkarılan, “Kürtlerin yaşadığı Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Irak’ı kapsayacak bir Nitelikli Sanayi Bölgesi’nin kurulmasını fikri planın öne sunulan şablonudur. Ardından ise; ABD’nin eski Ankara Büyükelçilerinden Pearson’un, aynı istikamette fikir beyan etmesi ve bu konuda ileri görüşmelerin yapıldığının vurgulanmasıdır. Bakınız Pearson ne diyor: “Irak’ın kuzeyi ile Türkiye’nin Güneydoğusu tek bir ekonomik bölge olsun.”

Hani, diyesi geliyor insanın “emrin olur üstadım!?”

Diğer yandan bazı siyasi gözlemcilerin ifadesine göre, bu ABD yetkililerinin bu yaklaşımına AKP uzak durmamış, hatta ileri bile gitmiş ve “Kalkınma Ajansları” ile “Kamu Yönetimi Temel Kanunu” adı altında çıkardığı yasalarla bu “himaye” planının ekonomik altyapısını oluşturmaya yönelik olduğu iddiası son derece çarpıcıdır. Bunun gerçek boyutu zamanla ortaya çıkacaktır.

Türkiye’ye önerilen planın cazibesi nedir?

Herkes şunu çok iyi bilmektedir ki ABD, bir planı hazırlarken mutlaka yedeği vardır. Hatta sadece (B) değil, (C) planı da bulunur… Şimdi bu gerçek gözlemi dikkate alarak, şu soru sorulmalıdır:

Türkiye’ye gösterilen cazip “rant” nedir?

Anlaşılan o ki, önerilen bu planın görünen cazibesi Türkiye’nin “Kerkük’e sahip olma” hayalinin yeniden aşılanmasıdır.

Buna benzer hayaller çok kez gündeme gelmiştir. Her zaman sağduyu egemen olmuştur. Her ne kadar Kerkük-Musul hattı “Misak-ı Milli Sınırlar” dahilinde idiyse de zamanın aşındırdığı, politik ihmaller artık geriye dönüşü zorlaştırmıştır. Her nedense aç tavşana gösterilen sarı havuç tekrar gündeme gelebiliyor. Bu kadar mı “en…” pozunda görünüyor Türkiye?

Hatırlanacaktır; ilk Körfez Savaşında da “bir koyup üç almak” fiili çekilmeye başlanmıştı… Sonra… Onu söylemeye dilim varmıyor…

Planın gizli ajandasında neler var?

Hatırlanacaktır; bugün Cumhurbaşkanlığı Konutunda yaşamını sürdüren Abdullah Gül’ün uzun süren Dışişleri Bakanlığı döneminde, Kuzey Irakla ilgili keskin kırmızıçizgilerimiz vardı. Her fırsatta “bakan” sıfatıyla bunu tekrarlardı. (Bakınız gazete koleksiyonlarına), Zaman içinde o “kırmızı çizgiler” her nedense “yeşillendi”… Kukla Kürt devleti de bunların başında gelir. Hatta “savaş sebebi” bile ilan edildi. Peki, ne oldu? Cenaze namazı için “musalla taşında sanduka bekliyor!!!???

Sonra ne dendi, “Irak’ın siyasal birliği ve toprak bütünlüğünün” korunması kırmızıya boyandı.

Bu çizgi de yeşillenirse, hiç şaşmam, o zaman neler olur?!

Diğer yandan ABD ve AB bordolu kalemşor köşe kapıcıları diyebilirler ki; a canım, “Türkiye’nin Irak’lı Kürtleri himaye etmesinde ne sakınca olabilir ki? Onları zaten hep koruduk, Saddam’dan…”  Sonra şöyle diyebilirler; “oooh ne güzel, petrolümüz de olur, zenginleriz…” vs. vs…

Iraklı Kürtleri himaye etmek demek Türkiye’yi bölünmeye hazırlamak demektir!

Neden mi?

Açmaya çalışalım:

Himaye demek, Kuzey Irak’a girmek ve kontrolü ele almak demektir. Bunu başta Barzani ve ekibi istemez. Araplar istemez. Çünkü devletin toprak bütünlüğüne kastedilmiş olur. İşgalci durumuna düşer Türkiye. Türklerle çatışmalar başlar, bölgede yeni bir “Filistin” doğar! Türkiye ateşin içine girdikçe çıkışı zor olur. Böyle bir duruma düşmüş olan Türkiye, ABD’ye daha kolay boyun eğer duruma gelir.

