Unutmak kolay mı? Deme/ Unutursun Mihriban’ım
Oğlun kızın olsun hele/ Unutursun Mihriban’ım
Abdurrahim Karakoç
Mihriban’ım diyorum…
Türkü bütün yüreğimden geçenleri ifşa edip, yıktı hüzün duvarlarını. İçimdeki bütün sarp kaleler, yıkılmaz bildiğim duvarlar yıkıldı, ateşi fitillendi gönlümün. Nerede kalmıştık diyen bir dost sesi gibi ruhumun pervazlarına bir kez daha kondu türkü, bir serçenin ürkekliğiyle… Telaşlandım, ellerimden düştü zamanın sırçası. Seneler, upuzun senler geçmiş gibi, gerçekten unutmuş ve unutulmuş gibi bir keder doldu ruhuma ve yüreğime. İnledi bedenim. Neden bütün şarkılar, bütün türküler unutmak üstüne, unutulmak üstüne söylerlerdi? Mutlu, şen ve âsude biten ne vardı ki dar-ı dünyada? Sanki “O günü hiç yaratmadık” diyen bir efsunlu hisse tercüman oluyor gördüğüm bütün düşler. Sanki yeni baştan bir sefere çıkıyorum kendi coğrafyama… Kendime gidiyorum sanki kendimi görüyorum satır aralarında…
“Unutursun Mihriban’ım” diyen türkü müydü bana bütün bunları hatırlatan?
Yoksa başka bir şey mi?
Mihriban’ım diyorum…
Zaman geçecek, saçlarıma aklar dolacak… Hatıralar üşüşecek yüreğimin çatlaklarına, gelecek geçmişin isiyle örtülecek. Zaman duracak, bitecek günün gecenin telaşı. Her gün yeni bir yorgunluk saracak dizlerimi, yokuşlarda kalacak, tükenecek yüreğim. Dün, her dem türküsünü söyleyecek usanmayası. Yarın hiç gelmeyecek belki de, yarım kalacak hayallerim ve umutlarım. Çoktan unuttuğum sandığım, kalın feracelerin ardına saklanan eski yüzleri göreceğim düşlerimde, ürkeceğim belki de… Can ocağım bir daha yanacak hiç sönmeyesi. Cayır cayır tutuşacak… Bütün içli duygular düşecek üzerime, yakası… Benim aşklarım su üstünde salınan bir nilüfer çiçeği gibi miydi utanılası? Hatırlamıyorum, bilmiyorum, unutmuşum diyeceğim belki de… O zaman anlayacağım ki zaman geçmiş, bütün gazellerini dökmüştür ömrün bağları… Cenneti dünyaya indirmeyi hayal ettiğim günlerin koskoca bir yalan olduğunu fısıldayacak yalan dünya kulağıma, bir başıma bırakacak beni, çaresiz koyacak.
“Unutursun Mihriban’ım”diyen türkü müydü bana bunları hatırlatan?
Yoksa başka bir şey mi?
Mihriban’ım diyorum…
Kimbilir, hatalarıma ağlayacak, pişmanlığın derin girdaplarında boğulacağım korku tüneline girip. Ne hatalar yaptım oysa ne günahlar işledim utanılası. Ne kalpler kırdım, ne yürekler yaktım, ne köşkler yıktım, ne canları silip unuttum hatırlanası… Kaç yanağın üzerinden gümrah ırkmaklar aktı benim dağlarımdan. Yaşamak az şey miydi, insan olmak az şey mi? Ne yaptım, neler ettim şimdi hatırlamıyor, yeni baştan silemiyorum hiçbir şeyi. Yıllardır vefa kulelerinden ıpıssız çöllere düşüp, yayan yapıldak seraba doğru koşmuşum meğer. Arınacak ummanlar aramışım, düşülecek sonsuz yollar. Dönülecek bir yuva düşlemişim, ebedi, ezeli ve kusursuz… Sonsuza kurmuşum saatimi, hiç çalmayası. Zaman geçmiş, bitirmiş, eskitmiş hayallerimi, beni, eşyalarımı… Güz gelmiş ve içine düştüğüm derin uykudan bir türkünün sözlerine uyanmış yüreğim. Ve bir türkünün peşine düşmüşüm.
“Unutursun Mihriban’ım” diyen türkü müydü bana bunları hatırlatan?
Yoksa başka bir şey mi?
Mihriban’ım diyorum…
Ve bile bile kendimi yazıyorum…
Bir kırık gençlik hikâyesi mi desem, ziyan olmuş bir ömür mü bilmiyorum. Bile bile kendimi yazıyorum işte… Mektuplarım kendi adresime gayrı. Sözlerim kendi yüreğime… Bildiklerim kendime, bilmediklerim kendime. Öfkem, sitemim kendime… Bilerek kendime yazılıyorum. Ruhumu bedenimden ayırdığım günden beri ırağım kendime, yabancıyım, bizarım. Şimdi gürül gürül kendime akıyorum. Kendimi kınıyorum artık, kendimi paralıyor, kendimi yaralıyor, kendimi aralıyorum… Bir baharım kendime, bir güz. Bir kışım üstünden kar kalkmayası… Yüreğimin bütün kuşlarını saldım. Kuşlar kafilesi misali döne döne özgürlüklerine uçuyor, uçuyor hiç dönmeyesi yüreğimin kuşları… Ben benimleyim artık, ayrılmayası. Ayaklarımın altında çiğnenen bir ömrün solgun gülleri can çekişiyor, zamanı kalbime gömüyorum bundan böyle, zamanı kalbime gömüyorum. Bir yağmur sonrası kara topraktan tüten buram buram bir koku çekiyor, çağırıyor uzaktan sıkılmayası. Koskoca bir rüyanın bitimindeyim.
“Unutursun Mihriban’ım” diyen türkü müydü bana bunları hatırlatan?
Yoksa başka bir şey mi?
Mihriban’ım diyorum…
Merhametin sıcaklığını duydum kendi yüreğimde, şefkatin sesini… Dinlediğim bütün türküler gamdı, elemdi, yarımdı oysa. Her kalbin bir türküsü, bir masalı, bir sevdası olmalıydı elbette. Benim yüreğimin türküsü, masalı, sevdası var mıydı o demlerde? Bir yüreğim olduğunu yeni öğrendim oysa. Hayat geçip giderken, bizden de götürdü her ne varsa. Yükte hafif, pahada ağır neyimiz varsa götürdü hayat utanmayası, sıkılmayası, arlanmayası… Hayat bizi de götürdü giderken. Bohçalandı ömür feracesi. İliklendi vademizin kopçası. Bir sabah ansızın rüyama değdi vefasızlığın eli, uyandım bir daha uyumayası. Nice gümüş duygular sürüklendi gitti rüyanın seline hatırlanmayası. Oysa az çok bilirdik sevda taşıyan testiyi, aşk dokuyan gönül terkisini, sesinden tanırdık. Yudum yudum içerdik sonra… Şimdi muhacir yüreğim kendi sürgününde telaşsız, Âsude bir türkünün ritmine bıraktı kendi… Unuttu işte.
Unutursun Mihriban’ım” diyen türkü müydü bana bunları hatırlatan?
Yoksa başka bir şey mi?