12.7 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1195

İki Devlet Milletim Bir

Allahımız dinimiz bir,
İman ettik, sözümüz bir,
Hak yolunda izimiz bir,
Okumamız yazımız bir..

Peygamberim Kur’an’ım bir,
Kabemiz bir, kıblemiz bir,
Azerbaycan, Türkiyem bir,
İki devlet milletim bir..

Canımız bir, kanımız bir,
Anamız bir, bacımız bir,
Hamurumuz, özümüz bir,
Altaylarda gezimiz bir..

Derdimiz bir, tasamız bir,
Acımız bir, yasımız bir,
Baharımız, kışımız bir,
Yemeğimiz aşımız bir..

Hayalimiz düşümüz bir,
Hak yolunda işimiz bir,
Gözümüz bir, kaşımız bir,
Nakışımız süsümüz bir..

Düşünceler fikirler bir,
Rabbe olan zikirler bir,
Dudaklarda şükürler bir,
Dua,  dua aminler bir..

Oyunumuz türkümüz bir,
Vatan için ülkümüz bir,
Yiğitlikte ilkemiz bir,
Özümüzle sözümüz bir..

Bayrağımız ayımız bir,
Al renginde kanımız bir,
Vatan için canımız bir,
Karabağ’lar anamız bir..           

Şehidimiz gazimiz bir,
Ata yurttan göçümüz bir,
Düşmanımız öcümüz bir,
Varlığımız hiçimiz bir..

Ölümümüz dirimiz bir,
Renk renk açan gülümüz bir,
Arımız bir balımız bir,
Gözden akan selimiz bir..

İbrahim’im İsmail bir,
Kurban O’na canımız bir,
Şehit olan kanımız bir,
Hikayemiz anımız bir..

Evlilik Mucizesi

Geçen haftaki yazımda Türkiye’de “evlenmelerin azaldığını, buna karşılık boşanmaların artmakta olduğunu” gösteren istatistik rakamları yorumlamaya başlamıştım. Niyetim bu rakamları farklı boyutlardan incelemeye devam etmekti. Bugün içimden konuyu sadece duygusal çerçeveden ele almak geliyor.

22 Haziranda İstanbul’da askeri bir araca bombalı suikast sonucu şehit olan Uzman Çavuş Mehmet Çağlar Bölük‘ün, yaralı olarak (Kardelen Elif olarak tanıdığımız) eşini aradığı, ancak konuşamadan son nefesini verdiğini haberlerden takip etmişsinizdir. Başka şehit haberlerinde de son nefesini vermek üzere olanların evli ise eşini, evli değilse ana babasını aramış olması dikkatimi çekmişti.

Genetik olarak farklı yaratılmış, sosyal ortam ve kültürel açıdan da farklı ortamlarda yetişmiş olan bir çiftin nasıl olup ta böylesine ruh bütünlüğüne dönüşebildiğinin izahı kolay olmasa gerek. En yalansız, en riyasız bir son anda, eşini arama ihtiyacını “ruh ikizi olmak” tanımı bile karşılamakta yetersiz kalır. “Ruh bütünlüğü” kavramı belki daha açıklayıcı olur.  Çevremdeki mutlu evliliklerde gözleme imkânı bulduğum bu ruh birleşmelerinin örneklerini, siz de kendinizde veya çevrenizde müşahede etmişsinizdir.

Özellikle erkeklerin, ister sıradan insan olsun, ister devlet başkanı veya hatta peygamber olsun, eşlerinin dizinde dinlendiği, ortak duyguyu hissettiren söz, bakış veya dokunuş ile huzura kavuştukları, eşinin gözlerinin içindeki sevgi ve şefkate bir çocuk kadar ihtiyaç duyduğunu biliyoruz. Kaynaklar, “Peygamber Efendimizin de vefat etmeden az önce eşi Hz. Ayşe’nin dizine uzandığını ve mübarek başını Hz. Ayşe’nin çenesi ile göğsü arasına yasladığını” bildiriyor.

Kadınların da başını eşinin omzuna koyduğunda, en huzurlu ve kendini en güvende hissettiği anlar olduğunu sanıyorum. Ortak bir hayatı severek paylaşmanın sağladığı ruh dinginliğinin bir dışa yansımasıdır bu hal.

Bu mucizevî duyguların evlilik dışı ilişkilerde sağlanabildiği örnekler varsa da ben bilmiyorum. Bu bakımdan “evlilikte keramet vardır” sözünü ben bu kapsamda değerlendiriyorum.

Bütün bu vakıaları birkaç gün önce (8 Temmuz Perşembe günü) yaşadığım trafik kazası sonucu kendi davranışlarımı değerlendirmemden sonra hatırlıyorum. Yan yatmış arabamın üstteki kapısından beni çekip çıkardıklarında, başım yüzüm kanlar içindeyken aklıma gelen ilk şey, sevgili eşimi telefonla aramak oldu. Kötüleşirsem son olarak O’nun sesini duyma ihtiyacından mı; kazayı başkasından duymasını ve daha kötü ihtimalleri düşünerek üzülmesini istemediğimden mi; o anda yanımda olmasını istediğimden mi bilemiyorum. Hastane acil servisinde sedyedeyken yetişip, yanımda olmasının bana verdiği iç huzur ve moral güç inanılmazdı.

Allah’ın bana verdiği bu büyük lütuf karşısında şükürler ettim. Ve de geçen haftaki yazımda sözünü ettiğim “evlilik müessesesine inanmadığı için evlenmeyenler” ile “birbirine güvenmedikleri için resmi nikâhsız yaşayanlardan” olmadığıma.

Olaydan sonra eşim, oğlum ve kızımın gözlerinden okuduğum duyguları bana yaşatan Yaratıcımıza şükran duygularımı ifade etmekten acizim.

Yaşadığım bu olaydan sonra kardeşlerimin her zamanki candan sevgileriyle uzaklardan koşup gelmeleri kan bağıyla izah edilebilir. Fakat onların eşlerinin de öz kardeş gibi aynı gönülden sevgi içinde beraber gelmeleri de, yine mutlu evliliklerin yarattığı sevgiyle büyüyen büyük aile ortamının eseriydi. Kardeşler, kardeş eşleri ve çocuklarının (ve onların eşlerinin de) dâhil olmasıyla oluşan büyük aile ortamının muhteşem sinerjisi de, evli olmayanların anlayabileceği bir vakıa değil.

NOT: Bu vesileyle yaşadığım kaza sonrası yakın alaka ve özenli tedavilerinden dolayı Kocaeli Devlet Hastanesi Başhekimi Op. Dr. Şenol Ergüney’e, Acil Servis, Görüntüleme, Laboratuar, Ortopedi, Göğüs Cerrahisi ve Nöroşirürji bölümü hekim ve yardımcı personeline teşekkürlerimi sunuyorum.

Hastane sürecinde ve sonrasında ziyaret ve telefon aramasıyla bana güç ve moral veren bütün akraba, dost ve arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler… İyi ki varsınız.

Kocaeli Aydınlar Ocağı Başkanı Ahsen Okyar Kardeşimin telefon mesajı ile olayı duyan Kocaeli Aydınlar Ocağı mensupları ve Adıyaman, Elazığ, Manisa, Malatya, M.Kemalpaşa’dan Aydınlar Ocaklı dostların araması, Ocağımızın büyük bir aile olmaya başladığının güzel bir işaretiydi. Bütün Aydınlar Ocakları mensubu kardeşlerime selam ve saygılar…

Ah! oğul

Etle tırnak arası, yaraya tuz nasılsa,
Kefenine gül düşer, yüreğime köz oğul.
Yavuklunun rüyası, ciğerime basılsa,
Gül yüzüne yaş dökmem, yeminim var söz oğul.