Yapılmak istenen, planlanan “Kürdistan” hayalini kolayca gerçekleştirmektir. Bunu da Türkiye’ye kendi eliyle yaptırmak!!! Derken; Kuzey Irak-Güneydoğu karışımı “özerk yapı”,nitelikli sanayi bölgesi”, “gevşek federasyon”, “bölgesel özerklik”, “konfederasyon” modelleri tartışıla gelir.

O olmadı bu, bu olmadı o…

Ülkenin birliği ve bütünlüğü biter!

Bindiği dalı kesip bataklığa düşen akılsız ormancıya benzetilmek istenmektedir Ülkemiz… Yapılmak istenen budur. Bölgede cetvelle çizilmiş sınırlar, Osmanlı’dan koparılan yeni oluşumlardır. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı nasıl ki paylaşıldıysa, şimdi de Anadolu paylaşım masasında!!!

Kaygan zemin olan bölgede yeni haritalar ortaya çıkmaya başlarsa sonu gelmez!

Şu haliyle siyasi irade çok tehlikeli bir oyunun içinde görünüyor. Umarız ki yanılırız. Bir yandan ABD önerisine, malum sebeplerden dolayı, “hayır” diyemiyor; öte yandan Güneydoğuyu, şimdilik kaydıyla ayıramadıkları için, bölünmeye güçleri yitmediği için, işi, “uhulet ve suhulet” rolünü oynayarak hal etmek isteniyor.

Siyasi pazarlık yapan terör örgütünün siyasi kanadı AKP’li bazı vekilleri de yanına çekmiş durumda. Başbakana “APO ile görüşülmeli” diyen AKP’li vekiller boşa konuşmazlar. Belli ki bölücü örgüt temsilcileriyle siyasi pazarlık sürmektedir. Başbakanın gazetecilere verdiği demeçte; “arkadaşlarımızla Kürt meselesi ile ilgili çalışmayı başlattık” demesinin ardındaki gerçek bu planın hayata geçirileceği varsayımı olmalıdır. Diğer yandan siyasi iradeye engel gibi görünen MGK’nın bazı üyeleri dışlanarak toplantının yapılması son derece anlamlıdır. “Cin şişeden çıktı” diyen eski tüfek “akıl daneler”, anlaşılan yani maceraların oluşmasını istiyorlar. Oralarda üst düzey ikbal bulabilirler belki… Beklemek gerek. Tayip Bey ve Gül Bey, herhalde, “yakında olacak güzellikleri” açıklayacaklardır mutlaka…

Gün ola hayır ola!

Bize göre, aklın yolundan ayrılmamak gerek; baştan beri devlet görüşü olarak tekrarlanan ve “kırmızı çizgi” olarak söylenen “Irak’ın siyasal birliği ve toprak bütünlüğü” politikasında ısrar etmelidir.

Kangren

0

Kangren olmuş bir meselenin çözümü için hükümetin teşebbüsü muhalefet partileri tarafından son derece olumsuz bulunmuş hatta bazıları tarafından bir ihanet olarak değerlendirilmiştir. Görüşmelerin detayları bilinmeden bu şekilde ithamlarda bulunmak bize göre doğru değil. Doğru olanı görüşmeler sonrası yapılacak açıklamalara göre fikir beyan etmektir.

Devletimizin kuruluşundan günümüze neredeyse bir asır olacak ama bunca zamandır çözülemeyen bazı problemler hala varlığını sürdürmektedir.

Başımızda sadece kürt sorunu yok ki…

Birçok meseleyi çözebilmiş değiliz.

Bu ülkenin kurtuluşunu sağlayan şehitlerin, gazilerin torunları başlarını açmadıkları için üniversitelerde eğitim yapamıyor, devlet memuru olamıyorlar. Halkın oylarını alıp milletvekili seçilseler bile Büyük Millet Meclisi’nden kovuluyorlar. Daha önemlisi devletin bazı kurumlarına adım atamıyorlar. Bu kesimler bütün bunlara rağmen devletin bekası uğruna uğradıkları haksızlıklara boyun eğmeye rıza gösteriyorlar.

Ülkemizdeki kürt kökenli vatandaşlarımızın da buna benzer bazı sorunları elbette vardır. Bunların çözülmesi için talepleri olabilir. Fakat öylesi meseleler dile getiriliyor ki bu taleplerin arkasında ülkeyi tehlikeye sokacak, bölecek isteklerin alametleri görülüyor. Açıkça ülkeyi bölmek isteyenlere mani olmak isteyen askerlerimizi öldürenlere sahip çıkıldığı görülüyor. Talepler ne kadar haklı olsa da hiçbir şekilde dağa çıkıp askerlerimize kurşun sıkmayı meşru kılmaz.

