Oğuz Çetinoğlu: İstanbul
Sözleşmesini kısaca özetler misiniz?
Süleyman Kocabaş: İstanbul Sözleşmesi,
kadına yönelik şiddetle mücâdele kapsamında kabul edilen, milletlerarası bir
sözleşmedir. Sözleşme metni İstanbul’da imzaya açıldığı için ‘İstanbul Sözleşmesi’ olarak anılıyor. Sözleşmeye
ilk imzayı koyan ülke Türkiye oldu. 1
Ağustos 2014’de yürürlüğe girdi. Maksadı; kadınları her türlü şiddete karşı
korumak ve kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan
kaldırmaktır.
Çetinoğlu: İlk
nazarda fena bir maksadı olmadığı anlaşılıyor. Kaldırılmasının sebeplerine
geçmeden önce bir sorum daha olacak. Sözleşmenin kapsamında neler var?
Kocabaş: Kadınların ayrımcılıktan
korunması, kadınlarla erkekler arasında eşitliğin yaygınlaştırılması maksadı
var. Ayrıca kadınlarla erkekler arasında târihten gelen eşit olmayan güç ilişkilerinin
bir tezahürü olduğu ve bu eşit olmayan güç ilişkilerinin, erkeklerin kadınlara
üstünlüğüne, kadınlara karşı ayrımcılık yapmalarına ve kadınların tam anlamıyla
ilerlemelerinin engellenmesine yol açtığı iddia ediliyor ve kadınların
ilerlemesine engel olan hususların kaldırılması hedef alınıyor.
Çetinoğlu: Bunlar
da faydalı düşünceler, uygulamalar gibi görülüyor. Fakat işin nereye varacağını
kestirmek de mümkün değil gibi…
Kocabaş: Teşhisiniz doğru. Zaten bu
sebeple Cumhurbaşkanı, bir karanâne ile sözleşmeyi iptal etti.
Çetinoğlu: Müslüman
Türk toplumunun kendisine has âile anlayışı vardır. Aile müessesesi, onu
meydana getiren fertlerden daha saygın, daha mukaddes bir yapıdır. Evet,
kadınlar şiddete mâruz kalmamalı, korunmalı. Fakat, aileyi yok ederek, aile
müessesesini yıkarak korunacaksa, bu pire için yorganı değil, yorgan ile
birlikte bütün evi yakmak olur.
Kocabaş: Haklısınız. Başka mahzurları
da var.
Çetinoğlu: Nelerdir?
Kocabaş: Kadınlarla erkekler arasında
eşitliğin yaygınlaştırılması ve bu amaçlar için kapsamlı bir çerçeve, politika
ve tedbirler tasarlanması ve bu konularda milletlerarası işbirliğinin
yaygınlaştırılması hedefleniyor.
Çetinoğlu: Cenâb-ı Allah tarafından
kadınla erkek eşit yaratılmamıştır ki… Biyolojik eşitlik mi hukûkî eşitlik mi
söz konusudur?
Kocabaş: Tasrih edilmemiş. ‘Sosyal eşitlik’ diye bir kavram var.
Biyolojik eşitliği de kapsayabilir.
Çetinoğlu: ‘Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu…’
özdeyişini hatırlatıyor.
Kocabaş: Başka oyunlar da söz konusu: Önce
şu ‘eşitlik’ kavramını irdeleyelim. Kadın
ve erkek hukûkî ve fırsatlar yönünden eşittir. Bunun için sözleşme imzalamaya
gerek yok. Anayasamızda hüküm var. Meselâ eşit işe eşit ücret verilir. Bilfarz
erkek öğretmen ile kadın öğretmen aynı ücreti alır. Burada bir eşitsizlik
olamaz. Fakat kadın öğretmen, erkek öğretmenle aynı işi yaptığı halde daha
erken emekli olabiliyor. Çünkü kadının biyolojik şartları öyle gerektiriyor.
Çetinoğlu: ‘Sosyal eşitlik’ kavramı da muğlak…
Kocabaş: Haklısınız: Kadınların duygu
gücü yüksektir. Çoğunlukla akıl ve mantıklarıyla değil, duygularıyla hareket
ederler. Bunu üstünlük olarak kabul etiğimi belirteyim de ‘kadınları aşağılıyor’ demesinler. Sevgi izharında daha cömerttirler. Uzmanlar, kadın ve erkek
beyinlerinin farklı çalıştığını belirtiyorlar. Buradan bir suçlama çıkaran
olursa, muhatap ben değilim, ismi bende mahfuz uzmanlarındır. gerektiğinde
belgesini ibraz ederim.