Mamur olaydı toprak oğul ekin vereydi.
Soframızdaki bolluk, bilmem hangi seneydi.
Kül düştü kucağıma, keşke anan öleydi.
Safına el tuttular, insaf eyle çöz oğul.

Vuslatına mı erdin, nur saçılmış çehrene,
Vasiyetin bilmedik, rüyanda de annene,
Beyim eğer devletsen, bu kırana çare ne,
Bal olmaz kör kovanda, her gün verse yüz oğul!

Muradımız olaydı, boy boy torun verseydi.
Hanemiz şen olsaydı, başım göğe erseydi.
Cümle âlem bir olup, akan kanı yerseydi.
Dağlanan ciğerimdir, can verense öz oğul.

En Son Adım “Büyük Kürdistan”

PKK eylemleri yoğunluğunu arttıkça, sorumlu sorumsuz herkeste bir çözüm önerme merakı başladı.

Bunların içinde Abdullah Öcalan ile görüşmek, O’nu muhatap almak gerek diyen Nazlı Ilıcak gibi aklı evveller olduğu gibi, PKK ile oturup çözüm konusunda görüşme yapmakta beis görmeyenler de var. 

Konuşacağımız şeyler ne peki?

Bu kadar süredir takip ediyorum, okuyorum, dinliyorum, yazıyorum ama PKK ile ne konuşulacak veya Öcalan muhatap alınıp hangi konuda anlaşma yapılacak ben bilemedim.

Birileri ise “tek çözüm açılıma devam etmek” diyor başka bir şey demiyor.

Başbakan gibi.

Hükümet Üyeleri gibi.

AKP’li yöneticiler gibi.

Şu ana dek yapılanlar açılımsa, bundan sonrakiler ne?

Kürtçe televizyon, Kürtçe dil eğitimi bu açılımdan önce başladı.

Ne değişti terörün durması açısından?

Arttı sadece.

Hepsi o.

Bir de “demokratikleşme süreci”nden bahsedenler var.

“Nedir bu demokratikleşme süreci” dediğinizde, anlatılanların hiçbiri, terörün durmasına çare olacak gibi görünmüyor.

Aslında herkesin de bildiği ama bilmiyormuş gibi davrandığı bir şey var.

Dillendirmek birileri için tabu, bir diğer taraf için de şimdilik konuşulması erken hedef bu.

Ne kadar “demokratik ve kültürel haklar” adı altında talep edilen noktalarda taviz verirseniz verin, gerek PKK yı gerekse Meclisteki temsilcisi DTP’yi tatmin etmeniz mümkün olmayacaktır.

İstenilen şey bellidir.

Önce “Özerklik” ardından Kuzey Irak’ı ve İran’ın bir kısmını da içine alan “Büyük Kürdistan”.

Bana kim aksini anlatmaya çalışırsa çalışsın, sadece son adımı söylemeye henüz cesaret edemiyor diye düşünürüm.

Hükümet’in önce “oy avcılığı” diye çıktığı yolda, PKK ve DTP, bu zafiyeti iyi kullanarak ciddi bir yol almıştır.

Herkes bunu kabul etsin.

Taviz istemenin diğer yolu olan terörün tırmandırılması kartını da masada tutarak, AKP gitmeden, bir an önce bu hedefe varmanın planları yapılıyor.

Ya bu vatanın birliğinden yana olanlara, toprak bütünlüğü konusunda hassasiyeti olanlara ne tavsiye ediliyor bu arada.

İtidal.

Sadece itidal.

Yani birileri bu vatanın topraklarını bölme noktasında her geçen gün biraz daha yol alırken, diğerleri seyredecek.

Bu kadar geniş mideli olmamızı kimse beklemesin bizden.

Yok öyle iki tane zırtapoz istedi diye, bu vatanın elden gidişine seyirci kalmak.

Ne Özerk bölge, ne Federasyon.

Herkes bu bayrağın altında adam gibi yaşayacak. Yaşamak istemeyenler de alıp başını istediği cehenneme gidebilir.

Ben vergi veriyorum. Dünyanın en büyük ordusu için Genel Bütçe’den eğitimden bile fazla pay verilmesine karşın, sesiz kalıyorum bu toprakların savunması için.

Ordu da gereğini yapacak.

Günümüzde bu tip ayrılıkçı terör örgütlerine, onların destekçilerine, temsilcilerine, para kaynaklarına nasıl bir müdahale ediliyorsa, Türk Ordusu da aynı şekilde müdahale edecek.

Devleti korumak ve kollamakla yükümlü silahlı silahsız tüm birimler vazifelerinin gereğini yapacaklar.

“Efendim bizi Ergenekon’da yargılıyorlar sonra bahanesinin arkasına sığınmaya hakkı yok kimsenin.

Vazifelerinin gereğini yapmazlarsa, yarın vatana ihanet ten yargılanmaları mukaddemdir.

Bu işi gölgelemek adına saçma bahaneler sürenlere karşı uyanmanın zamanı geldi.

Yugoslavya böyle parçalandı.

Hırvatistan’da Hırvatça haber dinlemek istiyoruz diye başladılar.

Bir İzmit Beyefendisi (4)

Kitabın aşkıyla hayatını kitaba çeviren adam…”

öne çıkmak gayretiyle hareket etmemek, kırmamak, kırılmamak, fikrini ehline açıklamak; süt çocuğuna et vermemek”  “Ne huzurum kaçsın, ne huzurunu bozayım kimsenin.” Hayat felsefesinden bazıları………

Yavuz ağabey’i yaz yaz bitmez aslında. Ben bu yazımda da bir çok dergide ve gazetede çıkmış yazılarından birkaç tanesini daha bu yazıma koyup en azından KAO sitesinde kalıcı olmasını sağlamak üzere bir düşüncemi gerçekleştirmiş olacağım. İlave yazılarım, onun daha yakın dostlarından alıntılar. Benim bizzat kendisi ile yaşadığım olayları içeren bir yazı olacak..

Yavuz ağabeye bir çok isim yakıştırmışlardır. “Kitap Kurdu”, “Kitap Hastası”, “Ayaklı kütüphane”, ve benzerleri..

Ahmet Çapku 14.10.2008 imzası ile 27.10.2008 tarihinde yayımlanan “Bir Kitap Sevdalısı Yavuz Argıt ” başlıklı bir rapörtajı ve ilave yazısı ile birlikte aynısı ile yayımlıyorum. Ayrıca yine Sedat Albayrak’ın  “Kitaplara Sevdalı Bir Adam” başlıklı 01.11.2009 tarihindeki Haberkultur.net ‘de yayımlana bir yazıyı da yayımlıyorum.

Bir Kitap Sevdalısı Yavuz Argıt

1934 İzmit doğumlu Yavuz Argıt amca. 93 Harbi (1877-78) sonrası Anadoluya göç eden Kafkas kökenli bir aileye mensup. Dört çocuk sahibi Şevket-Suad çiftinin iki oğlundan biridir.