Bu ülkeyi yöneten iktidar partisinin yetkilileri bu yaşanan olayları en az bizim kadar görüyorlar. Bu ülkeyi en az bizim kadar sevdiklerinden şüphemiz yok ama meseleyi açık açık milletin önüne getirip neler görüşüldüğü, nelere karar verildiğinin açıklanması gerek.

Zira meseleye taraf olan partinin yetkili konumundaki bazı milletvekillerinin beyanatları mide bulandırıyor. Ayrı isimlerden, ayrı coğrafyalardan bahsediyorlar.

Ne olursa olsun bu meselenin çözümünde şunu iyi bilmek lazım; konu yeni değildir. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadarki gelişmelere bakıldığında bazılarının devletimizin adına bile tahammül edemediklerini görüyoruz. Ülkeyi yönetenlerin yaptıkları bazı hataları bahane edip meseleyi büyüterek bazı mihrakların güdümünde ayrı bir devlet kurma çabaları biliniyor.

Devletimizin hasmı konumundaki örgütlerin de desteğiyle ülkeyi gerek ekonomik gerekse siyasi olarak zayıflatmak mümkünse bölmek için faaliyet gösteren çetenin varlığı inkar edilemez. Bunlar kürt kimliğini kullanarak ve bazı aksaklıkları bahane ederek kendilerini benimsemeyen bu vatanı herkes kadar seven büyük kürt kitlesini arkalarına almak için bir takım istismarlar yaparak yanlarına çekmek istiyorlar. Aklıselim kürt kardeşlerimiz onların bu tahriklerine kapılmayacak. Bu ülke için bugüne kadar yaptıkları fedakarlıklara devam edeceklerinden kuşkumuz yok.

Hükümet bu gerçeği yani dağa çıkanların samimi olmadığını, taleplerinin bahane olduğunu, tüm bölge halkına anlatarak onları çeteden yana değil, devletten yana olmalarını sağlayacak politikalar üretmeli.

Muhalafet de iktidarın önerilerini beğenmiyorsa kendi görüşlerini ortaya atmalı ya da bizim bilmediğimiz onların bildikleri varsa açıkça söylemeli yoksa çözüme çomak sokmakla itham edileceklerdir.

Elektronik Mühendisi Necmi DERELİ’nin Makedonya ve Kosova Gezisi Hatıraları

0

Baba ocağı Bulgaristan ile başlayan Osmanlı coğrafyasını ziyaret tutkum, şanlı direnişiyle kalplerimizi fetheden Bosna ile devam etti.

Hac farizası nedeniyle ziyaret ettiğim Suudi Arabistan ve iş amaçlı Tataristan gezilerini de dahil edersek, doğuya da açıldım ve bu arada sahabeler diyarı
Suriye’yi de görmek nasip oldu.

Ancak yarım kalan Balkan ziyaretleri hevesim depreşince bu bölgenin uzmanı ve kültür turizmi anlayışımıza hitap eden Zambak Tur’u bulmak vacip oldu.

Şirket sahibi ve rehberi olan ve Bosna savaşında büyük yararlılıklar gösteren Sancak kökenli eski milletvekili Hüseyin Kansu’nun refakatinde rüya gibi geçen 5 gün sonunda beni en mutlu eden nokta, hepsi Anadolu’nun çeşitli yerlerinden geziye katılan yol arkadaşlarımızın Rumeli hakkındaki olumsuz “suyun ötesi” ön yargılarının yıkıldığını itiraf etmeleri oldu.

Yurda dönen hacılarımızın klişeleşmiş bir sözü vardır hani; “hac anlatılmaz yaşanır” diye.

Ben de aciz kalemim güç yettiremeyeceği için, objektifimin elverdiğince yitik topraklarımızdaki ecdat yadigarlarını sizlerle paylaşmaya çalıştım.

Saygılarımla…

Elektronik Mühendisi Necmi DERELİ

 Gostivar - 2. Abdülhamit tarafından yaptırılan saat kulesi ve adını ondan alan Saat camii - çift minare olmadığı için ikisi arasına mahya asılıyor

Gostivar – 2. Abdülhamit tarafından yaptırılan saat kulesi ve adını ondan alan Saat camii – çift minare olmadığı için ikisi arasına mahya asılıyor

Gostivar kent meydanı ve Ortodoks kilisesi

Gostivar kent meydanı ve Ortodoks kilisesi

Vrapciste - Türk politikacı Salih Murat'ın evinde asılı Türk Demokratik Partisi bayrağı (Not: Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde Türk sözü dahi yasak)

