Üç Ağabey; Yazgan, Babalı ve Karakoç

73

 

Prof. Dr. Turan Yazgan’ın cenaze namazı 24 Kasım 2012 Cumartesi Günü ikindi namazından sonra Fatih Camii’nde kılındı. Turan Yazgan Türk Dünyası’nın Ağabeyi ve Aksakalı’ydı.  Başkanlığını yürüttüğü Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı’nca Türk Dünyası’nın muhtelif  kentlerinde açtığı okullarda bilaücret 5000’in üstünde fakir ama çalışkan, imkanı yok ama ufuk sahibi çocuklarımız okuyordu. Dolayısıyla cenazenin defni Türk Dünyasından gelecek soydaşlarımız için iki gün bekletilmişti.

Nitekim geldiler. Turan Yazgan’ın cenazesi başta Türkiye Cumhuriyeti, Kırım ve Azerbaycan bayrakları olmak üzere Türk Dünyası Bayraklarıylı sarıldı. Tekbirler getirildi, dualar edildi. Fatih Camii’nin içi, avlusu ve çevresindeki cadde ve sokaklar miting alanı gibiydi. Bir de bunun üzerine sıkı bir güvenlik çemberi oluşunca aman Allahım ne girilebiliniyor, ne dışarı çıkılabiliniyordu.

DEVLET ADAMLARI CENAZE MERASİMİNE GELİNCE

Ne olur devlet ricali cenaze merasimlerine katılmasın, yok illa gelecekse sivil gelsin, tebdili kıyafetle buyursun. Zaten çiçek gönderiyor, telgraf çekiyor, belki daha sonra ailelere taziye ziyaretinde bulunuyorlardır. Cenazelere devlet adamları gelince haklı olarak yüzlerce resmi -sivil güvenlik görevlisi geliyor, yasaklar da hemen kendini belli ediyor. Tartışmalar başlıyor. İnsanlar cenazesini rahatlıkla, iç huzuru içinde defnedemiyor.

Isparta Eğridirli (1938) Prof. Dr. Turan Yazgan Türk Dünyasının Bilgesiydi. Benim için bir başka özel yanı ikimizin de Vefa Lisesi öğrenciliğimizdi. İktisat Fakültesi’nde öğretim üyeliği, Türk Dünyası Araştırmalar Vakfı çalışmalarından dolayı hocamızın faaliyetlerini yakından takip ederdik. Mekanı cennet olsun, rahmetlere gark olsun Prof. Dr. Sabahattin Zaim hocamızın bir emaneti gibiydi bizlere. Hayatını Türk Dünyası’na vakfetmişti. Özellikle 2000 yılından itibaren dur durak tanımıyordu. İnsan endeksli politika üretip Türk Dünyası gençlerine yatırım yapıyor, onları bir araya getiriyor, eğitiyor, moral yüklüyor, yüreklendiriyor, sonra iletişimlerini güçlendirerek hızlandırıyordu hizmette. İstanbul Fatih Şehzadebaşı’ndaki Ankaravi Mehmet Efendi Medresesi hem Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı’nın, hem Türk Dünyası Gençlerinin merkezi idi.

Vakfın Süleymaniye Külliyesi’nde de bir ikinci yeri vardı. Kendisini TBMM Kulislerinde yalnız otururken görünce yanına gitmiştim. “Hocam hayırdır, hasta hasta ta buralara kadar gelmişsiniz?!” dedim. Çünkü kanser ile mücadele ediyordu. Demez mi “Süleymaniye Külliyesi Darüsziyafedeki yerimizi elimizden almak istiyorlar, acaba mani olabilir miyim diye buradayım!”  Türk Dünyası’nda kazandı ama burada Vakıflar’a yenildi Prof. Dr. Yazgan.

Fatih Camii o gün  aynı zamanda gönüldaşlarımızın, ülküdaşlarımızın buluştuğu bir üs olmuştu. İçeri bir saatte girebildim, bir o kadar saatte de çıkabildim. Mekanı cennet olsun Prof. Dr. Turan Yazgan hocamızın.