Türkiye’de 2007 verilerine göre televizyon izleme oranı % 94’e tırmanırken kitap okuma oranı % 4,5’lere (yüzde dörtbuçuk) kadar düştü. Gençlerin % 70’i bırakın okumayı kitabın kapağını bile kaldırmıyor. Kitap okuma ülke sıralamasında 86’ncıyız. (Aksiyon -Haftalık Haber Dergisi-, Sayı 699, 28 Nisan 2008, sf. 6)

1934 İzmit doğumlu Yavuz Argıt amca. 93 Harbi (1877-78) sonrası Anadolu’ya göç eden Kafkas kökenli bir aileye mensup. Dört çocuk sahibi Şevket-Suad çiftinin iki oğlundan biridir. Çocukluğu babasının Halk Bankası’nda muhasebeci olarak çalıştığı İzmit’te geçer. İlkokul 3. sınıftan sonra İstanbul Daruşşafaka’da okula devam eder. İlkokul sonrası tekrar İzmit’e dönüp kısa yoldan hayata atılması ve arkadaşlarından bir kısmının da teşvikiyle askeri okula gider. 1953’te deniz astsubay hazırlık okuluna yazılır, önce Kasımpaşa’da talim görür sonra Gölcük’teki askeri fabrikalarda kurslar görür. Heybeliada’da 11 ay makine kursu eğitiminin ardından astsubay olarak ordu saflarına katılır.

Orduya saflarına katılır fakat disiplinli bir hayata mizacı elvermediği için orada fazla kalamaz. Birbuçuk senenin ardından ordudan ayrılır. “23 yaşımda Nisan 1957’de ordudan ayrıldım. İntibak edemedim. Karakterim baskıya gelmiyor. Tabi askeri okulda okumuş olmanın bana getirdiği kolaylıklar oldu. Denizde çalışırken çarkçıbaşılığa kadar yükseldim. Böylece hem ülkeler gezdim, para kazandım ve meslek sahibi oldum.” diyor.

Askeriyeden ayrıldıktan sonra imtihanlara girip sivil denizciliğe, armatörlerin gemilerinde çalışmaya başlar. Buhar makinisti olur. Zamanla yakın yol makine zabitliğine terfi eder. Ardından çarkçıbaşı olur. Son onbir sene Petkim’de çalışır. Isıtma kazanlarının kontrolünü yapar. Gençliğinde öğrenci hareketlerine de girmiş fakat zaman sonra yakınlık duyduğu dünya görüşünden uzaklaşmış. “Tepki hareketiyti benimki. Malum bir tarafta sömürenler bir tarafta karşı çıkanlar var” sözleriyle dile getiriyor bu halini. Hayatı daha çok denizde geçtiği için evlenmeyi düşünmemiş. “Evlenmiş olsaydım bu, kendime ve aileme zulüm olurdu. Evlenmedim, bundan pişman da değilim… Karakter olarak yalnız yaşamaya müsaitim. Kendi cennetimde kûşe-i vahdet ehli olarak mütevekkilane yaşıyorum.” diye ifade ediyor mücerred halini.

Hayatını kitaplara adayan ya da kitaplarla izdivac eyleyen Yavuz Amca’nın hayat felsefesini, rahmetli Cemil Meriç’in; ‘Niçin kendinizi bu kadar kitaplara veriyorsunuz?‘ diye soranlara; ‘İnsanlar kıyıcıydı, kitaplara sığındım!‘ cümlesi bir şekilde özetler niteliktedir.

Aşağıya kendisiyle yaptığımız bir söyleşiyi veriyoruz:

A. Çapku: Yavuz Amca, bu kitap merakınız nereden geliyor?

Y. Argıt: Ben küçükken babamın bir eski sandığı vardı. O sandıkta kalın kitaplar vardı. Onların tarih kitapları olduğunu öğrenmiştim. Bir tane tarih hocamız vardı Hikmet Öktem diye. O, İzmit Tarihi’ni yazmış beş cilt. Şimdi yok o kitap. Biraderim o sandıktaki kitapları hocamıza vermiş. Diğer zamanlarda okurken hocalarımın bana kitap okuma merakını aşıladığını sanmıyorum. Fakat bu merak herhalde şuradan geliyor. Normal bir tahsil hayatım olmadığı için araştırmanın getirdiği bir dürtü söz konusu. 23 yaşıma kadar okuduğum kitapları biriktirmezdim. Okuduklarım zaten onun bunun kitabıydı. Hem eskiden böyle bu günkü gibi kitap da yoktu. Bir de Orhan Şaik Gökyay hocanın arkadaşı Nurdoğan bey diye bir hocamız vardı. Kıymetli bir hocamızdı. Ağdalı bir dille divan edebiyatı şiirleriyle süslenmiş konuşmalarından etkilenerek Osmanlı tarihi okumayı sevdim diyebilirim. 23 yaşımdan sonra okuduğum kitapları biriktirmeye başladım.

A. Çapku: Çalışma hayatına atılınca bu kitap sevdanız nasıl bir yol aldı?

Y. Argıt: Tabi denizde çalışıyorum. İyi de para kazanıyordum. Denizde daha ziyade kışın çalışır yazın gezerdim. Benim gezmem demek kitap okumam demekti. Otobüste, trende nerede olursam olayım böyleydi. Deniz hayatım sonrası Petkim’de çalıştım. Orada da binlerce kitap okudum. Isıtma kazanlarına bakar, onları kontrol ederdim. Amirlerim de benim görevinde titiz, uyumayan, sürekli kitap okuyan biri olduğumu bildikleri için sanki benim bana özgü bir dokunulmazlığım vardı. Beni kimse rahatsız etmezdi. Onun için orada da epey kitap okudum. Denizde çalışırken her denize çıkışımda yanıma en az beşyüz kadar kitap alırdım. Denizde export denilen ticaret de yapardık. Gittiğimiz limanlardan mal alır onu başka limanlarda satar, para kazanırdık. Sonra maaşım da iyi olurdu. Onun için kitap almada da zorluk yaşamazdım.

A. Çapku:

En çok ilginizi çeken konular nelerdir?

Y. Argıt: Ağırlıklı olarak felsefe ve tasavvuf okurum. Okuduklarım arasında hemen her türlü kitap vardır. Bir ara uzak Şark filozofisine merak sardım. Zen Budizm’ine mesela. Ondaki fikirlerle bizdeki tasavvuf arasında çok paralellikler var. Kavramları çok benziyor birbirine. Daha sonra Batı düşüncesine yelken açtım. Eski Yunan düşüncesi, Sokrat, Eflatun, Aristo. Sonra Kant’tır, Bergson’dur, Russell’dir ve daha pek çok düşünür tezgahtan geçti. Yine mesela ateizm de ilgilendirmiştir beni. Negatif de olsa ateizm bir inançtır. Ben şöyle tarif ederim onu: O öyle bir şeydir ki sonu Allah’a gider. Gideceği başka yer yok ki! Bu noktada hiçbir şey rahatsız etmez beni.

A. Çapku: Neler buldunuz düşünce akımları arasında?

Y. Argıt: Gök kubbe altında söylenmedik yeni bir şey yoktur derler. Doğrudur. Hemen her düşünür bir öncekinden bir şekilde etkileniyor. Şu veya bu şekilde. Eski şeyler yeniden söylenir. Diyelim Kant düşüncesinde tanrının olmadığı bir ahlak incelenir. Russell tanrısız ahlak olur mu olmaz mı onu tartışır. Ateist ahlak veya dinin yerini dolduran başka şeyler vardır her ne ise onlar. Yani insan boş yaşayamaz. Cemaatler, idealler bir şekilde o ahlakın boşluğunu doldurur. Onun için hiç kimse orijinal değildir. Etkilendikleri mecralar vardır. Tabi maksat belli bir mecrada akmaktır. Halitadır (karışım) insan.

