Konudan Konuya (33)

119

     “Bilim ve
teknolojinin gelişmesi, bir çekirdeğin tekâmülüne benzetilebilir. O küçük
çekirdek, gün gelecek koca bir ağaç olacaktır. Ama bunu hemen ilk günlerde
beklememek lâzımdır.”

x

     “Her zerrede
temayül ayândır tekâmüle.

      Her soyda füyuz,
hüveyda-nüma ile,

      Bir nokta-yı
kemâle şitab üzre kâinat;

      Ol noktaya
teveccüh ile yükselir hayat.” (Abdullah Cevdet)

      (Yani, her zerrede,
her türde gayet açık bir şekilde olgunlaşmaya doğru bir meyil vardır. Kâinat,
bir kemâl noktasına doğru akıp gitmektedir. Hayat da o noktaya yönelmekle
yükselir.)

x

     “Kur’an’ın
gerçeklerinin bilimin gerçeklerine ters düşmesi söz konusu olamaz. Zira Kur’an
ve kâinat ikizdirler. Biri Allah’ın kelâm sıfatının, diğeri de irade sıfatının
tecellîsidir. İlimler, kâinatın sırlarını ortaya koymaya çalışırlar. Bu
ilimler, kâinatı yaratan Zâtın kelâmına nasıl aykırı olabilir? Şayet aykırı
bazı şeyler görülüyorsa, ya Kur’an’ı iyi anlamamışızdır, ya da ilim adına
ortaya koyduğumuz sonuçların yeniden gözden geçirilmesi gerekir.”

x

     “Vusülsüzlüğümüz
usûlsüzlüğümüzdendir.” (Yani hedefe varamayışımız, usûlüne uygun hareket
etmeyişimizdendir. Usûl bilgileri, binanın temeline veya ağaçların köklerine
benzer. Temel sağlam olmazsa bina çöker. Ağacın kökü sağlam değilse, meyveleri
ya hiç olmaz veya cılız olur.)

x

     Öldükten sonra,
farelere yem olmak için yaratılmadık. Okula mezuniyetten sonra, memurluğa ve
işe girmek ve sonra emekli olmak için gideriz. Kışa bahara çıkmak için
girdiğimiz gibi. Unutulmasın ki, “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”
İçimize ebed ve sonsuzluk hissini koyan, ebediyeti / sonsuz hayatı da
verecektir. Bizleri karanlıklar içinde bırakmayıp, sonsuz kılacaktır. Çünkü
verilemeyecek şey vâdedilmez. Onun için söz verilmez.

x

      Bir gaye, netice
ve sonucu olmayan bir varlık, bir mevcut; boşuna yaratılmış demektir. Kâinatta
bir nizam ve düzen varsa; Nâzımı / Düzenleyicisi var demektir. Âlemin her
şeyinin bir mânâsı varsa, o mânânın bir inayet sahibinin isteği, arzusu ve
tercihi ile kendini belli edip gösterdiğini de akıl etmek gerekir. Zaten âlem;
o İlahî mânâ ve hedefin tekevvün etmiş, kendisini maddeten tecellî
ettirmesinden başka bir şey değildir.

     Çünkü geceden
sonra sabah, kıştan sonra bahar, uykudan sonra uyanış, rahimlerdeki haşir
sonrası doğuş neyse, toprak tohum için neyse, insan bedeni de ruhun rahmidir.
Rahim doğuşlar için nasıl ki, bir hazırlık yeri ise, dünya da, insanın âhirete
açılan kapısıdır. Nitekim nice bedenlerden ayrılan ruhlar; dünyadan ebedî âleme
doğmaktadırlar. Ta ki son doğuş zamanı olan Kıyamet’le, asıl âlemlerine ve
kalıcı ikametgâhlarına doğacakları gibi.

     İşte cismanî haşri
de, bu açılardan düşünerek; ne kadar elzem ve lüzumlu olduğunu anlayalım.

x

     Firavun’dan
bahsetmeden Musa’yı anlatamazsınız. Şeytan’dan söz etmeden Âdem’i söz konusu
yapamazsınız. Ruslardan, Yunanlılardan, İngiliz ve Fransızlardan bahsetmeden
Osmanlı’yı anlatamazsınız. İnsanın sık sık andıkları arasında Şeytan da vardır.
Bu onu övmek ve ona değer vermek demek değildir.

     Bütün bu örnekler;
her şeyin zıddıyla anlaşıldığının göstergesidir.

     Ancak kışı bilen
ve unutmayan; baharın kıymetini bilir ve anlar.

     Karanlık
olmasaydı, aydınlıktan bahsedemezdik.

     Çirkinlik
olmasaydı, güzellikten söz edemezdik.

     Güzel-çirkin,
kolay-zor, iyi-kötü vesaire,

     Ancak zıtlarıyla
anlaşılır, bilinir ve farkına varılır.

Önceki İçerikEgemenliğin Millete Ait Olmasını İstiyor Musunuz?
Sonraki İçerikProf. Dr. Osman Turan Makaleleri 3. ve 4. Ciltler
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.