Yeni Ladin Assange’mı? – Anlayana 11 Eylül Dersleri

64

Doğrusu 11 Eylül’ü epey zamandır pek hatırlamaz olmuştuk.11 Eylül 2001 tarihinde Newyork’un göbeğinde Dünya Ticaret Merkezi’ne ait Kuzey ve Güney Kulelerine peş peşe iki uçağın çarpması sonucu İkiz Kulelerin yıkılması ve 3.000 e yakın insanın ölümü, başta ABD olmak üzere tüm dünyaya büyük bir travma yaşatmıştı.

Sonraki gelişmeleri biliyorsunuz.Eylemin gerçekleşmesini takip eden günlerde eylemin faili olarak Suudi Usame Bin Ladin’in liderliğini yaptığı ifade edilen El Kaide Terör Örgütü gösterildi.

Sonrası malum. El Kaide ve Taliban’la özdeşleştirilen İslami Terör veya bazılarının anlatımıyla Fundamentalist (Köktendinci) İslami gelişmeler ve örgütler ve bu arada Irak’ta var olduğu iddia edilip sonrasında fos çıkan kitle imha silahları gerekçe gösterilerek önce Afganistan sonra Irak işgal edildi. ABD eski Dış İşleri Bakanlarından Condoleezza  Rice’in 7 Ağustos 2003 tarihinde Washington Post gazetesinde yayınlanan “Transforming The Middle East “,”Ortadoğu’yu Dönüştürmek” adı altında yayınlanan yazısında ifade ettiği gibi Ortadoğu’da 22 ülkenin siyasi ve ekonomik sınırlarının değiştirilmesini hedefleyen Büyük Ortadoğu Projesi (daha sonraki adıyla Genişletilmiş Kuzey Afrika ve Büyük Ortadoğu Projesi) için düğmeye basıldı. 

Başta hedef coğrafya olan Müslüman toplumların yaşadığı ülkeleri ve bu arada dünyayı ikna etmek üzere,başlatılan operasyona (gerçekte işgale) cilalı bir üst kılıf da buldular. Güya bu, bir Demokrasi Projesi idi ve tüm dünya için tehlikeli olduğu söylenin terörist unsurlar ve onlara destek veren yönetimler etkisiz hale getirilecek, böylelikle bölge demokratik yönetimleri kavuşacak, dünya da rahatlayacaktı.

7 yıldır seyrettiğimiz bu tiyatro sonrası ilgili ülkelere demokrasi geldiğine inanan varsa diyeceğimiz yok. Aksine milyonlarca insanın ölümü, devam eden acılar, işin en kötüsü bin yıldır kardeşçe yaşayan topluluklar arasına sokulan fitneler sayesinde ortaya çıkan ve acımasızca süren kardeş kavgaları devam ediyor.

11 Eylül 2001 tarihinde meydana gelen ikiz kuleler saldırısı ile ABD’nin Afganistan ve Irak işgalleri arasında ne alaka var gibi bir soruyu soracak kadar geri zekalı sayısı sanırız çok sınırlıdır. Azıcık anlama veya görme kabiliyeti olan herkes bunlar arasındaki bağlantıyı görmekte zorlanmaz.

Biraz dikkatli bakınca aslında 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırılarının gerçek resmini görmekte de zorlanmak söz konusu değil.

Şöyle bir zihinleri yoklayalım ve o günlere dönelim isterseniz. Önce ABD hükümetinin konu ile ilgili açıklamalarının özetine bakalım.

-Neymiş efendim kulelere çarpan uçaklardan birisinde bulunan teröristlerden birinin pasaportu, uçağın kuleye çarpmasından sonra aşağıya fırlamış ve bölgedeki bir polis tarafından bulunmuşmuş. Vay bee. Ne menem pasaportmuş ki uçak çarpar çarpmaz beni bırakın deyip teröristin muhtemelen cebinden ve uçaktan fırlayıp meydana gelen yangının ve ateşin uzanamayacağı kadar uzak bir yere düşüp alın beni buradan ve delil olarak kullanın demiş.