A. Çapku: 23 yaşınızdan beri okuduğunuz kitapları topluyorsunuz. Ne kadar oldu şimdiye kadar?

Y. Argıt: 1996’dan bu yana hemen her yıl Edirne’den Kars’a bütün Türkiye’yi dolaşarak üniversitelerde yazılan ilmi kitaplara ulaşmaya çalışıyorum. Ve 1996’dan beri İSAM’dayım. [İslam Araştırma Merkezi/Bağlarbaşı-Üsküdar] Buraya bağışladığım kitap sayısı 26 000’i (yirmialtı bin) geçti. Şimdi hemen her sene buraya verdiğim kitap 500’den aşağı değil. Hepsini okuyarak veriyorum. Kaldığım odanın adı: Hane-i Saadet. İsmi, Hz. Peygamber’in Hücre-i Saadet’inden mülhem! Orada elimin altında istediğim bir sürü kitap var. Kitap ormanı içindeyim. Okunanlar bilgisayara tasnife girip kütüphanenin raflarına katılıyor.

A. Çapku: Hane-i Saadetinizde sevdiklerinizle baş başasınız?

Y. Argıt: Şu an hayatımın en güzel anları! Onbinlerce kitap elimin altında. Maddi sıkıntım yok. Tabi sevdiğim taraflarımdan biri de sıkıntımı kimselere söylemememdir. Sağlık sorunum olmadı. Şeker hastasıyım. 71 yaşımdayım, elbette bu yaşın getirdiği bazı sorunlar olur. Bu yaşta iken 20 yaşın sıhhatini istemek nankörlük olur! Bir de yalnızlık sevgisi Allah’tan bana bir lütuf. Yalnızlığı sevmeyip menhiyata sığınanlar var. İçki, kumar vesaire. Bir kaçış bu. Ben ise kitaplara sığınıyorum.

A. Çapku: Nasıl okuyorsunuz bu kadar kitabı?

Y. Argıt: Ben seri, fotoğrafik okuyorum. Mesela 500 sayfalık kitabı üç saatte okurum. Olmaz deyip gülüp geçenler var. Ben de onlara he hı deyip gülüp geçiyorum. Zira binlerce kitap okumuşum. Sadece 2000 kadar tasavvuf kitabı vardır okuduğum. Yeni yazılanlar yeni bir şey yazmıyor ki. Zaten literatüre, kavramlara vakıfım. Anahtar kavramlar, kelimeler seçiyorum. Olay o kelimelerin etrafında döner. Onun için seri olarak okuyabiliyorum.

A. Çapku: İlgi alanınızda başka neler var?

Y. Argıt: Uzay bilimleri çok dikkatimi çekiyor. Astronomi ile meşgul olmak beni dinlendiriyor. Açlık gurultusu bastırılmaz. Doğru, fakat insanın bir ilimle meşgul olmasının getirdiği merak duygusu bunu da bastırır! Güzel bir teleskopum olsun istedim ve almaya niyetlendim. Zamanında 11 bin mark üzerine bir teleskop ve bir mikroskop alayım dedim. Biri ile bu işi pazarlık ettik. Fakat daha sonra o adamdan beklemediğim bir tavır gördüm. O iş öyle akamete uğradı. Şimdilik bunlara sahip değilim. Bir tane Sirkeci’de gördüm. 670 defa yaklaştırıyormuş. Ay’ın dağlarını falan görebiliyorsunuz. Şili Ant Dağları’nda yapılan bir teleskop var. 16 metre çapında. Bugün 30 metre çapında teleskop planları yapılmıştır. Uzay boş alan olduğu için çok daha güzel net gösterir. Şu an 15 milyar ışık yılına kadar uzanıyor teleskop sahaları. Kainatın yaşı da 15 milyar yıl diyorlar. Ama mesela aynı anda binlerce big bang olmuşsa bunu nasıl ne ile ölçersiniz. İşte bu noktada insanın cehli artıyor! Geceleri bir astronomi kitabı okuyup şöyle gökyüzünü seyre dalmak ne hoş bir şeydir! Onun için bazen benim saham olmayan kitabı da alım bağışlayayım dedim. Umumi bir fayda olarak. Ancak beni aşıyor tabi. Bunları kütüphane/ler yapabilir tabi.

A. Çapku: Gönlünüzde yer eden birileri var mı?

Y. Argıt: Sevdiğim fakat yetişemediğim İsmail Saib Sencer vardır. Ona zamanın Ebu Hüreyresi (kedicik babası) derlermiş. Bende de vardır o huy (kedi sevgisi) biraz. Saib beyi çok severim. Son derece mahviyetkar biridir o.

A. Çapku: Bir bütün olarak baktığınızda hayatınızı nasıl görüyorsunuz?

Y. Argıt: Hayatım hep inişli çıkışlı oldu. 68-85 yılları arası gençliğimde bazı fikir akımlarında

militanlığa soyunduk. Gelip geçen bir hevesti benimkisi. Bir kısmını incelemek niyetiyle muhtelif tarikatlara girip çıkışlarım vardır. Rızık davası için zamanında muhtelif yerlerde iş aradım, iş buldum çalıştım vesaire.

A. Çapku: İlgi sahanız geniş olunca sanattan, musikiden de bahsetmemiz lazım.

Y. Argıt: Kendim bir sanatla ilgilenmiyorum. Fakat musikiyi severim. Kanun taksimi, yaylı tambur, ney bunlar hoşuma gidiyor. Hat yazılarını toplayıp koleksiyon yaparım. Bazı kütüphanelerde takvimler bile tasnife girer. Onun için günümüzde cd’ler, plaklar, afişler falan hep toplanıp kütüphaneye konulmalıdır.

A. Çapku: Bizde kütüphane, okuma merakı gibi konularda neler söylersiniz?

Y. Argıt: Doğrusu bizde kütüphane, kitap okuma, hoca talebe ilişkisi gibi durumlar pek yok. Bana bazen derler ki, yahu bu kadar şey biliyorsun da niçin bir şeyler anlatmıyor, birilerini yetiştirmiyorsun. Yahu ne anlatayım artık her şey ortada. İsteyen gelir kütüphaneye okur.

İnsan bir şey öğrendikçe hırsı artar. Okudukça daha fazla okumak, bilmediği ulaşamadığı kitaplara ulaşmak ister. Bu manada bizdeki eğitim sistemi okumayı özendirmiyor. Televizyon proğramlarına çıkanları dinlerseniz hepsi de birer mürşittir! Bizde talebeden çok mürşittir var. Cehl-i mürekkep bunlar…

A. Çapku: İlim yolcularına neler tavsiye edersiniz?

Y. Argıt: Yol sonsuz. İlim için durmadan yürüyünüz. En iyi huzur ilmin verdiği huzurdur.

A. Çapku: Hayattan beklentiniz nedir?

Y. Argıt: Yaşım 71. Benim beklentim daha çok kitap okumak için daha çok uzun ömür!

A. Çapku: Teşekkürler Yavuz amca.

Y. Argıt: Ben teşekkür ederim

(1 Mart 2005. İSAM)

Gençlerini, yetişen nesillerini kitap sevgisi, okuma, araştırma merakı ile yetiştirmeyen milletlerin akibetinin hayır olmadığı/olmayacağı bilinen bir husustur. Günümüz şartlarında talebelerimiz, yavrularımız acaba fikir-gönül dünyalarının açlığını/(gurultusunu) ne ile gideriyorlar? Geçenlerde bir internet cafe/internet kahvesine uğramış ve sahibine şunu sormuştum: Buraya gelen çocuklar, gençler en çok nelerle ilgileniyorlar? Ahmet bey, diyebilirim ki yüzde 80 oranında şiddet içerici ateri oyunları ile meşgul oluyorlar, dedi. Pekiyi bu doğru bir şey mi? diye sorduğumda, bey efendi; ee, ne yapalım. Gençler öyle istiyor (!…) diye cevapladı.

