18.8 C
Kocaeli
Pazar, Eylül 28, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1212

Bulut Teknolojisi üzerine(3)

Küreselleşme ile birlikte yeni teknolojilerin çabuk yayılışı, değerlerin değişimine yol açmıştır. Bu durum tüm iş kollarını, tüm organizasyonları  kökünden değiştirmektedir. İnsan İnternet birde kullanabileceği bilgisayarı oldu mu. Bulunduğu yerden dünyanın tüm bölgelerine ulaşabiliyor. Aynı şekilde milyonlarca insan birbirleri ile iletişim kurabiliyor. Sadece Türkiye’de facebook kullanan 17 milyon civarında kullanıcı var. Nüfusa göre kullanma oranında 4. sırada.(1. ABD, 2. İngiltere, 3. Endonezya)

Küreselleşme hem bireyler için hem işletme kurum ve sivil ve kamu organizasyonları  için hem tehdit hem de fırsat sunuyor. Kamuoyunda mal ve hizmetlerin küresel bir pazarda serbest dolaşmasını isteyenlerle yerel pazarlarda dolaşmasını isteyenler var. Küreselleşme yanlıları olduğu kadar karşıtları da her ülkede var. Bu gelişmeleri normal kabul etmek gerekiyor. Her iki fikirde de aşırı olmak çok uygun bir tutum değil.

Dünyadaki bu değişimi sosyologların , psikologların iyi inceleyip toplumların yaş katmanları da dahil olmak üzere etkileri üzerinde araştırma yapılıp, bulunan sonuçları üzerinden iyileştirmeler yapılması gerekiyor.. Zamanla insan teknolojiyi yönetemiyor. Teknoloji insanı yönetmeye başlıyor. Bu da istenilen bir durum değil. Çünkü sonuçları çok açı oluyor..

Gün geçtikçe kurumların iş süreçleri BT(Bilgi teknolojileri) destekli bir yapıya doğru gidiyor. Bu durum bir çok sahada da kendini göstermeye başladı. Bu durum BT’lerin artan bu ihtiyaçları karşılamak için kurumlar, Donanım, yazılım ve insan gücünü artırmak zorunda kalıyorlar buda hem maliyet demek hem de iyi yönetilemezse risk dereceleri artar. Bu bütün olumsuzlukları çözebilecek olan aslında “Bulut Bilişim” kavramı ile hizmet verecek kurumsal yapıları olan entegratör firmalar tarafından karşılanacaktır.

Bulut Bilişim” hizmetleri aslında bireylerin kurumların, işletmelerin, organizasyonların ihtiyaçlarına göre ölçeklenebilen kaynak kullanımını esnek bir modelle sunacaktır. Nedir bu model. “Kullandığın kadar öde” Bu model şu anlamda önemli. Şimdi kullanmadığın birçok kaynağın da ücretini ödüyorsun. Burada sadece kullandığın kadarını ödüyorsun esnek bir yapısı olduğundan alacağın ilave hizmetler ve bırakacağın birçok hizmet olabilir. Proje bazlı çalışabilirsin. Test amaçlı çalışabilirsin. . Tamamen ihtiyaca uygun bir yapıda sana hizmet verilecek. IT’ciler bilir Servis Odaklı Sistem (SOA, Service Oriented Archtiecture) gibi bir kavram etrafında gelişecek. aslında

Bulut Bilişim” kavramında şunlar olacak siz her türlü IT Hizmetini servis olarak alacaksınız. Yapacağınız SLA(Servis Level Agreement, Hizmet Düzeyi Anlaşması) anlaşmaları ve onu destekleyici hukuksal bazı anlaşmalarla IT uygulamalarınızı yasal zeminlere oturtup daha esnek, daha ekonomik hizmet alacaksınız. Bu yapını artıları eksileri yok mu? var. Ancak bu yapı gelişmeye müsait bir yapı. Her türlü kaynak kullanımını dış kaynak kullanarak yapabilecek hale gelecek duruma doğru bir gidiş görülüyor.

Artık kişiler veya şirketler maliyetleri düşürmek ve daha verimli hizmet almak için aynı zamanda karmaşık IT operasyonlarını yönetmek için dış kaynak kullanımı, ASP (Application Service Providers) , bulundurma (hosting) servisleri gibi hizmetler zaten veriliyordu. “Bulut Bilişim” Bu kavramları da içine alan aynı zamanda da daha esnek ve daha çok imkan sunan bir çözüm.

Dış kaynak kullanımı yaygın bir yöntem. ancak şimdiye kadar “kullandıkça öde ” tarzı bir hizmet anlayışı olmadı. Dolayısı ile kullanmadığın kaynaklar için ücret ödemiyorsun. Kısaca birçok kişinin ve şirketin alması, kullanması, yedeklemesi, arşivlemesi çok masraflı oldukça pahalı olan yazılım, donanım, network v.b sistemleri daha ekonomik kullanmış oluyorlar.

 

Nevzat YALÇINTAŞ Vefa Gecesi Konuşması

Toplumların-milletlerin gelişmişliğinde-medeniyet kurmasında en önemli unsur “İNSAN” dır. Aydınlar Ocaklarımızın önemli misyonlarından biri de ERDEMLİ İNSAN sayısını arttırmak, erdemli insanların yetki ve sorumluluk sahibi olmaları yönünde gayret ortaya koymaktır.

Kocaeli Aydınlar Ocağımız da bu çerçevede hizmet üreten bir sivil toplum kuruluşudur. Prof. Dr.Nevzat Yalçıntaş hocamız bizlere yalnız tenkit etmeyi değil, ele alınan konuların çözüm yollarını da gösteren bir tarzda çalışmalar yapmamızı; sosyal meseleler dahil her problemin insanların vereceği müspet katkılarla ve çalışmalarla azalacağını öğütlemiş ve bizlerde böyle çalışmışızdır.

1995 yılındaki Aydınlar Ocağı Dernekleri 10. Şurası Kocaeli Aydınlar Ocağı ev sahipliğinde, başkanlığım döneminde icra edilmişti. O zaman kendilerinden 1.lik payesi almıştık. Değerli hocam ve misafirlerimiz Ocağımız Bir “inci “olma sorumluluk ve bilinci ile çalışmalarını sürdürmektedir. Başkan, yönetici ve üyelerine tebrik ve teşekkür ederken, çalışmalarımıza ilgi ve alaka gösteren Kocaeli’nin değerli yönetici ve halkına da şükranlarımızı arz ederiz.

Hocamın Türk ve İslam dünyasındaki yöneticilerin üzerindeki sevgi ve saygıya dayanarak kendilerinden iki hususta ilgilenilmesi talebini paylaşmak isterim. 1.cisi Hicaz demiryolunun hizmete sokulmasının hızlanması ve bu hatta Urfa-Mardin-Musul-Kerkük-Bağdat bağlantılarının eklenmesi; 2.cisi özellikle hicaz bölgesindeki Emevi-Abbasi-Osmanlı döneminden kalan tarihi eserlerin muhafazası ve buraların güncelleşmiş fonksiyonlarla hacılarımızın İslam tarihi bilinci kazandırılmasında vazife ifa eder hale getirilmesidir. Özellikle Mekke şehrindeki yeni imar faaliyetlerinin yeniden gözden geçirilmesi hususu da önemli bir konudur.

Bunlar, hac mevsiminde daha önceden çoğunlukla ziyan olan, hacıların kurban etlerinin değerlendirilmesi projesi gibi (ki bu projede hocamın emeği çoktur) önemli hususlardır. Bu konularda da kendilerinden zaman ayırmasını istirham ediyorum.

Kendilerine hayırlı ömürler, sağlık ve afiyetler diler, saygılar sunarım.

Adalette TSE standardı

Gün geçmiyor ki Adalet mekanizmasında yer alan kurumlar ile AKP İktidar’ı arasında bir kapışma olmasın.

