13.8 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1202

Hitler de mi Yahudiydi?

500 yıl önce İspanya’dan kaçarak Türkiye’ye sığınan Yahudiler, 20. Asrın en büyük katliamına maruz kaldılar aradan geçen beş asır sonra..

Tüm dünya lanetle anıyor hala bu katliamın Baş Aktörü Adolf Hitler’i.

Ama gelin görün ki; bunca mezalimi yaşayan kendileri değilmiş gibi, aynı Yahudiler, 21. Asrın en büyük insanlık ayıbını işlemekten bir an bile imtina etmiyorlar.

Hatırlayınız 1987 İntifada’sında ufacık çocukların ellerini ayaklarını bağlayarak kemiklerini kıran İsrail Askerleri ile dün sabaha karşı Türk Gemisi’nde bulunan savunmasız insanlara ağır silahlarla ateş eden İsrail Askerleri’nin, “Faşist Hitler” den ne farkı var?

“İnsani yardım ulaştırmayı” kabahat sayan bu zihniyet, Hitler’e rahmet okutturur.

İsrail, kahpe saldırıları ile hukuk tanımaz tavrı ile dünyanın gözü önünde işlediği insanlık ayıpları ile neredeyse bütün dünyaya, “Hitler de iyi yapmış bunlara” dedirtme çabası içinde.

Dünya, dün işlenen bu kahpe cinayetler karşısında imtihan verecek.

İyi bir imtihan vermezse dünya, biliniz ki İsrail, bu insanlık ayıplarına aralıksız devam edecektir.

Türkiye’den hareket eden insani yardım taşıyan konvoyun Türkiye Makamları’ndan habersiz yola çıktıkları iddiasına gelince; bu söylemde ısrar etmenin bir anlamı yok.

Israrcı olursak, kargalar bile bize güler.

Haberdar olmasında da bence bir beis yok.

Neticede bu bir insani yardım.

Ama ipin ucunu bu kadar serbest bırakmak da, ancak bize yakışan bir davranış olurdu nitekim.

Diplomatik kanalların her an devrede olması gerekirdi, bu geminin hareket etmesi ile birlikte.

Dünya’ya yönelik bir kamuoyu oluşturarak, İsrail’in bu tavrının önüne geçecek bir baskı oluşturulabilirdi Türkiye, daha geminin hareketinden önce.

Fakat dün gördük ki, onca insan, samimi, ihlâslı, yardımsever insan, “Saldık çayıra, Mevla’m kayıra” kabilinde bir anlayışın hâkim olduğu bir Devlet’in vatandaşları olarak yola çıkmışlar.

Yukarıda saydığım birçok şeyin yapılaması bir yana, gemide bulunan Türk vatandaşlarının bırakın isimlerini, sayılarını bile bilmeyen bir Başbakan Vekili vardı dün televizyon ekranlarında.

İsrail Askerleri sabaha karşı 04.40 ta Türk Gemisi’ne operasyon yapıyorlar. Sayın Bülent Arınç 13.40 ta televizyonların karşısında, önce 581 vatandaşımızın gemide bulunduğunu, sonra 400, sonra da 350-400 diyerek, gemideki vatandaşlarımızdan ne kadar haberdar olduklarını ifşa ediyor.

Akşamüzeri bile, henüz gemide katledilen vatandaşlarımızın bırakın isimlerini, sayılarını bile öğrenemedik Resmi Makamların ağzından.

Bu arada Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ve Nato’nun toplantıya çağrılması konusunu da çok olumlu bulduğumu söylemeliyim.

Mesele dünya gündemine taşınmak zorunda.

Türkiye’nin sıcak bir yaz yaşayacağı her haliyle belli olan bu günlerde İskenderun’dan gelen yedi şehidimizin haberiyle bir kez daha yüreğimiz acıdı.

Allah bu evlatların analarına babalarına sabır versin.

Türk Milleti’nin başı sağ olsun.

Genç Yiğitler kara toprağa verilirken, Adalet Bakanı da İmralı Canisi’nin koğuşuna rahat etmesi için pamuk yastıklar göndersin.

 

Samanyolu’nda Yıldız Olmak

0

Karadenizli hemşerilerimiz, rızık temin etmek için balıkçı tekneleri ile denize açılırlar. Hava birden döner, önce hafiften rüzgar, şimşek, yağmur ve şiddetli bir fırtına başlar. Karadeniz adeta kükremektedir. Durumu gören eşler, atarlar kendilerini sahile. Ağlamalar, feryatlar başlar. Kimi dua eder eşlerin, kimi çocuklarına sarılır. Öyle ya, elde avuçta bir kocaları vardır. Onu da deniz yutarsa, kadınlar kimden güç alacaklardır. Gece yarısı denizdeki balıkçılardan birinin evinde yangın başlar. Yanan evin sahibi kadın kahrolmuştur. Alevler içindeki evine mi haykırsın, denizde kalan kocasına mı? Sabah olmak bilmez. Gecenin son çeyreğinde gürültüler gelmeye başlar denizden. Bizim balıkçılar kefeni yırtmıştır. Bütün kadınlar sevinç çığlıkları atar. Biri hariç; çünkü onun evi yanmıştır. Kocasına: “Adam evimiz yandı, şimdi biz ne yapacağız?” der. Adamın verdiği cevap şudur: “İyi ki yandı, biz rotamızı kaybetmiştik, eğer biz yanan evin ışığını göremeseydik, hepimiz denizde kaybolacaktık. Evin alevleri sayesinde kıyıyı bulabildik ve işte kurtulduk.”

Geçen gün biriyle konuşuyorum. Konu, Gazze’deki mağdur ve muzlum insanlara yardım götüren barış gemisine İsrail’in yaptığı vahşi saldırı. “Yazık oldu.” diyor, Siyonist ahlakın temsilcisi İsrailli askerler tarafından öldürülen dokuz kişi için. “Neye yazık oldu?” dedim kendisine. Ona göre, ucunda ölüm riski olan bir yolculuğa çıkmak gerekmezdi. Kendisine şunu söyledim: “Sana göre yazık oldu, belki onlar hiç de böyle düşünmüyorlar. Nasıl olsa bir gün ölünecek, ha bugün ha yarın öleceksin. Fazla yaşayarak dünyanın kahrını çekmektense az yaşayıp rahat bir hayata kavuşmak belki daha doğru. Onlar bana göre şehit oldu. Kutlu bir dava için öldüler ve öldürüldüler. Şehitler için ölüm, hazların en güzeliymiş. Bu hazzı tatmak için her şehit tekrar tekrar dirilip ölmek istermiş. Senin, yazık dediğin bir durum onun için bir mutluluk sebebi olabilir. Sen onlara acıyorsun, belki onlar bize acıyorlar.”