Yazının başındaki alıntıya herhalde göz atmış olmalısınız. Gençlerimizin, kendilerine bütün değerlerimizi emanet edilecek olduğumuz umut dallarımızın % 70’inin kitapların kapağına bile tenezzül edip bakmadığı söyleniyor! Bu bilgi doğru ise ortada gerçekten ürkütücü bir tablo var demektir. Araştırmalara göre evlerimizin bir çoğunda mini bir kütüphane bile yokmuş. Şu halde bilgiyi nerelerden temin ediyoruz? Televizyon, gazete, dergi, küllük kahvelerinden mi? Bilmemiz gerekir ki bu merkezlerden elde edilen şey bilgi değil malumâtfuruşluktur. Sistemli bilgi kütüphanede, kitaplarda, hocaların dizi dibindedir. Bunun için de emek/alın teri, gönül, umut aynı anda olmalıdır. Pekiyi bunu yetişen nesillerimize nasıl verebiliriz? İşte mühim nokta burasıdır. Bunun için çocuklarının ilk öğretmeni olan ana babalara, öğretmenlere, eğitmenlere, psikologlara, sosyologlara, senaristlere, hasılı aklı başında herkese görev düşüyor.

Bu bağlamda Kumru’da hatırı sayılır bir kütüphane var mıdır, bilmiyorum. Mesela Kumru’da, muhtelif ilim dallarına özgü şöyle 50 bin cilt kitabı muhtevi bir kütüphaneyi yetişen nesillerimizin hizmetine sunamıyorsak talebeler, bilgisini genişletmek isteyenler, ödev ve araştırma yapanlar acaba bu ihtiyaçlarını nereden, nasıl giderebilirler… Emeklilik ikramiyesi ile köyüne kütüphane yaptıran bir adamın hikayesini okumuştum. Yaşlı amca İstanbul’daki birçok yayınevine yazı göndermiş. Elinizde hayır ve hizmet adına vermek istediğiniz kitaplarınız varsa gelip alalım ve falan yerde açtığımız köy kütüphanemize sizin adınıza koyalım diye. Bırakalım köylerimizi acaba ilçelerimizde dişe dokunuz bir kütüphane var mıdır? Yoksa niçin?

Gerçekte Kumru için en az üç katlı genişçe, okuma salonları olan, açık raflı, kitap okumaya gelenlere bedava çayın ikram edildiği, munis bir ortama sahip kütüphaneyi ne çok hayal etmişimdir. Acaba ilçe merkezine yakın, her taraftan talebelerin rahatça gelebilecekleri müsait bir yere böyle bir kütüphane yapılabilir mi? Okul, cami, Müftülük sitesi ve şehrin hay u huyundan biraz uzakça olan İHL yanına ya da daha uygun görülen bire yere böyle bir hizmet binası nasıl olur? Diyelim yapılmaya karar verildi bu durumda estetik kaygıları haiz proje, kitapların tasnifi ve tabi kitap ihtiyacı nasıl giderilir? Bütün bunlar, üzerinde kafa yormaya değer şeylerdir kanaatindeyim. Şayet böyle bir hizmet için yola çıkılırsa yılda şu kadar kitap bulup ilçe kütüphanesinin kitap kadrosuna katmak, bu işe gönül veren bizlerin görevi olmalıdır. Zira bu sizin, bizim, hepimizin hikayesidir.

Ahmet ÇAPKU

14.10.2008
acapku@yahoo.com

http://www.kumrureklam.org/haberdetay.asp?ID=4

 

Kitaplara sevdalı bir adam

Kitabın aşkıyla hayatını kitaba çeviren adam…

Kitapları fabl olarak hikaye eden bir esere rastlamadım, ne güzel olurdu değil mi? Mesela Mesnevi bir hususu Pendname’ye danışıyor, o da gidiyor Divanı Hikmet’ten cevap alıyor. Yahut Battalname ile Gülistan yola çıkıyor ve aralarında geçen irfan yüklü muhabbetleri insan merak ediyor. Aynı hayali kütüphaneler için de kurgulamak mümkün Beyazıt Kütüphanesi sonra Süleymaniye Kütüphanesi hepsi birer müşahhas şahsiyet olsa. 

Böyle deyince zihinlerde şimsek şaktı, evet kültür tarihimizdeki ‘ayaklı kütüphaneler’ bunu nispeten karşılayabilir. Aklımıza ilk gelen de şüphesiz Beyazit kütüphanesi hafız-ı kütübü mütebahhir İsmail Saib Sencer olur. Devrimizde böyleleri kaldı mı demeye kalmadan sadr-ı kütüp Yavuz Argıt’ı hatırlıyoruz. İSAM müdavimlerinin Yavuz Amcası.

Kafkas Göçmeni bir ailenin evladı olan Yavuz Argıt 15 aralık 1934’te dünyaya gelir. Daruşşafaka’ya bir süre devam etmiş. Deniz Astsubay Hazırlık Okulunu ve Gemi Makine Kursunu bitirerek deniz astsubayı olmuştur. Fakat askerlik onun yapısına hiç uygun değildir. Sadece 1,5 sene sabredebilir sonra tekrar dönecek fakat bu seferki 21 gün sürecektir. Artık karar kılmıştır özel denizcilik yapacaktır çünkü bu meslek sayesinde hem maddi gücü yerinde olmuş hem de dünyayı gezebilmiştir.

 

Kitaba duyulan bu fevkalade muhabbet ve deniz hayatının sonucu evlenmek nasib olmamıştır. Denizde insanı sürükleyen bir hürriyet vardır, peki Yavuz Bey nasıl kitap biriktirebildi? İlkin sadece ödünç alarak hızla okumaktaydı sonra sayı arttıkça bavul bavul kitap alıp seyahete öyle çıkıyordu.

Bir seyahatte yanına aldığı kitap sayısı 500’leri buluyordu tabi limanlarda da yüklendiklerini saymazsak. Rakamlar onu anlatamaz fakat şaşırtıcı ibretler barındırdığı için ifade edelim. Edebiyat eseri olursa günde 1000 sayfa, hafif edebiyat olursa 2000 sayfa, çetin felsefe olursa 600 sayfa okurum diyor. O da bir şey mi diye düşünüp abartılı örnekler aklınıza gelebilir fakat bu fenafil-kitap, sevdasını ömrü boyunca sürdürmüştür. Kütüphanenizin hepsini okudunuz mu denildiğinde ‘tereddütsüz evet’ demiştir.

Şimdi 25.000’ni bulan kütüphanesine pek çok talip olmuşsa da İsam’dan gelen cazip teklif ona yeni bir hayat getirirmiştir. İsam’a taşınır, odası kendi için hane-i saaadettir. Kendini ‘ehl-i harabat’ bilmiş, kütüphaneyi de ‘puthane’ ilan etmiştir. Denizcilikle dünyayı gezen ayaklı kütüphanemiz memleketimizin de bütün illerine gitmiştir. Çok gezenin de nasıl bilenlerden de olabileceğini gittiği her ilde topladığı yerel baskı kitaplarla ispat etmiştir. Nurettin Albayrak Hocamız bu manzaraya Erzincan’da şahit olmuştur. Hatta Doğu’da bazı illerde kendisine şüpheli nazarlar yönelmiştir.

Burada beni düşündüren bir başka mesele o sadece kağıdın büyüsünde değilidir, kainat kitabını gözlemlemektedir. Astronomi merakını sayısız eserle giderememiştir.

