Konudan Konuya (15)

110

     “Şeyhi olmayanın
şeyhi şeytandır!” sözünü hepimiz biliriz. Bu zamanda şeyh bulmak ve ona intisap
etmek / bağlanmak çok zordur. Her zaman huzurunda bulunmaya, onu dinlemeye
vakit ve imkân bulamayız. İşimizi gücümüzü bırakıp, sık sık yanına gidemeyiz.
Onunla hemhâl olamayız.

     Bu durumda
şeytanla baş başa kalmış mı oluruz? Hayır hayır hiç endişeye mahal yok.

     Mevlâna, Yûnus
Emre, İmam-ı Gazalî ve İsmail Hakkı Bursevî gibi birçok zatların, paha
biçilmez, çok değerli eserleri var. Hepsi de ya Türkçe yazılmış veya tercüme
edilmiş olarak Türkçemizde mevcut.

     Eseri olan zatlar
ölmüş sayılmaz. Eserleriyle yaşıyorlar. Bu büyük zatlardan -mizacına göre-
herhangi birinin eserini okuyan, anlayan; anladığıyla âmil olan / amel eden /
uygulayan bir kimsenin şeyhi var demektir. Çünkü böyle kimselerin eserleri şeyh
hükmündedir.

     Meselâ Hz.
Mevlânâ’nın Mesnevîsini okuyan; hele şerh ve açıklamalarını mütalâa edenin;
kâmil ve mükemmel bir şeyhi var demektir. Bu büyük eseri yanında
bulundurabilir, istediği an okuyabilir, her yere onu götürebilir, onunla oturup
kalkabilir, anlamadığı takdirde -şeyhine tekrar tekrar soru sorar gibi- yeniden
ele alabilir.

     Evet böyle bir
eseri okuyan; her an şeyhiyle beraber sayılır. Her an ona soru sorabilir, her
an onu yanında tutabilir, istediği yere onunla birlikte gidebilir.

     Halbuki bir zat
şeyhi, önderi olsa; ikide bir yanına çıkamaz! Çünkü ar eder. Fazla yanında
kalamaz! Çünkü rahatsız etmekten korkar. İstediği zaman huzuruna varamaz. Çünkü
vakit bulamaz.    

     Oysa Mesnevî veya
onun gibi bir eseri yanında bulunduran kimse; her an şeyhi / üstadı veya manevî
rehberi ve önderiyle baş başa demektir. Onunla her an halvet / beraberlik
halinde sayılır.

     Şüphesiz asıl
şeyhimiz, önder ve rehberimiz aziz Kur’andır.

     Sonra mânevî ve
kelamî olan Kur’an’ın; ondan tecellî eden / yansıyan kevnî, müşahhas ve somut,
maddî bir zuhuru, yaşayan Kur’an hükmünde olan Hz. Muhammed’in hadisleri /
sözleridir.

     Asıl şeyh / önder
/ rehber ve kılavuz bunlardır.

     Kur’anın çok güzel
te’lif / yeni yazılmış ve klasik sayısız, tercümeleri / mealleri ve muhteşem
eski yeni tefsirleri Türkçemizde lâyık oldukları şekilde kitapçı raflarında
yerini almıştır.

     Keza Hz.
Muhammed’in bütün hadisleri / sözleri ciltler halinde, yine kitapçı
vitrinlerini süslemektedir. Açıklanmış halleriyle okuyucularıyla buluşmak için
can atmaktadır.

     Bilhassa bu iki
büyük ve eşsiz rehbere / maddî-mânevî yol göstericiye başvuranların, onları baş
ucu eserleri yapanların; şeyhleri / mürşitleri / irşat edicileri / yol
göstericileri var demektir.

     İşte başta bu iki;
Kur’an ve Hadis şeyhlerinden uzak kalanların şeyhi şeytandır.

