Hocalı soykırımının 20. Anma Toplantısı, Taksim Meydanını ve İstiklâl Caddesini dolduran büyük çoğunluğu şuurlu ve onbinlerle ifade edilen bir topluluk tarafından yapıldı. Sayın İçişleri Bakanının burada neden bir konuşma yapma ihtiyacı duyduğunu anlamış değiliz.
Aslında Ermenistan’ın, Hocalı’da böyle bir katliam yapacak gücü yoktur. Bu vahşet Rus birliklerinin desteğiyle gerçekleştirilmiştir. Bu büyük miting, sözde Türk ve kendilerini Türkiyeli olarak görenlerden çok daha fazla vatandaşlığı ve Türklüğü benimsemiş Ermeni vatandaşlarımıza karşı değil; uygulanan yanlış, utanç verici ve çelişkili politikalaradır. Bazıları nedense bazı sloganlara takılmışlardır. Türk’e karşı ırkçılık yapanlar, Ermeni diasporasının değişik çıkarlar uğruna malzemesi olmuşlardır.
Minsk Grubu gibi sorunu oyalayan bir heyete daha ne kadar tahammül edilecektir? Meclisinden yüz karası bir karar çıkartan Fransa da bu grupta hala yer alacak mıdır? Hocalı’daki şehit kardeşlerimizi anmak kadar; Karabağ sorununun nasıl çözüleceğine kafa yormak ve politika üretmek de gerekmektedir.
2000’li yıllarda Dünyamız, küresel istilanın değişik boyutlarını yaşıyor. Küresel gücün baskıları her alanda hissediliyor. Bazı ülkeler, toprak bütünlükleri değiştirilerek emperyal demokrasi uğruna işgal ediliyor, bazıları Osmanlı’nın parçalanmasından sonra İkinci Arap Baharını yaşıyor, işbirlikçiler iç isyanlar çıkarıyor. Bazılarının ise; demokratik yöntemlerle rejimleri ve sistemleri dönüştürülmeye uğraşılıyor. BOP projesinde sınırlar yeniden çiziliyor.
Ülkemizde bundan dolayı Anayasa ihtiyaçlara uygun olarak değiştirilmek yerine Yeni Anayasa adı altında Devlet, kurucu irade, Türk Milleti ve Türk Kimliği dışlanmak isteniyor. Millet ve Devlet yapımız etnikleştirilmeye çalışılıyor. “Hâkimiyet kayıtsız şartsız Türk Milletinindir” anlayışı, çok kültürlülüğe uyacak şekilde değiştirilmek, Cumhuriyetin eşit vatandaşları arasında imtiyazlı ve ayrıcalıklı gruplar yaratılmak isteniyor. Oysa milli devlet ve milletleşme yerine yamalı bohça gibi etnisitelerin ortaklığına dayanan devlet anlayışı dün de bugün de yürümedi. Irak, Yugoslavya ve Sovyetler Birliği bunun en belirgin örnekleridir. Devlet aşındırılarak sosyal yapı güçlendirilemez ve daha anlamlı bir bütünleşme sağlanamaz. Bu yol, milletleşmeden, kalabalıklaşmaya dönmek ve terör örgütüyle uzlaşmaktır.
Milli Düşünce Merkezi’nin “Yeni Anayasanın Şifreleri” isimli çalışmasında da belirtildiği üzere; Almanya, Fransa, Yunanistan ve İspanya gibi ülkelerin Anayasalarında bu ülkelerin milli kimlikleri defalarca geçmektedir. Bu ülkelerde milletin ve milli kimliğin adıyla kimse kavga etmeye cesaret bile edememektedir. Bu ülkelerde farklı etnik gruplar da vardır. Ama bunlar, devleti kuran milli iradeyle kendilerini rakip görmemektedirler. Almanya’da eski içişleri bakanı, “herkesin anadili Almanca olmalı, en iyi entegrasyon asimilasyondur” diyebilmiştir.
Renksiz, ideolojisiz ve kimliksiz bir devlet olamayacağı gibi Anayasa da renksiz, ideolojisiz ve kimliksiz olmaz. Devletler topluluğu AB’nin de rengi, ideolojisi kendi anayasasında bellidir. “…Avrupa’nın kültürel, dini ve insani mirasından ilham alarak… manevi ve ahlâki mirasın bilincinde olarak Avrupa halklarının kültürlerindeki ve geleneklerindeki çeşitliliğe ve üye devletlerin kimliklerine saygılı olarak…” ifadesi acaba ne anlam taşıyor?
Türkiye, demokratikleşme ve çok kültürlülük gerekçeleriyle anayasa tuzağına çekilirken; milli ve üniter devletten, Cumhuriyetten yana olan her siyasi parti ve vatandaşa görev düşmektedir. Anayasa referandumunda vatandaşlık görevini yanlış kullananlar manzarayı ibretle seyretmelidirler. Oylamayı sağ-sol ve parti taassubu eksenine oturtarak evet diyenler ülkeyi tehlikeli bir gidişe yönlendirmişlerdir.
Bunlar maalesef “Türkiye sadece Türklerin değildir”, “Kıbrıs sorununa etnik gözlükle bakmıyoruz”, “Irak’taki soruna Türkmen gözlüğüyle bakmıyoruz” diyenlerin oyununa ve basının dolduruşuna gelmişlerdir.