En sevdiği uğraş gökyüzünü seyretmektir, dev bir teleskop almak en büyük hayalidir. Bu kafkas kartalı saatlerce kırlarda yürüyüş yapar, mezarlıkları gezer. Yüzlerce biyoloji kitabı okumuştur mikroskop da almak ister. Ömür neye kafi? Bütün bunlara rağmen tek kitap dahi yazmamıştır. Gençlere ders verin denildiğinde cevabı hep okusunlar olmuştur.

Peki siz nasıl okuyorsunuz diye sorulunca: bir kere okuduğumu bir daha okumam, okuduğumun %95’i vaktimi çalmıştır, kârım 1 gr şeker diyor. Bu hızını fotoğrafik okuma ile açıklıyor, merak edilmesin anlaşılma problemi yaşanmıyor. Fakat bazı eserleri defaatle okumak gerekir diyor ve bizlere çok sevdiği Risale-i Nur’u hatırlatıyor. Felsefe en sevdiği saha buna rağmen tam bir tefsir sevdalısı Türkçe bütün tefsirleri almış ve okumuştur. Yakın dostu Ahmet Nezih Galitekin felsefe merakı sebebiyle onun gençliğindeki dindarlığı koruyamadığını söylemiştir.

Vakit kaybetmemek için yemekleri soğuk yiyor, dostları dahi onunla çok fazla muhabbet etme fırsatını yakalayamıyor. Fakat müşkülpesent olsa da dostu çoktur, İsam camiası onu hep dostu olduğu gibi kültür tarihimizin çok önemli bir figürü olan Enderun kitap ve sahafevi onun uzun yıllar  devam ettiği yerlerdendir. Düşünün Sedat Umran gibi dostu vardır.

İSAM’da Yavuz Argıt bölümünden yararlanan herkes ona dua gönderir zira kütüphenenin genel bölülümüyle yarışacak kadar çok ve çeşitli alanda kitap vardır. İsamlıların Yavuz Amcası çok sevdiği şekerin hastalığı ile uğradığı Gata’da 7 Mayıs 2009’da dar-ı bekaya irtihal eylemiştir, Ümraniye Hekimbaşı’nda istirahaattedir. İnşallah çok sevdiği İsmail Saib Efendi ve Ali Emiri Efendi ile birliktedir.

İSAM Yavuz Amcasına vefa olarak Yavuz Argıt Armağanı kitabını hazırladı. Birol Ülker Bey’in hazırladığı bu çok kıymetli eserde Yavuz Argıt hakkında teferrutlı bilgiler ve anılar var. Kitap bir çok Armağan kitabı gibi toparlama akademik yığın değil tam da anılan şahsı hayırla yad edecek cinsten.

Tabiiki makaleler de var fakat yine kütüphane ve kitapla ilgili, dergi yazısı gibi rahat okunacak neviden. Kitaptan bazı başlıklar şöyle: -Fatih Çardaklı – Cemil Cahit Can, “Melami mesrep, Kalender, Mazanne Bir Denizcinin Terekesi: Yavuz Argıt Koleksiyonu”-Ali Yücel Yürük, “Cerakise-i Kafkas’tan Nev’i Sahsına Munhasır Bir Bibliyofil: Yavuz Argıt” – Mehmed Niyazi, ” Dost Bir İnsandı” Şimdi en iyisi bu kitaba ulaşıp bir kitap sevdalısının dünyasına dalmak…

 

Sedat Albayrak

HaberKültür.Net

http://www.haberkultur.net/haberoku-1824-Kitaplara_sevdali_bir_adam.html

 

Türkiye’nin Ekseni

0

Türkiye; İran ve İsrail konusunda uygulamaya koyduğu politikayla, eksen kayması tartışmaları içine girdi. Eksen kaymasının ne olduğunu tam olarak tanımlayan çıkmadı. Bu kavramla yapılan tartışmaya bakılırsa, Türkiye Batılı müttefiklerinin takip ettiği politikalar dışında bir politika izlemektedir. Onlardan bağımsız davranmaktadır. Türkiye’nin NATO, ABD ve AB ülkeleri ile birlikte davranması gerekirmiş, denilmektedir. Eksen kaymasından bahsedenler, Türkiye’nin sözü edilen ülkelerle dış politika alanında ters düşmemesi gerektiğini ima ediyorlar. Eksen kaymasına kanıt olarak Türkiye’nin son zamanlardaki İsrail ve İran politikasını örnek gösteriyorlar.

İran konusunda malum olduğu üzere, ABD öncülüğünde İran’a yeni yaptırımları öngören Birleşmiş Milletler kararına, Türkiye;  Brezilya ile birlikte ret oyu verdi. Bu duruşu ile ABD ve Batılı müttefikleriyle ters düştü. Aynı zamanda daha önceleri çokça tartışılan Avrasyacılık politikalarının iki önemli aktörü olan Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti ile de uyuşmazlık içine girdi. Sadece, Brezilya ile ortak bir tavır almış oldu.

Uluslar arası politikalar konusunda ileri sürülen büyük güçlerin kamplaşması ve bu kamplaşmalara göre stratejik davranma ile ilgili beklentilerin hiç birisinin geçerli olmadığı da İran’a uygulanan ambargo konusunda ortaya çıktı.  Çünkü Avrasyacılık,  AB – ABD çekişmesi çerçevesinde politik dil kullanan birçok senarist yazarın beklentileri de yalanlanmış oldu. Hiç tahmin edilmediği şekilde sadece Brezilya ve Türkiye ambargoya karşı çıktı. Türkiye’nin ambargoya karşı çıkmasının iki önemli gerekçesi var. Birincisi ambargo öncesinde İran’la yapmış olduğu anlaşmaya bağlı olduğunu göstermektir. İkincisi ise bölge ülkeleri hakkında izlediği geleneksel politikanın gereklerini yerine getirmektir.

Türkiye’nin İsrail politikası da Mavi Marmara gemisine İsrail’in yaptığı saldırı ile ciddi bir açmazla karşı karşıya kaldı. Ortak askeri tatbikatlar iptal edildi. Diplomatik suçlamalar ağır bir şekilde yapıldı ve halen de devam etmektedir. Uluslar arası diplomatik tartışmalar, Türkiye ve İsrail uyuşmazlığı tartışmalarına kilitlendi. İsrail, Küresel aktörlerce tanınan bir resmi deniz korsanı havası ile yaptıklarından pişmanlık duymadığını hala ileri sürmektedir. Sonuçta Türkiye İsrail’e karşı Filistinlilerden yana açık bir tavır almış bulunmaktadır.

Öte taraftan Türkiye’nin NATO’ya girdiğinden bu yana Batılı müttefikleri ile ters düşmesi ve onlardan bağımsız davranması, bu iki olayla sınırlı değildir. Mesela Türkiye Kıbrıs politikaları konusunda Batılı müttefikleriyle her zaman ters düşmüştür. Saddam Hüseyin dönemi Irak politikaları konusunda da çoğu kere ters düşmüştür. Hatırlanacağı gibi, Türkiye birinci Körfez savaşına da karşı çıktı. Batılı müttefiklerine beklenen desteği vermedi. Sadece Çekiç güç denilen ABD kuvvetlerine savaş sonrasında lojistik destek verdi. İkinci Körfez savaşında ise, malum olduğu gibi, müttefik orduların Türkiye üzerinden Irak’a saldırmalarına izin vermedi. Bu durumda Türkiye’nin Filistin-İsrail uyuşmazlığı ve İran’a ambargo konması konularındaki politikası sanıldığı gibi bir eksen kayması değildir. Bölgenin büyük bir devletinden beklenen politikalar uygun politikalardır.