Kadınlar şefkat konusunda da üstündür.
Eşit olacaksınız diyerek bu üstünlüğü ellerinden almak kimsenin hakkı değildir.
Aynı şekilde empati yaparken de kadınların erkeklere göre üstünlüğü vardır.
Entel tâbiriyle kadınların duygu ile alâkalı okur-yazarlığı klâsik ifâdesiyle
hissî yönleri kuvvetlidir. Çabuk hislenirler. Çabuk ağlarlar, sık sık ağlarlar.
Bâzen sevinçten bâzen kederden…
Çetinoğlu:
Başka
farklılıklar da olmalı…
Kocabaş: Meselâ kadınların korkuya karşı
dirençleri daha zayıftır. Buna karşılık, estetik algıları çok üstündür. Pek
çoğunun ikna kabiliyeti yüksektir. Hemen hemen hepsi çok konuşkandır.
Erkeklerle aralarındaki farklar saymakla bitmez.
Çetinoğlu:
Müzik, resim
ve diğer sanat dallarında üstün oldukları söyleniyor.
Kocabaş: Kadınlarımızın acıma hisleri daha
kuvvetlidir. Müşfiktirler…
Çetinoğlu:
Daha
sabırlıdırlar. Analık hissi, doğurma özellikleri… Kadınların olmadığı bir dünya
ve hayat düşünülemez. Onların üstünlükleri de saymakla bitmez. Biz konumuza
dönersek efendim… Sözleşmede, kadın cinayetlerinin önlenmesi hususuna da yer
verilmiş. Nasıl olacak?
Kocabaş: Keşke mümkün olsa… Mümkün olabilmesi
için sosyal yapımızı bozacak tâvizler vermeden yapmalıyız.
Çetinoğlu:
Ne gibi
tâvizler veriliyor?
Kocabaş:
Mükemmel insan yerine göre vagon, yerine göre lokomotif olabilendir. Vagon da
lokomotif de tek başına kendisinden beklenen hizmeti veremez. Bizim
kültürümüzde lokomotif erkektir. Fakat kadın lokomotif görevini daha iyi
yapıyorsa, erkek buna rıza gösterir. Fakat sözleşme ile eşitlik var, ikisi de
aynı zaman ve mekânda lokomotif olsun denilirse sürtüşme çıkar, sürtüşmeler
çatışmaya dönüşür. Dul erkekler, dul bayanlar toplumu oluruz. Ailenin kudsiyeti
korunmalıdır.
Çetinoğlu: Sizce İstanbul Sözleşmesi, aile kudsiyetini tehlikeye atıyor mu?
Kocabaş: Hem de nasıl…
Çetinoğlu: Meselâ?
Kocabaş:
Sözleşme evli çiftlerde rekâbet ortamı oluşturuyor. Eşitlikte, haklarda… Kadına
hukuken güç veriliyor, hak veriliyor. Kadın gücünü kendi kabiliyeti ile elde
etmeli. Bizim güçlü kadınlarımız târihte vardı, günümüzde de var. Onlar
güçlerini kanunlarla değil, meziyetleriyle elde etmişlerdi.
Asıl
büyük tehlike; 18 yaş altındaki kız ve erkek çocukların da kanundan
faydalanmalarına imkân verilmesiyle oluşuyor. Bizim ahlâk anlayışımıza
aykırıdır.
Çetinoğlu: Nikâh kavramı açısından baktığımızda durum nedir?
Kocabaş: Sembolik konuma düşürülüyor. Evli kadın, erkeğinin eşi, hanımı,
eskilerin tâbiriyle zevcesi, kaba ifâdesiyle karısı değil, partneri, yol
arkadaşı, hayat arkadaşı konumuna düşünülüyor. ‘Eskort’ da diyebilirlerdi. Bilindiği gibi, nikâh olmaksızın aynı
evde yaşayanlar ‘hayat arkadaşı’
olarak anılıyor. Sanat dünyasında çokça var. Onlara özenenler vardı, İstanbul
sözleşmesiyle bu çarpıklık, hak olarak tanınmıştı. Çok şükür o çukurdan
kurtulduk.
Çetinoğlu: Evle kadınlara kanunla bir takım haklar tanımak, evlilik
müessesesini de zedeler…
Kocabaş: Hatta denilebilir ki tamamen ortadan kaldırır. Evlilik takım
çalışmasıdır. Yetkiler de sorumluluklar da karşılıklı anlayışla sağlanır.
