14.4 C
Kocaeli
Pazartesi, Eylül 29, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1189

BDP’nin sancısı tuttu

0

Başından beri BDP‘nin Referandum için aldığı “Boykot” kararını inandırıcı bulmadım.
Zaman daraldıkça, gelişmeler, benim bu savımı haklı çıkarmaya başladı.
AKP döneminde büyüyen önemli bir Holding’de Genel Sekreterlik yapan bir dostum, bana Referandum’da BDP ile aynı safta neden bulunduğumu sormuştu.

Ben de kendisine; “BDP, Güneydoğu’da kendi gücünü göstermek adına birkaç ilde sandığa gitmese de büyük şehirlerde ‘evet’ için çalışıyor. BDP’nin bu şekildeki tavrı, AKP’nin de işine geliyor. Zira BDP ile aynı safta bulunuyor görüntüsünü vermek, AKP tabanındaki bu ülkenin bölünmezliği konusunda hassasiyet besleyen seçmeni olumsuz etkiler” demiştim.

Yani BDP ile aynı safta bulunanlar, aslında bu referandumda ‘hayır’ oyu verecek olanlar değil, ‘evet’ oyu verecek olanlardır.

Anayasa değişiklikleri sırasında yaşananlar da bu tezimi doğrulamıyor mu?

Gecenin bir yarısında AKP’nin kısa kaldığı yerde, BDP’li nöbetçi(!) Vekillerin  girip ‘evet’ oyu verdiğini unuttunuz mu?

Geçen gün, BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş‘ın verdiği demeç, dikkatinizi çekti mi?

Ne diyordu Demirtaş?

– “AKP bize bazı hukuki düzenlemelerin Referandum’dan sonra yapılacağı sözünü verirse, biz de ‘evet’ oyu kullanırız.”

Bu ne demek?

“Aslında bizim için, yol arkadaşımız, açılım kardaşımız, AKP’yi yalnız bırakmak züldür. Ama ani bir dönüş yapmak yerine, sözde bir ‘söz’ verilsin, yeterli.”

Demirtaş‘ın sözlerinin mealen anlamı budur.

Aynı projenin iki tarafı olan iki partinin, birbirinden ayrı kalması da düşünülemez zaten.

Benim bu sözlerimi destekleyen bir ifade de, BDP’nin, tekrar gurup kurmak için, partilerine kattıkları yol arkadaşları Ufuk Uras’tan geldi dün.

Ufuk Uras, twetterda; Hayır dediğiniz zaman aslında ‘var olan anayasa devam etsin’ demiş oluyorsunuz. Ne yapıp edip evetçilerle boykotçuları ortaklaştırmak gerek” diye not düşmüş.

Bu ne demek peki?

Bir pazarlık görüntüsü verilip, bölücülerin oylarının ‘evet’ e dönüştürüleceğinin işareti değil mi bu sözler?

Her iki partinin de hedef birlikteliği var.

Birini başında, Ortadoğu’da yeniden şekillenecek haritanın belirlendiği Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eş Başkanı, bir diğeri de, “artık Türkiye’den ayrılmanın zamanı geldi, biz Özerk Bölge olmak istiyoruz” diyen partinin Genel Başkanı.

Hedef bir olunca, ayrı düşünmek neden?

Ufuk Uras da bunu sormuş zaten.

 

Türkiye’nin Büyük Çatısı: “Demokratikleşme”ye Doğru Türkiye’nin Çekirdek Ekipleri (1)

28-29 Temmuz 2010 Tarihinde “Türkiye’nin Büyük Çatısı: “Demokratikleşme”ye Doğru Türkiye’nin Çekirdek Ekipleri ” : Çalıştayı Beykoz’da Halk Bankası Sossyal tesislerinde yapıldı. Gözlemci olarak katıldığım toplantıda Daha önceki toplantılara ilave Mersin ve Hakkari toplantılarına katılan Mersin ve Hakkari’den katılımcılar da vardı.

27 Ocak 2009 Türkiye’nin Büyük Çatısı ve Ortak Aidiyet ve 16-17 Kasım 2009 Türkiye’nin Büyük Çatısı: Mezkur Meçhul Mesele toplantılarında bulunmuş ve KAO sitesinde Ekopolitik’in toplantı  transkripsiyonlarını yayımlamıştım.

Özellikle Kimlik temelli sorunlar üzerine Dünyada kendini kanıtlamış Politik psikoloji disiplininin kurucularından Prof. Dr. Vamık Volkan’ın danışmanlığında yapılan toplantılar. Bu seferde yine Vamık Volkan’ın yönetiminde başladı ve farklı kesimlerden insanların bir araya geldiği renkli, bilgiye ve tecrübeye dayalı, verimli bir toplantı oldu. Yeni arkadaşlar edindim ve farklı görüşlerden istifade etme fırsatım oldu.

Çalıştay disiplinlerine çok dikkat eden EKOPOLİTİK toplantı öncesi Çalıştayın taslak metnini gönderdi. Bu metin üzerinde çalışma yapıp, katılımcılar toplantıya katıldıklarından dolayı konu dışına çıkılmadan verimli bir toplantı oldu.

Müzakere konularından bir kaçını burada vereceğim.

Müzakere Konuları:  

  1. Gelinen noktanın hem açılım hem de Türkiye’nin tüm sorunları ile yüzleşmesi sürecinde değerlendirilmesi
  2. TBÇ(Türkiye’nin Büyük Çatısı)  süreci ve toplantılarının bundan sonraki adımlarının planlanması
  3. “Ayrılık” düşüncesinin kamuoyu nezdinde oluşturduğu tansiyon karşısında neler yapılabileceğinin konuşulması
  4. Yükselen gerginlikler noktasında işe yarayacak, rasyonel ve pratik ama derinlemesine düşünülmüş kısa, orta ve uzun vadede sonuçları alınabilecek stratejiler geliştirme üzerine yapılabileceklerin değerlendirilmesi
  5. Toplumsal ve siyasi kanallarda hala çalışan diyalog kanalları üzerinden çatışma içinde olan grupları sakinleştirebilecek ne tür ilk adımlar atılabileceğinin planlanması
  6. Söz konusu ilk adımların Track I (siyasi kanallar) ile hangi türlü bir kontekste paylaşımının gerçekleşebileceği ve uygulamada süreçlerin ne türlü bir takibatının yapılabileceği yönünde yolların araştırılması

    …………………….

Toplantı  katılımcısı olarak Ekopolitik Koordinatörü A. Tarık  Çelenk ve Ekopolitik Direktörü Murat Sofuoğlu ile Ulusal Çekirdek Ekip ‘den Murat Belge, Musa Serdar Çelebi, Altan Öymen, Mete Yarar, Ümit Fırat, Cezmi Bayram, Raif Türk, Muhsin Kızılkaya vardı. Gözlemciler arasında Ayla Yazıcı, Ayşe Betül Çelik, Ayhan Bilgen, Cahit Büyükkanber, Esra Çuhadar Gürkaynak, Ruşen Çakır, Mithat Bereket, Nuriye Atabey, Ramazan Pertev, Nuriye Akman, Tahir Özakkaş, Turan Sarıtemur vardı. Ayrıca Mersin Çekirdek Ekibi’nden Yasmina Lokmanoğlu, Yusuf Ölmez ve Halil Koçak toplantıya iştirak ettiler. Hakkari Çekirdek Ekibi’nden ise Halit Yalçın, İdris Ağacanoğlu, İsmail Akbulut, Cemal Erip toplantıda bulundular.

Beni bu toplantıda En çok etkileyen konu. Dr.cAyla Yazıcı (Psikiyatrist, Psikanalist) 4-7-07-2010 tarihleri arasında Hakkari ilinde yaptığı saha çalışması sonucunda çıkardığı değerlendirmeleri idi.

Bu değerlendirmelerin bazı bölümlerini sizlerle paylaşacağım. Bir sorun sadece düz mantıkla çözülemez. Eğer sorun birde insan kaynaklı ise. Dolayısı ile Ekopolitik burada da çok doğru yaklaşım ile sorunun kök nedenlerinden biri olan insan psikolojisinin önemine inanarak yapmıştır. Bu çalışma, bana çözümün bu temel etrafında olacağı intibahını uyandırdı.

Dr. Aylin Yazıcı’nın  psikanalitik gözlemlerinden oluşan ve  bu ilde yaşayan insanların ruhsal durumuna bir pencere açma amacı taşıyan bu değerlendirmelerinde en çarpıcı olanları; Hakkari’de yaşayan herkes, bir cezaevinde yaşama şartlarına uygun bir ortamda olmalarından bahsetmesi idi. Birde göç eden ailelerde göç travmalarının şiddetli yaşanmalarına dair değerlendirmeleri çok çarpıcı idi. Her şeye rağmen insan onuruna yakışır bu çalışmaları yürekten kutluyorum.

Toplantıya katılanlar

Toplantıya katılanlar

Panelistler ülke meselelerini tartışırken

Panelistler ülke meselelerini tartışırken

Kavm-İ İnternet ve Helâkçılar

0

‘Bıçak ekmek de keser adam da..’

Teknoloji milletlerarası bir yarıştır. Ruhlar koşusu değil.

Neka teknoloji oka mutluluk masaldan ibarettir. Telefonsuz, televizyonsuz köy kalmayınca boyumuz mu uzadı yoksa ahlâksızlık katsayımız mı?