Vrapciste – Türk politikacı Salih Murat’ın evinde asılı Türk Demokratik Partisi bayrağı (Not: Bulgaristan, Yunanistan gibi ülkelerde Türk sözü dahi yasak)

Vrapciste - köydeki Türk gençleriyle dernek lokali önünde

Vrapciste – köydeki Türk gençleriyle dernek lokali önünde

Üsküp - Saat kulesi ve arka planda Sultan Murat camii

Üsküp – Saat kulesi ve arka planda Sultan Murat camii

Üsküp İsa Bey camii - Bahçesinde Yahya Kemal'in annesinin kabri de bulunuyor

Üsküp İsa Bey camii – Bahçesinde Yahya Kemal’in annesinin kabri de bulunuyor

Üsküp - Eşimin ısrarıyla çektiğim bir vitrin fotoğrafı

Üsküp – Eşimin ısrarıyla çektiğim bir vitrin fotoğrafı

Üsküp - Restorasyon halindeki Yahya Paşa camii

Üsküp – Restorasyon halindeki Yahya Paşa camii

Üsküp - Mustafa Paşa camii ve Osmanlı döneminde postane iken şimdi Türk girişimcilerin kurduğu Balkan Üniversitesi rektörlük binası

Üsküp – Mustafa Paşa camii ve Osmanlı döneminde postane iken şimdi Türk girişimcilerin kurduğu Balkan Üniversitesi rektörlük binası

Üsküp - Osmanlı dönemindeki Kosova valilik binası, şu anda boş

Üsküp – Osmanlı dönemindeki Kosova valilik binası, şu anda boş

Üsküp kalesi burçlarından biri

Üsküp kalesi burçlarından biri

Üsküp - Klasik bir Balkan görüntüsü: cami ve kilise yan yana

Üsküp – Klasik bir Balkan görüntüsü: cami ve kilise yan yana

Arnavutça mevlit duası

Arnavutça mevlit duası

Üsküp: Türk mahallesinin haritası

Üsküp: Türk mahallesinin haritası

Üsküp: Kapan hanı

Üsküp: Kapan hanı

Üsküp: grubumuzdaki ilahiyat öğretim görevlisi Ali Rıza Temel, cami cemaatına birlik ve beraberliği teşvik edici konuşma yapıyor

Üsküp: grubumuzdaki ilahiyat öğretim görevlisi Ali Rıza Temel, cami cemaatına birlik ve beraberliği teşvik edici konuşma yapıyor

Üsküp - Murat Paşa camii

Üsküp – Murat Paşa camii

Üsküp - Eski Türk çarşısı

Üsküp – Eski Türk çarşısı

Üsküp - Türk hamamı

Üsküp – Türk hamamı

Üsküp - mesire yeri

Üsküp – mesire yeri

Üsküp - Baraj göleti

Üsküp – Baraj göleti

Üsküp - Davutpaşa hamamı, şimdi güzel sanatlar galerisi

Üsküp – Davutpaşa hamamı, şimdi güzel sanatlar galerisi

Üsküp - Taşköprüden şehrin Makedon mahallesinin görünümü, Mostar'da olduğu gibi burada da dağın tepesinde dev bir haç dikili

Üsküp – Taşköprüden şehrin Makedon mahallesinin görünümü, Mostar’da olduğu gibi burada da dağın tepesinde dev bir haç dikili

Üsküp - Vardar nehri ve üzerindeki ünlü Taş Köprü

Üsküp – Vardar nehri ve üzerindeki ünlü Taş Köprü

Üsküp - Taşköprü'nün restorasyonu esnasında kaldırılıp sonradan Türkiye'nin ısrarıyla tekrar koyulan mihrap

Üsküp – Taşköprü’nün restorasyonu esnasında kaldırılıp sonradan Türkiye’nin ısrarıyla tekrar koyulan mihrap

Üsküp - Fatih döneminde sarayda yetiştiği halde Osmanlı'ya baş kaldıran ve Arnavutların kahraman ilan ettiği İskender Bey (Georgi Kastrioti) heykeli. Bu heykel bize ters gelse de, Arnavutların yaşadığı birçok şehirde bulunuyor. Üsküp'e ise 2006’da dikilmiş

Üsküp – Fatih döneminde sarayda yetiştiği halde Osmanlı’ya baş kaldıran ve Arnavutların kahraman ilan ettiği İskender Bey (Georgi Kastrioti) heykeli. Bu heykel bize ters gelse de, Arnavutların yaşadığı birçok şehirde bulunuyor. Üsküp’e ise 2006’da dikilmiş

Üsküp - Susuz Han, şu anda güzel sanatlar galerisi olarak kullanılıyor

Üsküp – Susuz Han, şu anda güzel sanatlar galerisi olarak kullanılıyor

Restore halindeki Fatih camii

Restore halindeki Fatih camii

Eski bir konak, şu anda müze

Eski bir konak, şu anda müze

Priştine müzesi - İçinde ilk çağ heykelleri bile var ama, 500 yıllık Osmanlı dönemine ait hiç bir eşya yok (!)