MAHMUT İLE DİRİLİŞE DOĞRU

Trafiğin rahatlamasını Büyük Hamit Oteli’nde bekledim.  18 Sekbenler Camii’nde imam gelmeyince akşam namazı için bir sivil gencin arkasında müezzinlik yaptım. Genç Mahmut Kaçarlar  hemşehrimle burada buluştuk. Öyle bir yağmur başlamıştı ki, zaten önceden de çiseliyordu; yollar bir anda selle tanıştı.

Yağmuru falan dinlemeden Mahmat Kaçarlar’ın küçük şemsiyesinin altında sırasıyla Beyazıd, Sahaflar, Kapalı Çarşı, Nuruosmaniye Caddesi güzergahından Diriliş Yayınevi’ne gittik. Han Kapısı kapalıydı, ancak kilitlenmemişti. Birinci kattaki Diriliş’in zilini çaldık. Bir genç açtı “Üstad içerde mi?” diye sorduk. Yemek kokusundan anladık ki Muharrem Orucu’nda gençler. Sezai Karakoç namaz kılıyordu. Sonra Üstad başta olmak olmak üzere sofra kuruldu gazete üzerine. Onlar oruç açtı, bizler sohpeti sürdürdük. Masanın üzerinde tıpkı basım bir Büyük Doğu vardı. Alıp karıştırdım.

-Sezai Ağabey Büyük Doğu’nun da yazarı Cevat Rifat Atilhan’ı tanıyor muydunuz?

TÜRK OĞLU DÜŞMANINI TANI

Ben Cevat Rıfat Atilhan’ı siyonizme karşı yazdığı mücadele kitaplarından biliyor, bütün kitaplarını tek tek okumuştum. Suzi Liberman’ın Hatıra Defteri bunlardan biriydi. Sonra Türk Oğlu Düşmanını Tanı, Farmasonluk vs. Bu eserleri 1960’lı yıllarda hem okuyor, hem isteyenlere veriyorduk. Büyük de bir alaka vardı Kilis’de Cevat Rıfat’a. Mektupla dost olmuştuk bu İstiklal Savaşı’ndaki Cephe Komundanı General ile. Bize yeni yayınlayacağı “İslam Hakimiyeti ve Uğradığı Suikastler” isimli eserinin reklam broşürlerini göndermişti. Arkadaşım Adil Yuvarlak da bisikletine binerek Kilis Cumhuriyet Caddesi’nde bu broşürleri dağıtmıştı. 27 Mayıs Askeri Darbesinin etkileri o yıllarda sürüyordu. Polisler Adil’e bir ihbar üzerine hemen müdahale etmişler, Cumhuriyet Meydanındaki polis karakoluna götürmüş ve eşek sudan gelene kadar dövmüşler. Adil dayaktan rahatsızlandı, tedavi gördü. Verildiğimiz mahkemede ise berat ettik. Gelişmeyi Cevat Rıfat’a mektup’la bildirdim. Cevap vermedi. Bana imzalı bir kitabını gönderdi. Sezai Karakoç dedi ki;

-Mehmet Bey Cevat Rıfat Atilhan’ı tanıyorum. Şair Semih Rıfat Horozcu ile de amca çocuklarıydı. Macar asıllı Türklerden oldukları bilinir. İki amca çocuğu birbirine zıd görüşlere sahipti. Cevat Rıfat hem Büyük Doğu’da yazıyor, hem de bir siyasi parti gibi faaliyete hazırlanan Büyük Doğu Cemiyeti’nin Başkan Yardımcısıydı. Başkan Necip Fazıl Kısakürek’di. Öteki yardımcı da Kürt asıllı bir din adamı olan Abdurrahim Zapsu idi. Büyük Doğu Cemiyeti Türkiye’de sürekli şube açarak büyüyordu. Diyarbakır, Malatya, Elazığ, Ankara, Kayseri, Kütahya, İstanbul, Afyon çoğu yerde şube açılmışdı.

İKİ NECİP FAZIL KISAKÜREK

-Siz de üye misiniz?