Okullarda bilgisayar sınıfları, derslerde internet kaynaklı ödevler şeâirden oldu. Osmanlıda yeniliklere karşı çıkan halkımız kendi kendinden intikam alıyor.

Yeni‘ ne varsa bakmak, tutmak, satın almak kapitalizm dininin alışveriş adını verdikleri ibadetin abdesti gibidir. Sanki teknoloji geliştikçe insan türü de gelişecekmiş gibi..

Orwell‘in 1959’da yazdığı “1984” romanı hala hükümfermâ. Tek bilemediği, Big Brtoher‘in Amerika‘dan sonra ikinci ülke olarak Türkiye‘ye giriş yapacağı gerçeği olsa gerek.

Sorunlar karşısında söylenen, olaylar karşısında susan ama delikli demirle saatlerce konuşan ve konuştukları fındık kabuğu doldurmayan bir güruh olduk.

Araba ve cep telefonu markalarını bilen, hangi ülkede hangi yeni gâvurluk pardon yenilik yapıldığından haberdar ve kitle iletişim araçlarının nakaratlarını tekrarlaya tekrarlaya dem sürenler alim/bilgili; karşıt diğerleri ise cahil kodlanıyorlar.

‘i-pod kullanmadın mı? Eyvah, gitti ömrünün yarısı..’

Tek gram okumadan “kes, yapıştır” modeliyle internet ödevciliğinin eğitime katkısı nedir? Her evde bilgisayar olsa ne yazar oyuncaktan başka?

Kelle başına çift telefon düşüyormuş. Enformatik cehalete göre beyindeki hücre sayısıyla doğru orantılı vatandaşın bilinç nabzı da düşecektir.

İnternet kullanıcı sayısı yüzde bilmem kaçlara varmış. Eee, sonrasında halkımızın buluş patent sayısı mı artmış yoksa elde kitap okumayanlar sanal okuma seanslarına mı girmişler?

Oyun ve arkadaşlık siteleri, çocuklar ve gençlerden sona yaşça büyüyen, zihince küçülen büyükleri de sarmış durumda. Nasıl sarmasın ki nefisler 180.

Şeytan sağlam tuzak kurmuş: İnandığı gibi yaşamak, yemiyor; yaşadığı gibi inanıyor ama herkesi inanırmış gibi yemliyor.

İnternette sen herkesi görürüsün kimesneler senir göremez. Kendini; kadınsan erkek, erkeksen kadın, çocuksan adam, yaşlıysan genç kız diye tanıtabilirsin. İçinde birikmiş ne kadar bilinçaltı saplantı varsa tatmin edersin. Bazı bazı haber spotlarına göre kaçamak yorumlar yaparsın. Bazen bir adım öne çıkar, internet şövalyeliğiyle Don Kişotluk mesleğine dalarsın.

Dedikodu, gıybet, tecessüs, haram nazar, hakaret, iftira.. rezilliğin bini bir para. Sonra git camilerde, cumalarda mümin ara.

Müslüman doğru sözlüdür. Müslüman mûtedildir. Aşırılıkları benimsemez, orta yolun yolcusudur. Müslüman yalan söylemez, yalan yere şahitlik etmez. Müslüman kınayıcının kınamasından korkmaz. Müslüman zalime zulmünü haykırır, dilsiz şeytan kesilmez.

Müslüman, kardeşinin yüzüne söyleyemeyeceği şeyi arkasından veya internet yorumlarıyla gizli-saklı söylemez. Müslüman merttir.

MSN‘de, Facebook‘da, Hİ5‘de, Netlog‘da yada Twitter‘de  ne kadar manevi uygulama yaparsan yap; mail, mesaj, ileti gönderirsen gönder; ruhunu Kâinatın Kullanma Kılavuzuna döndermedikçe boş. Hoş, ilerde bu kayıtlar lehine delil olarak kullanılır diyorsan o başka. Aleyhe de dönebilir.

Ya okuyan, düşünen, tefekkür eden, kafa yoran, ilimle iştigal eden insanlar olun ey internet kavmi yada bunları seven, dileyen ve bunlar için çabalayan. Üçüncüsü yani ‘hayra fren, şerre motor‘ olmayın; yoksa helâk olursunuz.

İkra! Enter!

İETT Yolsuzluğun, Hırsızlığın Merkezi mi?

0

İETT (İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel) 1869 yılında Dersaadet Tramvay Şirketi adı altında hayatına başladı. Doğaldır ki,  o  günün kurucularının bugün adı geçen kurumun bünyesinde meydana gelen çarpıklıkları öngörebilmeleri mümkün değildi. Aynı tarihlerde atlı tramvayla henüz  tanışan İstanbul halkı da aynı kurumun günümüzdeki kanun tanımaz davranışlarını hayal bile edemezlerdi. 1914 yılında elektrikli tramvay işletmeciliğine geçildiği dönemlerde, yani henüz birinci dünya savaşı bile başlamamışken, Osmanlı toprakları Balkan Savaşları’nın yaralarını sarmaya çalışırken kimin aklına akbil, elbil kullanacağı günler gelebilirdi ki… Bir süre yabancı şirketlerin elinde işletilen İETT 1939 yılında millileştirilerek 3645 sayılı yasa ile İstanbul Elektrik Tramvay ve Tünel (İETT) İşletmeleri Umum Müdürlüğü adı altında bugünkü yapısına ulaşarak günün gelişmelerini de takip ederek 2010 yılına geldi.  

Böylesi köklü  bir kuruluşun bugün içinde bulunduğu durumu anlamak gerçekten zordur… 

Aşağıda aktaracağım konu halkın nasıl soyulduğunun ibretlik hikayesidir. 

İstanbul’da milyonlarca vatandaş toplu taşıma vasıtalarındaki yolculuklarını  ücreti mukabilinde  temin ettikleri kartlarla yapmaktadırlar.

Bu kartlarda ilgimizi çeken ise “AKBİL” dir.

Şehrin belli noktalarındaki “AKBİL DOLUM MERKEZLERİ” vasıtasıyla akbilinize ücret yükleyip yolcuğunuzu yapabiliyorsunuz.  (2009 rakamlarıyla 81 akbil satış gişesi, 56 akbil otomatik dolum merkezi toplam otobüs sayısı 2817.) 

Buraya kadar teknolojinin hayatımızı kolaylaştırması konusunda hiçbir itirazım yok. Esas sıkıntı bu kolaylığın-kolaylık diye sunulanın-  pratikte uygulanmasındaki kanun dışılıklarla başlıyor. Şöyle ki; 
 

2010-08-13 11:09:48 tarihinde İETT’ye ait internet sitesi vasıtasıyla yetkililere aşağıdaki soruları yönelttim: 

sayın yetkili,

İett bünyesinde kaç hat var?

İett bünyesinde kaç otobüs var?

İett bünyesinde kaç şoför var?

İett günde kaç sefer düzenliyor?

İett 2009 yılında ve 2010 yılında 01-08-2010 itibariyle kaç yolcu taşıdı?

İett nin şoför olan personeliyle akbil arasında herhangi bir kanunsal bağ var mı?

Şoförlerin ekstra ücret karşılığı biletsiz veya akbilsiz binen yolcu yerine akbil bastığı doğru mu?

Bu doğruysa ekstra alınan ücret nasıl kayıt altına alınıyor?

Şoförlerin bu ücreti almaya hakları var mı?

Bu ücretler alınıyorsa 2009 ve 2010 yıllarına ilişkin böylesi alınan ücretlerin bir dökümü var mı? 

Şoförler eğer böyle bir haksız kazanç elde ediyorlarsa, ücreti tahsilatları sırasında sürüş ve yolcu güvenliğini nasıl sağlıyorlar?

Eğer bu bilgiler doğruysa ve kurumunuz şimdiye kadar farkına varmadı  mı? 

Vardıysa nasıl bir işlem gerçekleştirdi?

vereceğiniz cevaplar için şimdiden teşekkür eder, iyi çalışmalar dilerim… 

17 Ağustos 2010 tarihinde gelen cevap ise aşağıdaki gibidir: 

Sayın  serdar kabadayı, 

2010-08-13 

İETT’ye yaptığınız başvuru incelenmiştir; 

 
Akbilin kullanımı ile alakalı  çözüm arayışlarımız devam etmekte olup,İstanbul gibi metropol bir şehirde yaşayan ve toplu ulaşım araçlarını  kullanan vatandaşlarımızın seyahat öncesi sistemde kullanılan ücret ödeme araçlarını(Akbil,Elbil)yanlarında bulundurmalıdırlar. Yanlarında Akbil ve Elbil bulundurmayan yolcularımızın seyahatini engellememek ve yardımcı olmak amacıyla şoförlerimiz üzerlerinde bulundurdukları  Akbillerini,zaman zaman talep edenlere bedeli karşılığı  kullanmakta olduğu gözlenmiştir. İstanbul kenti genelinde toplam 9708 adet otobüs durağı hizmette olduğundan her durakta Akbil veya Elbil satışı  mümkün olamamaktadır. Bu nedenle yolcularımızın herhangi bir olumsuzlukla karşılaşmamaları için otobüse binmeden önce Akbil veya Elbil temin etmeleri gerekmektedir. Ayrıca,istemiş  olduğunuz sayısal bilgiler içinde
http://www.iett.gov.tr/ adresli web sitemizi inceleyebilirsiniz.  
 