Bunun sebebi bir gün “Laiklik”, bir başka gün “Parti Kapatma Davası” ise, ertesi gün bir başka konu.

Şimdilerde de bu kurumların yapılanmasına yönelik Anayasa’da yapılması planlanan değişiklikler.

Adeta bir inatlaşmadır gidiyor aylardır.

Daha önce Ordu ile yaşanan restleşmeler, Ordu’nun diz çöktürüldüğü görüntüsü verildikten sonra, Adalet ile yaşanmaya başladı.

Daha önce ne HSYK Başkanı’nı tanır mıydınız?

Ben hatırlamıyorum.

Ama şimdi, reklamlarda Şafak Sezer’in göründüğü kadar, HSYK Başkan Vekili’ni görüyoruz televizyonlarda.

Böyle olması mı gerekiyor?

– Asla!

Daha önce Başsavcının ismini bile bilmezken, size bir çırpıda en az on tane Özel Yetkili Savcı ismi sayabilir biraz televizyon izleyen herkes.

Bu kişilerin bu kadar medyada yer almasının altında yatan da Hükümet ile Kurumlar arasındaki restleşmeler.

Dün yaşananlara bakarsanız, durumun geldiği vahim noktayı daha iyi anlayabilirsiniz.

HSYK’daki toplantıda, yapılan bir teklifi gündeme almamak için, toplantıyı terk ediyor Adalet Bakanı ve Müsteşarı,

İş çığırından çıkmış anlayacağınız.

Bu noktaya gelirken, sadece Hükümet’i suçlamak yanlış olur tabii ki.

AKP Hükümeti’nin yargıyı siyasallaştırma çabalarını hoş görmek mümkün değil.

Ama bir dönem, bütün bu kurumları adeta etnik bir kamplaşmanın odağı haline getirenler de, en az AKP’liler kadar suçludur.

Bir ara, bu kurumlardaki atamalarda, birinci kıstas, atanacak hâkim veya savcının TSE Standardına uygun olup olmadığıydı.

Yani, Tunceli, Sivas, Erzincan Alevisi olan yargı mensuplarına senelerce öncelik tanındı.

Meslekteki bilgisi, becerisi. irşadı, baktığı davalarda verdiği doğru kararlar gibi asıl kıstaslar görmemezlikten gelinip, etnik mensubiyeti, yani mezhebi yeterli oluyordu.

Şimdi yapılan da bunun tam tersi.

Yani Alevi ise, kesin hüküm veriliyor.

– Yaramaz!

 Ya makbul olan hangisi?

– Cemaat mensubiyeti veya hanımının başörtülü olması.

Ne hukukçuluğunu tartışan var ne kıdemini.

Başından kestirip atıyorlar.

Kutuplaşmanın getirdiği nokta maalesef bu.

Buradan, bu çekişmeden, bu restleşmeden, doğru bir sonuca varmak mümkün mü?

Yanlışı, bir başka yanlışla halletmenin mümkün olmadığını, yapılanın kurumlara, adalet duygusuna zarar vermekten başka bir işe yaramadığını anlamamız gerekiyor.

Yoksa gerçekten bu kadar tahribatı ne bu kurumlar kaldırır, ne de Adalet’ten adalet bekleyen toplum.

Güvenmemiz gereken kurumları ayakta tutmak yolunda çaba sarf etmek yerine, onları rezil rüsva etmenin bedelini, Hükümet de dâhil herkes, hepimiz çok ağır ödeyeceğiz sonra.

Bunun sorumlularını da, toplumun, kendi yöntemleriyle cezalandıracağını akıllarından çıkarmamalı, birbirine rest çeken her iki taraf.

069 Bayburt

“Sökülmüş çadırların göç etmiş Leyla
Vardım ki boş kalmış yar otakları”
Bayburtlu Zihni.

Bu sitede 69. yazım olması sebebiyle başlıktan da anlaşılacağı üzere Bayburt’tan bahsetmeye, bir Bayburtlu olarak da Bayburt’u tanıtmaya çalışacağım.

1071’den sonra Selçuklu şehri olan Bayburt birkaç sefer el değiştirdikten sonra Yavuz Sultan Selim zamanında 1514 yılında Mehmet Paşa tarafından fetih edilmiştir.

Bayburt 1887 de Erzurum’a 1927 de Gümüşhane ye bağlanmış 15 Haziran 1989 tarihinde vilayet olmuştur.

Şu anda 40 çeşmesi, Dede Korkut’u, kalesi ve şehit Osman’ı ile ünlüdür.

Bir iki tane Bayburt fıkrası ile başlayalım.

Bayburt vilayet olmadan önce saat kulesinin önünde ayakkabı boyacıları bulunurdu. Yabancı bir vatandaş gelerek boyacılardan birisine; kardeşim Çoruh lokantası nerededir, diye sorar. Boyacı geriye dönünüz az ileride solda diye cevap verir.

Bir başka vatandaş vilayet olduktan sonra saat kulesi önünde ki boyacılardan birine Çoruh lokantası nerede diye sorar.

Boyacı ne bileyim kardeşim koca vilayet ara ki bulasın diye cevap verir.

Bayburtlu bir vatandaş İstanbul’a giderek çamlıca tepesine çıkar. Etrafa bir göz attıktan sonra hey gözünü sevdiğim İstanbul büyüdükçe Bayburt’a benziyorsun. der

İnönü zamanında Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası konser vermek için Bayburt’a gelir ve Mozart müziğinden oluşan bir konser verir

Konserin sonunda yaşlı bir amcaya konseri nasıl bulduğunu sorarlar

Amca Bayburt tarihte çok zulüm gördü ama Bayburt olalı böyle zulüm görmedi diye karşılık verir

Bayburt iklimi sert, insanı mert olan bir ilimizdir.

Bayburt Aydıntepe ve Demirözü olmak üzere iki tane ilçesi, 180 civarında köyü, 100 bine yakın toplam nüfusu olan küçük ve şirin bir ilimizdir.

Bayburt Doğu Karadeniz iklimi ile Doğu Anadolu ikliminin kesişme noktası olmasına karşın daha ziyade kara iklimi egemendir. Yazlar sıcak ve kurak, kışlar ise soğuk ve yağışlı geçer.

Bayburt Türkiye genelinde yaylası fazla olan illerden birisidir. Yaylalar daha çok Kop ve Soğanlı dağlarında yoğunlaşmıştır.

Belli başlı birkaç yaylası şunlardır:

Aydıntepe, Akbulut, Otlukbeli, Menge, Seydiyakup, Balahor, Gökçedere, Çençül ve Kop yaylaları.

Bayburt yüzölçümü ve nüfusu itibariyle Türkiye’nin en küçük illerinden biridir. Kuzey’de Trabzon ve Rize ile Doğu da Erzurum Güney’de Erzincan ve Batı da Gümüşhane illeri ile komşudur. Yüzölçümü ise; 3652 km²’dir.

Çoruh nehri Erzurum dahilinde bulunan Kop mescit dağlarından doğup Bayburt’un ortasından geçerek Batu’ma dolayısıyla Karadeniz’e dökülen en meşhur nehridir. 

Bayburt’un imarı ile yeni kurum ve kuruluşlara kavuşması ancak 1989 yılında vilayet statüsünü kazandıktan sonra gerçekleşebilmiştir.

Bayburt’un vilayet olmasında rahmetli Özal’ı milletvekilimiz Ülkü Güney’i ve tüm emeği geçenleri rahmet ve hayırla yâd ediyoruz.

İş alanlarının yetersizliği, tarım ve hayvancılığın para kazandırmaması vb.  sebeplerden dolayı Bayburt çok sayıda göç vermiş illerimizin başında yer alır.