Hiç kimsenin arkasından “İyi ki öldü.” denmez. Ölümün takdiri bize ait olmadığı gibi temennisi de bize yakışmaz. Ancak, şer görünen her işte bir hayır olduğuna inanlardanım. Ölenler, bana göre arkalarında acı bırakarak kurtulmuşlardır. Onların ölümleri, inancım odur ki, geride kalanlara rahmet olacaktır. Yanan evin, Karadenizli balıkçılara rahmet olması gibi. Yanan eve biri üzülürken diğerinin sevinmesi, bir çelişki olarak görülse de gerçekte o ev, bir kurtuluşa vesile olmuştur. Bu ölümler, başta kendilerinin olmak üzere, Gazze’nin, Filistin’in, Türkiye’nin, uyuşuk Arap, vicdansız Batı dünyasının kurtuluşuna sebep olacaktır, inancındayım.

İsrail askerleri tarafından saldırıya uğrayan gemide ben de olmak ve orada ölmek isterdim. İnanıyorum, siz de isterdiniz. Yahudilerin Gazze’de uyguladıkları vahşeti düşündükçe, gemide esir alınan barış gönüllülerine yapılan davranışı duydukça bu isteğim, inancım adına, daha da artıyor. Bir şey yapamamanın çaresizliğini ve utancını duyuyorum. Bir de İsrail Savuna Bakanı Ehud Barak’ın katliamı gerçekleştiren askerleri tebrik ederken söylediği “Ortadoğu’da zayıflara merhamet edilmez. Kendini savunamayanların ikinci şansı olmaz.” demesi beni iyice çileden çıkarıyor, bu söz ve mantık sahiplerine olan öfkemi artırıyor.

Görmek istemeyenler gözlerini kapatsalar da doğan güneş, ısıtmaya ve ışıtmaya başladı. Üzüntümüz, Samanyolu’nda bir yıldız olarak yer alamamak olsun. Elinizle, dilinizle, fikrinizle, duanızla, ümidinizle, söyleminizle bu kümede yıldız değilseniz, niçin yaşadınız ki?

Gazze Rotası

İsrail’in Gazze’ye insani yardım götüren gemilere saldırıp, 9 Türk’ü öldürmesi, bir kısmını yaralaması ve gemilere el koyması konusunda, bu hukuksuz ve korsanca davranışı sebebiyle İsrail’e karşı oluşan tepkiler haksız değildir. İsrail bu tepkilerden daha fazlasını hak etmektedir. Ancak tarihte az rastlanan böyle kritik olaylardan sonra sorulması gereken asıl soru şudur:

Bu olaydan sonra Türkiye siyasi ve/veya diplomatik alanda kazanç elde edecek mi?

Bu sorunun cevabı için vakit henüz erkendir. Siyasi satrancın sadece ilk hamleleri yapılmıştır. Oyunun sonucunu belirleyecek diğer hamleler için sadece tahmin yapabiliriz.

Oyunun bu safhasında olanlara bakınca Türkiye’nin ciddi kayıplar içinde olduğu görülüyor:

  • Çoğunluğu Türk olan, müteşebbisi bir Türkiye Sivil Toplum Kuruluşunun olduğu, insani yardım yükü ve 600 den fazla yolcusu olan gemiler, uluslar arası sularda askeri saldırıya uğradı. Türkiye’nin şeref ve itibarı sarsıldı. Bu olay “çuval” hadisesinden daha onur kırıcıdır.
  • 9 vatandaşımız şehit edildi, onlarcası yaralandı, gemilere el konuldu. İnsani yardım yerine ulaşmadı.
  • 40 yıldan bu yana İsrail ve ABD ile iyi ilişkilere dayanan Türkye’nin Ortadoğu politikasında eksen kayması söz konusu. İsrail ile savaşın eşiğine gelindi.
  • Başbakan ve Hükümet yetkililerimizin, sokaktaki insanımızın yüreğini soğutmaya matuf, İsrail aleyhine sözlerinin diplomatik manada bir faydası bulunmamaktadır.
  • ABD, İsrail’e karşı istediğimiz tarzda bir tepkiyi göstermedi.
  • Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinden bir İsrail’i kınama kararı dahi çıkartılamadı. Büyük devletlerin hepsi çekimser kaldı. Çıkarılan Başkanlık Kararı “bir araştırma komisyonu kurulması” yönünde olup, Güvenlik Konseyi Kararı değildir.
  • İsrail, Türkiye’nin özür dileme talebini reddetti.

***************

Türkiye Devletinin bir STK (sivil toplum kuruluşunun) inisiyatifi ile savaşın eşiğine geldiğini sanmıyorum. İsrail, 27 Mayısta bu gemilere müdahale edeceğini hem kendisi ve hem de ABD aracılığıyla Türkiye’ye bildirdi.

İsrail gibi sicili karanlık bir devletin bu kararının bir blöf olmama ihtimali %50 den fazladır. 27 Mayıs ile 31 Mayıs arasında Türk devlet yetkilileri kimlerle ne konuştu, vatandaşlarının canını riske atan bu girişime neden göz yumdu?

Türkiye, Osmanlı Devletinin mirasçısı ve bölgesel güç olma iddiasında olan bir devlet olarak, eski vatandaşlarımızın hukuklarını korumak ve bölgenin siyasi yapılanmasında söz sahibi olmak istiyor.

Gazze’de bir insanlık trajedisi yaşanıyor. Türkiye’nin Filistin Meselesinin çözümü için bu trajediye müdahil olma isteği anlaşılabilir bir hedeftir.

Ancak siyaset sonuç alma sanatıdır. Enver Paşa’nın donanımsız, postalsız askerlerle Asya’nın karlı dağlarında cihada çıkması, niyet olarak takdir edilse bile, sonuç olarak felaket olmuştur. Eğer Gazze’ye yardım projesi olayların bundan sonraki safhaları hesaplanmış ve Türkiye’nin lehine olacak gelişmelerin başlangıcı olmasını sağlayabilecek hamlelerin ilk adımı ise, Hükümeti tebrik etmek gerekecektir. Değilse bir felaketin başlangıcına sebep olduğu için lanetlenecektir.

************

İHH Başkanının ve diğer yolcuların açıklamaları “Milli Görüş” çizgisi dışındaki Türk vatandaşlarını radikal İslamcı çizgiye kayma endişesi ile bu olayda İHH’ya destek olmaktan uzak tuttu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti resmen yapamadığı bir eylemi bir STK’ya yaptırmak suretiyle bazı sonuçlar almaya çalışmış olmalı. Ancak seçilen STK, radikal kesimleri temsil ediyor ve “Türkiye’nin S. Arabistan, Mısır, Ürdün. B. Arap Emirlikleri vb. gibi ABD’nin müttefiklerine değil, İran, Suriye, Hamas, Hizbullah gibi ABD’nin hasmı ülkelere/kuruluşlara yanaştığı” izlenimine sebep oluyor.