İETT Halkla İlişkiler ve Seyahat Kartları Şube Müdürlüğü vasıtasıyla gönderilen bu cevap, koskoca bir kurumun nasıl aciz durumda olduğunun göstergesi değil midir?

“Akbil’in kullanımıyla alakalı çözüm arayışları devam ediyor” denirken ne demek istenmiştir.

Acaba şoförlerimizin çalmasını, haksız kazanç elde etmelerini engelleyecek bir yol bulamadık mı demek istemektedirler?

“İstanbul gibi metropol bir şehirde yaşayan ve toplu ulaşım araçlarını kullanan vatandaşlarımızın seyahat öncesi sistemde kullanılan ücret ödeme araçlarını(Akbil,Elbil)yanlarında bulundurmalıdırlar.” Cümlelerinden anlaşılan da şunlar değil midir: “Akbilinizi kaybetmeye, evde unutmaya, başka şehirden gelmeye, turist olmaya veya herhangi bir sebeple dolduramamaya hakkınız yok. Eğer bu durumlardan birini yaşadıysanız bizimde yapacak bir şeyimiz yok. Şoförlerimizin sizden alacağı kanun dışı miktara göz yummak zorundasınız.”

“Akbil ve Elbil bulundurmayan yolcularımızın seyahatini engellememek ve yardımcı olmak amacıyla şoförlerimiz üzerlerinde bulundurdukları Akbillerini, zaman zaman talep edenlere bedeli karşılığı kullanmakta olduğu gözlenmiştir.” Bu cümleler ise tam da İETT nin uygulamalarına uygun bir cevap niteliğindedir. Amaçları seyahati engellememek olan yetkililer her ne hikmetse her şoförünün cebinde bulunan AKBİL için neden “her şoförümüzde akbil var?” sorusunu sormaktansa, şoförlerinin sadece ve sadece kamu yararı için yanlarında akbil bulundurdukları görüşünü savunmaktadırlar. Çok ilginçtir ki aynı yetkililer, Şoförlerinin hiçbir kar elde etmeseler de otobüslerde böylesi bir alışverişe göz yummakta olup, şoförün kimi zaman araç seyir halindeyken para alıp vermesini sürüş güvenliğinin ihlali saymamaktadırlar.

“İstanbul kenti genelinde toplam 9708 adet otobüs durağı hizmette olduğundan her durakta Akbil veya Elbil satışı mümkün olamamaktadır.” Cümlesi ise altyapılarının eksikliğini kabul etmelerinin en büyük ispatıdır. Varolan otobüs duraklarının sayısını vermekten çekinmeyen yetkililer, kaç tanesinde akbil dolum merkezi olduğunu veya

İett bünyesinde kaç hat var?

İett bünyesinde kaç otobüs var?

İett bünyesinde kaç şoför var?

İett günde kaç sefer düzenliyor?

İett 2009 yılında ve 2010 yılında 01-08-2010 itibariyle kaç yolcu taşıdı? 

Gibi sorularıma da “Ayrıca,istemiş olduğunuz sayısal bilgiler içinde http://www.iett.gov.tr/ adresli web sitemizi inceleyebilirsiniz.” Cevabını vermişlerdir.

Gelelim tüm bu yazdıklarıma sebep veren olaya;

12-08-2010 tarihinde sabiha gökçen havalimanından 22-30 da hareket eden e-10 hat numaralı otobüste kadıköye yaptığım yoculukta şoför kendi akbilini kullandırmak kaydıyla akbil ödeme cihazında 3,00 lira yazmasına rağmen yaklaşık 30 kişiden kişi başı 3,50 lira tahsil etmiştir. Bu da sadece o sefer için şoförün toplamda en az 15 tl haksız kazanç elde ettiğinin göstergesidir.

Her gün bu olay gibi yüzlercesine hepimiz bindiğimiz her İETT otobüsünde şahit olmaktayız.

Aynı  hatta ait Kadıköy den 1 haftada yaklaşık 470 ve Sabiha Gökçen Havalimanından da yaklaşık 500 olmak üzere toplamda 970 sefer olduğunu düşünürsek ve bununda 1 ayda yaklaşık 3900 sefere karşılık geldiğini hesapladığımızda kayıtdışı tahsil edilen paranın sadece bu hatta ki boyutlarının ne kadar ürkütücü olduğunun farkına varırız.

Sadece bir hat için yapılan bu hesabı bir de yaklaşık 450 hat için yaparsak ve bu hatlarda yaklaşık 15000 sefer yapıldığını göz önüne alırsak İETT’ nin organize bir hırsızlığın, yolsuzluğun merkezi olduğunu iddia etmek çok da yanlış olmasa gerek…

Özel halk otobüsleri dahil 5000 otobüslük filosu olduğunu büyük puntolarla İnternet sitesinden duyuran, her gün 535 bin kilometre ile dünyanın etrafını 13,5 kez dolaştığını söyleyen ve gurur duyulması gereken bir hizmet kalitesine sahip olduğunu iddia eden bir Belediye Başkanı’nın, Belediye Başkanlığına bağlı ilgili kurum ve kuruluşların yetkililerinin böylesi bir organize kanun dışılığı, hırsızlığı bilmeme, bilmelerine rağmen  göz yumma ihtimali  bile insanın tüylerini ürpertiyor.

Sonuç itibariyle;
Halkın yine halk(şoförler) tarafından soyulmasına izin veren veya göz yuman İETT ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanlarının ve diğer yetkililerinin istifa edip kanun önünde hesap vermeleri için başka sebebe ihtiyaç var mıdır?

Yüksek Yargı İle Kavganın Ekonomik Sebepleri

0

Referandum öncesi “evet” ve “hayır” kampanyalarını yürüten taraflar, elektronik ortamda da mücadelelerini sürdürüyorlar. AKP yanlıları “neden evet dememiz gerektiğini” gösteren ve genellikle www.akparti.org.tr adresinden alınmış bilgilere dayalı gerekçelerini e-posta olarak gönderiyor.

Bana muhalefet kanadından gelen e-postalardan biri muhalefetin, meydanlarda dile getirilmeyen, çok önemli bazı görüşlerini dile getirmiş. “Neden hayır demeliyiz” başlığı altında yazılanlardan bir kısmını, AKP’nin Yüksek Yargı ile olan kavgasının ekonomik ve dış ilişkiler yönünü açıklayan bölümlerini sizlerle paylaşmak istedim.

************************

Bana gelen e-postada “AKP iktidarının yargı ile verdiği mücadele bu millet adına değil, ABD, İsrail, global şirketler ve kendi cepleri için verilen bir mücadeledir” tezini açıklayan şu örnekler veriliyor:

1) AKP iktidarı 2004 yılında çıkardığı 5177 sayılı kanunla yabancıların çıkardığı madenden devlet payını % 2’ye düşürdü. O günden bu ana kadar  350 yabancı maden firması topraklarımızın % 23.5 ne karşılık gelen arazileri ele geçirdi ve yılda 100 milyarlarca dolarlık madenimizi gemilere yükleyip yurt dışına çıkarıyorlar.

Bu yabancı firmalarla bu iktidarın ortaklıkları da mevcut. Örneğin İsrail devletini kurduran Rothschilld ailesi ile Başbakanın damadı Berat Albayrak’ın genel müdür olduğu Çalık Grubu, Anatolia Minerals firmasında % 50′ şer ortaklar. Bu firma 4 milyon dönüm arazi kapatmış durumda. (Çalık Grubu TMSF’nin satışa çıkardığı Sabah Gazetesi ve ATV‘ yi de Aralık 2007’de satın aldı.)

Mesela ABD’den mezardakileri bile oy vermeye çağıran Fethullah Gülen’e yakınlığı ile bilinen Koza Grubu 6 milyon dönüm arazi ve 500 ruhsatla bu işin en önünde. (Koza Grubu Kanaltürk TV ve Bugün TV ve Bugün Gazetesi‘nin de sahibidir.)

  • Ø Şimdi burası son derece önemli önce Anayasa Mahkemesi 15.01.2009 da ÇED raporu alma işini Bakanlar Kurulu’na veren 5177 sayılı kanundaki maddeyi iptal etti. Bunun manası Koza Altın ve Anatolia Minerals ve diğer maden firmaları birçok ruhsatı, çevre katliamı olmasına rağmen Bakanlar Kurulundan almışlardı. Şimdi bu ruhsatların tamamının iptal edilmesi lazım.
  • Ø Yine hemen bu karardan sonra 10.02.2009 da Danıştay 5177 sayılı kanuna dayalı olarak çıkarılan Maden Faaliyetleri İzin Yönetmeliği‘ni tamamen durdurdu. Bunun manası bütün yabancı maden firmalarının ruhsatları geçersiz olmasıdır. Ancak hükümet bunu uygulamıyor.

Şimdi bu referandumda evet çıkarsa, Danıştay’ın yerindelik ilkesine dayanarak verdiği bu karar iptal edilecek, maden satışlarının önü açılacak. Yani Danıştay’ın devre dışı kalması ve Anayasa Mahkemesinin kendi seçtikleri adamlardan oluşturulmasının bir sebebi de bu talanın önündeki engellerin kaldırılmasıdır.