-Üyeyim. Gaziantep Lisesi’nde öğrenci idim. Büyük doğu’yu okuyur, takip ediyor ve Necip Fazıl’a mektup yazıyordum. Birgün baktım üyelik kartım geldi. Şart olan iki referanstan biri Necip Fazıl, ötekisi ise Abdurrahim Zapsu imzasını taşıyordu. Böylece üye olmuştum.

-Büyük Doğu Cemiyeti ne oldu sonra?

-Cemiyetin büyümesi siyasi iktidarı korkutuyordu. Bir gün Diyarbakır Büyük Doğu Cemiyeti İdare Heyeti İstanbul Moda’da oturan Necip Fazıl’ı ziyaret ediyor. Hane halkı ikrama hazırlanırken, Üstad “çayları ben dağıtacağım” diye hatırlatmasına rağmen eşi Neslihan Hanım, başı açık bir vaziyette odaya girerek konuklarına ikramda bulunuyor. Diyarbakır Heyeti gözlerine inanamıyor. Üstad zeki biri. Hemen diyor ki misafirlerine “İki Necip Fazıl vardır. Birisi yazılarını okuduğunuz Büyük Doğunun naşiri, ötekisi de gördüğünüz Necip Fazıl!” Ama bundan sonra çözülme başlıyor. Aleyhte propaganda artıyor. Üstad’a aşırı bağlı Tavşanlılar Necip Fazıl’a bilgi vererek “Üstad Cevat Rıfat ve Abdürrahim Zapsu sizin aleyhinizde bir kampanya başlattılar. Büyük Doğu Cemiyetini ele geçirmek istiyorlar. Bizden de destek istediler. Bilginiz olsun!” diye telgraf çekiyorlar. Necip Fazıl ilk sayıda “Büyük Doğu Cemiyeti Başkan Yardımcıları Cevat Rıfat Atilhan ve Abdürrahim Zapsu ihraç edilmişlerdir” diye duyuruyor. Sonunda ise Büyük Doğu Cemiyeti’ni de kendisinin feshettiği haberi yer alıyor.

HACI NAFİZ ÇELEBİ’NİN KONAĞI

-Öyle anlaşılıyor ki Cevat Rıfat ile arası yok üstadın? Büyük Doğu’da yazılarını görünce şaşırdım doğru?

-Hayırsever insan Hacı Nazif Çelebi bir gün üstadı Süleymaniye’deki evine davet etti. Kapıdan girilince içerisi hemen gözüküyor bu evden. Eski bir Osmanlı evi. Köşede ise Cevat Rıfat Atilhan oturuyor. Hacı Nafiz Çelebi’nin amacı ikisini barıştırmak. Ancak üstad Cevat Rıfat’ı görünce kendisine yakışan biçimde edebi üslubunu şaşırmadan, Hacı Nafiz Çelebiye rağmen ağır konuşuyor, adeta haşlıyor Cevat Rıfat’ı. Barış da sağlanamıyor.

-Hacı Nafiz Çelebi’ye ben de yetiştim. Evinde iftara gitmiştik. Rahmetli Bekir Berk götürmüştü bir grup talebeyi. Zaten Kirazlı Mescid Sokaktaki Nur Dersanesi de çok yakındı. Havaalanlarındaki yer hizmetlerini yürüten Çelebi şirketi de bu hayırsever işadamımızın. Şimdi galiba çocukları ve torunları devam ediyor. Peki ağabey Cevat Rıfat Malatya’da üstad ile birlikte yargılandı mı?

-Doğru Cevat Rıfat, OsmanYüksel Serdengeçti, Saatçi Musa “Malatya Suikasti Davası”nda hep birlikte yargılandılar. Bir müddet cezaevinde yattılar, sonra aklandılar. Bu büyük bir oyunun parçasıydı. Büyük Doğu geniş kitleleri etkiliyordu. Siyasete de girecekti. Başbakan Adnan Menderes’e bu konuda çok ihbar gidiyordu. Onlara inandı. Milliyetçiler Derneği de bu çerçevede kapatıldı. Oysa bütün Türkiye’de şube açmıştı.