     Sonra, mizacına
göre büyük zatlardan birinin eserine yapışan ve tutunanın şeyhi var
demektir. 

     Zaten bu gibi
zatların eserleri; aslında bu iki kaynağın, zımnen / dolaylı olarak izah ve
açıklamalarıdır.  

     İşte ancak
bunların hiçbirine ihtiyaç duymayan kimsenin şeyhi şeytandır.

X

    Dükkân açan biri,
lüzumlu her şeyle dükkânı doldursa da, sadece terazisi yoksa, satış yapamaz.

X

    Terzi, dünyanın
neresinde olursa olsun terzidir. Fakat iğneyi yanında bulundurmazsa, terzilik
yapamaz.

X

     Akide / inanç
çerçeve ve ölçeğini edinmeyen ve bilmeyen kişi; yaptıklarının hangisi doğru
veya yanlış olduğunu bilemez! İfrat ve tefritten / ileri geri aşırılıklardan
kurtulamaz. Müspet ve menfiyi ayıramaz. Dört yol ortasında şaşkın ve kararsız
bir hâl alır. Pusulasız yola çıkana benzer.

X

     “İslâm dini
yalnızca bir inanç sistemi değildir. Bir yaşam biçimidir. Müminler köklerine,
sonsuz saadet ve huzur yeri olan asıl vatanlarına geri dönmek için halden hale
geçerler. Varış menzili, hakikat-i Muhammedî’nin cem olduğu yerdir.” (Rabia
Christine Brodbeck)

Önceki İçerikYanıltıldı mı Yanıltıyor mu?
Sonraki İçerik30 Ağustos, Devletimizin Kuruluş Temelinin Atıldığı Gündür.
Avatar photo
1944 yılında İstanbul'da doğdu. 1955'de Ordu ili, Mesudiye kazasının Çardaklı köyü ilkokulunu bitirdi. 1965'de Bakırköy Lisesi, 1972'de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünden mezun oldu. 1974-75 Burdur'da Topçu Asteğmeni olarak vatani vazifesini yaptı. 22 Eylül 1975'de Diyarbakır'ın Ergani ilçesindeki Dicle Öğretmen Lisesi Tarih öğretmenliğine tayin olundu. 15 Mart 1977, Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Osmanlıca Okutmanlığına başladı. 23 Ekim 1989 tarihinden beri, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde Yakınçağ Anabilim Dalı'nda Öğretim Görevlisi olarak bulundu. 1999'da emekli oldu. Üniversite talebeliğinden itibaren; "Bugün", "Babıalide Sabah", "Tercüman", "Zaman", "Türkiye", "Ortadoğu", "Yeni Asya", "İkinisan", "Ordu Mesudiye" ve "Ayrıntılı Haber" gazetelerinde ve "Türkçesi", "Yeni İstiklal", "İslami Edebiyat", "Zafer", "Sızıntı", "Erciyes", "Milli Kültür", "İlkadım" ve "Sur" adlı dergilerde yazıları çıktı. Halen de yazmaya devam etmektedir. Ahmed Cevdet Paşa'nın Kısas-ı Enbiya ve Tevarih-i Hulefası'nı sadeleştirmiş ve 1981'de basılmıştır. Metin Muhsin müstear ismiyle, gençler için yazdığı "Irmakların Dili" adlı eseri 1984'te yayınlanmıştır. Ayrıca Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nce hazırlattırılan "Van Kütüğü" için, "Van Kronolojisini" hazırlamıştır. 1993'te; Doğu ile ilgili olarak yazıp neşrettiği makaleleri "Doğu Gerçeği" adlı kitabda bir araya getirilerek yayınlandı. Bu arada, bazı eserleri baskıya hazırlamıştır. Bir kısmı yayınlanmış "hikaye" dalında kaleme aldığı edebi yazıları da vardır. 2009 yılında GESİAD tarafından "Gebze'de Yılın İletişimcisi " ödülü kendisine verilmiştir.