2) AKP iktidarı döneminde Cumhuriyetle özdeş birçok kurumumuz, nerede ise bedava fiyata, bu iktidarın yandaşlarına satılmak istendi. Ancak Anayasa Mahkemesi ve Danıştay bunlara “dur”  dedi. Örneğin,

  • Ø Eti Alüminyum kasasındaki nakit para, stoklarındaki hazır hammadde, dünyanın sayılı entegre fabrikası, 7 adet boksit maden sahası, Antalya Gümrük Müdürlüğü, Oymapınar Hidroelektrik Santrali ile birlikte değerinin % 1’ine Rizeli Başbakanın yakın dostu Cengiz İnşaat’a satıldı. Ancak Danıştay bu yağmayı durdurdu.
  • Ø İskenderun ve İzmir Limanlarının 80 milyon dolarlık komik rakamlara satışını da Danıştay durdurdu.
  • Ø İGDAŞ A.Ş.’nin satışında İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş’ı tek yetkili kılan uygulama da Danıştay tarafından iptal edildi.
  • Ø İmarı arttırılarak İzmir Alsancak’ta Türkiye’nin en değerli yerlerinden olan Tekel’e ait 30 dönümlük arazi 14 milyon 750 bin TL’ye satıldı. Danıştay bunu durdurdu. Gürel Grubu temsilen Noyan Gürel Bey bundan üzüntülerini bildirdi.

Bunun gibi yüzlerce satışı Danıştay durdurdu. Şimdi bu engeller kaldırılıp milletin zenginlikleri birkaç global şirkete ve onların yerli taşeronlarına peşkeş çekilmek isteniyor.

3) Suriye sınırımızda Kıbrıs’ın 3 katı büyüklükte  mayınlı bir arazi var. AKP öncesinde bu mayınların temizlenmesi için 25 milyon dolar değer biçilmiş ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin bunu yapmasına karar verilmiş. Ayrıca bu işi yapabilecek yerli firmalar da mevcut. Ancak AKP iktidarı bu arazileri para karşılığı temizletmek yerine, 44 yıllığına bu mayını temizleyecek olan İsrailli firmalara verecek bir düzenleme ile ihaleye gidiyor. Neden mayın temizleyene burasını veriyorsun sorusunun cevabını AKP veremiyor. Pelikan Şirketler Grubu (ki mayın temizleme sertifikaları da var) diyor ki bu arazinin altında 4 trilyon dolarlık petrol var. Sonuçta 23 Temmuz 2009’da Anayasa Mahkemesi bu talanı durduruyor.

Hatırlarsanız İsrail Devleti de böyle kurulmuştu. Önce topraklar satın alınmış, sonra da devlet kurulmuştu. Bu toprakların İsrail’in arz-ı mev’ud alanına girdiği eleştirisi Başbakana yapılınca, Düzce konuşmasında verdiği cevap enteresandır: “Paranın dini, ırkı, milliyeti olmaz.” Dün Abdülhamit’in Filistin topraklarını satmamasına da aynı eleştiriyi getirmişlerdi.

4) Yahudi devletini kuran Rothschilld Ailesi kendisine üs olarak eski Galata Bankerlerinin merkezi Karaköy’ü seçer. Ve onlar adına Ofer Ailesi 2040 yılından sonra parası ödenmek üzere ihalesiz Galataport‘u alır. Ancak Danıştay bunu durdurur.

Yine bu aile Tüpraş’ın %14.76’sını, Kuşadası Limanı gibi bazı limanları aldı ve imar mevzuatında değişiklik yaptırdı. Bütün bunlar ise Danıştay tarafından durduruldu.

5) AKP hükümeti köylünün elindeki meraları alırken, Hazine arazilerini dilediği yabancıya  tahsis etme düzenlemesi yaptı. Danıştay 04 Mayıs 2005 te bunu da durdurdu.

Bugün AKP iktidarının yüksek yargıya karşı verdiği mücadele, AKP üzerinden global güçlerin Türk milletine karşı verdikleri mücadeledir. Her Türk vatandaşına düşen vazife de bunlara uygun cevabı vermektir.

**************

Hangi partiden olursa olsun bu yazıda iddia edilenleri bir Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin yapmasına inanmak dahi istemeyiz. Dilerim bu anlatılanlara karşı AKP kanadından vicdanlarımızı tatmin edici cevaplar verilir.

 

Cennet Protokolü

0

Hoş geldin ramazan

Ramazanın ülkemize ve tüm insanlığa huzur ve bereket getirmesi temennisiyle yazmaya başlıyorum.

İlginizi çekeceğini umuyorum.

Farklı bir bakış açısıyla sıralama yapmaya çalışacağım.

Lütfen yazının içeriğini okumadan başlığa takılıp kalmayınız.

Cennette de protokol olur mu demeyiniz.

İnsanın bulunduğu her yerde protokol olur.

Bu eşyanın tabiatında vardır ama kurallar dünyadaki gibi değildir.

İnsan yapısı gereği değişken bir konuma sahiptir.

Cennetin en üst tabakasında olabildiği gibi Cehenneminde en alt tabakasında olabilir.

Protokolde meleklerin ve şeytanın yerleri sabitken insanlar konumları gereği meleklerden daha üst şeytandan da daha alt seviyelerde olabilirler..

Bu girişten sonra protokol sıralamasına bir göz atalım.

En üst kademeyi birinci sıra kabul ederek sıralama yapacağız.

1 – Protokolün 1. sırasında Peygamberler ve ashabları bulunur.

Tabi ki onlarında kendi aralarında derece farkları olabilir.

Bu da köşk ve saraylarının lükslüğüne yansır.

İnsanlar içerisinde iman ve ibadet bakımından en üstünü onlardır.

Bunun için protokolde de ön sırada bulunurlar.

2 – Protokolün 2. sırasında cömert zenginler, Müslümanlar bulunur.

Hemen olmaz öyle şey şehitler ne güne duruyor diye itiraz etmeyiniz.

Şehitlik elbette çok önemli bir makamdır ama sıralamada cömert zenginler onlardan iki kademe önde bulunurlar.

3 – Protokolün 3. sırasında İlmi ile amil olan ihlâslı âlimler bulunur.

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde ‘Âlimler peygamberlerin varisleridir’ buyuruyor.

Gördüğünüz gibi ilmi ile amil ihlâslı âlimler şehitlerden öncedir.

Peki, âlimler cömert zenginlerden neden sonradır?

Bu sorunun cevabı şu hadiste saklıdır.

Peygamberimiz (sav) buyuruyor ki ‘İki gurup insandan başkasına gıpta edilmez onlardan birincisi Allah(cc) kendisine bolca mal(zenginlik) ihsan etmiştir de, oda bu malı Allah yolunda cömertçe harcamıştır, ikincisi ise Allah kendisine ilim nasip etmiştir de oda hem bu ilimle amel etmiştir hem de insanlara faydalı olmuştur.’

Görüldüğü gibi hadiste cömert zenginler ihlâslı âlimlerden önce zikredilmiştir. Allah(cc) zenginlerimizi de âlimlerimizi de bu guruba dâhil eylesin.

4 – Protokolün 4. sırasında şehitler bulunur.

Şehitlik elbette çok önemlidir. Allah şehitliği herkese nasip etmez ama bu protokoldeki sıralamayı da değiştirmez.

Neden?

Cömert zenginlerin yardımları ve bursları olmasaydı belki o insanlardan birçoğu âlim olamayacaklardı.

Âlimlerin yönlendirme ve teşvikleri olmasaydı o insanların birçoğu şehit olamayacaklardı.

Şimdi biraz daha anlaşıldı zannederim.

5 – Protokolde 5. sırada melekler bulunur

Onların yerleri sabittir belki aralarında derece farkları olabilir.

6 – Protokolün 6. sırasında adil yöneticiler bulunur.

Yöneticilik kavramı çok geniştir hayatın her alanını kapsar.

Ev idaresinden okul idaresine, muhtarlıktan iş idaresine, valilikten bakanlığa, başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına kadar her kademede idari görevlerde bulunan herkesi kapsar.

7 – Protokolün 7. sırasında Salih Müslümanlar bulunur.

İmanıyla amelini bütünleştiren hatayı haram ve günahı hayatın vazgeçilmez haline getirmeyen zaman zaman hatta çoğu zaman güzel işler yapan güzel insanlardır.

8 – Protokolün 8. ve son sırasında ise vasıfsız Müslümanlar bulunur.

 İmkânları ölçüsünde ibadetlerini yapmaya çalışan zaman zaman ibadetlerinde küçük ya da orta ölçekli hataları olan hata yapıp günah işleyince de tövbe eden..

Batıla hak elbisesi giydirmeye çalışmayan, çok fazlada hayır hasenat yapma imkânları olmayan Müslümanlar bulunur.

Ben sıralamayı böyle yaptım.

Allah(cc) bu sıralamada bana da sizlere de bir yer nasip etsin.

Sürçü lisan ettiysem yanlış ve hatalı bir şey yazdıysam önce Allah’tan af diler, sonra sizlerin hoş görüsüne sığınırım.

Siz bu sıralamada kendinizi nerede görüyorsunuz?

İslami tebliğe engel olanların bu sıralamada yeri yoktur.

Burada yer bulamayanlar için,

Sırada cehennem protokolü var

“Karşıyaka’nın Beyleri” Bölgemizin yakın tarihine tutulan bir ışık

Bir varlığın kıymeti o varlığın, o imkânın ele geçirilmesindeki sürecin iyi bilinmesi ile veya kaybedildiğinde daha iyi anlaşılır. Bu insanın günlük hayatında da böyledir. Sağlık, zaman, para gibi unsurlar öneminin yeterince farkında olamadığımız değerlerimizdir. Bu durum sosyal hayatımızın önemli etkenlerinden olan iyi yönetim, çevre, toprak, su gibi hususlar için de geçerlidir.