ABD’den açıklama yapan Fethullah Gülen‘in “İsrail’den izin alınsa iyi olurdu” ve “”İHH’nin politik bir amaç güdüp gütmediğini söylemek kolay değil” sözleriyle, İHH gibi kuruluşlarla arasına mesafe koymak ve Hükümeti “ABD çizgisinden uzaklaşmamak” yönünde uyarmak gayesini güttüğü söylenebilir.

****************

Mademki olayın başarısı sonuçlarıyla değerlendirilecek, teenni ve basiretle hareket eden devlet aklına ihtiyacımız var. Sokakları heyecanlandırıp, halkta elde edilmesi imkânsız beklentiler yaratmadan sürdürülecek bir dizi diplomatik teşebbüsün, istenen neticeyi almak üzere “bir gergef işler gibi”  yürütülmesi gerekiyor.

 

Süt ve Mamüllerinin Hastalık Durumlarında Kullanımı

0

Ülkemizde büyüme ve gelişme dönemindeki çocuklar ile emzikli annelerin süt ve yoğurt tüketimi çok yetersizdir. Beyin gelişimi ana rahminde başlar ve doğumdan sonra iki yaşına kadar devam eder. Beyin gelişimini en çok etkileyen faktörler aminoasitler olup yetersizliğinde zihinsel özürler ortaya çıkar. Ve iki yaşından sonra dengeli beslenme sağlansa da düzeltilemez.

Süt ve yoğurt birçok hastalık durumunda da uygun besinlerdir. Vücut için zararlı olduğu bilinen doymuş yağlar sütte azdır. Yoğurtta kolesterol sentezini azaltan maddelerin bulunduğu bilinmektedir. Ayrıca sütte bol miktarda bulunan kalsiyum kan basıncını düzenleyici etkisi olduğu ileri sürülmektedir.

Süt ve yoğurt karaciğer, sarılık, siroz ve safra gibi hastalıklarda en uygun besindir. Gastrit ve ülser rahatsızlıklarında, mide tümörlerinde süt proteini son derece uygun gelmektedir.

Yoğurt bağırsak enfeksiyonları ve bunların neden olduğu ishallerde vazgeçilmez besindir. İshalde su ve tuz kaybının yerine getirilmesinde ve ishalden dolayı besin depolarının boşalmasının önlenmesinde ayran ve yoğurt en uygun yiyecek ve içeceklerdir. Diş çürümelerinin önlenmesine yardımcı olmaktadır.

Yoğurdun antimikrobiyal özellikler taşıdığı eskiden beri bilinmektedir. Bu özelliği başlıca laktik aside bağlanmaktadır. Fakat diğer görüşlerde belirli laktobacil sujlarının antibiyotik benzeri öğeler üretme kabiliyetinde olduklarından patojen mikroorganizmaların gelişmesini engelledikleri ileri sürülmektedir. Bu öğelerin özellikle ince bağırsaktaki gram(-) bakterilere karşı etkili olduğu bilinmektedir.

Süt yağı organizmayı nispi olarak az yormaktadır. Çünkü çok iyi bir hazmolabilirlik göstermekte ve çok kolay parçalanmaktadır. Tereyağı diyetik tedbirler için çok uygun olan ideal bulunan kısa ve orta zincirli yağ asitlerini ihtiva etmektedir. Bu nedenle mide, bağırsak,

Karaciğer, safra rahatsızlıklarında yararlıdır. Ayrıca vücut sıcaklığında eriyebilen sindirimi kolay bir gıda maddesidir. Kullanım kolaylığı bakımından kolesterol yaptığı şeklindeki spekülasyonların aksine vücut tarafından sindirimi diğer nebati yağlara oranla çok kolay olan bir gıda maddesidir.

Yine süt mamullerinden peynirde yüksek değerde protein, yağ, mineral maddeler, fosfor, potas, vitaminlerden A D E K ve B kompleksi vitaminlerince zengin olduğu için beslenme değeri yüksektir.

Bunların yanında süt mamulleri olarak krema, peynir altı suyu, lor, koyulaştırılmış süt gibi gıdaları saymak mümkündür. Bütün bu gıdalar ise farmakoloji’den tutunuz içeceklere katkı maddesi olarak bile girmiş bulunmaktadır.

Süt ve süt ürünlerinin yeri dia bet tedavisi ve nıkris için tartışma götürmez. Ürik asidin ön maddesi olan nükleoprateitler ve nükleotidlerin, miktarı süt proteininde düşük olması hastalıklarda kullanılmasında büyük avantaj sağlar.

Besin öğelerinin daha kolay sindirilmesinde dolayı diyetik ve terapatik etkisi bulunmaktadır.

Bir İzmit Beyefendisi – 1

Kimden mi bahsediyorum?

Kocaeli’ye geldiğim 1986 yılından beri birçok değer verdiğim insanlarla tanıştım. Arkadaş oldum, dost oldum. Hepsi benim için ayrı ayrı önem verdiğim değer verdiğim kişiler. Onların arasında tanımaktan dolayı çok mutlu olduğum birisi vardı ki Yavuz Argıt Ağabey, 07.05.2009 yılında Hakka yürüdü.

Çok değerli dostum, ağabeyim Ahmet Nezih Galitekin’le 1981 yılında Petkim’de stajımı Polietilen Fabrikasında (Petkim içersinde 16 tane farklı fabrika vardı) yaparken tanıştım. Tanıştığımda Erzurum Atatürk Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olan Şerafettin Gölcük’ün doçentlik tezi olan “Kelam Açısından İnsan ve Fiilleri” tezini okuyordu. Şaşırmıştım. Bende kendimi 12 Eylül öncesi çok okuyan Rahmetli babamın kütüphanesi ile birlikte ciddi bir kütüphanesi olan, biri olarak görüyordum, tabi ki Ahmet ağabeyi tanıyıncaya kadar. Çay saatlerinde ve özel görüşmelerimde dostluğumuz ilerledi benim ona olan hayranlığım artmıştı.