-Yok efendim, teröristler havaalanına gelirken kullanıp otoparka bıraktıkları araçta açık kullanım kılavuzu ve Kur’an-ı Kerim bırakmışlar.

Dolayısıyla bunlar, bu eylemin El Kaide tarafından yapıldığına delil olarak yeterlidir. İnandıysanız mesele yok.

Dilin kemiği yok. Bunlara ikna olmayıp bazı sorular soranlar da oldu.. Mesela:

-Sahi bu arada Pentagon’a çarptığı söylenen ve Pensilvanya kırsalında düştüğü söylenen Uçakların elle tutulur enkazını ve ölenlerin varsa cesetlerini göremedik.

-ABD gibi dünyayı tek başına yönetme iddiasında bulunan bir ülkenin istihbaratının bu kadar önemli bir saldırıyı önceden fark edememesi mümkün mü?

-Hele hele Usame bin Ladin ve çevresi ile geçmişten gelen iyi ilişkileri herkesçe bilinen ve üstelik saldırıdan bir-iki ay önce Usame bin Ladin ile görüştüğü sıkça tekrarlanan CİA’nın bundan haberdar olmaması ne kadar ihtimal dahilinde.

-O zaman adama şu soruyu sormazlar mı? Kendi ülkesini koruyamayan bir ülke, süper güç iddiasıyla dünyayı nasıl koruyacak?

Bu tür soruların sayısı  bir hayli fazla. Bunların doğurduğu kuşkular da o kadar çok. Nitekim bu yüzdendir ki 11 Eylül 2001 dendiğinde herkesin aklına aynı zamanda Hitler’in Alman Komünistlerine yıktığı ama kendisinin yaptırdığı ortaya çıkan meşhur Reichstag Yangını ve ABD’nin İkinci Dünya Savaşına girişine haklılık kazandıran Japonların Pearl Harbor baskınına dönemin ABD hükümeti ve başkan Rosveelt’in çaktırmadan sessiz kalışı ile yine ABD’nin başkan Kennedy döneminde Castro’yu devirmek için Küba’ya yönelik olarak yapmayı planladığı Northvood Operasyonu geliyor.

Bunları tam unuttuk derken son günlerin birinci gündemi haline gelen ve Wikileaks tarafından sızdırılan ABD diplomatlarına ait belgeler ile Wikileaks’in kurucusu Julian Assange ismi karşımıza çıkınca 11 Eylül yeniden gündeme oturdu.

Görünen odur ki 11 Eylül 2001 sonrası Usame bin Ladin isminin uzun süre dünyanın en fazla adından bahsettiren ismi olmasına benzer şekilde bu sefer Julian Assange ismini sıkça konuşacak ve duyacağız.

22 yaşında bir asker olan Bradley Manning tarafından Bağdat’ta çalıştığı sırada  ele geçirildiği ve Wikileakse iletildiği ileri sürülen belgelerin yayınlanması ile ilgili farklı yorumlar var. Bu yorumları şu şekilde özetlemek mümkündür.

-Bu sızdırma olayı Julian Assange’ın başında bulunduğu Wikileaks çevresinde toparlanan bağımsız gurupların, ABD diplomatlarının yaptıkları istihbari faaliyetleri ve ABD politikalarını deşifre etmek üzere kendi başlarına yaptıkları bir iştir.

-Bu sızdırma olayı bizzat ABD yönetimlerinin ve CİA’nın bilgisi dahilinde bilinçli olarak yapılmıştır.

-Bu sızdırma olayının arkasında ABD yönetiminin kendi iç dinamiklerinin taraflarından birisi ile onunla bağlantılı İsrail yönetimi ve İsrail istihbarat örgütü MOSSAD vardır.

Bu varsayımlardan birincisinin fazlaca ciddiye alınacak bir tarafı yok gibi görünüyor. Zira her ne kadar Julian Assange ve Wikileaks olayın bir tarafında bulunsa bile olayın birinci aktörünün yani düğmeye basanın veya kapıyı açanın onlar olduğunu düşünmek fazlaca saflık olur.