Bölgemizin yakın tarihine ışık tutan roman tarzında kaleme alınmış “KARŞI YAKANIN BEYLERİ” isimli eseri okuyunca bunu bir daha anladım ve sizlerle paylaşmak istedim. Sürükleyici bir üslupla Marmara bölgesinin ve özellikle Karamürsel ilçemizin, daha 90 yıl gibi kısa bir süre önce yaşadığı İngiliz-Yunan işgalinin nelere sebep olduğunun anlatılmaya çalışıldığı bir kitaptı bu.

Eser bölgemizin sosyal ve ekonomik yönlerini, o günlerin sanatkâr ve ticaret erbabının özelliklerini, bölgedeki insanın yaşama tarzını da yansıtmaktadır. Eseri okudukça Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşundaki zorlukları, Osmanlı Devletinin son dönemlerindeki sıkıntıları daha iyi anlayabiliyorsunuz.  Yörüğü, Manavı, Lazı, Çerkezi, Boşnağı, Arnavutu ile bir toplumun nasıl TÜRK MİLLETİ’ ni oluşturduğunu görüyorsunuz. ATATÜRK’ÜN Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Anadolu halkına TÜRK MİLLETİ”  denir tarifindeki hikmeti ve doğruluğu daha iyi idrak edebiliyorsunuz.

Roman o günkü insanımızın umutlarını, gayretlerini, acılarını, ızdıraplarını çok güzel bir üslupla anlatmaktadır. Karamürsel kumaş fabrikasından, sebze, meyve üreten köylüye; kasabanın esnaf ve sanatkârından deniz kaptanları-tayfalarına ve Karamürsel yelkenlisine; bunların İstanbul-Karamürsel hattı üzerindeki ulaşım ve nakliyedeki rolleri ile bunun günlük hayata etkileri güzel bir üslupla anlatılmaktadır. O günkü Türk gencinin aşkı ve sevgiyi nasıl anladığı ve yaşadığı Yörük Macit-Gülperi isimli gençler üzerinden romana zenginlik katacak şekilde gösterilmiştir…

1920’deki Milli mücadelenin bu bölgede İstanbul-Karamürsel hattı üzerinden nasıl yürütüldüğünü, gökbayrak taburu ve bunun etrafında şekillenen yerli milis kuvvetlerinin nasıl şekillendiğini ve halkın bunlara desteğinin getirdiği olaylar dizisi de çok tatlı bir üslupla ve bugünün insanına ibretler sunacak şekilde anlatılmaktadır. Dr.Enis Fahri Bey, Alaaddin Kaptan, Terzi Mevlüt, Tüfekçi Ali Kaptan gibi isimlerle toplumun bir bütün halinde milli mücadeleye nasıl katkı verdiği anlatılmaya çalışılmıştır. Halkın, özellikle silah ve cephane sevkindeki inanılmaz imecesi bir Fransız yazar Klod Farer’den aktarılarak şöyle tariflenmektedir:

“Motorların açıkta demirlediğini gören bütün kasaba halkı; erkek, kadın, çoluk, çocuk, kaymakam ve askeri kumandan veyahut belediye reisinin bir işaretini, bir emrini beklemeksizin bir anda sahilde toplanıyor ve açıkta demirlemiş bulunan motorlardan; sandıklar, denkler, küfeler getirmekte olan kayıklar sahile yanaşınca, onları inanılmaz bir maharetle boşaltıyor. Bu sakit, perişan kılıklı ulu halk, yükünü kontrolsüz, nezaretsiz fakat mükemmel ve muntazam bir şekilde depolara götürüyor, herkes gücü yettiği kadar taşıyor. Kolları arasında mermi taşıyan annelerin arkasında giden paçavralar içinde yalınayak mini mini çocuklar gördüm. Yaşlılık sebebiyle çökmüş omuzlarına yükledikleri sandıkları güçlükle ama coşkuyla taşıyan ihtiyarlara şahit oldum. Bütün bu insanlar, işlerini gayet tabii ve basit kabul ediyorlar ve yaptıklarının karşılığı olarak bir teşekkür bile beklemiyorlar.”

28 Haziran 1921’de İzmit’in kurtuluşu,  29 Haziran 1921 Karamürsel’in Yunan askerileri tarafından 2.defa yakılıp yıkılması ve Türk kuvvetleri önünden kaçarken yaptıkları zalimlikler günümüz insanına güzel bir üslupla aktarılmaktadır.

Büyükşehir Kültür Müdürlüğü’nün yakın tarihimizi bize aktaran Sn. Erdoğan Özdemir tarafından yazılmış bu eser, 1340’lardaki fetih dönemini anlatan Süleyman Paşa eseri gibi övgüye ve teşekküre layık bir çalışmadır. Bu ve benzeri eserler hem bölgemizin tarihinin bilinmesini sağlamak yönü ile hem de gençlerimizin vatandaşlık kimliğinin doğru şekillenmesine katkı sağlayacak bilgilerin edinilmesinin temininde lüzumlu eserlerdir.

Benzeri çalışmaların devamını beklerken başta emeği geçen yazara ve Büyükşehir Kültür Müdürlüğü yetkililerine ayrıca bu çalışmalara özel önem veren Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanımıza teşekkür ederiz.

Allah’tan  Türk milletini, 1920’deki gibi hak ve özgürlüklerimizin elimizden alınması  durumu ile karşı karşıya getiren kötü yönetim afetlerinden, ayrıca 17 Ağustos1999’da yaşadığımız deprem gibi  afetlerden korumasını; yöneticilerimize ve insanımıza da bu gibi durumlarda doğru adımlar atacak gayret ve basiret vermesini dilerim.

Kuruluştan Kurtuluşa gelinceye kadar ve bu vatan coğrafyasının hür ve bağımsız ülke olmasında canlarını feda eden tüm şehit ve gazilerimizi şükranla yad ederken 17 Ağustos 1999 depreminde kaybettiklerimiz ve bu devlete-millete hizmeti geçen tüm ölenlerimizin rahmetle anarız.

Sağlık, huzur ve mutluluk dileklerimle.

 

Kriz Çıkartma Sanatı

0

Bir bardak suda muhtelif çap ve markada kriz kopartabilmek için çok fazla uzmanlığa ihtiyaç yok aslında. Önemli olan suflörünüzün verdiği repliklerden hiçbirini kaçırmamanız.

Siyaseti hem paralı meslek haline getiriyorlar hem de seçilmiş siyasîler birdenbire herbişeyden anlar hale geliyorlar. Sanırsın seçilmiş peygamber (!)..

Seçilmişler yargıdan anlar, askerî nizamdan anlar, istihbarattan anlar, simülasyondan anlar. Anlar oğlu Hezarfen karalar bağlar.

Seçilmişlere dokunulamaz, yan bakılamaz, aleyhlerinde – hâşâ – karar verilemez. Aksi takdirde her birerlerine demokratik had bildirim seansları itinayla yapılır. Seçilmiş fetişizmi..

Yargı siyasete sarkmasın ama siyaset yargıya sarksın. Asker siyasete yön vermeyi aklından bile geçirmesin ama siyaset askere papatya falı açabilsin. Ohh, ne güzel kuvvetler ayrılığı..

Hükümet Hasan Iğsız‘ı ne kadar tanır, Erdal Ceylanoğlu‘nu ne kadar bilir? Bilenler okyanus ötesinden tanırlar. Amerika sadece siyasî iktidara değil askeri hiyerarşiye de her daim hükmetmek istemiştir. Nitekim 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat, 27 Nisan imalâtları vardır.

Anayasayı değiştirirsiniz ama ‘Our Boys’lara dokunamazsınız. Bir bakın bakalım Ergenekon’dan içeriye alınmış tek bir ‘Amerikancı General’ var mı?

Lüküs hayat, pek rahat. Amerika üflesin sen ‘direniyor’un gölgesinde yat. ABD, daha doğrusu Pentagon ikna olduğunda ne oluyormuş, kriz çözülüyormuş. Filmin teması; kaos paradigması. Büyük Ortadoğu dizaynı için eğitimden enerjiye tedrici karmaşa uygulaması kararı varsa siz bunu spottan demokratik mücadele diye de verebilirsiniz.

Cumhuriyet tarihinin en zayıf ve en dirençsiz Hükümeti budur. ABD‘yle 2 defa kısmen ters düştüler diye yalvar yakar vermedikleri taviz kalmadı. Benim esnaf siyasetçim yoksa ne anlar HSYK‘dan veya YAŞ‘dan, kurudan.

Krizkolik milletim Haçlı Ordularına karşı mücadele veren Anadolu Selçuklularının gâzâ heyecanını yaşamakta. Bilmiyor ki postmodern Haçlı Seferleri yerli halktan koçbaşlarına yaptırılıyor.

YAŞ krizinde gözlerim yaşardı. O general serin, bu general benim. Bir ikilik girmemişti, orayı da ‘cırt Ayşe Teyze‘ yapabilirsek ne ala. Gelsin Balkan Savaşlarında siyasi ayrılıktan dolayı ordunun düşmana teslim edilmesine sıra.