Aradan seneler geçtikten sonra ben 1986 Yılında Tüpraş’ta işe başladım. 1991-1992 yıllarında tekrar Ahmet ağabey ile irtibat kurdum. Ahmet ağabey ile dostluğumuz devam ederken Yavuz Argıt ağabey ile tanışma bahtiyarlığına eriştim. Kafkas kökenli oluşu o tarihlerde benim ona olan hayranlığımı, ilgimi ikiye katladı diyebilirim. Kendisi Dünyada nesli tükenmekte olan bir halkın (Ubıh) mensubu idi “UBIH” Dünyada çok az kalmış nadirattan bir halktır. 88 yıl Ruslarla savaşmışlardır.  Plevne savaşında 5000 Ubıh’ın şehit olduğunu tarihçiler bildirmiştir.

İzmit; aslında böyle naif, insancıl, çevreci, hayvansever, kitapsever, felsefe, tasavvuf, Vahdeti Vücut, Quantum fiziği gibi disiplinlere bu derece hakim, birçok insani duyguları üzerinde taşıyan nadirattan bir kişiyi yetiştirdiği için bence onur duymalı, gurur duymalı ve sahip çıkmalıdır…

Yavuz Argıt 1934 senesinde İzmit’te dünyaya geldi. Deniz astsubayı olarak eğitim aldı ve 1955-1957 yılları arasında donamada görev yaptı. Askeriyeden ayrıldıktan sonra Deniz Ticaret Filosu’nda B sınıfı çarkçıbaşılığına kadar yükseldi.

1969 yılında Petkim’de işe başladı ve 1980 yılında da emekli oldu. 1982 -1994 yılları arasında açık deniz gemilerinde çarkçıbaşı olarak görev yaptı. Seyahatleri sırasında dünyanın farklı bölgelerindeki bir çok ülkeyi gezme fırsatı buldu.

Denizcilik mesleği, Yavuz Argıt’ın on altı yaşında kendisine hediye edilen bir kitapla uyanan okuma merakını geliştirmesine fırsat tanıdı. Her sefere çıkışında yanına yüzlerce kitap alan Argıt, konu ve tür açısından kitaplar arasında bir ayırım yapmamış, tıptan, arkeolojiye kadar hemen her bilim dalı  onun ilgi sahası içinde yer almıştır. (ISAM Bülteni Yıl 1 sayı 3 mart 2004)

1999 senesinde İSAM (İslam Araştırmaları Merkezi) kütüphanesine 30000 kitabını bağışladı. 1997-1999 yılları arasına da Sefa Sirmen’in ve Sabancı gurubu Yavuz Argıt’ın kütüphanesine talip olmuştu.

Yavuz Argıt kütüphanesi bana göre o yıllarda Kocaeli’ye yakışırdı diye düşünmüştüm….

Bir taraftan bakıldığında okunurluk ve kadir kıymet bilme açısından geri baktığımda İSAM Kütüphanesine kitaplarını bağışlamasının ne kadar isabetli olduğunu görmedim değil aslında.

Kocaeli’de belki nice bir çok değerler var. Bizler onların çoğunu bilemiyoruz., bildiklerimizin de kıymetlerini bilmiyoruz….

İSAM Kütüphanesi Yavuz Argıt koleksiyonu önünde

İSAM Kütüphanesi Yavuz Argıt koleksiyonu önünde

Cahit Büyükkanber, Yavuz Argıt ile birlikte

Cahit Büyükkanber, Yavuz Argıt ile birlikte

Örçün Köyü Sultan Baba türbesi önünde

Örçün Köyü Sultan Baba türbesi önünde

Halıdere Balıklı Baba'da tarihi su yolunu incelerken

Halıdere Balıklı Baba’da tarihi su yolunu incelerken

Halıdere Balıklı Baba'da

Halıdere Balıklı Baba’da

Bir grup arkadaşıyla Ahmet Nezih Galıtekin'in evinde

Bir grup arkadaşıyla Ahmet Nezih Galıtekin’in evinde

İSAM Kütüphanesi Yavuz Argıt koleksiyonu önünde

İSAM Kütüphanesi Yavuz Argıt koleksiyonu önünde

Halıdere Balıklı Baba'da dostlarıyla birlikte

Halıdere Balıklı Baba’da dostlarıyla birlikte

İsrail – PKK; Kanguru ve Yavrusu

Son zamanlarda artan terör olayları ve günbegün verdiğimiz şehitler milletçe canımızı yakar olmuştur. Mevcut İktidarın etnik açılım oyunları cini şişeden çıkarmış ve ‘sıfır terör‘le devralınan ortam günde 6 – 7 şehidin verildiği bir hale dönüşmüştür.

 Devlet yönetmek şirket yönetmeye benzemez. Amerikanvari açılımlarla teröristlerin kahraman gibi karşılanmasına çanak tutar, terörle mücadeleye ömrünü adayları Silivri‘ye kapatırsanız; yani taşları bağlayıp köpekleri serbest bırakırsanız olacağı budur.

Türk Ordusu‘yla ilgili mahrem bilgiler artık işportaya düşmüştür. Terörün Giresun‘da yada Hatay‘da bile askerî birliklerimizi vurabilmesi nasıl mümkün olabilmiştir? Tüm kötülüklerin odağıymış gibi gösterilen ordumuzun savunma kanatları kırılırken neredeydiniz? Bu coğrafyanın en etkin Savaş Gücünü törpülerken hep “komşularla 0 problem” ütopyasında mı gideceğini zannettiniz Ortadoğu‘da işlerin?

İsrail‘in alçakça saldırısını tüm benliğimizle lânetliyoruz. Mavi Marmara gemisinde ve İskenderun‘da verdiğimiz tüm şehitlerimize milletçe sahip çıkıyoruz ve soruyoruz: İsrail‘in her zaman yaptığı manyakça saldırılardan birini yapması ihtimaline karşı onca gemiyi ve sivil insanı korumasız Akdeniz‘de nasıl bir başına bıraktınız? Deniz ve hava kuvvetlerimizde içeriye alınmayan subay kalmadığından mı eskort gemileri verilmedi ve destek uçuşları yapılmadı?

Davos‘ta “One Minute” şovu yapanlar 19 masum insanı kaderine nasıl terk etti? Bu da tedbirsiz kader ve ‘güzel ölüm‘ türünden bir iş midir? Hükümeti derhal ciddiyete ve gerçekleri görmeye davet ediyoruz. İşinizi ya adam gibi yapın ya da bırakın.

Son olarak; dünyayı Emperyalizmin Şer Üçgeni dediğiniz Amerika, İngiltere ve İsrail şiddet üzre yönetiyor. Yalnızca Filistin odaklı İsrail terörünü kınamıyoruz. ABD‘nin Irak ve Pakistan‘daki, İngiltere‘nin de Afganistan‘daki kıyımlarını da aynı ölçüde kınıyoruz. Halkımızı sadece İsrail düşmanlığına yönlendirip asıl ekip başlarını görmezden gelenleri de unutmuyoruz. Bunca olay ve zulümden sonra bu ülkelerin mallarına boykot düşünenlere de “günaydın” diyoruz.