-Demokrat Parti’nin kimliğine sahip çıkması, milliyetçi, muhafazkar olması, dini gelişmelere fırsat vermesi Amerika’nın da işine gelmiyordu. Bu oyunun içinde Washington’un olduğuna dair yorumlar okudum ben.

Mahmut Kaçarlar araya girdi, Gazeteci Ahmet Emin Yalman’a suikast düzenleyen lise öğrencisi Hüseyin Üzmez’in ifadesinde “Silahı Necip Fazıl’dan aldım” demesi her halde doğru değil?

İHSAN BABALI VE CAĞALOĞLU YAYINEVİ

Sezai Karakoç “Hiç mümkün mü böyle bir şey olması. Tabii ki yanlış. Oyun içinde oyun oynanıyor. Necip Fazıl kim, silah vermek kim? Yanlış ve iftara” dedi.

Ben yeni bir kulvara daldım bu defa! Hem hatırlattım, hem sordum;

-İhsan Babalı ile biraz bilgi verir misiniz Sezai Ağabey? Allah rahmet eylesin bizim kuşakta nasibi olan bir hayırsever aydınımızdı. Divanyolu’nda Cağaloğlu Yayınevi’nin sahibiydi. Yayınladığı kitapları MTTB’ye getirerek bizlere bedeva verirdi. Özellikle de okuyan gençlere. Aşırı mütevaziydi. Kalın gözlükleri ve kırlaşmış bıyıklarıyla gözümün önüne geliyor rahmetli. Sosyal yanı çok kuvvetliydi. Neşrettiği Muhammed Kutup’un “İslam’da Sosyal Adalet” isimli eseri beni çok etkilemişti.

-İhsan Babalı benim arkadaşımdı. Birlikte Siyasal Bilgilerden mezun olduk, Maliye Bakanlığı’nda birlikte çalıştık. Malatya’ya bile teftişe gittiğimizde her ikimiz de iki ayrı ilçede görevlendirilmiştik. Mudurnuluydu. Hizmet için koşar dururdu. Cemaat, cemiyet, görüş ayrılığı farkı gözetmezdi. Milli Görüşcülere de koşar, İskenderpaşa ya da, Nurculara da. Üniversiteli gençler onun için öncelikliydi. Sanırım Erenköy Sami Efendi’ye mensuptu. Orada da otururdu. Maliye Bakanlığı’nda çalışırken Ankara’dan İstanbul’a gitmeye karar verdik. İkimiz de Maliye Bakanlığı’ndan ayrıldık. İhsan Babalı İstanbul’da muhasebe işleriyle meşgul oldu. Ayrıca yayıncılığa başladı. Güzel eserler neşretti. Hep görüşürdük. Vefat ettiğinde bu hizmet ehli insanın cenazesine maalesef hizmet ettiği kesimden hiç kimse gelmemişti? Oğlu da kanserden erken vefat etti.

GERÇEK DOSTLUK DEDİĞİN

Allah rahmet eylesin. İhsan Babalı ile ben de MTTB’ye geldiğinde görüşürdüm. Sezai Karakoç’un eserlerinin önemini anlatırdı, şair, müellif ve fikir adamı olarak ihmal edilmemesi gerektiği üzerinde durur, mutlaka ve mutlaka okunmasının zaruretine dikkat çekerdi. Hatta parasıyla aldığı Ötüken’in Yayınlarından toplatılan İslamın Dirilişi ve İslam Toplumu’nun Ekonomik Strarüktürü adlı eserleri kabiliyetini keşfettiği üniversite öğrencilerine verirdi. Sonra da derdi ki “Acaba Sezai Bey’in çamaşırını yıkayan, önüne her eve geldiğinde taze aş koyabilen, evini sıcak tutan, rahat ettiren biri olsa daha mı velud olur?” diye serzenişte bulunurdu.

Gerçekten sosyal yanı kuvvetli, talebe ile talebe olacak kadar alçak gönüllüydü İhsan Babalı.