Bugün Türkiye’nin birçok vilayetinde Bayburt’tan çok Bayburtlu vardır.

Kurdukları derneklerle hem Bayburt’la ilişkilerini koparmamakta hem de Bayburtlu ruhunu yaşatmaya çalışmaktadırlar.

Bayburt’ta yetişmiş önemli şahsiyetler de vardır. Bunların başında; Zihni Baba, İrşadi Baba, Celali Baba, Hicrani Baba, Ağlar Baba, Oslu Baba, Ahmet Baba Hacı Şaban veli (Allah(cc) hepsinden razı olsun) vb gibi Türkiye’de tanınmış ünlü mutasavvıflar gelir.

Benim okumamda katkısı olması sebebiyle Ahmet Baba’yı rahmetle yâd ediyorum. Ruhları şad makamları cennet olsun.

Ayrıca Ülkü Güney, Namık Kemal Zeybek gibi tanınmış siyasetçiler, Yahya Akengin gibi edebiyatçılar bulunmaktadır.

Bayburt’un merkezinde ticaret, kırsal alanlarında tarım ve hayvancılık yapılmaktadır.

Bayburt’ta istikrarlı ve huzurlu bir ortam göze çarpar. İlde suç oranı son derece düşüktür. Terör ve kan davası gibi sosyal sorunlara rastlanmaz.

Adi (yüz kızartıcı) suçlardan dolayı cezaevinde mahkûm bulunmayan tek vilayettir.

Bayburt’un oldukça zengin bir folkloru vardır. Bar tarzında oynanan halk oyunları bunun en güzel örneğini teşkil eder. Erkek barları davul zurna eşliğinde, kadın barları ise saz eşliğinde ve türkü söylenerek oynanır.  Halk hikâyeleri, âşıklık ve destan geleneği Dede Korkut’a kadar dayanır.

Geleneksel Bayburt giysilerini bugün sadece halk oyunları ekiplerinde, bazen de düğünlerde görmek mümkündür.

Kadınlara mahsus olan ihram geleneği yeni nesilce pek kullanılmamaktadır.

Ata sporu olarak cirit oynanır. Sürekli cirit takımı bulunduran birkaç ilimizden biridir.

Bayburt’un en güzel geleneklerinden birisi de mahalle odalarıdır. Bunlar; Bayram, sünnet düğünü gibi sevinçli günlerde, cenaze gibi üzüntülü günlerde hizmet vermeye devam etmektedirler.

Bayburt’un meşhur yemekleri şunlardır:

Lavaş, açma kete, çörek, bulgur çorbası, bulgur sütlüsü, borani, ekşi lahana, erişte, galacoş, gavut ufalaması, gavut haşlaması, tel helvası, lor dolması, kuşburnundan yapılan kokoç, dağ armudundan yapılan fırıç, hamur işi olan ziron, yoğurttan yapılan kurut ayrıca tatlı çorbası, tavası ve döneri de meşhurdur.

Bayburt’ta her yıl temmuz ayının 3. haftasında 1 hafta boyunca süren Dede Korkut şenlikleri yapılmaktadır. Şölenin son günü mutlaka Pazar gününe denk getirilir, o gün yayla günüdür. Sabahın erken saatlerinden itibaren Soğanlı Dağına tırmanan Bayburtlular ile komşu Rize ve Trabzon illerinden gelen yaylacılar buluşur, açık artırma usulü ile bir sonraki Dede Korkut şenliklerinin ağalığını üstlenecek yayla beyi seçilerek şenlikler sonlandırılır.

Açılımlar ve “Kararsız Toplum”

Geçenlerde kaybettiğimiz vefalı dostumuz ve kardeşimiz, aynı zamanda Aydınlar Ocağımızın üyesi Doç. Dr. Hüseyin Kalkan’ı rahmetle anıyorum. Ailesine, yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı diliyorum.

Bundan 91 yıl önce Beyazıt Meydanı çok acı, üzücü ve düşündürücü bir olaya şahit olmuştu. 10 Nisan 1919 tarihinde değerli bir Türk evlâdı, Boğazlıyan Kaymakamı milli şehit Kemal Bey, Ermenilere kötü muamele yapılmasını engelleyemediği gerekçesiyle haksız bir şekilde işgal kuvvetlerinin, İngiliz ve Fransızların baskısı ile idam edilmişti. Daha önce beraat eden Kemal Bey, işgal kuvvetlerinin baskı ve dayatmalarıyla ipe götürülmüştü. Aslında, ipi çekilen Kemal Bey değil; Osmanlıydı. Kemal Bey’i Urfa, Adana ve diğer illerde idam edilenler takip etti. Kemal Bey ve Türke yapılan iftiralar ve bize yapılan gerçek soykırımlar unutturulmadığı ve devamlı canlı tutulduğu takdirde, dünden ders alıp geleceğe akabiliriz.  

Büyük Atatürk’ün teklifiyle TBMM’nce milli şehit unvanı verilen şehit kaymakamımızı rahmetle ve saygıyla anıyoruz. Kemal Bey adeta zaman tünelinde bizi düne götürüyor. Ve bugün dış baskılarla yapılanlar arasında bağlantı kurmamızı sağlıyor. Dün bugünden pek farklı değil. Bugün de dış baskılarla milli kurumlarımızı yıpratıyor, itibar kaybettirmeye çalışıyoruz. Ermeni ve Kürt açılımlarıyla uğraştırılıyoruz. Çözülmeyi, ufalanmayı demokratikleşme zannediyoruz. Farklılıkları kutsallaştırıyoruz. İnsanlarımızı birbirine soğutuyoruz. Etnik taassubu ayağa kaldırıyoruz; milletleşme sürecini gözden uzak tutuyoruz.

Eğer bugün tarih çarpıtılıyor, işgalci güçler değil de; Türkler İzmir’i yaktı diye propaganda yapılabiliyorsa; demek ki bizim de tören milliyetçiliğini ve tören Atatürkçülüğünü aşmamız gerekir. Biz tersini yaparak mütekabiliyeti hesaba katmadan ders kitaplarını yumuşatmaya ve hatta bazı sapıkların iddialarından esinlenerek neredeyse tarihimizle hesaplaşmaya çalışıyoruz. 

Diğer taraftan, milletleşmeyi tahrip edip etnik ırkçılığı tahrik ederken demokrasi ve demokratikleşmeden bahsediyoruz. Bu çelişkiyi herkes düşünmelidir. Demokrasinin temeli ve tabanı milletleşme ile ortak mutabakatlara dayanır. Boy, kabile, aşiret, mezhep ve etnik taassubu aşamayan toplumlar; etnik ırkçılık hastalığından kendilerini kurtaramazlar. Bu toplumlar, demokrasiyi sadece tartışırlar; ama uygulayamazlar.  

Geçenlerde İstanbul Barosunun bir ödül töreni vardı. Eski Adalet Bakanlarından Mahmut Esat Bozkurt adını taşıyan bu ödül töreninde bir Yargıtay mensubuna ödül verildi. Yaklaşık 30 kişilik bir grup bunu protesto etti ve dışarıda da bir açıklama yaptı. Açıklamada Mahmut Esat Bozkurt, Türkü övdüğü, öne çıkardığı ve etnisiteleri dışladığı ileri sürüldü. Açıklamayı yapan, ağzı köpüre köpüre etnik grupları saydı. Türkiye’yi böyle bir etnik yobazlığa sürükleyenler, bu ortamı yaratanlar, bu açılım macerasını ve Türkiye’nin nerelere götürülebileceğini daha iyi düşünmelidirler.