Hayatımızın 24 saati bir duruş ve mücadele çizgisi üzere olmalı, maç-magazin ekseni üzerinde değil. Bize çevrili namluların şarjöründeki mermileri yine bizim paramızla alıyorlar. Uyan Türkiyem!                                       

Şehitlerimiz ve Okullar Kamuflajı

TDAV’nın düzenlediği 16. Türk Dünyası Çocuk Şöleni yine çok  başarılı geçti. Bu şölenden nedense bir türlü haberdar olamayanlar, büyük bir fırsat kaçırdılar. Prof. Dr. Turan Yazgan Hocamızı ve ekibini tebrik ediyoruz.

Kürt ve Ermeni açılımlarının kimleri teşvik ettiği, cesaretlendirdiği görülmeye başlandı. Yöneticilerimiz sayesinde açıldıkça daha çok vurulmaya başladık. Terör daha fazla demokrasi ve taviz ile önlenemez.

Terör örgütünü eğiten İsrail ve İsrailli subaylar, yine işbaşındaydı. Filistinlilere yardım götüren Türk gemisine milletlerarası sularda saldırdılar ve elleri yine kana bulandı. İsrail’in terörist bir devlet olduğu, milletlerarası hukuku tanımadığı ama milletlerarası zeminde korunduğu ve kollandığı bilinmektedir. Buna rağmen; gemi saldırıya uğramayacakmış gibi plânlar yapanlar, saldırı ihtimalini göz ardı ederek alternatifini düşünmemişlerdir. Rusya ve İran’la ilişkilerin geliştirilmesi, ABD’nin Ortadoğu şubesi olan İsrail karşıtı politikalar bir jeopolitik eksen kaymasına işaret ediyordu. Davos’ta Sayın Başbakanın “One minute” çıkışı ile askeri tatbikatların ve ilişkilerin dondurulduğunu zannetmiştik. Oysa, biri iptal edilen askeri tatbikattan başka iki ayrı tatbikat daha varmış. İsrail’in OECD üyeliği ve diğer alanlarda sesini çıkartmayan Türkiye, yine geçici bir tepki gösterdi. Çelişkilerden kurtulmadıkça ne istikrar buluruz; ne de kendimize saygılı olunmasını sağlayabiliriz. Bir taraftan bölge ülkeleri ile yakınlaşan Türkiye; diğer taraftan Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgeye demokrasi getireceğini zanneden ve bunun asbaşkanlığına soyunmuş bir Türkiye… Bu anlaşılabilir bir şey değildir.

Filistinli dindaşlarımızı her zeminde koruyup kolluyoruz. Yardımlar yapıyoruz. Bütün bunlara rağmen; onların Güney Kıbrıs Rum Kesiminin kuyruğunda neden dolaştıklarını anlamakta da zorlanıyoruz. Bazıları gemi saldırıya uğramasaydı; kendilerine sözde dayatıldığını iddia ettikleri Türk kimliğinin de farkına varamayacaklardı. Yine farklılıklara dayalı bir taassubu sürdüreceklerdi. İslâmi görüntü altındaki bu grubun toplantılarında ay-yıldızlı bayrağımızın bulunmamasına dikkat edildiği de bir gerçektir. Irkçı bölücü teröre verdiğimiz şehitler konusunda gerekli tepkiyi göstermeyenlerin, bu olay karşısındaki hassasiyetleri dikkat çekicidir. Müslümanın vatanı, devleti ve milliyeti olur.

Korsan devlet İsrail’e karşı devlet zaafı sergiledik. Sözde kriz masası kurduk; ama saatlerce konan haber ambargosunu kıramadık. Zayiat ve yaralılar hakkında bilgi dahi alamadık. Bütün bunlara rağmen; bayrak yakma çirkinliğinden uzaklaşalım. Bu, klâsik bir Ortadoğu tedhişçiliğidir ve bize yakışmaz.

Gemiye saldırılacağı belliydi. Amaç; İsrail’le Türkiye’nin arasını daha fazla açmak, ileride çekilecek ABD gücünün bölgedeki kontrolünü İsrail’e vermek ve İsrail’i bölgesel güç yapmaktır. Biz istediğimiz kadar küresel ve bölgesel güç olduk diyelim. Bu saldırıyla maksat; terör örgütüne İsrail desteğini daha meşru, açık hale getirebilmektir.

Mavi Marmara’ya saldırı olduğu gün, İskenderun’da hain ve kahpeçe bir saldırı sonucu 6 askerimiz şehit düştü. Daha doğrusu ölümsüzleştiler. Hepsini rahmetle anıyor, Türk Milletinin  başı sağ olsun diyoruz.

Siyasi iktidarlar İslâmi görünüm altındaki bazı dernek ve vakıfların arkasındaki yabancı istihbarat örgütlerini iyi takip etmekle yükümlüdürler. Soğuk Harp döneminde Sovyetler Birliği’ne ve komünist yayılmacılığa karşı “Yeşil Kuşak” hareketi içinde kullanılan fert ve kuruluşlar; şimdi saptırılmamış İslâm’a karşı ABD tarafından kullanılıyor. Komünizm hedefinin yerini İslâm aldı. İslâm’ı tanınmaz hale getirmede ve Müslümanı devşirmede İslâmi söylemli kuruluşlar kullanılıyor. Bunun son örneklerinden birisi de; Mardin Artuklu Üniversitesi’nde düzenlenen cihat fetvalarının değiştirilmesiyle ilgili toplantıdır. Abant toplantıları da Devleti ele geçirme ve rövanş almada, Batının tezlerini kabul ettirmede kullanılan bir başka araçtır. Malum cemaatin Türkçe’nin seçimlik ders olduğu okullar kamuflajına aldanarak değerlendirme yapma cehaletinden kurtulalım.                

Mavi Marmara

0

İsrail katlediyor,

Dünya seyrediyor.

İsrail katletmesini iyi biliyor.

Dünyada seyretmesini biliyor.

Çok kızgınım.

Çok üzgünüm..

Haberleri bile seyretmeye içim dayanmıyor.

Öfke ve kızgınlıktan başka elimizden bir şey gelmiyor .

Birde mazlumlar için dua,

Allah (cc) başta Siyonistler olmak üzere bütün zalimlere lanet etsin..

İlk defe bir vahşete karşı her dinden insanlığın vicdanları birleşiyor.

Tıpkı Ebu Talip’deki gibi..