Türkiye, Filistin meselesi konusunda öteden beri takip ettiği politikadan farklı bir politika geliştirmiş değildir. İsrail ile resmi ilişkilerini her zaman devam ettirmiştir. Ortaya çıkan son kriz İsrail’in Gazze’ye uyguladığı abluka ve yaptığı sivil katliamlara karşı gösterdiği tepkilerle alakalıdır. Mavi Marmara gemisine İsrail’in yaptığı saldırı kabul edilemez ve savunulamaz. Yardıma saldırı, çok özel bir durumdur. Türkiye haklı olarak İsrail’in katliamlarına ve kendi vatandaşlarına yapılan saldırılara karşı gelmiştir. Bu karşı gelmeleri Türk dış politikasının eksen kayması olarak değerlendirmek, insanlık, ahlak ve insan hakları adına utanç vericidir. Ortada insani bir felaket vardır. Bu cinayeti işleyen bir İsrail devleti vardır. Bu terörist devletin hak ettiği şekilde yargılanmasını sağlamak insani bir ödevdir. Türkiye bu amaçla uluslar arası kamuoyunu İsrail saldırganlığına karşı bilinçlendiriyorsa, bu her şeyden önce insan hakları ile ilgili bir konudur. Dış politikanın politik manevraları ve konjonktürleri ile ilgili bir konu değildir. Meksika körfezindeki çevre felaketi ne ise, İsrail’in Filistinlilere ve masum Türk vatandaşlarına yaptığı saldırı da odur. Öncelikle konuyu bu şekilde değerlendirmek gerekir.

İran konusunda Türkiye’nin aldığı tutum, geleneksel Türk dış politikası ile uyuşan bir politikadır. Kendi bölgesinde istikrar ve barış isteyen bir ülke, komşularının haklarını uluslar arası güçlere karşı korumak zorundadır. Irak konusunda takip ettiği politikanın bir benzerini de İran konusunda sürdürmektedir. Kaldı ki İran’la Türkiye Kasr-ı Şirin anlaşmasından bu yana biri birlerine saldırmayan iki dost ülkedir. Birleşmiş milletlerin aldığı ambargo kararından önce, zenginleştirilmiş uranyumun değişimi konusunda İran’dan gerekli taahhütleri almıştır. Bu konuda uluslar arası kuruluşlar adına önemli bir rolü de üstlenmiştir. Aldığı sorumluluğun bir gereği olarak, ambargoya karşı gelmesi gerekirdi.

Ancak eksen kayması tartışmalarına bakıldığında sanki tartışmanın altında başka amaçlar varmış gibi bir intiba uyanmaktadır. Mesela Türkiye’nin ekseninin Batı’dan Doğu’ya kaydığını iddia edenlerin tutumuna baktığımızda farklı bir manzara ile karşılaşmaktayız. Bu kesime mensup olan yazarlar, daha önceki yazılarında hükümeti, gayrı milli, Amerikancı ve AB’ci olmakla suçlayan gruplardır.  Bir taraftan hükümeti Batılı müttefiklerimizin uydusu ve taşeronu olmakla suçlarken, diğer taraftan Batılı müttefiklerimizden bağımsız hareket etme durumunda kalan hükümeti, bu sefer eksen kayması ile suçlamaktadırlar. Bu da eksen kayması tartışmasının reel politika ile alakalı olmadığını, iktidar çekişmeleriyle alakalı olduğunu göstermektedir.       

Aşk’ın “T” Halleri

Aşk kızıl bir tehlikedir.
Nedir bir kalbin kuş çekimi yörüngesi..
Sesi siperde mitralyöz öfkesidir, öcüdür..
Gecedir sözlerini harmanlayarak ufalayan..
Ayan beyan yokluğa bulaşmaktasın artık..
Çık bu zamanın koynundan dışarı..
Sarı bir ölüm olarak duruyor göğsünde mendil..
Kandil yakarlar bizde sevdanın düştüğü yere..
Sere serpe gelen bir yalnızlık fırtınası tutunmaktadır ufukta..
Bundan sonrası acıya yolculukta..

Her tehlike apaçık tehdittir..
İttir namluyu alnından öbür yana..
Sana dönen her kurşun cebinde dursun..
Vursun bağrının ateşi buza esaret mührünü..
Ürünü yalnızlıktır ve yalnızlıklar arasında sınanır..
Tanır seni saçlarının gamından rüzgar..
Ve düğme deliğinden geçer sevdalar..

Her tehdit bir teyakkuzdur..
Vur her sevdayı atının terkisine..
Türküsüne ateşle başlıyor o zan..
Kazan kaldırır aşk bu durumlarda..
Uçurumlarda gezinen bir ceylan yüreği korkusu..
Kokusu ahirete değin bulaşmış bir gönül macerası..
Yası kırk yıl kırk gece sürecektir..
Tek bir kabirden beslenip de büyür başak..
Zaten bir telaştır aşk..

Yiğit Kardeşim

Bu aziz milletin yiğit evladı,
Arşa çıktı anaların feryadı.
Hicran yüreklerde başkanın adı,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Türk İslam dünyası yasa boğuldu,
Acı haber tüm dünyaya yayıldı.
Dürüstlük ve mertlik hatıra kaldı,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Sarıkamış oldu Berit dağları,
Ecdadın kapayıp açtığı çağları.
Sizi bekler orda cennet bağları,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Sonsuzluğun sahibine eriştin,
Önden gidenlerle orda buluştun
Vatan toprağına nasıl yakıştın,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Kavuştun güllerin efendisine,
Onu bilmeyenin sevgi nesine.
Hasret kaldık artık o gür sesine,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Alperenler öksüz kaldı burada,
Rahat uyu sen yiğidim orada.
Karlı dağlar gardaşlarım nerede,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Hasretmiymiş sana Fatih Yavuzlar,
Otağ kurmuş Osman Gazi Oğuzlar.
Mevlaya duada bütün ağızlar,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Hak yolunda bildiğinden şaşmadan,
Edep terbiyede sınır aşmadan,
Yorulmazdın millet için koşmadan,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim..

Sabır ver Yarabbi milletimize,
Rahmet ve mağfiret kardeşimize,
Emanet bayrağım kardeşler size,
Delikanlı yiğit Muhsin kardeşim…

Emeklilerin Buluşması

0

Derince Yenikent Mahallesi Çamlık Sitesinde ikamet etmekteyim. Bir gün site başkanı, kaç gündür nerdesin sana bir zarf var dedi. Zarfı açtığımda Kocaeli Tarım İl Müdürlüğü logosu altında; Müdürlüğümüzde daha önce görev yapmış olan tüm personelimiz için 1.sini düzenlemiş olduğumuz yemeğe teşriflerinizden onur duyarız. Abdullah ÖZTÜRK Kocaeli İl Tarım Müdürü.

Her zaman söylemişimdir, insan zaman, zaman iyi bir söz, bir kelime, iyi bir anı, bazen hatırlanmaya ihtiyaç duyar. Ben Kocaeli İl Tarım Müdürlüğünde 15 yıl görev yaptım. Benim gibi nice insan bu teşkilata emek verip sessiz sedasız emekli olup gitmişlerdi.