Atatürk sonrası dönemde genelde devleti ele geçirme mücadelesi devam ettiğinden siyasi istikrar, mutabakat ve huzur ortamını yakalayamıyoruz. Bu olmayınca; iktisadi bakımdan gerekli atılımları yapamıyoruz. Türkiye her şeyden önce farklı iki kutbun üzerinde at oynattığı bir kobay olmaktan kurtarılmalıdır. Aksi takdirde, birbirinden rövanş almayla zaman tüketecek olan taraflar, bu ülkeye krizden başka hiçbir şey veremezler. Hukuk herkese lâzımsa; hukuk devleti korunmalı, parti devletine dönüştürülüp demokrasi özlenir hale getirilmemelidir. Bütün bunlar olurken, malı küçük bir azınlık ve yabancılar götürmektedir. Bütün bu kısır çekişmeler içinde gerçek gündem maddeleri ve tuzaklar basına bile yansıyamamaktadır. Zaten basının önemli bir bölümü sıcak havada efendisine yelpaze sallayan köle konumundan uzaklaşamamaktadır.

Bütün bunlara ve demokrasinin önemli kan kaybına rağmen; biz Türkiye’de demokratikleşme adı altında olmadık şeyleri tartışıyor, tartıştırılıyoruz. Z. Brzezinski’nin Büyük Satranç Tahtası isimli eserinde Türkiye’den “kararsız toplum” olarak bahsetmesi herhalde bundandır.        

                

                 

Ermenistan, İsrail, ABD ve Kürt Konusu !

 

“Kürt konusu için İçişleri Bakanımız… konuya tam bir açıklık getirmek için,.. başta Ahmet Türk ve Emine Ayna olmak üzere, Demokratik Toplum Partisi’nin diğer ileri gelenlerini yanına alarak doğru Ermenistan’a gitmeli. Kürt isteklerini birer birer açıkladıktan sonra onlara sormalı:

-‘Sizin bu konuda geleceğe ait düşünceleriniz nedir?’

“Ermenistan Başbakanı, Cumhurbaşkanı diyeceklerdir ki:

-‘Bu konuda, bizim gizlimiz – saklımız yoktur. Biz, bütün dünya milletleri önünde, görüşlerimizi çok kesin cümlelerle ortaya koyuyoruz. Öyle yuvarlak cümlelerle değil açık açık ortaya koyuyoruz:

‘Doğu ve Güneydoğu Anadolu, işgal edilmiş Ermeni toprağıdır. Büyük Ermenistan, Türkiye işgalindeki 15 şehrin kurtarılmasından, Ermenistan’a katılmasından sonra kurulacaktır!’

-‘Bahsettiğiniz bu 15 şehri isim isim sayar mısınız?’

-‘Elbette: Ağrı – Kars – Van – Hakkari – Siirt – Mardin – Urfa – Muş – Bitlis – Diyarbakır – Erzurum – Elazığ – Malatya – Sivas – Batman…

‘Bu şehirler, bizim topraklarımız üzerindedir. Kürtler, boşuna heveslenmesinler. O şehirleri kimselere bırakmayız!

-‘Nüfusumuz  4 milyon, doğru. Ama bizim arkamızda koskoca bir Rusya var. Biz elli bin kişilik Rus ordusuyla birlikte, sekiz milyonluk Azerbaycan topraklarının  % 20’sini vurup almadık mı? Biz, Kürtlerle karşı karşıya kaldığımız zaman görürsünüz neticeyi!..’     “Heyetimiz Ermenistan’dan ayrılıp, doğru İsrail’e gitmeli ve yetkililere sormalı:

-‘Siz bu Kürt meselesi için ne düşünüyorsunuz?’

-‘Bu konuda ne düşündüğümüzü, İsrail devletinin resmi bayrağıyla bütün dünya milletlerine ilan ettik. İşte, beyaz zeminli bayrağımızda iki mavi şerit var. Üstteki mavi şerit Fırat Nehri’ni, alttaki ise, Nil Nehri’ni temsil ediyor. Kürtler de, Ermeniler de boşuna heveslenmesinler. Çünkü Fırat’tan Nil Nehri’ne kadar olan topraklar, Tevrat’la bize vaat edilmiştir. Bizim Arz-ı Mev’ut davamız dolayısiyle, Fırat’tan Nil’e kadar uzayan topraklar bizim müstakbel (gelecekteki) ülkemizdir. Oraları kimselere vermeyiz. Yahudi ırkından başka, oralarda kimseyi yaşatmayız!’

“Heyetimiz İsrail’den ayrılıp, doğru ABD’ye uçmalı.

“Adamlar bize mutlaka şöyle cevap vereceklerdir:

-‘Yahu! Siz ne garip adamlarsınız? Bizim Büyük Ortadoğu Projemizi bilmiyor musunuz? (BOP).

‘Haydi sağır kulaklarınıza bir daha bağıralım: Bizim gelecekteki Büyük Orta Doğu projemizde, ne Kürdistan, ne Ermenistan vardır. Biz orada sadece büyük İsrail devletini düşünüyoruz, İsrail’i, İsrail’i! Anladınız mı?’ ”  (Yavuz Bülent Bakiler, Türkiye, 30 Ağustos 2009)

(Paris’te, Şerif Paşa ile Ermeni heyet-i murahhasası (yetkili komisyonu) reisi Boğos Nubar Paşa arasında, Kürdistan ve Ermenistan hakkında bir itilaf (uyuşma, antlaşma) akdedildiği (imzalandığı)nın; gazetelerde yazılması üzerine:)”Boğos Nubar (Paşa) ile Şerif Paşa arasında akdedilen mukaveleye en müskit (susturucu) ve beliğ cevap, Vilayat-ı Şarkiye’de (Doğu Vilayet ve şehirlerinde) Kürt aşairi rüesası (aşiret  reisleri) tarafından çekilen telgraflardır. Kürtler camia-i İslamiye’den (İslam toplumundan) ayrılmaya asla tahammül edemezler. Bunun aksini iddia edenler, mutlaka makasıd-ı mahsusa (özel maksatlar) tahtında (altında) hareket eden ve Kürtlük namına söz söylemeye salahiyettar (yetkili) olmayan beş-on kişiden ibarettir.

“Kürtler, İslamiyet nam ve şerefini i’la (yükseltmek) için beş yüz bin kişi feda etmişler ve makam-ı hilafete (hilafet makamına) olan sadakatlerini isar ettikleri (akıttıkları) kan ile bir kat daha teyit eylemiş (doğrulamış)lardır. Mahut muhtıra (malum bildirge)nin esbab-ı tanzimi (düzenleme sebepleri)ne gelince:

“Ermeniler Vilayat-ı Şarkiye’de ekall-i kalil (küçük bir azınlık) derecesinde bulundukları için, asla bir ekseriyet (çoğunluk) teminine  -ve ne kemiyeten (sayıca), ne de keyfiyeten (nitelik ve özellik bakımından) Şarki Anadolu’da iddia-i temellüke (mülk sahibi olma iddiasına)-   muvaffak olamayacaklarını son zamanlarda anladılar. Maksatlarına, Kürtler namına hareket ettiğini iddia eden Şerif Paşa’yı alet etmeyi müsait (uygun) ve muvafık buldular. Bu suretle, Kürt ve Ermeni davası ortada kalmayacak ve Şarki Anadolu’daki iftirak amali (ayrılık emelleri) mevki-i fiile çıkmış (gerçekleşmek üzere harekete geçilmiş) olacaktı. İşte bu gaye ile o mahut (bilinen) beyanname (bildiri ve tebliğ) müştereken (ortaklaşa) imzalandı ve konferansa takdim olundu (sunuldu).

“Ermenilerin maksadı, Kürtleri aldatmaktan başka bir şey olamaz. Çünkü, ileride, Kürtlerin kemiyeten (sayıca) hal-i ekseriyette (çoğunlukta) bulunduklarını inkar edemeseler bile, keyfiyeten, yani ilmen, irfanen kendilerinden dun (aşağı) oldukları bahanesiyle, Kürtleri bir millet-i tabia (tabi olan millet) haline getirecekleri muhakkaktır. Buna ise, aklı başında olan hiçbir Kürt taraftar değildir. Zaten, Kürtler bu beyannameye yalnız sözle değil, bilfiil (fiilen, harekete geçerek) muhalif olduklarını ispat ediyorlar.