Vay benim halkım; plajcı, evcilik’çi, kutu’cu, filimci, ‘yiyor ama yapıyor‘cu kardeşlerim. ‘Hiç akletmez misiniz?‘ ‘Ne kadar az tefekkür ediyorsunuz‘ ‘Efelâ ye’kılûn‘, ‘Efelâ yetefekkerûn‘.

                        

Dua’nın Önemi

0

Dua, Yüce Dinimiz İslam’da çok önemli bir yer işgal etmekte olup, kelime olarak çağırmak, birisine mesaj vermek, onunla irtibat kurmak manalarına gelir. Dinimizdeki kul tanımı esas alındığı takdirde ise, kulun, Allah’a yalvarması, halini arz etmesi, içini dökmesi, ihtiyaçlarını dile getirmesi demektir. Dua’nın hayatımızda her zaman önemli bir yeri olmakla beraber, içinde bulunduğumuz üç aylar münasebetiyle önemi biraz daha artmakta, inanan insanlar diğer zamanlardan farklı olarak bu aylarda Cenabı Allah’a yapmış oldukları dua ve niyazlarını daha da artırmaktadırlar.

Dua, Allah’la kul arasında kuvvetli bir bağdır. Kul her şeyini mutlak kudret sahibi olan Kadir-i Mullak’tan talep eder. Bu aynı zamanda kulun Rabbine karşı iman ve irtibatının bir gereğidir. Başka bir ifade ile dua, imanın en önemli göstergelerinden birisidir.

Dua, kulluğun bir emaresi olmakla beraber sadece insana has bir husus değildir. Kâinattaki bütün mahlûkat onunla ilgilidir. Farzı muhal bir kuş yavruları için dua eder. Ancak kendi lisanında. Ağaçlar Mevsimi geldiğinde meyve vermek için dua ederler ama biz insanlar bunun farkında olmayız. Kur’an-ı Kerim’de buyruluyor ki: ‘Kâinatta hiçbir şey yoktur ki hamd ile Allah’ı tesbih etmesin, Onu anıp dua etmesin’. Nitekim SAFF Suresinin 1. Ayetinde ‘Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ı tesbih eder’ buyrulmaktadır.

Yine Kur’an-ı Kerim’de Allah korkusundan yarılan dağlardan, yuvarlanan taşlardan bahsedilir. Gök gürültüsünün hamd ile Allah’ı tesbih ettiğinden bahsedilir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ‘Bu dağ Uhud’tur. O bizi sever biz de onu severiz.’ buyurmuşlardır. Kısaca ifade edecek olursak, sadece insanlar dua etmez. Bütün mevcudat, bütün varlık kendi dilinde dua eder.

Hayatı duasız düşünmek mümkün değildir. Yaşamakta olduğumuz hayat baştan sona kadar duadan ibarettir. Dua Rıza-i İlahi’nin şifresi ve Cennet-i Ala’nın da anahtarıdır. Allah (c.c.) katında bizim ehemmiyetimiz, değerimiz duamız sayesindedir. Duamız yoksa bir değerimiz de yok demektir. Onun için Allah’ın bütün mümin kulları dua’dan bir an bile uzak kalamazlar.

Evet, dua çok ama çok önemlidir. Rahmet elinin üzerimizde dolaşması dua sayesindedir. Dua aynı zamanda gazabında panzehiridir. Hakkımızda rahmeti ve rızayı celp, gazap ve öfkeyi def edecek olan bir ubudiyettir. Çok defa, beşer imkânının tükendiği hallerde dua şuuru başlar. Rabbin kapısına dua ile varılır. Samimiyetle, içten gelerek yapılan dua, rahmetin celbine vesile olduğu gibi, belayı ve musibeti def edip ortadan kaldırır.

Dua hafif sesle, gönülden ve hüzünlü bir şekilde yapılmalıdır. A’RAF Suresinin 205. Ayetinde buyruluyor ki, ‘Kendi içinden gelerek, yalvararak ve korkarak Rabbi’ni zikir et’ Duada yapmacık sözlerden kaçınmalı ve ses yükseltilmemelidir. Aynı zamanda talep edilen hususların, muhakkak suretle Cenabı Allah tarafından kabul edileceği hususunda zerre miktarı kadar tereddüt gösterilmemelidir.

AYETLERLE DUA

  • Ø Korkarak, ümit ederek ve huşu içinde boyun bükerek sana dua ediyoruz. (756, 3016, 2190)
  • Ø Ey Rabbimiz, biz ilah ve ‘Rab’ olarak sadece seni tanıdık, sana inandık, sana güvendik, indirdiğin kitaba iman ettik, Resulüne tabi olduk, bizi şahitlerle beraber yaz. (353)
  • Ø Ey Rabbimiz, içimizdeki beyinsizler yüzünden bizi helak etme. (7155)
  • Ø Ey Rabbimiz, bizi şu zalimlerin arasına katma. (747)
  • Ø Ey Rabbimiz, bizi inkârcılar için bir oyun ve eğlence aracı yapma. (605)
  • Ø Sen bizim Mevla’mızsın. İnkârcı, nankör topluma karşı bize yardım et. (2286)
  • Ø Ey Rabbimiz, duamızı kabul buyur. (1440) Doğrusu sen duaları işitensin. (338)

RESULLAH’IN (S.A.V.) DUALARI

  • Ø Allah’tan mağrifet diler ve O’na tevbe ederim. (Mace İbni)
  • Ø Allah’ım seni zikretmek, sana şükretmek ve sana güzelce ibadet etmek için bana yardım et. (Ebu Davut)
  • Ø Allah’ım senden hidayet, takva, iffet ve gönül zenginliği dilerim.
  • Ø Allah’ım senden Cennet’i, Cennet’e yaklaştıracak söz ve amelleri yapmayı diler, Cehennemden ve Cehenneme götürecek söz ve amellerden sana sığınırım. (İbni Mace)
  • Ø Allah’ım üzüntü ve elemlerden acizlik ve tembellikten, korkaklık ve cimrilikten, borçların ağırlığından ve insanların kahrından sana sığınırım. (Ebu Davut)
  • Ø Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. O’na tevekkül ettim. O yüce arşın Rabbidir. (Ebu Davud)

HADİS-İ ŞERİFLER IŞIĞINDA GÜNLÜK DUALAR

  • Ø ‘Bismillahi tevekeltü alallahi, ve la havle ve la kuvvete illa, billahil aliyyil azim’ diyen kimse, tehlikelerden korunur ve şeytan ondan uzaklaşır. (Tirmizi)
  • Ø Bir kimse, sabah akşam yüz defa ‘Sübhanallahi ve bihamdihi’ derse o gün ve o gece hiç kimse onun kadar sevap kazanamaz. (Deylemi)
  • Ø ‘La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim’ okumak doksan dokuz derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdan kurtulmaktır.
  • Ø Her gün yüz defa salavat getiren, münafıklıktan ve Cehennem ateşinden uzaklaşır ve kıyamette şehitlerle beraber olur. (Taberani)
  • Ø Tilavet secdesinden kalkınca ‘Semi’na ve eta’na gufraneke Rabbena ve ileykel masir’ denir.

KİMLERİN DUASI MAKBULDUR

  • Ø Bütün Peygamberlerin duası şek ve şüphesiz makbüldür.
  • Ø Duası Makbul insanlardan bir zümre de Allah’ın sevgili kullarıdır. Çevremizde böyle muhterem büyüklerimiz varsa hayır dualarını almaya gayret etmeliyiz.
  • Ø Bundan başka yaşlıların duası kabule şayandır. Bir Hadis-i Şerif’te buyuruluyor ki: ‘Cenabı Hak saçı başı ağarmış bir piri fani dua ettiğinde, onun duasını kabul etmemekten hicap duyar.’
  • Ø Ana-baba duası da çok önemlidir.
  • Ø Bunlardan başka mazlumun, mağdurun duası da çok çabuk kabul görür. Mazlum ve mağdurun bedduasından da çok sakınılmalıdır. Çünkü Cenabı Hak onlarla beraberdir.

DUALARIN KABUL EDİLECEĞİ ÖNEMLİ GECELER

  • 1. Recep Ayı’nın ilk Cuma gecesi (Regaip Kandili)
  • 2. Şaban Ayı’nın 15. Gecesi (Berat Gecesi)
  • 3. Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan gece
  • 4. Ramazan Bayramı Gecesi
  • 5. Kurban Bayramı Gecesi

Yarabbi, yaptığımız ve yapacağımız dualarımızı Kabe-i Muazzama’da, Ravza-i Mutahhara’da Arafat’da Müzdelife’de Mina’da ve Mescid-i Aksa’da yapılıp kabul edilen dualar zümresine iltihak eyle. Amin…

Referandumda Neden Evet, Neden Hayır?

0

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Türk Milletini temsil eden Anayasal bir kurumdur. İstiklal Savaşı’nın yapılıp kazanılması, Cumhuriyet’in kurulması bu kurumun kararlarıyla gerçekleşmiştir. Türk Milletinin tamamına yönelik bağlayıcı kararlar bu kurumun eseridir. Örneğin Anayasa gibi toplumun tamamını ilgilendiren, hak ve hukukunu savunan, milletin tamamını kucaklayan ve Türk Milletinin her kesiminin üzerinde mutabık kaldığı ana metinlerdir; TBMM de temsil edilen tüm partilerin asgari müştereklerde birleşerek kabul ettikleri “yasaların anası” olan metinlerdir.

