Gel biraz da Hafız olalım

121

İran’ın İsfahan ve Şiraz şehirlerini görmek kısmet oldu. Her ikisi de gerek tarihi dokusu gerek insanları ve kültürü ile çok özellikli şehirler. İsfahan’ın Nakşı Cihan Meydanı, Şiraz’ın Tahtı Cemşit tarihi şehri, saraylar, anıt mezarlar, otantik şark restoranları ve kafeleri ile bambaşka bir dünya.

Şiraz’a kadar gidip de Hafız’ın kabrini ziyaret etmeden dönmek olmazdı. Yağmurlu bir akşam vakti Hafız’ın kabri olan bahçeye vardık. O soğuk ve yağmurlu akşamda kalabalık bir ziyaretçi grubu ile karşılaşınca şaşırdık. Yabancılar vardı ama İran’ın muhtelif şehirlerinden gelen yerli ziyaretçiler daha fazlaydı. Türbeye yaklaşınca müzik eşliğinde şairin gazellerini duymaya başlıyorsunuz, Hafız şiirleri ile falınıza bakıp ruh halinizi tarif eden gençler görüyorsunuz.

Size biraz Hafız’ı anlatayım. Hafız Şirazî doğunun yetiştirdiği en büyük lirik şairlerden birisi. Yahya Kemal, Nabi ve birçok büyük şair ondan etkilenmiştir.

Batıda da şöhreti vardır. Batı dünyasının en büyük edebiyatçısı kabul edilen Goethe de Hafız’dan etkilenmiştir ve “Onun karşısında benim de verimli olmam gerekiyordu, yoksa bu büyük şahsiyetin önünde duramayacaktım.” demek suretiyle hayranlığını dile getirmiştir. Ayrıca Goethe’nin Türk soylu olduğu ve Hafız’ı okuduktan sonra imana geldiği, o etki ile yazdığı Doğu-Batı Divanı adlı eserinde müslüman olduğuna dair iddiaları inkâr etmediği de söylenmektedir.

Hafız’ın gerçek adı Şemseddin Muhammed’dir. 1317’de Şiraz’da doğmuş, 1390 yılında yine Şiraz’da vefat etmiştir. Türbesi Şiraz’ın Hafıziye semtinde, ölümsüz rind kişiliğine yaraşır bir estetik ve sadeliktedir.

Hafız ismi, küçük yaşta Kur’an-ı Kerim’i ezberlediği için verilmiştir. Hadis, fıkıh, kelam ve tasavvuf eğitimi aldığı, eserlerinden anlaşılmaktadır. Herhangi bir tasavvufi ekole bağlı olmadığı bilinmekle birlikte şiirlerinde tasavvufi bir derinlik görülür.

Eski Arap şiirinin vazgeçilmez nazım biçimi olan kasidenin içindeki duygusal şiir bölümünü (tegazzül) geliştirerek başlı başına bir tarz oluşturmuştur. Gazelleri bir divanda toplanmıştır. Olağanüstü bir dil inceliği, anlatım yeteneği, insanın en derin duygularını harekete geçiren bir lirizmle yazdığı gazelleri daha sağlığında tüm dünyada şöhret kazanmıştır. Fikirlerindeki kuvvet, görüşlerindeki hususiyet ve edasındaki rindlik okuyanı kesinlikle etkilemektedir. Her türden insan onun beyitlerini okumuş ve sevmiştir.

Hafız Divanı, Osmanlı ve İran medreselerinde asırlarca okutulmuş, üzerine bir çok şerh yazılmıştır. Bu şerhlerin en ünlüsü Türkçe kaleme alınmış olup, sonradan Farsça’ya da tercüme edilmiş olan Sûdî Bosnevî’nin şerhidir.

Şiirlerinde sevgi ve mutluluk anlatılır. Hafız; insanın dünyaya olan bağlılığının azalması ile mutluluğa ulaşacağını düşünmektedir. Çünkü dünya geçicidir. Bu özellikleriyle Hafız rindlik raconunun simge kişilerindendir.

Eserlerinde ilmi, ahlaki, felsefi öğelere ve konulara yer vermiştir. Ayrıca edebi sanatlara yer vermiştir. Bütün bunlarla birlikte mana ve ifadeyi boğmamaya itina göstermiştir. Henüz bilinemeyen veya görülemeyen dil ve sırlara tercüman olduğu inancıyla kendisine “Lisanü’l-gayb”, “Tercümanü’l-esrâr” gibi lakaplar da verilmiştir.

Hafız hayatı boyunca hediye ve iltifat almak için hiç bir yöneticiye methiye yazmamıştır. Belki de Hafız’ı ölümsüz yapan özelliği bu müdanasız ve pervasız halidir.

Hafızı anlatarak bitiremeyiz, anlatılmaz yaşanır diyerek bu yazıyı aklıma düşüren rind hikâyesine gelelim. Rind; dünya umurunda olmayan, gönlünce yaşayan kişinin sıfatıdır. Dünyanın getirdiği sıkıntılar, günlük hayatın içindeki koşuşturmaca rindin neşesini kaçıramaz. Pervası yoktur. Günlük hayatın karmaşasında boğulmak istemez. Bildiğince, dilediğince yaşar.