Bu boykot gayri Müslimlerinde vicdanını kanatıyor.

Ambargo delinmeye çalışılıyor.

Mekke müşrikleri bile bu kadar vahşi ve gaddar değillerdi..

Uluslar arası sularda,

Yardım gemilerinde, savunmasız insanların üzerlerine kurşunlar yağdırılıyordu.

Sahi biz Aden körfezine niçin gemileri gönderdik..

Somalili korsanların yaptığı,

Siyonistlerin yaptıklarından daha mı vahşice idi?

Nazileri soykırımcı derlerdi.

İsrail’in yaptığının Nazilerden ne farkı var?

Ben sizi savaşla bitiremiyorum.

Ambargo sayesinde hepiniz açlıktan öleceksiniz

Naziler bile öldürürken bu kadar acı çektirmemişlerdi

Artık van minitin içerisinin doldurulması zamanı gelmiştir.

Bu durum askeri tatbikatları iptal etmekle olmaz

Bu tatbikatlar daha önce iptal edilmemişmiydi?

Büyükelçiyi ve futbol takımını geri çağırmakla geçiştirilemez

Mavi Marmara’nın özellikle seçilmesi tesadüfî değildir

Başbakanımızın dış gezisini yarıda keserek dönmesi hassasiyetinin göstergesidir

Yapması gerekeni yaptı…

Ama yapması gereken başka işler daha var…

1 – İsrail Büyükelçisini ve başkonsolosluğunu sınır dışı etmek.

2 – Derhal askeri ve sivil tüm anlaşmaları fesh etmek

3 – Hava, kara ve deniz trafiğini İsrail’e kapamak

4 – A.B.D ile olan stratejik işbirliğini gözden geçirmek

Böyle dostluk olmaz.

Dostlarda böyle olmaz…

Bunlar yapılırsa van minitin içeriside doldurulmuş olur.

Dost ile düşmanın ayırt edilmesi zamanı gelmiştir.

Dost bildiklerimizden birisi başımıza çuval geçiriyor,

Diğeri vatandaşlarımızın üzerine kurşun yağdırıyor.

Devlet Enver Talat zihniyetiyle değil,

Abdülhamit basiretiyle yönetilir..

Evet, Siyonistler bu gemilerde insanlığa, adalete, merhamete,

Kurşun sıkmışlardır.

Unutmadan Yunanistan’ı tebrik ediyorum.

Yapılacak tatbikatı değil, 

Yapılmakta olan tatbikatı feshetti..

Gemilere yapılan baskınla,

İskenderun’daki askeri birliğe yapılan baskının aynı zamana gelmesi de,

Kesinlikle tesadüfî olamaz.

Olay her ne kadar uluslar arası olsa da, işin ağırlığı Türkiye’nin üzerindedir.

Hükümetimizden ve başbakanımızdan İsrail’e karşı,

Ciddi yaptırımlar bekliyor ve temenni ediyoruz.

Biz ülke olarak dik durabilirse, İsrail geri adım atacak.

 İnsanlık cesaretlenecektir.

Aksi mazlumlar için hüsran olur.

Dualarımız mazlumlar içindir.

Allah(cc)’ın laneti zalimler üzerine olsun…

34 Oldu

Aydınlar Ocağı Dernekleri 34. Şurası münasebetiyle 29-30 Mayıs’ta Malatya’daydık. Her Şurada olduğu gibi Kocaelililer olarak büyük bir katılımcı ordusu ile Malatya’ya çıkarma yaptık.  Ülke gündemindeki önemli konularda sunumlar dinlemenin yanında gezmek, görmek ve Malatya mutfağının özgün örnekleri keşfetmek için de iyi bir fırsat oldu.

Malatya Şurası vesilesiyle yazılmış ama “Kocaeli Aydınlar Ocağı için Şura hangi anlamları taşır, nasıl bir süreç izlenir” gibi merak edilen bazı sorulara da cevap olması muhtemel bir yazı okuyorsunuz şu anda.  

Kocaeli Aydınlar Ocağı’mızın Genel Sekreteri Hasan Uzunhasanoğlu’nun marifetiyle bizim uçak biletlerimiz aylar öncesinden alındı.

Ne  yeyip ne içeceğimiz hususunda fizibilite çalışması yapılmıştı zaten. Başkan Vekilimiz Selçuk Arslan işi şansa bırakmadı, bizzat gidip yerinde inceledi, sonra kararını verdi.

Hangi mekânda vakit geçirilecek ve hangi tür müzik dinlenecek gibi mevzularda Denetim Kurulu Başkanımız Mustafa Toka ehildir. Denetim Kurulu Başkanı olması münasebetiyle de çok fazla itiraz edilmez.

Yapmayı planladığımız şeylerin hepsini yapabilmek için iki buçuk gün çok da yeterli değil aslında. O yüzden adil bir iş planı çerçevesinde Kocaeli ekibi iki gruba ayrılır. Cumartesi günü çoğunlukla erkeklerden oluşan bir grup sunumları izler, hazırlıklarını sunar, ülkemizin gündemini meşgul eden önemli konularda istişareler yaparlar. Çoğunlukla hanımlardan oluşan ikinci grup da şehrin gezilmesi gereken önemli yerlerini gezerler, alışverişler yaparlar. Bu bahsettiğim ikinci gruba Denetim Kurulu Başkanımız Mustafa Toka başkanlık eder. Bu amaçla önceden Malatya Aydınlar Ocağı ile irtibata geçildi, Cumartesi programımızın da ön çalışması yapıldı.

Her Şura öncesi, bir önceki Şurayı takip eden altı ayda yaptığımız etkinlikleri, bu etkinliklerin medyadaki yansımaları ve yazarlarımızın yazdığı yazılardan seçilmiş örnekleri içeren bir kitap hazırlıyoruz. Bu kitabı Şura’da diğer Ocakların temsilcilerine ve arzu edenlere veriyoruz.

Yıllardır bu kitapları Başkanımız Ahsen Okyar,  sınırlı imkânlara ve sınırlı zamana rağmen aksatmadan hazırlıyor. Şimdi bir geriye dönüş yapıp sloganı hatırlayalım. “Gönüllü, istikrarlı, kültür….”.  İstikrar kelimesinin oraya hoş seda olsun diye yazılmadığını anlıyoruz. Saygıyla eğiliyoruz.  