Kimi gönül koyarak ayrılmıştı, çünkü emekli olup giden arkadaşlara düzenli oturmuş bir faaliyet yoktu. 26 Haziran 2010 saat 16’da organizasyon başlıyordu. İl Tarım Müdürlüğü girişine geldiğimizde emekleriniz unutulmadı pankartı asılmıştı; beni çok duygulandırdı. Beni olduğu gibi bir çoğunu’da duygulandırdığını düşünüyorum. Tarım teşkilatı çalışanları tohumun tarlaya atılmasından ürünün soframıza gelinceye kadar her aşamasında emekleri vardır. Ama her nedense yinede bazı çevrelerce Tarım teşkilatı ne yapıyor gibi serzenişler vardır. Çoğu yerlerde’de onlar kimsenin aklına gelmez.

Buluşmalar başladığında birbirlerini, isimlerini unutanlar, 15-20 yıl önce emekli olan insanlar, bu süreç içerisinde bir birini hiç görmemişler vardı. Buluşmada insanlar bu kısa süre içerisinde ancak hal hatır sorabiliyorlardı. Yemek, halk oyunları gösterileri, konuşmalar, espiriler, zaman su gibi akıp geçti.

Sayın Müdürümüz bu organizasyonun ilk olduğunu, eksiklerin olabileceğini beyan ettiler. Böyle bir organizasyonun akla getirilip gerçekleştirilmesi bence olağanüstü bir şeydir. Sayın Müdürümüzden ileriki yıllarda devam edilirse naçizane, organizasyona katılımcıların fotoğraf, adres, vb. kayıt altına alınıp teknolojinin imkânlarından yararlanılıp, katılımcılara sunulabilirse güzel olur diye düşünüyorum.

Geçmişte ve görev yapan ve halen çalışanlardan Müstahdeminden, İl Müdürüne kadar katılım gerçekleşti.

Emekli olanlara hediyeler hazırlanmıştı.1 paket çikolata ve duvar saati; Çikolata ne ise en önemlisi Duvar saati idi, Saatin ortasında İl Tarım Müdürlüğü binasının fotoğrafı altında not Sn :  ………..Türk Tarım ve Hayvancılığına yapmış olduğunuz katkılar için şükranlarımızla, Kocaeli İl Tarım Müdürlüğü.

İşte bizler için bütün ayrıntı burada saklıydı. Bunun değeri hiçbir şeyle ölçülemezdi, Teşekkürler;

Bu organizasyonda başta Sn: Kocaeli İl Tarım Müdürü Abdullah ÖZTÜRK olmak üzere emeği geçen herkese teşekkürler, İyiki bize böyle bir günü yaşattınız. Devamını bekleriz.

 

Teröre Karşı Bazı Teklifler

05 Temmuz 2009 tarihinde Türk’e uygulanan soykırımlardan biri daha gerçekleştirilmişti. Çok acı, düşündürücü ve ders verici bu olayda yüzlerce Uygur Türkü Urumçi ve civarında Dünyanın gözü önünde katledilmişti. Olaylar, Çinli işçilerin Uygur Türklerine tacizde bulunmasıyla patlak vermiş, bu çirkin davranışları protesto etmek için toplanan kardeşlerimiz bomba ve silahlarla susturulmaya çalışılmıştı. En önemli insan hakkı olan yaşama hakkı ellerinden alınmıştı.

Küreselleşme sürecinde Çin ile iktisadi ilişkilerini geliştiren Batı Dünyası bu dehşet veren olaylar karşısında her zamanki gibi sessiz kalmıştı. Kendi vatandaşlarını Çinli olsun, Türk olsun öldürmekle ün salan Çin, hemen hemen her 10-15 senede bir fırsat kollayarak Uygur Türklerinin üzerine saldırmaktadır. Bu alçakça saldırıları ve insan hakları ayıplarını protesto etmek herkesin insanlık görevidir. Maalesef ilgi alanları sadece Filistin ile sınırlı olanların bu ve benzeri konularda gerekli hassasiyeti göstermeyecekleri açıktır. Şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz.

Son yıllarda düğmeye basar gibi bölücü ırkçı terör olayları arttı. Artış sebepleri değişik yönlere çekilerek saptırılmamalıdır. Olayların artışında siyasi irade eksikliği, yanlış tespitler ve teröre dış destek ortaya çıkmıştır. Demokratik açılım, terörü cesaretlendirmiş, tahrik etmiş, ayrıkçılığa prim kazandırmıştır. Dağılmanın reçetesi olan ve demokratik denen açılım, ülkeyi ufalamakla meşguldür. Terörle demokratikleşme arasında bağlantı kurarak “demokratikleşmeyi önlemek için terör azdırılıyor” lafları safsatadır. Tam tersine; demokratikleşme, terörün silahlı veya silahsız yollardan gerçekleştirmek istediklerine zemin hazırlıyor ve hizmet ediyor. Aslında hedef aynı olduğuna göre, bu hedefe varmanın ister silahlı, ister silahsız şekilleri ne fark eder ki?

  • Terörle mücadelede hedef Irak’ın Kuzeyi olmalıdır. Türkiye tersini yapmamalı, Bölgeyi karşılıksız kalkındırma gafletinden ve PKK’yı terör örgütü kabul etmeyen Barzani’yi desteklemekten vazgeçmelidir.
  • Bölücü ırkçı terörün demokrasi talebi yoktur. Daha fazla demokrasiyle teröre yaklaşmak, onunla mücadele yerine, müzakereyi ve tavizi gündeme getirir.
  • Ayrılıkçılığı tahrik eden ve cesaretlendiren açılım macerasıyla ülkenin geleceği karartılmamalıdır. Farklılıklar abartılmamalı, kutsallaştırılmamalı ve insanlarımız birbirine soğutulmamalı, ötekileştirilmemelidir. Yabancıların taşeronu olunmamalıdır.
  • Terörle Mücadele Yasası güvenlik güçlerinin çalışmalarını kısıtlayan ve teröre alan açan durumdan kurtarılmalıdır.
  • Terörle mücadele edenlerle mücadele ederek askere itibar kaybettirmenin yanlışı fark edilmeli, Devlet kurumları arasındaki rekabetten vazgeçilmelidir. Sadece karakol savunmayla terör bitirilmez.
  • Bölücü ırkçı teröre karşı özel harekatçılar öne çıkarılmalıdır.
  • Devletin bir kuruluşu olan TRT, ülkeye yöneltilen psikolojik harekâta karşı yerini alabilmelidir. TRT, devletiyle başkaları adına kavgalı bir malum sözde aydın sivil çetenin borazanı olmaktan kurtarılmalıdır.
  • Anayasanın temel giriş maddeleriyle ters düşen uygulamalardan iktidar vazgeçmelidir.
  • Halkı teröristten ayırmanın yolu, terör örgütünün istekleri doğrultusunda bazıları için imtiyazlar sağlama ve pozitif ayrımcılık değildir.
  • Erbil’deki konsolosluk Kerkük’e kaydırılmalıdır.
  • Barzani’nin Türkiye’deki şirketleri ve örgüte imkan sağlayan mafya örgütlenmeleri hedef alınmalıdır.
  • Sınırda jandarmayı dışlayacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.
  • Türkiye’yi terörle mücadelede oyalayıcı müttefik oyunlarına gelinmemelidir.
  • Devleti ve istihbarat kaynaklarını deşifre edici, pazara çıkarıcı, kozmik odaları açıcı demokratikleşme oyunlarına gelinmemelidir.
  • Demokrasimiz ve terörle mücadelemiz, hedef şaşırtan işbirlikçi, Milli Mücadeleyi, Milli Devleti ve Cumhuriyeti içine sindiremeyenlerin vesayetinden kurtarılmalıdır.
  • Şehit yakınları ve ailelerine saygı gösterilmeli, yanlış uygulamalardan vazgeçilmelidir.