“Kürtlük davası pek manasız bir iddiadır. Çünkü, her şeyden evvel Müslümandırlar, hem de salabet-i diniyeyi (dinlerinde sağlam durmayı) taassup derecesine isal eden (vardıran) hakiki Müslümanlardan. Binaenaleyh Ermenilerle aynı ırktan bulunup bulunmadıkları meselesi onları bir dakika bile işgal (ve meşgul) etmez.

“(Nitekim Hadis der:) ‘El-İslamiyyetü cebbeti’l-asabiyyete’l-cahiliyyete.’ / ‘İslam, uhuvvet-i İslamiyeye (İslam kardeşliğine) münafi (zıt ve aykırı) olan kavmiyet davasını meneder (yasaklar).’

“Esasen, bu tarihe ait bir şeydir. Kürtlerin asıl ve nesepleri ne olursa olsun, İslam’dan iftiraka (ayrılmaya) vicdan-ı millileri (milli vicdanları) asla müsait (uygun) değildir. Bununla beraber, Kürtlerin, Arap kavm-i necibi (asil soyu) ile ırken alakadar bulunduğu hakaik-ı tarihiye (tarihsel hakikatler)dendir.

“İslamiyet, herhangi bir ırkın diğer bir unsur-i İslam (İslam kavmi) aleyhine olarak menfi (olumsuz bir) surette intibah (uyanıklık) hasıl etmesini kabul edemez. Binaenaleyh, Kürtleri Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, esasat-ı İslamiyeye (İslam esaslarına) muhalif (aykırı) hareket ediyorlar. Fakat bunlar da kimlerdir? Bir – iki kulüpte toplanan beş – on kişiden ibaret. Hakiki Kürtler, kimseyi kendilerine vekil-i müdafi (kendilerini savunacak vekil) olarak kabul etmiyorlar. Onların vekili ve Kürtlük namına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Mebusan-ı Osmaniyedeki (Osmanlı mebuslar meclisindeki) mebuslar (milletvekilleri) olabilir.     “Kürdistan’a verilecek muhtariyet (ve özerklik)ten bahsediliyor. Kürtler ecnebi (yabancı) himayesinde bir muhtariyeti kabul etmektense ölümü tercih ederler. Eğer, Kürtlerin serbestiyet-i inkişafını (serbestçe kalkınma ve gelişmesini) düşünmek lazım gelirse bunu Boğos Nubar’la Şerif Paşa değil, Devlet-i Aliye (Yüce Osmanlı Devleti) düşünür.

“Hülasa (özetle): Kürtler bu hususta kimsenin tavassut (aracı olmasına) ve müdahalesine (kendilerine karışmasına) muhtaç değildirler.”

(Bediüzzaman, Sebilürreşad, 17 Mart 1920)

Prof. Dr. Yalçıntaş ve Delikanlı Arkadaşları

03.04.2010 Tarihinde Kocaeli Aydınlar Ocağı tarafından tertip edilen “Prof. Dr. Nevzat YALÇINTAŞ’ a Vefa Toplantısı” davetlilerinden, Sayın YALÇIN TAŞ’IN 70’lik Delikanlı arkadaşlarının bize hatırlattıkları, unutulmaya yüz tutmuş bazı meziyetlerimiz, eminim benim gibi çok kimseyi de utandırmıştır.

Her anı büyük bir dikkat ve heyecanla takip edilen Programın bir bölümünde değerli bir Akademisyenimizin, dört adet 70’lik delikanlıyı bir masa etrafında topladı ve bu dört kıymetli delikanlı, Sayın YALÇINTAŞ ile ilgili geçmişe bir yolculuk yaptılar.

Masa etrafındaki Sayın Recai KUTAN, Ali COŞKUN, Necati ÇETİNKAYA ve Ahmet TAN tarafından anlatılanlar gösterdi ki, günümüzde arkadaşlık büyük ölçüde erozyona uğramış, biri birlerine nazı geçenlerimizin sayısı azalmış, egomuz samimiyetimizin, hatır menfaatimizin, önüne geçmiş, hayır işlerimiz cüzdanımıza sıkışmış, daha neler neler…

Şartlar mı bizi değiştirdi, özellikle görsel basın mı farklı bir çizgiye getirdi, batılılaşacağız diye batının soğukluğu mu ruhumuzu sardı bilmem, ancak bildiğim şu ki, Sayın YALÇINTAŞ ve arkadaşları arasında yaşanan yarenlikler/şakalar günümüzde yaşan(a)maz olmuş.

Günümüzde yapılan şakalar, karşı tarafta karizma endişesine sebep oluyor ki, ya soğuk karşılanıyor ya da gereksiz bir tepki ile şaka yapanı bin pişman ediyor.

Hele gittikçe yaygınlaşan önemli mevkilere getirilen layık olmayan kişilerin tavırları; bu güzelim hasletlerin kültürümüzden, hayatımızdan silinmesini daha da hızlandırmaktadır maalesef.

İnsanı ayakta tutan en büyük güç, inançtır, huzurdur, samimiyettir, dayanışmadır, moraldir.

Sayın YALÇINTAŞ’IN geçmişinde gördüğümüz en önemli ders; çok önemli, çok ciddi işleri bile eğlenceli hale getirmesi, dolayısı ile içinden çıkılmaz duruma sokmak yerine, dava arkadaşları arasında kurduğu eğlenceli diyalog ile işleri kolay hale getirmesidir.

Herkesin etrafında mutlaka ciddiyetiyle meşhur kimseler vardır. Bu kişilerin bulunduğu toplumda zaman, oldukça sıkıcı geçer. Buna şahit olmayanın olduğunu sanmıyorum.

O kişinin etrafında, moda tabirle Negatif Elektrik hakim olur.

Sıkıcılık, sıkıntı, stres diz boyu olur ki buna da suni stres denir.

Sayın YALÇINTAŞ hocamız da bunu keşfetmiş olmalı ki, yüzünden tebessüm eksik olmuyor, yaydığı Pozitif Elektrik, civarındakilere de tebessüm ettiriyor.

Rakamları yanlış hatırlamıyorsam, somurtan bir yüzde 56 adet kas gerilirken, gülen bir yüzde gerilen kas sayısı 17’dir.

Sayın Hocamızın ilerlemiş yaşına rağmen yüzündeki sağlıklı görünümün sebebi de büyük ölçüde gülen bir yüze sahip olmasından olmalı…

Kastım elbette ciddiyetsizlik değil ama, abartıya kaçıp, yüksek dozda ve karizma yapacağız diye gereksiz ciddiyete bağlı tatsızlıklardan uzak diyaloglar temennisi ile, sayın hocamıza hayırlı ve uzun ömürler temenni ediyor, bizlere de; bize ait tüm güzel meziyetleri yaşatma konusunda gayret ve muvaffakiyetler niyaz ediyorum.

Allah ülkemizi, Sayın Hocamız ve benzerlerinden mahrum etmesin, sayılarını ziyade etsin.

Bu arada Kocaeli Aydınlar Ocağı Yönetim Kurulu üyesi, yani ev sahibi olarak, etkinliğimize katılma nezaketinde bulunan tüm misafirlerimize şükranlarımı sunuyorum.

Yumurtalarda İşletme ve Kümes Numarası Damgalanacak

0

Yumurtalar özelliklerine göre A ve B sınıfı olmak üzere iki ye ayrılır.

A Sınıfı Yumurta: Gallus Gallus var. domesticus cinsi tavuklardan elde edilen ve doğrudan insan tüketimine sunulan kabuklu yumurtadır.