Priştine müzesi – İçinde ilk çağ heykelleri bile var ama, 500 yıllık Osmanlı dönemine ait hiç bir eşya yok (!)

Çarşı camii - Kent merkezindeki ibadete açık tek tarihi cami

Çarşı camii – Kent merkezindeki ibadete açık tek tarihi cami

Nostaljik bir eski baca

Nostaljik bir eski baca

Saat kulesi

Saat kulesi

Ali Sami Yen'in babası, yazar Şemsettin Sami (Fraşeri) adına yapılmış lise. Kendisi aynı zamanda ileri gelen bir Arnavut milliyetçisi olduğu için oralarda çok tanınıyor. Buna karşılık Üsküplü Yahya Kemal ve Kosovalı Mehmet Akif ise Osmanlıcı oldukları için pek bilinmiyor.

Ali Sami Yen’in babası, yazar Şemsettin Sami (Fraşeri) adına yapılmış lise. Kendisi aynı zamanda ileri gelen bir Arnavut milliyetçisi olduğu için oralarda çok tanınıyor. Buna karşılık Üsküplü Yahya Kemal ve Kosovalı Mehmet Akif ise Osmanlıcı oldukları için pek bilinmiyor.

Fatih camiinin ahşap şadırvanı

Fatih camiinin ahşap şadırvanı

Sırpların Kosova'da zarar verdiği İslam eserlerinin fotoğrafları

Sırpların Kosova’da zarar verdiği İslam eserlerinin fotoğrafları

Kosova savaşı sonrasında şehit edilen Sultan 1. Murat'ın türbesi (iç organları buraya gömülü olup cesedi Bursa'ya nakledilmiş)

Kosova savaşı sonrasında şehit edilen Sultan 1. Murat’ın türbesi (iç organları buraya gömülü olup cesedi Bursa’ya nakledilmiş)

Karışan Balkanları yatıştırmak için Kosova'ya gidip dedesinin türbesi yanında yerli halkla arazide cuma namazı kılan Sultan 5. Mehmet Reşat ziyaretine ait bir fotoğraf

Karışan Balkanları yatıştırmak için Kosova’ya gidip dedesinin türbesi yanında yerli halkla arazide cuma namazı kılan Sultan 5. Mehmet Reşat ziyaretine ait bir fotoğraf

Sultan 1. Murat türbesinin girişi, bahçede 400 yıldır burayı bekleyen Özbek türbedarların da mezarları var

Sultan 1. Murat türbesinin girişi, bahçede 400 yıldır burayı bekleyen Özbek türbedarların da mezarları var

Türbe bahçesinde yer alan ve yakında müze olarak açılacak bina

Türbe bahçesinde yer alan ve yakında müze olarak açılacak bina

Kosova meydan savaşının gerçekleştiği yerlerde bugün evler hatta bir de termik santral var. Az ileride de Murat Hüdavendigar'ı şehit eden Miloş Obiliç anıtı ve kasabası var. Bölgede Sırp kalmamasına rağmen anıt Nato askerlerinin koruması altında

Kosova meydan savaşının gerçekleştiği yerlerde bugün evler hatta bir de termik santral var. Az ileride de Murat Hüdavendigar’ı şehit eden Miloş Obiliç anıtı ve kasabası var. Bölgede Sırp kalmamasına rağmen anıt Nato askerlerinin koruması altında

Türbenin dış kapıdan görünüşü (fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi yaz ortasında 5 günlük gezi boyunca yağmur yağdı)

Türbenin dış kapıdan görünüşü (fotoğraflardan da anlaşılacağı gibi yaz ortasında 5 günlük gezi boyunca yağmur yağdı)

Arnavut çocukları

Arnavut çocukları

Başında geleneksel takkesiyle tipik bir Arnavut erkeği, fotoğraf çekilirken eski Anadolu insanları gibi hazırola geçti. Coğrafyası farklı olsa da, benim güzel insanım her yerde aynı şekilde saygılı

Başında geleneksel takkesiyle tipik bir Arnavut erkeği, fotoğraf çekilirken eski Anadolu insanları gibi hazırola geçti. Coğrafyası farklı olsa da, benim güzel insanım her yerde aynı şekilde saygılı