Eskiden de vardı: ‘Pederşâhî âile’, ‘Mâderşâhî aile’ deniliyordu. Gül gibi
geçinip gidiyorlardı. Kadın kocasını ikna edip, ailenin yönetiminde daha fazla
söz sâhibi olabiliyordu. Kocası râzı olursa ne âlâ, râzı olmaz ise, tâbi
oluyor, nadiren de ayrılıyordu. Güç ve
kişilik çatışmasını hızlandıran feminizm öğretisi ailenin en büyük düşmanıdır.
Çetinoğlu: İstanbul Sözleşmesi yürürlükte kalsa idi, kadına
karşı şiddet eylemlerini önleyebilir miydi?
Kocabaş:
Kanaatime göre önleyemezdi. Çünkü kadınlar, ‘Kanun beni koruyor’ düşüncesiyle daha bir âsi olacaktı. Hiddeti
kabaran erkek de şiddete başvurmayı kendisine hak sayacaktı.
Çetinoğlu: Sözleşme
hakkındaki genel hükmünüz nedir?
Kocabaş: İstanbul Sözleşmesi, detaylı olarak
incelendiğinde toplumun temel dinamiklerini tahrip eden bir yapıya sâhip olduğu
rahatlıkla görülecektir.
Çetinoğlu: Cinsiyete
dayalı şiddet kavramının fâili, yalnızca ve dâima erkekler midir?
Kocabaş: Sözleşmede böyle bir
düşüncenin varlığı hissediliyor. Bu düşünce kadınları korumak adı altında erkek
düşmanlığını desteklemektetir. İftira şeklindeki şikâyetlerle erkekler, haksız
yere cezalandırılabilir. Kadın hakları kavramının bu kadar yüceltildiği bir
ortamda, bir avukat, bir hâkim veya savcı şikâyeti haksız bulursa, feministler
ve onların destekçisi medya tarafından linç teşebbüsüne mâruz kalır.
Çetinoğlu: Sorularla
sınırlı kaldığınız için veremediğiniz mesajınız var ise, birkaç cümle ile
lütfeder misiniz?
Kocabaş: Önce şunu söylemek isterim:
Her türlü şiddet… kimden gelirse gelsin… kime yönelik olursa olsun… mutlaka
önlenmelidir. Erkekler kadına yönelik şiddete başvurmanın ağır suç olduğunu
idrak edecek şekilde eğitilmelidir. Mübalâğalı ve özel bir kanun adâletsizliğe
yol açar. Mevcut konunlar ilâvelerle mesele çözümlenmeli.
………………………
SÜLEYMAN KOCABAŞ:
1950’de Kayseri ili Develi ilçesi
Sindelhöyük Kasabası’nda doğdu. İlkokul tahsilini burada bitiren Kocabaş, orta
tahsiline, Pazarören Mimarsinan İlköğretmen Okulu’nda başladı ve bu tahsilini
İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu Hazırlık Sınıfında tamamladı. 1970 yılında
Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde yüksek tahsiline başlayan Kocabaş,
1975’de bu fakülteden ‘Ziraat Yüksek
Mühendisi’ unvanı ile mezun oldu. Aynı yıl Kayseri Tarım İl Müdürlüğünde
memuriyete başladı. 2002’de bu müdürlükten emekli oldu. Evli ve üç çocuk
babasıdır.
Târih ilmine özel bir ilgi duyan Kocabaş,
okudukça yazma ihtiyacı duydu. İlk yazıları, okul dergi ve gazetelerinde
yayınlandı. Kocabaş, bilgisini artırmak için İngilizce ve Osmanlıcayı kendi
gayretleri ile öğrendi. Çeşitli gazeteler ve dergilerde makaleler ve dizi
yazılar yazdı. 1983’de Vatan Yayınları’nı kurarak kitaplarını bu yayınlar adı
altında yayınladı. 11 kitabı Mısır’da, 2 kitabı Azerbaycan’da basıldı.
Kocabaş, emekli olduktan sonra Kayseri’de
iki dairesinden birisini ‘Süleyman
Kocabaş Özel Kütüphânesi’ adıyla şehir halkının hizmetine tahsis eti. 15
bin ciltlik târih kitapları ve 70 yıllık gazete ve dergi koleksiyonunu
araştırmacıların hizmetine sundu.