B Sınıfı Yumurta: Gallus Gallus var. domesticus cinsi tavuklardan elde edilen A Sınıfı yumurtanın özelliklerini karşılayamayan ve yumurta ürünlerinin hazırlanmasına uygun kabuklu yumurtadır.

A Sınıfı Yumurtanın Özellikleri:

a. A sınıfı yumurtaların özellikleri Ek-1 e uygun olacaktır.

b. A sınıfı yumurtalar yıkanarak veya başka bir yöntemle temizlenemez ve yağlama işlemine tabi tutulamaz.

c. A Sınıfı yumurtalar ağırlıklarına göre sınıflandırılırlar. Ve ağırlık sınıfları Ek-2 ye uygun olur.

B Sınıfı yumurtalar gıda sanayinde kullanılır. Ek-1 de yer alan özelliklerini kaybetmiş A sınıfı yumurtalar B sınıfına alınabilir.

Ambalajlama Etiketleme ve İşaretleme Kuralları:

Tebliğ kapsamındaki ürünler, Türk Gıda Kodeksi-Gıda Maddelerinin Genel Etiketleme kuralları Tebliği’nde yer alan hükümlere uygun olacaktır. Bu kurallara ek olarak;

a.A sınıfı yumurtalarda işletme ve kümes numarası, kolayca görülebilir, okunaklı ve en
az 2 mm yükseklikte olacak şekilde yumurta kabuğu üzerine damgalanır.

b.A sınıfı yumurtaların ağırlık ve özellik sınıfları, etikette ürün adı ile aynı yüzde belirtilir. Özellik sınıfı belirtilirken “A sınıfı” ifadesi veya “A” harfi kullanılır. A sınıfı yumurtaların ağırlık sınıflarını simgeleyen harfler en az 2 mm yükseklikte olmak ve çerçevesinde en az 12 mm çapında bir çember bulunmak koşuluyla yumurta kabuğu üzerine damgalanır.

c. A sınıfı yumurtaların ağırlıkları EK-2 de verilen harflerle veya bunlara karşılık gelen ifadelerle veya her ikisiyle belirtilir. Ayrıca ilgili ağırlıklarda verilebilir. Ek-2 de verilen ağırlık sınıfları farklı renk, sembol ticari marka veya başka bir gösterim şekliyle alt sınıflara bölünemez.

ç. A sınıfı yumurtaların etiketinde son tüketim tarihi “…..tarihine kadar tüketilmelidir.”

veya “……..tarihinden önce tüketilmelidir.”ifadeleri kullanılarak yazılır.Yumurtaların etiketinde üretim tarihide yazılabilir.

d. A sınıfı yumurtalar yumurtlama tarihinden itibaren 21 gün içerisinde tüketiciye ulaşır. A sınıfı yumurtaların son tüketim tarihi yumurtlama tarihinden itibaren 28 günden fazla olamaz eğer yumurtlama tarihi farklı olan yumurtalar aynı paket içerisinde satışa sunuluyorsa, son tüketim tarihi belirlenirken ilk yumurtlama tarihi dikkate alınır.

e.Paketlendiği tarihte hava boşluğu 4 mm veya daha düşük olan A sınıfı yumurtalar yumurtlama tarihinden itibaren dokuz günü geçmeyen güne kadar “Ekstra taze”(paketlendiği tarihte hava boşluğu 4 mm veya daha düşük olan, raf ömrü üretim tarihinden itibaren dokuz günü geçmeyen A sınıfı yumurta) olarak tanımlanabilir. Bu ifade kullanıldığında “…….tarihine kadar Ekstra taze” şeklinde belirtilir ve “………”yerine yumurta tarihinden sonraki dokuzuncu günün tarihi yazılır. Ayrıca “Ekstra taze ” olarak nitelendirilen yumurtaların etiketi üzerinde yumurtlama tarihi yer alır.

f. B sınıfı yumurtaların ambalajı üzerinde “B”harfi yer alır. B sınıfı yumurtaların sınıfını simgeleyen harf, yüksekliği en az 5 mm olmak ve çevresinde en az 12 mm çapında bir çember bulunmak koşulu ile yumurta damgalanabilir.

g. B sınıfı yumurtaların ambalajı üzerine son kullanma tarihi ile birlikte paketleme tarihide yazılır

ğ. B sınıfı yumurtaların ambalajı üzerine, en az 2 cm yükseklikte büyük harflerle “GIDA SANAYİ İÇİNDİR” yazısı yer alır.

h.yumurtaların üretim tarihi yumurtlama tarihiyle aynı olur.

ı. Yumurta ambalajın üzerinde net olarak görülebilecek biçimde “Satın alındıktan sonra buzdolabında/soğukta muhafaza ediniz” ifadesi yer alır.

i.yumurtalar ambalajsız olarak mübadele yapılamaz.

Yumurtaların Dağıtım Ambalajlarının Üzerinde Bulunacak Bilgiler:

1. Üreticinin ve paketleyicinin adı ve adresi.

2. İşletme numarası

3. Üretim izni tarih ve sayısı

4. Yumurtaların sayısı ve/veya ağırlığı

5. Üretim tarihi veya periyodu

6. Sevk tarihi

Taşıma ve Depolama:

Yumurta ve yumurta ürünlerinin taşınması ve depolanması sırasında Türk Gıda Kodeksi yönetmenliğinin Gıdaların Taşınması ve Depolanması bölümündeki kurallara uyulur.

A Sınıfı Yumurtaların Ağırlık Sınıfları (Ek-2)

Ağırlık sınıfı XL Çok büyük Ağırlığı 73 gr.dan büyük

Ağırlık sınıfı L Büyük Ağırlığı 63-72 gr.

Ağırlık sınıfı M Orta Ağırlığı 53-62 gr.

Ağırlık sınıfı  S Küçük ağırlığı 52 gr dan daha küçük.

Yumurtlar üretildiği yerde ve tüketiciye ulaştırılana kadarki tüm aşamalarda temiz ve kuru yerlerde ve yabancı kokulardan arı biçimde depolanır. Darbelerden, doğrudan güneş ışığından ve büyük sıcaklık dalgalanmalarından korunur.

A Sınıfı Yumurtaların Özellikleri (Ek-1)

1. Yumurtaların kabuğu: normal temiz ve hasarsız olur.

2. Hava boşluğu : “ekstra taze” olarak satışa sunulan yumurtalarda 4 mm diğerlerinde 6 mm den yüksek olamaz.

3. Yumurta akı: berrak saydam ve jel kıvamında olur. Yabancı madde içermez.

 

 

Çatlatmayan Elastikiyet

Osmanlı İmparatorluğu çok dinli, çok dilli olmasına ve birden fazla etnisiteyi barındırmasına rağmen bir Türk devletiydi.
Fransız İhtilali ile Avrupa da başlayan milliyetçilik akımları farklı milletleri içinde barındıran Osmanlı İmparatorluğu’nu da etkilemiştir.

Osmanlı Devleti’nin tebaası olan bu milletler Osmanlıyı tarihe gömmek üzere plan yapanlar tarafından daima Osmanlı’nın aleyhine kullanılmıştır.

Bunu gören dönemin devlet idarecileri isyan eden grupları ya da eşrafın önde gelenlerini menfaat temin etmek suretiyle ödüllendirmiş ve onları bu yolla etkisizleştirmek istemiştir.

Örneğin yabancılara maşa olarak isyan eden kürt aşiretlerinin önde gelenleri İstanbul’a getirilmiş ve devlet memuriyetinde önemli görevlere atanmış, çocukları da tahsil için devlet tarafından Avrupa’ya yollanmıştır.

Avrupa’ya giden bu çocukların büyük bir bölümü bölücülüğün fikri yapısının temelini atmış ve Türk devletine düşmanlığını her platformda sürdürmeye devam etmiştir. Bunların yaşayan nesilleri de aynı yolda yürümektedir.