Referandumda önümüze konulan bir “paket” vardır; değiştirilmek istenen, 1982 Anayasasının bazı maddeleri hakkındaki pakettir.

Değiştirilmek istenen 1982 Anayasası da Türk Milletinin %92 “kabul” dediği bir anayasadır. Tahmin ederim ki bugünkü siyasi iktidar mensuplarının da, bugün karşısında oldukları ve “cunta anayasası” dedikleri 1982 Anayasasına “kabul” demişlerdir; bendeniz de “kabul” demiştim o zaman…

Kaldı ki bu anayasanın daha önceleri 96 maddesi; sonraları 17 maddesi değişmiştir. Bunların büyük bir kısmı mevcut iktidar yapmıştır. 

Bu kez de 26 maddesi değiştirilmek isteniyor.

Burada anlaşılamayan husus, bu kadar maddesi değiştirilmiş olan bir anayasa hâlâ neden “cunta anayasası” oluyor? Biraz samimiyet, lütfen…

Kaldı ki, 1980 Askeri müdahalenin ertesi gün Orgeneral Evren Paşa’ya saygı arz edenler, onu “kurtarıcı” olarak görenler, bugün ise; makamlarında ağırladıkları “cuntacılara” ve %92 kabul oyu alan bu anayasaya “düşman” kesilmişlerdir.

Bu ne biçim samimiyet (!)…

Eğer hükümetler sadece kendi çoğunluğuna dayanarak bir Anayasa hazırlıyorsa, o takdirde milletin tamamına yakınını temsil etmiyor demektir. Örneğin (X) partisi iktidarda ise ve siyasi iradenin kendi başına hazırladığı bir anayasa metni varsa, muhalefet buna karşı çıkmış ise, o takdirde bu metin “mutabakat” metni olmaz, sadece iktidardaki partinin anayasası olur. Önce bunu böylece tespit edelim. Buna kimsenin itiraz edeceğini sanmıyorum.

Şimdi düşünelim; mevcut siyasi irade; “darbe anayasasını değiştirmek”  ve “12 Eylül darbecilerini yargılamak” iddiasıyla bir değişiklik paketini hazırladı ve 12 Eylül 2010 tarihinde biz vatandaşların oyuna sunulacaktır.

**

Neden bizim oyumuza gerek görüldü?

Önce bu sorunun cevabını arayalım; önerilen anayasa değişiklik paketinde Türk Milletinin aleyhine işleyecek o kadar gizli hükümler yerleştirilmiş ki sade vatandaşın bunu fark etmesi, bilmesi mümkün değildir. Adeta, iktidara gelen hangi siyasi parti olursa olsun, “sivil diktatörlüğe” yol açacak hükümler olduğu için, TBMM tarafından topyekûn olarak, yani muhalefet partilerince kabul edilmedi… Bunun anlamı şudur; %35 oy alıp parlamentonun %75 oranında gücünü elinde tutan sadece bir partinin anayasası demektir.

İşte bu hükümlerden dolayıdır ki sunulan anayasa paketine muhalefetteki partilerin hiç biri “kabul” oyu vermemiştir. Sadece iktidar partisinin oyları ile kabul edildiği için bizim oyumuza ihtiyaçları vardır. Yani anayasa değişikliğin geçerli olabilmesi için, TBMM deki vekillerin gerekli olan nitelikli sayı tarafından “kabul” denmesi şartı yerine gelmediği için halk oylamasına başvurulmaktadır.

Böyle olmadığı takdirde çıkarılan yasa tüm millete uygulanamaz anlamı çıkar.

Bunun üzerine Hükümet bu değişikliği halkın oyuna sunarak (“referandum”) TBMM deki hatasını Türk Milletine ONAYLATMAK suretiyle telafi etmek istiyor. İşin püf noktası buradadır.

**

Pakette neler var?

Elli milyon civarındaki Türk seçmeninin %95’i referanduma sunulan Anayasa maddelerin ne olduğu, içine yerleştirilen “bubi tuzağı” maddelerin neler olduğunu alıp okuması ve bilmesi mümkün değildir. Ortalıktaki söylemler ve parti genel başkanlarının yaklaşımı ve performansı halkı yönlendirmektedir. Dolayısıyla, hiç olmazsa okuyup anlayanların halkı aydınlatmak için, yazdıklarının önemi vardır. Bunun da ne kadar etkili olacağı da şüphelidir… Çünkü Türk seçmeni, maalesef hâlâ “kul” olma, “mürit olma”, başkası tarafından “yönetilme” ve tabii ki “ümmi” olma yolunda kendisini alıkoyamadı; tam anlamıyla düşünen, irdeleyen, tam anlamıyla “birey” olamadı, daha doğrusu olduramadı. Olamadığı için de menfaate hitap eden çok etkili iktidar nimetleri ve diğer faktörler karar vermede öne çıkmaktadır.

Vatandaşa burada şu objektif soru sorulmalıdır; “… Ey vatandaşım, ey halkım, sen iktidarın yanlışını onaylamak, onun yaptığı yanlışa ortak olmak mecburiyetinde misin? Bu ortaklık sonunda doğacak haksızlıklar, hukuksuzlukların vebaline ortak olacaksın demektir. Bunu bil ve ona göre oyunu kullanmalısın…”

Onun içindir ki, oyunuza sunulan anayasa paketine neden “hayır” ya da neden “evet” denilmesi gerektiği konusunu tartışamaya çalışacağım.

Buradaki ifadelerim, ne bir siyasi partinin lehine ne de aleyhine yorumlanmamasını rica edeceğim. Çünkü bu yazı dizsisinin amacı; birilerini yermek ya da yükseltmek değil; sadece gerçekleri dile getirmektir. Doğaldır ki açıklanan bu gerçekler birilerinin “hoşuna” gitmeyebilir. O zaman da onlara düşen görev, yanlıştan geri dönmektir… Hatadan geri dönmek fazilettir...

**

Bugün (X) partisi iktidarda olabilir, yarın bir başka parti…

Fakat kalıcı olan Türkiye Cumhuriyeti Devletidir. Bu Devlet zarar görürse hiç kimse huzur ve refah içinde olamaz.

Bu dile getirdiklerim; devletim için, vatanım için, bayrağım için, milletim için bazı endişeleri taşıdığımdandır; bunun için ifade ediyorum ve şahsıma ait düşüncelerdir.

Konuyu irdeleyen ve inceleyen bir aydın olarak sorumluluklarım var. Bu sorumluluklarımın başında da milletimi aydınlatmaktır. Oy verirken son karar, tabii ki herkesin kendisine ait olacaktır. En önemli husus neye ne için “evet” veya neye ne için “hayır” dediğinin bilmemiz gerekiyor.

Dikkat etmemiz gereken husus; oy sahibi bizlerin oyunu etkilemek için birtakım “sabotaj sözcükler” in kullanılmasıdır. İkbal ve iktidar için siyasi iradeyi ve onun mensuplarını savunan “yandaş”, “yoldaş”, “menfaat arkadaşı” kimselerin ve yayıncıların yoğun olarak bu yönteme başvurmaları ihtimal dâhilindedir. Sürekli aynı sloganları tekrarlayarak halkın beyni yönlendirilmektedir. Az da olsa muhalefet için de bir ihtimal vardır…

Yani sloganımsı aldatmaca ifadelerle halk kandırılmaya çalışılacaktır. Özellikle iktidar gücü ve imkânlarının kullanılacağını unutmamak gerekir… Bu pakete neden “hayır” ya da neden “evet” denilmesi konusunda insanlarımızın gerçekten yeterli bilgi sahibi olmadıkları bir gerçektir.

Aldatmacalar, hamaset nutukları, geçmişteki acı olayları istismar, mağduriyet rolü yaparak halkı kandırmak geçer politik akçe sayılıyor… Ama Türk Milletinin sağduyuları vardır; ülkenin durumunu, kendi durumlarını en iyi gözleyen o sağduyu sahibi insanlarımızdır; onlara güvenmek gerek… Hata da sevap da onlara ait olacaktır…

Okuyucularımdan ricam, mümkün olduğunca konuyu tam anlayıp karar verme aşamasında elimizi vicdanımıza koyarak, demokrasi denilen sistemde vatandaş olarak elimizde olan tek yetkinin oyumuz olduğunu unutmadan, onu en isabetli şekilde kullanma gerektiğini hatırlamalarıdır.

**

Müthiş bir aldatmaca…

12 Eylül 2010 tarihinde halkın oyuna sunulan paketin neden TBMM de çoğunluk tarafından kabul edilmediğini önceki yazımızda anlattık. Referanduma sunulan Anayasa değişikliği paketini, dış yüzü şekerleme ile kaplı, içine “acı” derecesinde nesneler yerleştirilmiş bir aldatmaca leblebiye benzetebilirsiniz. Şeker diye yenilen acılı leblebinin karnınıza nasıl sancılar oluşturacağını, mide kramplarına sebep olacağını bilmek, önceden kestirmek mümkün değildir. İşte önümüze konulan güya bu anayasa değişiklik paketini de bu şekerlenmiş acılı paket şeklinde düşünmek gerekiyor.