Son iki Şuranın kitaplarını Quark Xpress programında Eğitimci Emrah Porgalı ile birlikte diziyoruz. Daha afilli bir şeyler yapma isteğimizin bir tezahürü. Kendime pay çıkarmaya çalıştım ama aslında Emrah diziyor, ben asistanlık yapıyorum.  Görsellik namına ne varsa Eğitimci Göksu Özen çiziyor. Photoshop kullanıyor bu işler için. Galiba web işleri için bundan sonra Adobe Fireworks kullanacakmış, biz öyle duyduk. Hatta Emrah da artık Adobe inDesign diyordu. Bir Adobe modasıdır gidiyor. Kitap en geç 25 Nisan’da biter diyorduk ama ancak 26 Nisan öğle saatlerinde baskıya verdik.

28 Nisan’da Göksu ile birlikte Ankara’da olmamız icap ettiği için biz Malatya’ya Kocaeli kafilesi ile birlikte gidemedik. 28 Nisan akşamı Ankara’dan Malatya Zafer Turizm ile yola çıktı. Yaklaşık 10 saat süren bir yolcuğunu sonunda Şura’nın gerçekleşeceği Anemon Otel’e vardık. Alelacele kahvaltımızı yaptıktan sonra Göksu kendi grubuna katılıp Malatya’yı keşfetmek üzere otobüse geçti, ben de Şurayı takip edecek gruba katılıp toplantı salonuna geçtim.

Şura çok yararlı oldu. Bazen tekrarlar da oluyor ama sıra dışı güzellikte sunumlar da yapılıyor. Mesela www.kocaeliaydinlarocagi.org.tr sitemizin de yazarı olan Prof. Dr. Hacı Duran, çok güzel bir sunum yaptı. Daha önce yazısında da okuduğumuz Mardin Fetvası konusundaki çalışmasını daha açıklayıcı ve interaktif olarak dinleme imkânı buldum.  Şura konusunda yazı yazmaya niyetli olanlar vardır, onlara da malzeme kalsın diye düşünüyorum. Bu amaçla Şuranın içeriğinden daha fazla bahsetmeyeceğim.  Zaten sonuç bildirisinde özetleri var.

Aydınlar Ocağı Şuralarında gelenekselleşen bir güzellik de Kocaeli Aydınlar Ocağı’nın hediyeleridir. Sadece faaliyet kitabımız değil, başka hediyelerimiz de olur. Bizim bu geleneğimizi bilen ve Şuraların müdavimi olan dostlarımız dört gözle bizi beklerler, acaba bu Şurada nasıl bir hediye verecekler diye merak ederler. Bu sefer hanımlara Kocaeli Aydınlar Ocağı logolu tava, beylere de stres bardağı hediye ettik. Pişmaniye hediye ettiğimiz dostlarımız da oldu.

Cuma akşamı biz yoldayken yapılan açılış programına Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik de katılmış.

Geçen yıl asker öğretmen olarak vatani görevimi Gaziantep’in Nizip ilçesinde yaptım. Nizip’te de Ocağımız var. Nizip Aydınlar Ocağımızın Başkanı Dnt. Zeydan Çıkın ve eşleri ile de hasret giderdik. Bu vesile ile hanımlar da birbirlerini tanımış oldular. Zeydan Bey, geçenlerde emekli olup Mersin’e taşınmıştı. Ahsen Bey ona “Mersin’in Nizip Mahallesi’nden” diye latife yaptı. Biz de çok tuttuk bu yakıştırmayı.

Manisa Aydınlar Ocağı’mızın Başkanı Dnt. Mehmet Dilşen de Şurada görmeyi arzu ettiğim dostların başında geliyor. Bu sevgi, her Şurada bizim için özel olarak getirdiği mesir macunundan kaynaklanmıyor. Dostluğundan ve muhabbetinden ayrıca keyif alıyoruz.  Yanlış anlaşılmasın 🙂

Marmara Üniversitesi Öğretim üyelerinden Prof. Dr. Yümni Sezen Hoca Divan Başkanı oldu. Onunla da tanışmış olduk, birlikte resim çekilme fırsatı bile buldum.  Yümni Hoca’yı kitaplarından dolayı biliyordum ama görmek nasip olmamıştı.

Cumartesi akşamı, önceden planladığımız şekilde otelden ayrıldık ve Beşkonaklar adlı mekânda Malatya mutfağının çok çeşitli lezzetlerini test ettik. Analıkızlı, kiraz yaprağı dolması başta olmak üzere pek çok bulgur ağırlıklı yemek yedik. Beşkonaklar mekân olarak da çok hoş bir yer. Prof. Dr. Mehmet Karagöz Hoca, Malatya’nın geleneklerini, konaklar yapılırken nelere dikkat edildiğini, yemeklerin hangi ince düşünce ile servis edildiğini bir bir anlattı. Bol bol da alkış aldı. Hocamın eşi de, aralarda Hocamın unuttuğu detayları bize izah etti. Rahatsızlığı olmasına rağmen bizi bir an bile yalnız bırakmadı.

Pazar sabahı sonuç bildirisi okundu. Basın açıklaması yapıldı. Öğle yemeğinde yine güzel bir mekânda tekrar toplandık. Yemeğe Malatya İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Cemil Çelik de iştirak etti. Kocaeli Aydınlar Ocağı’nı Aydınlar Ocakları içerisinde çok ayrı bir yeri olduğunu düşünüyormuş. Bu düşüncesini değişik örneklerle izah etti. Başka güzel şeyler de söyledi. Bu şekilde bir rektör tarafından methedilmekten dolayı çok mutlu olduk.

Pazar gecesinden check-in işlemlerimiz yine Hasan Uzunhasanoğlu tarafından yapıldığı için havaalanında da çok rahat ettik. Uçakla Sabiha Gökçen havaalanına indikten sonra Başkan Vekilimiz Selçuk Arslan’ın organize ettiği otobüsle yine toplu halde, güle oynaya evlerimize döndük. İzmit’e kadar Sakarya Aydınlar Ocağı Başkanı Yrd. Doç. Dr. Mustafa Kemal Cerrahoğlu ve Yrd. Doç. Dr. Emin Sezer Hocalar da bizimle birlikte geldiler. Bizimle seyahat etmekten dolayı çok keyif aldıklarını söylemişler.  Yetmemiş ertesi gün telefon edip Ahsen Bey’e bunu bir daha söylemişler.

Şura boyunca canla başla çalışarak bizleri mutlu etmeye çalışan Malatyalı Hocalarımızı burada zikredip teşekkür etmek istiyorum. İnönü Ü. Rektörlük Danışmanı Prof. Dr. Mehmet Karagöz ve ailesi, Malatya Aydınlar Ocağı Başkanı Prof. Dr. Abdullah Korkmaz, İnönü Ü. Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyeleri Doç. Dr. Hüsniye Canbay Tatar ve Doç. Dr. Taner Tatar ile Doç. Dr. Yaşar Kaya. Fotoğraf çektirirken Başkanımıza değen Yaşar Hocam bir hafta sonra doçent oldu. Hayırlı olmasını diliyorum.

Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş Hoca, bir sivil toplum örgütünü başarıya götürecek prensipleri 4D olarak tespit ettiğini söylemişti. Dinamizm, Devamlılık, Disiplin, Düşüncede derinlik. Hoca; Kocaeli Aydınlar Ocağı üyelerinin; dinlenmeyi, gezmeyi, ziyaretleri ve kendilerine zaman ayırmayı da ihmal etmediklerini vurgulayarak bu prensiplere 1 madde daha ilave ettiğini söyledi.  5D Prensibi oldu.

  1. Dinamizm
  2. Devamlılık
  3. Disiplin
  4. Düşüncede derinlik
  5. Dinlenmek 🙂

Aydınlar Ocağı Dernekleri 34. Şurasının memleketimiz için hayırlara vesile olmasını dilerim. Güzel bir Şura oldu. Aynı zamanda dinlendik de…

“Kağıttan Dünyalar Keşfedildi” mi?

0

“Kağıttan Dünyaların Keşfi” tamlaması, bana ait değil. Bu tamlamayı, iki yıldır Kitap Fuarı düzenleyen Kocaeli Büyükşehir Belediyesi kullanıyor. Balığa “derya kuzusu” denmesi gibi, bu da güzel bir dolaylama. “Dünya, kağıt ve keşif” mükemmel bir çağrışım oluşturuyor. Keşfedilmesi gereken bir dünya ve kağıda sıkıştırılmış bir dünya.

Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Kitap Fuarı’nın bu yıl ikincisini düzenledi. Edindiğim bilgiye göre 210 bin kişi Fuar’ı ziyaret etmiş. Kitaplara dokunmuş, kitap almış, kitap sahiplerini dinlemiş, onlarla konuşmuş. Büyük bir kültürel hareketlilik bu. Kitaba yakın olmak; bilgiye, sanata, sevgiye, paylaşmaya kapı açmak demek. Bizi insan yapan değerlere selam durmak demek.

Bu yılki organizasyon daha düzenli, daha hareketli, daha katılımlı idi. Fuar, sekiz gün sürdü; iki hafta öncesinden konuşulmaya başlandı. Aradan bir hafta geçti, hala konuşuluyor. Kişiler birbirlerine kitap hediye ettiler, aldıkları kitapları gösterdiler, takas yaptılar. Fuar’a halkın ilgisini çekmek için yapılan tanıtım çalışmaları da ilginçti. Kentin muhtelif yerlerine asılan “Shakspeare Kocaeli’ne Geliyor, Necip Fazıl Kocaeli’ne Geliyor.”  cümleleri dikkat kesilmeleri oluşturdu Kocaelililerde. Çoğunun rahmetli olduğunu düşünmeyenler, sözü edilen sanatçıları göreceklerini sandılar hep. Öyle ya, mecaz sanatını herkes bilmek zorunda değil. Düşünmemize ve tebessüm etmemize yol açan böyle bir reklam çalışmasını yapan kişi ve kişileri tebrik ediyorum. Buluş güzel, uygulama da güzeldi.

Her organizasyon bir ekip işidir. Ali Yeşildal’ın kurduğu ekip, güzel iş çıkarmış. Açılışta getirdikleri konuklar da ilgiyi artırdı. Hemen her kesimden yayınevi ve yazar davet edilmiş Fuar’a. Her ziyaretçinin kendine özgü bir şeyler bulabildiğini sanıyorum burada. İmza günlerinin ve sanatçı konuşmalarının ilgi uyandırdığını gözledim. Bu konuşmaların, göle atılan bir taşın dalgalarının yayılması gibi, kentimizde entelektüel bir hareketlilik oluşturacağını sanıyorum.

2. Kitap Fuarı’na daha çok dışarıdan yayınevlerinin katıldığını fark ettim. Halbuki, kültürel etkinlik bakımından İstanbul, Ankara kadar zengin olmasa da, Kocaeli’nde de birtakım basım ve yayın faaliyetleri mevcuttur. Bir kültür merkezi olan, üniversite’nin, dershanelerin, okulların, ajansların Fuar alanında yer alması beklenirdi. Bu kurumlar ya davet edilmedi ya da bizim bilmediğimiz başka bir durum söz konusu. Unutmamak gerek, mükemmele, kusurların giderilmesiyle ulaşılır.

“Kitapsız yaşamak; kör, sağır, dilsiz yaşamaktır.” der bir bilge. Körleşen gözlerimiz, sağırlaşan kulaklarımız Fuar nedeniyle bir kez daha işlevsel hale geldi. Aldığımız kitaplarla, batmayan gemilere bindik, bitmeyen seyahatlere çıktık, ufkumuzu genişlettik, aklımızı keşfettik. Vücut için beden eğitimi ne ise, okumanın beyin için o kadar gerekli olduğunu anladık. Bedenlerin ölümlü, fikirlerin kitaplarla ölümsüz olduğunu bizzat müşahede ettik. Geldiğimiz uygarlık noktasına kadar nice terin, gözyaşının, kanın döküldüğünü gördük. Bu fuar vesilesiyle “Mümkün olsaydı, her karış toprağa, buğday eker gibi kitap ekerdim.” diyen Horace Mann’i, “Kitap, dersini her zaman tekrarlayan hazır bir öğretmendir.” diyen M.Proust’u,  ” Dünyada en gerçek ve en sadık dostumuz kitaptır.” diyen Prof. Dr. Süheyl Ünver’i, “Elime biraz para geçerse kitap alırım. Eğer birkaç kuruş artarsa onunla da yiyecek ve giyecek alırım.” diyen Emerson’ı,  “Kitaplarım, bana yetecek kadar büyük bir krallıktır.” diyen Shakspeare’i  “Okuma hevesimi dünyanın bütün hazinelerine değişmem.” diyen Gibbon’ı , ” İyi seçilmiş kitapları okumak, geçmiş yüzyılların seçkin zekalarıyla önceden düzenlenmiş bir konuşmaya katılmak gibidir.” diyen Descartes’ı “Yabani uluslar dışında her ülke kitaplar tarafından yönetilir.” diyen Voltaire’i daha iyi anladık, onların kağıda sıkıştırılmış geniş dünyalarını keşfettik. Onlar bizim konuğumuz oldu, biz onların konuğu olduk.  

Yaşamak, keşfetmektir. Okumak, bu keşfi hızlandırıyor, kolaylaştırıyor. Bir şeyler keşfederek insan olmanın ayrıcalığını, onurunu duymak isteyenler kitap alır ve okur.