Osmanlı İmparatorluğu ve onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana, devlet anlayışımız, kendini bir türlü Türk Milletine mensup görmeyenleri, menfaat birliği yaratarak kazanma politikasını, günümüzde de sürdürmektedir.

Yani devlet kendisini kürt, çerkez, gürcü, arnavut, boşnak gibi farklı sosyolojik gruplara mensup görenlerle gizli ermenicilik yapanları kazanmaya çalışmıştır ve halende kazanmaya çalışmaktadır.

İzlenen bu politika gerçekçi ve doğru bir politikadır. Ancak günümüzde beliren tabloya bakıldığında başarılı olunamadığı ve bu zümrelerce “Ne Mutlu Türküm Diyene” anlayışının benimsenmediği görülmektedir.

Bu politikayı devlet politikası haline getirenlerin geldiğimiz noktayı da önceden öngörmeleri ve tedbir almaları gerekirdi. Yoksa onlarında benim gibi sıradan bir vatandaş olmaktan başka bir farkı kalmaz. Ortada başarısızlığın olduğu bir gerçektir. Aksini iddia etmek Türk Milletini aldatmak olur.

Günümüzde bırakın kendisini Türk olarak kabul etmeyenlerin millet şuuruna bir türlü sahip olamayışlarını, bazı özbeöz Türk olanların kendini farklı hissetmeye başladığı bir süreci yaşıyoruz. Çünkü Türkler yeryüzünde asimilasyona en yatkın milletlerden biridir. Yani kolayca asimile olur. Bunun en büyük sebebi, diğer insan topluluklarına kendine aşırı güvenden dolayı korumasız yaklaşıyor olması ve tarih şuurunun sık sık inkitaya uğramasıdır.

Bu yüzden yaşadığımız zaman diliminde kürtleşen, arnavutlaşan, gürcüleşen hatta ifrada kaçarak ermenileşen Türklere sıkça rastlıyoruz.

Osmanlı İmparatorluğu’nun isyancıları taltif eden anlayışı bugün yine ülkeyi çatlatmama adına sürdürülmektedir. Ama görülen o dur ki bu sorunu çözmeye yetmeyecektir. Bu yöntem geçerliğini yitirmiştir ve Türk düşmanlarını tepemize çıkarmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Çocuk olsun yetişkin olsun devleti taşlayanlara onları kazanmak adına müsamaha göstermek, bölücübaşını İmralı ‘da beslemek, ermeniliğini gizleyenleri bürokraside görevlendirmek, bu gibi düşünüp hareket edenlerin eline ülke sermayesini tutuşturmak, siyasetin burçlarına bunları dikmek ve hülasa Türklüğü içine sindiremeyen gayrı Türk unsura devleti teslim etmek kimse kızmasın ama menfaat birliği yaratarak onları kazanmak sonucuna değil tarihte görüldüğü gibi bizi kaybetmek sonucuna götürür.

Bunlar olurken de gerçeklerden uzak tuttuğunuz, cahil bıraktığınız ve fakirleştirdiğiniz Türk Milletine haksızlık etmiş olursunuz.

Yazdıklarımız somut gerçeklerdir. İsterseniz adlandırırız. Onun için yazdıklarımızı sakın olaki bir komplo teorisi olarak değerlendirmeyiniz.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna büyük katkıları olan Mahmut Esat Bozkurt günümüzde ırkçı ve ayrımcı olarak nitelendirilerek, onu adına verilen ödülün milyonlarca kürtü, lazı, çerkezi, boşnakı, ermeniyi, arnavutu, arabı ve romanı aşağılamak ve hakaret olduğu avukatlarca vurgulanıyor.

Yine Van’ın Özalp ilçesinin BDP’li Belediye Başkanı Murat Durmaz’ın kurtuluş törenlerinde asker geçerken tören alanını terketmesini nasıl yorumluyorsunuz?

İsterseniz buna barları denetleyen Marmaris Belediye Başkanı Ali Acar’ın uğradığı saldırıları ve silaha sarılışını da ekleyelim.

Bu insanların davranışlarının altında, devletin izlediği “çatlatmayan elastikiyet” politikasının izleri vardır. Görünen o dur ki bu politika derhal sona erdirilmeli ve milli devletin bekası için gereken tedbirler alınmalıdır.

Zaafa uğratılmış Türk Milleti ile kendini Türk görmeyenlerin işgaline uğramış ve geçmişin hesabını görmeye çalışan bir anlayışın kontrolündeki Türk devletinin kamuoyuna yansıyan görüntüsü, çoğunluğu tedirgin etmektedir.

Adalete duyulan güven, yapılan tutuklamalar, serbest kalmalar ve yeniden tutuklamalar nedeniyle zayıflamakta, Anayasa değişiklik tasarıları endişe ile izlenmektedir. Aklımıza takılan ise tarihte Türk adı ile kurulan iki devletten biri olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin sonunun gelip gelmediğidir.

Adıyaman’ın Kahta ilçesinin AKP’li Belediye Başkanı Yusuf Turanlı’nın  İsmet İnönü’nün adını taşıyan caddenin adını değiştirmesi ve bir parka da Atatürk ve Cumhuriyete karşı isyanlara katılan “Osman Sebri”nin adını vermesi konumuzu delillendiren güncel bir örnektir.

Belediye Başkanı Yusuf Turanlı BDP’li değil, aksine AKP’lidir. Bu sizi şaşırtmasın…

Kendisini Türk Milletine mensup göremeyen bu insanların nerede oldukları değil daima ne yaptıkları önemlidir.

Bunlar İslamcı, bölücü, sosyal demokrat, komünist, Atatürkçü, liberal, cemaatçi, tarikatçı, sendikacı, edebiyatçı, gazeteci, şarkıcı, tiyatrocu  vs. her türlü kılıf altında aynı amaca yönelik olarak hareket eder.

Devlet bunların hepsini bilir ancak çatlatmayan elastikiyet politikası çerçevesinde üç maymunu oynayarak bazen kör, bazen sağır, bazen de dilsiz olur. Aynen Habur’da olduğu gibi!

Çatlatmayan elastikiyet politikasının sahiplerine buradan bir uyarı yapalım: böyle giderse elde çatlayacak bir şey kalmayacak haberiniz ola!..

Baharın İkazı

Yine bahar geldi Allaha hamd olsun. Her bahar, Rabbimizin engin rahmetiyle inen muazzam bir ayettir adeta. Ölümü ve yeniden dirilişi anlatan tabii bir ayet.

Kışın adeta ölmüş olan topraktan, baharla fışkıran yemyeşil bitkiler, renk renk ve ince mimari tasarımlarla açan çiçekler elbette bize Yüce Rabbimizin sonsuz gücünü ve yeniden dirilişin misalini gösteriyor.

Cenabı Hakkın Yasin süresinde buyurduğu gibi:

“Ölü toprak, onlar için bir ayettir (delildir). Biz, o (toprağı) diriltir ve ondan taneler çıkarırız da onlardan yerler.” (Yasin, 33)

“O, rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderendir. Nihayet rüzgârlar, ağır bulutları yüklendiği vakit, onları ölü bir belde(yi diriltmek) için sevk ederiz de oraya suyu indiririz. Derken onunla türlü türlü meyveleri çıkarırız. İşte ölüleri de öyle çıkaracağız. Ola ki ibretle düşünürsünüz.” A’raf, 57

Fark ettiğiniz gibi Rabbül alemin bu misalleri ölümü ve hesap için tekrar dirilmeyi anlatmak için veriyor. Bu konuyu düşünmemizi istiyor.