Referanduma sunulan bu pakette müthiş bir samimiyetsizlik vardır. Çünkü halka sunulan paketin sadece “şekerli” kabuğundan bahsediliyor, içine gizlenen “zehir zemberek yasa” hükümlerinden, buna ait maddelerden hiç bahsedilmiyor. Çünkü bahsedilirse halk aldanmayacak, kanmayacak. İçindeki “acı” kadar zararlı maddeler, “şeker” kabuğuna dolanmış olduğu anlaşılacak… Bunun için siyasi irade bir kurnazlık yapmakta ve TBMM de kabul edilmeyen bu “acılı şekerlemeyi” bizim oyumuza bilerek sunmaktadır. İlk bakışta vatandaş bu paketi,  “şekerli leblebi” gibi, zararsız görebilir; fakat içindeki “acıyı” gizlemek için bu şekere bulanmış olduğunu bilmez.

Siyasi iradenin işte burada yaptığı ince kurnazlık, aldatmaca budur. Biz vatandaşların anlaması gereken, siyasi iradenin bu ince kurnazlığı ve aldatmacasıdır… Bu aldatmaca ile oy sahibi biz vatandaşlar, siyasi ağızlarda moda olan sokak ağzıyla, affınıza sığınarak, “enayi” yerine konulmaktadır… Peki, soralım; oy verecek olan biz vatandaşlara; “biz enayi miyiz?”

Tabii ki değiliz; ancak olmadığımızı ispat etmemiz gerekir; aldatıldığımızı, kandırıldığımızı mutlaka anlamalı ve bilmeliyiz ki o zaman gerçek vatandaş, bilinçli birey olduğumuz anlaşılsın…

**

Vatandaş; “canım, ne var bunda, şekerli leblebinin kötülüğü ne ola ki?” diyebilir; fakat bu aşamada bunu deme hakkına sahip değil vatandaş, onun ne için aldatıldığını, kandırıldığını bilmek durumundadır, aksi halde zehirlendiğinde sorumlu bulamaz; siyasi iradenin sahibi o zaman çıkar derki; “Leblebiyi yerken bana mı sordun; zehirli mi değil mi, yemeseydin!?”  Derse, vereceği cevabı olmaz vatandaşın…

Çünkü şekere bulanmış olan o leblebi gibi görünen yuvarlağın içinde ne olduğunu bilemez. Aldatıldığı, kandırıldığı için içeriğini bilmiyor; sadece şekerli olan dışını görüyor ya da öyle anlatılmış öyle duymuş çevresinden… İçinin “acılı” olduğunu bilmesi için aydınlanması, uyarılması gerekiyor… Vatandaşın o eksilmeyen sağduyusu mutlaka harekete geçirilmelidir…

**

“Evet” demenin anlamı…

Bir “evet”  oyu demek; Türk milletinin geleceğini, vatanın bütünlüğünü, milletin birliğini, bayrağın tekliğini tehlikeye sokacağını bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; teröre, bölücülüğe, şehitlerin gelmesine onay vermek demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet”  oyu demek; kul hakkını yemeye, kendi akrabalarını-çocuklarını, yandaşlarını zengin etmeye devam, ‘fakir fukaraya da bir sadaka paketi yeter’ demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; ülkeyi bölmeye yönelik ırkçı “Kürtçülük” aracı terör örgütlerine, Doğu Anadolu’yu kapsayan “Batı Ermenistan” in kurulması için Batılı emperyalistlere tavizler verenlere devam demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; Ermeni emellerine, teröre kurban vermeye devam demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; din ticaretine, tertemiz Müslümanları kandırmaya, onların inançlarıyla oynayarak zenginleşmeye devam demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; Türk milletini 36 etnik parçaya ayırmak, ayrıştırmak demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; Türkiye’yi emperyalist güçler olan ABD/AB/İsrail üçlemesine teslim etmeye devam demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; işsizliğe, haksızlığa, yolsuzluğa, soygunculuğa, devlet malını hortumlamaya devam demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; ciğerin olan evladını, sevdiğini, akrabanı teröre kurban vermek demek olduğunu bilmeliyiz…

Bir “evet” oyu demek; anaların gözyaşlarının akmaya devam etmesine onay vermek olduğunu bilmeliyiz…

**

“Evet” dersen ne olur?

Oy veren biz vatandaşlar şunu iyi anlamalıyız ki; “evet” dediğimiz takdirde;

*İşçilerin coplanmasına devam demek olduğunu;

*”Yok” pahasına Devlet fabrikalarını özelleştirmelerle bir takım yandaşlara peşkeş çekilmek, işçilerini de sokağa bırakmak olduğunu;

*Böylece var olan işsizliğe yeni işsizler katmak olduğunu;

*İktidardakilerin düne kadar güya “hayırsever” bursuyla okuyan çocuklarının ve kendilerinin nasıl hesabı belli olmayan servet sahibi olduklarını; çocuk yaşındaki mahdumların nasıl “ithalat-ihracat şirketi sahibi” olduklarını görmemek demek olduğunu;

*Düne kadar kaçak gecekonduda oturanların bugün nasıl trilyonluk villa sahibi olduklarını sormamak olduğunu;

*Ne kadar kutsal manevi ve milli değerlerimiz varsa bunları istismar edenlere devam demek olduğunu;

*Milli ve kültürel değerlerimizin yok olmasına, yozlaşmasına devam demek olduğunu;

*Sivil darbeler, sivil cuntalar, korku atmosferleri yaratmak için kurulan özel mahkemelere onay vermek olduğunu;

*Türk milletini etnik gruplara ayrıştıran “açılımlara” evet demek olduğunu;

*Vatanın bütünlüğü, milletin birliğinin bozulmasını isteyenlere pirim vermek olduğunu;

*Türk ordusuna NİFAK sokarak yıpratma ve güçsüzleştirme politikasına onay vermek olduğunu;

*Adalet, hak ve hukuk dağıtmakla görevli yargının (adliyenin) siyasallaşması, yani iktidardaki her kim ise onun emrine girmesi demek olduğunu bilmeli ve mutlaka bunlara göre karar vermeliyiz…

**

Siyasetin emrindeki adliye…

*Eğer yargı siyasal gücün emrine girerse, vatandaş olarak hak ve hukukun sağlanamayacağı tehlikesinin kapıda olabileceğini anlamalıyız… Örneğin, karşısına çıktığınız hâkim ya da savcı, eğer sizin siyasi düşüncenizde değilse, ya da siz onun tuttuğu partiden değilseniz vay halinize!!! Özellikle siyasi bir davada haksızlığa uğrayabilme riski çok yüksek olduğunu bilmeliyiz… Yani vereceğimiz bir “evet” oyun hukuksuzluğa sebep olacağını bilmeliyiz…

*”Evet” demenin; kişinin mahrem hayatına müdahale, konuştuğu telefonu dinlemeye onay vermek olduğunu; devlet jurnalciliğini teşvik etmek olduğunu bilmeliyiz…

*”Evet” demek, suçsuz komutanı, suçsuz profesörü, suçsuz yazarı, suçsuz vatandaşı, suçsuz gazeteciyi sırf ‘siyasi iktidarı desteklemiyor’ diye hapse atmaya onay demek olduğunu bilmeliyiz…

Sevgili okurlarım; kendi hesabıma ifade etmeliyim ki eğer “evet” dersem, bu yazdıklarımdan başka burada yazamadığım yüzlerce vebale ortak olmak demek olduğunu bilmeliyiz…

**

“Hayır” demenin anlamı…

Öncelikle herkesin anlayıp bilmesi gereken bir ana fikir vardır; bu ana fikir, referanduma sunulan masum bir kanunun oylanması değildir;  bu oylama, Türkiye’nin Anayasasına değildir, Türk Milletinin bir bütün olarak kabul edeceği, benimseyeceği bir “Anayasa” oylaması değildir…

Mevcut siyasi iktidarın güven oylamasıdır; ülkemizin birliği ve bütünlüğüne, milletin birbirine düşman edilmesine yönelik ortaya attığı “açılım” denilen “yıkım-ayrıştırma” projesinin oylanmasıdır…

Türkiye Cumhuriyetinin varlığına, vatanın bütünlüğüne, milletin birliğine yönelik saldırıların oylanmasıdır… Bu oylama; ABD-AB-PKK ortak projesi olan cumhuriyeti yıkım projesinin oylanmasıdır.

Siyasetçilerin yanlışlarının, ülkeye verdiği zararların oylamasıdır… 

Bu oylama; ‘atalarım-dedelerimin kanını akıtarak, canını vererek kazandıkları İstiklal Savaşından sonra kurdukları Türkiye Cumhuriyeti Devletimi seviyorum; vatanımın toprak bütünlüğünü, milletin birliğini, bayrağımın kutsallığını, dilimin tekliğini istiyorum; etnik ayrım olmaksızın bu ülkede yaşayan herkesi kardeş bilip eşit hak ve hukuka sahip Türk Milleti olduğunu biliyorum; bundan memnunum ve bunları korumak istiyorum’ diyenlerin “HAYIR” diyeceği bir oylamadır…

Bir “hayır” oyu vermek, vatan borcudur, vatandaşlık görevidir…

“HAYIR” demek; “evet” demekle gelecek ve olacak tüm kötülüklere, musibetlere (yukarıda belirtilenler) engel olmak demek olduğunu bilmeliyiz…

İşte size iki seçenek; tercih sizindir, sonra “elim kırılsaydı da evet demeseydim” dememek için şimdiden sizleri bilgilendirmeye çalıştım.

Karar sizindir…

 (Devam edecek)