Bu görüşü dillendirenler Bradley Manning isimli ABD li askerin bu yüzden yedi aydır tutuklu olduğunu söylüyorlar hatta bu kişinin yaptıklarını itiraf ettiğini ifade ediyorlar. Ama Bağdat’ta görev yapan 22 yaşındaki bir askerin bütün bu belgeleri ele geçirerek sızdırdığı yolundaki bu iddiayı inandırıcı bulmak pek mümkün görülmüyor. Zira bu ihtimal hem akla yatkın olmaması hem de geçmişte yaşanan benzer örneklerde bu tür sızdırmaların hep tepe noktalardan yapıldığının ortaya çıkmış bulunması sebebiyle zayıf bir ihtimal olmaktan öteye gitmiyor.

Gerek açıklanan belgelerin içeriği, gerekse sunumları ve ortaya çıkan bu olaya yüklenen misyon itibarıyla diğer iki ihtimalin birisi veya her ikisinin birden ağırlıklı olduğunu görmek için fazlaca çaba göstermeye gerek yok gibi.

Dünya Ticaret Merkezine ait ikiz kulelere iki uçağın arka arkaya çarpması sonucu kulelerin yıkılması ve yaklaşık 3 bin kişinin ölümü ile sonuçlanan 11 Eylül 2001 olaylarını çağrıştırır şekilde Julian Assange’ın başında bulunduğu Wikileaks tarafından ABD diplomatlarının iç yazışmalarının yayınlanmaya başlanmasının diplomasinin 11 Eylül’ü olarak nitelendirilmesi pek tesadüf olmasa gerek.

Muhtemeldir ki bu benzeştirmenin en önemli sebebi Wikileaks’in yayınladığı veya yayınlayacağı belgelerin meydana getireceği etkilerin ikiz kulelerin yıkılması sonrası oluşan etkilere yakın olacağı tahminidir. Yani anlaşılan odur ki bu belgelerin yayınlanmasının doğuracağı muhtemel sonuçların önemli gelişmelere sebep olacağı tahmin edilmektedir.

11 Eylül 2001 de meydana gelen olayla ulaşılmak istenen amacın İslam coğrafyası ile enerji kaynaklarına egemen olmanın yolunu açacağına inanılan Afganistan ve Irak işgalleri olduğu kısa zamanda ortaya çıktı.

Bu gün üzerinde durulması gereken asıl husus, diplomasinin 11 Eylül’ü olarak nitelenen bu yeni durumun hangi önemli amaçlara ulaşmanın yolunu açmak üzere tasarlanmış olabileceği olmalıdır.

11 Eylül 2001 deki İkiz Kulelerin uçaklarla yıkılması olayının şifreleri, olayın hemen akabinde sorumlu olarak kimlerin gösterilmek istenmesi ile çözülmeye başlanmıştı. Bu gün de her ne kadar henüz elde olduğu ifade edilen belgelerin neredeyse binde biri yayınlanmış olsa da, benzer şekilde ortaya çıkan ipuçları ile bu gizemli olayın şifrelerinin çözülmesi mümkün gibi görünüyor.

Bu belgeler salt Türkiye ve bölgeye yönelik hesaplar gereği piyasaya sürüldü gibi bir iddiada bulunmak elbette mümkün değil. Ama bu hesapların hiçbir yerinde Türkiye yok demek de bir o kadar mantık dışı olur. Zira, ortaya çıkan belgelerin önemli bir bölümünün Türk iç ve dış politikası ve Türkiye’nin komşuları ve içinde bulunduğu bölge devletleri ile ilgili olması dikkat çekici değil mi?

Kim bilir belki de Türkiye’yi yönetenlere ve bölge ülkelerine çaktırmadan bazı mesajlar veriliyor olabilir. Mesela; İsrail’i bırak, İran’a bak gibi, İsrail ile ilişkileri düzelt gibi, bölge

ülkelerine fazla güvenme her an yalnız kalabilirsin gibi, sizin için en iyi gelecek bizimle şartsız işbirliğine devam politikasıdır gibi. Bak geride daha yayınlanmayan bir sürü belge var, neler çıkabilir neler ayağını denk al gibi.

Ve son söz. Tesadüf zannettiğiniz hiçbir şey tesadüf değildir.