Rindler şekilden kurtulmuş, öze ermiş kişilerdir. Gönül adamıdırlar. Bünyesinde ilginç özellikleri bir arada taşırlar. Meyhanenin kadehi ile tasavvufun kadehi, aşkın mecazi olanıyla hakikisi, iç doluluğu, dışa aldırmayış, parayı küçük ve değersiz görüp önemsememe, kıyafetinde rahatlık, faniliği ezelin elesf’i ile ebedin sonsuzluğunda avuttukları için, hayattan zevk almayı akıl kârı bilmek şeklinde rindliği tarif etmek belki mümkün olur.

Rind ölüme de farklı bakar. Ölüm kendisinden kaçılacak, her dem korkusuyla yaşanacak bir şey değildir. Zaten rind kendisini mukadder olan bir akıbetin korkusuyla yıpratarak mutsuzluk üretecek bir adam da değildir. Tam aksine rind, yaşadığı her ânı en güzel şekilde geçirir.

Yahya Kemal’in ünlü “Rindlerin Ölümü” eserini işin pirine adamış olması ve onun mezarı üzerinden bir rindin ölüme bakışını anlatması çok manidardır.

Hafız’ın kabri olan bahçede bir gül varmış;
Yeniden her gün açarmış kanayan rengiyle.
Gece; bülbül ağaran vakte kadar ağlarmış,
Eski Şiraz’ı hayal ettiren ahengiyle.

Ölüm asude bahar ülkesidir bir rinde;
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter.
Ve serin serviler altında kalan kabrinde,
Her seher bir gül açar; her gece bir bülbül öter.

Hafız, ömrünün tamamına yakınını Şiraz’da geçirmiştir. Orda doğmuş, orda ölmüştür. Şiirlerinde Şiraz’ı anlata anlata bitiremez, bir Şiraz aşığıdır.

Hayatından her durumda neşe çıkarmasını bilen bir adamın yaşadığı yeri sevmemesi düşünülemez zaten. Hemşehrisi Sadi Şirazi dünyayı dolaşmış birçok yer görmüştür ama Hafız nedense memleketini terk etmeyi pek düşünmemiştir. Bu durum bana biraz enteresan geliyor. Mevzunun erbabına rastlarsam sebebini soracağım.

Hafız sadece Şiraz şehrinin kendisine değil, doğasına, taşına, toprağına, insanına her türlü tutkundur.

Hakkında bu kadar söz söyleyip de Hafız’ın o ünlü beytini söylemesek vebalinden kurtulamayız. Bu beytin ünlü olması biraz da benim o beyti ezbere bilmemden kaynaklanıyor 🙂 Şiraz’daki rehberimiz Hüseyin Lale Hocamın öğrencisi Foroogh’un benden daha güzel okuduğunu söyleyenler de var, ama siz inanmayın, ben daha güzel okuyorum.

Eger an Torkî Şirazî bedest âred del-i mârâ
Bi-hâl-i hindûyeş bahşem Semerkandû Buhârârâ

Anlamı:

Eğer o Şirazlı Türk (güzel) bana gönlünü açarsa
Onun siyah benine Semerkand’ı da bağışlarım, Buhara’yı da!

Hafız memleketini terk etmese de Şiraz  onun yaşadığı dönemde bir çok farklı hanedan ve yönetimler görmüştür. Mesela Timur Anadolu ile birlikte İran coğrafyasını da işgal etmiştir. O coğrafyada bir süre kalıp hüküm sürdüğü de bilinmektedir. Timur Han, bölgede hüküm sürerken Şiraz halkına da altından kalkamayacakları yeni vergiler salmıştır.

Vergisini ödeyemediği için Hafız’ı da Timur’un huzuruna çıkarırlar. Timur yukarıdaki meşhur beyti bilmektedir. Der ki:  “Sen ki sevgilisinin yüzündeki bir ben için benim mülküm olan iki gözüm Semerkand ve Buhara’yı bağışlayacak kadar zenginsin de, nasıl yoksulluktan söz eder ve saldığımız vergiyi ödemezsin?” Hafız’ın “Gördüğünüz gibi, ölçüsüz cömertliğimiz yüzünden bu hallere düştük!” cevabını Timur çok beğendiği için affeder ve hediyeler vererek uğurlar.

Gördüğünüz gibi Hafız olmak hiç de kolay değil. Hafız kadar olmasa da birazcık ölümsüz, az biraz mutlu olmak isteyenlere yukarıdaki yazı bazı ipuçları vermektedir. Haliyle ben de biraz Hafız olmak istiyorum. Sen istemez misin?

Bu yazı bütün rindlere gelsin.

Hafız'ın kabri olan bahçede

Hafız’ın kabri olan bahçede

Hafız'ın kabri olan bahçede

Hafız’ın kabri olan bahçede

Hafız'ın mezarı başında ziyarette

Hafız’ın mezarı başında ziyarette

Hafız'ın mezarı başında ziyarette

Hafız’ın mezarı başında ziyarette

Hafız'ın kabri

Hafız’ın kabri