Demek ki insan öldükten sonra tekrar diriltilecek ve hesaba çekilecek:

“De ki: Allah sizi yaşatıyor. Sonra sizi öldürecek, sonra da kendisinde şüphe olmayan Kıyamet gününde sizi bir araya getirecek, ama insanların çoğu bilmezler.” (Casiye, 26)

“Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini, yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz.” (Hicr, 92-93)

Ölüm; asi, sapık, dinsizler için zillet ve perişanlığın kapısı, iman şerefine ermiş muttakiler için ise, ihsan kapısıdır. İman ile bu kapıdan giren kimseler, kurtuluş ve saadete ereceklerdir. Orada Allah’ın cemalini görme şerefine ereceklerdir.

Peygamber aleyhisselamın buyurduğuna göre “İnsanlar çırılçıplak, yalın ayak, sünnetsiz bir halde haşrolunurlar. (Mahşer meydanında) terlemeleri ağızlarına ve hatta kulak memelerine kadar ulaşır.”

Hadisi rivayet eden Rasulüllahın hanımı Sevde validemiz :

“Ne kötü şey. O zaman insanlar birbirine bakmaz mı?” diye sorunca Rasulüllah a.s :

“İnsanların bununla uğraşacak durumları yoktur.” buyurmuş ve şu ayeti okumuştur:

“O gün her kesin kendine yetip artacak derdi vardır. (Abese,37)” (Taberani, el-Mu’cemul Kebir, 24/91)

O gün insan, dünya hayatında yaptığı zerre kadar iyiliğin ve yine zerre kadar kötülüğün karşılığını görecektir. Hiçbir şey unutulmayacak, yok olmayacak, hasır altı edilemeyecektir.

Mücâhid (rah) der ki: Kul şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe rabbinin huzurundan ayrılamaz:

  1. Ömrünü nerede tükettiği,
  2. İlmiyle amel edip etmediği (ettiyse nasıl amel ettiği),
  3. Bedenini nerelerde eskittiği,
  4. Malını nereden kazanıp nereye harcadığı. (Buhari, Tevhid,36…)

Üzerinde Kul Hakkı Olduğu Halde Ölen Kişinin Durumu :

Eğer kişi, kul haklarını ödemeden ölürse, yarın kıyamet günü haklarına iliştiği kimseler onun etrafını sararlar.

Kimisi elinden tutar ve, “Sen bana zulmetmiştin!” der.

Kimisi saçından yakalar ve, “Sen bana sövmüştün!” der.

Kimisi yakasına yapışarak, “Benimle alay etmiştin!” der.

Kimileri, “Gıybetimi yapıp hakkımda kötü şeyler söylemiştin!

Bana komşu olmuştun, ancak komşuluğunla bana eziyet vermiştin!”

Birlikte çalışmıştık, fakat sonra beni aldattın!

Benimle alış-veriş yapmış, ancak ona hile karıştırarak beni aldatmıştın!

Zengindin ve benim fakir biri olduğumu bilmene rağmen bir lokma olsun yardımda bulunmadın!

Ben mazlum biriydim ve sen de benim uğramış olduğum haksızlığı engelleyecek güce sahiptin, anacak bunu yapmadın! diye teker teker alacaklarını sayarlar.

İşte alacaklılar her yandan etrafını kuşatmış ve her biri elini yakana yapıştırmış olduğunda sen onların çokluğundan hayretler içinde kalırsın.

Öyle ki ömrün boyunca kendisiyle bir dirhemlik alış verişte bulunduğun ya da bir mecliste kısa bir zaman için de olsa beraber bulunduğun kişiye varıncaya kadar, haklarını yediğin, gıybetini yaptığın, hıyanette bulunduğun ve hatta küçümseyici gözle baktığın herkes hakkını almak üzere etrafını kuşatır.

Onlara karşı artık direnme gücünün kalmayıp da belki seni kurtarır beklentisiyle umudunu yüce Rabbine bağladığında, kulağına şu ayetlerin sesi gelir:

“Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Mümin,17)” (İhyayı Ulumuddin, Ölüm Bahsi)

Madem ölüm ve ardından yeniden dirilerek hesaba çekilme var. Kurtuluşa Erenlerden Olabilmek İçin:

1. İmanımıza mukayyet olalım. İman ile ruhunu teslim etmeyenin hiçbir şekilde kurtulma şansı yoktur. Ayeti kerimede Rabbül Alemin:

“Allah, inkar edenleri ve zalimleri kesinlikle bağışlamayacaktır, onları içinde temelli kalacakları cehennem yolundan başka bir yola eriştirmeyecektir. Bu Allaha kolaydır.” buyurmaktadır. (Nisa 168-169)

2. Ölümü sık sık hatırlayalım, günlük hayatımızı ve davranışlarımızı ona göre düzenleyelim. Ölümden korkmayalım, ona hazırlıksız olmaktan korkalım ve hazırlanalım.

Resûlullah Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır:

“Lezzetleri yıkıp yok eden ölümü çokça zikredin.” (Tirmizi, Zühd,4)

Yani ölümü zikrederek dünya zevklerini kendinize acılaştırın ki dünyaya olan bağlılığınız kopsun ve bu vesileyle de Allah’a yönelebilesiniz.

3. Salihleri, Allah dostlarını sevelim. Müminlerden bazılarının (hata ve günahları sebebiyle) cehenneme girmeleri kesinleştiği vakit, Allah Teâlâ onlar hakkında, Peygamberlerin, sıddîklerin hatta âlimlerin, salihlerin ve kendi katında kadri kıymeti olan herkesin şefaatini kabul eder.

O halde hiç olmazsa onların şefaatine nail olabilme arzusuyla gayret edelim. Bunu elde edebilmek için de hiçbir insanı hakir görüp aşağılamayalım! Çünkü Allah (c.c), dostlarını, kulları arasında gizlemiştir; olur ki bizim aşağılayıp küçük gördüğümüz kimse, Allaha yakın salih bir kimse olabilir!

Hadisi şerifte “Bir kimse sevdiği bir topluluğun amelini yapmamış olsa bile kıyamet gününde onlarla birlikte mahşer yerine getirilir ve beraberce hesaba  çekilir.” (Kenzul Ummal, IX, 21)

4. Sık sık tevbe edelim. Rabbül aleminin bizden razı olup olmadığını bilmediğimiz için sık sık tevbe etmeliyiz. Peygamber Efendimiz bile günde 70 kereden fazla tevbe ettiğini bildiriyor.

Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Ey insanlar! Ölmezden önce Allah’a tevbe edin. (Musîbet, hastalık, yaşlılık gibi) ağır meşgûliyetlere düşmezden önce sâlih ameller işlemede acele edin. Çok zikir ederek, gizli ve açık çok sadaka vererek Allah’a karşı üzerinizdeki borcu ödeyin ki bol rızka, ilâhî yardım ve zafere, halinizin ıslâhına mazhar olasınız…” İbn-i Mace, Sünen, Salat,2/78 (I;343)

Biz de sık sık kendimizi hesaba çekip tevbe edelim. Ölümün ne zaman yakalayacağı belli olmaz.

5. Hiçbir günahı küçük görüp küçümsemeyelim! Çünkü Allah, gazabını ve öfkesini günahlarda gizlemiştir ve senin hafife aldığın o günah, azap görmene sebep olabilir!

Hiçbir ibadeti de hafife almayalım! Çünkü Allah rızasını ve hoşnutluğunu da, ibadet ve taatlerde gizlemiştir. Belki yüce Allah’ın rızası, o hafife aldığımız taatte saklıdır! Bu taat, güzel bir çift söz, sadaka olarak verilen bir lokma ekmek veya güzel bir niyet dahi olabilir!

Baharla ölü toprağı canlandıran Rabbimiz, bize hesap gününü düşünecek feraset versin, öldükten sonra yeniden dirilttiğinde, büyük kurtuluşa erenlerden eylesin. Amin.