ABD’nin en etkili yayın organlarından The Wall Street Journal geçtiğimiz hafta Türkiye’de yaşananlar için “kansız iç savaş” tanımlaması yaptı.
Bu tanımlama külliyen yanlıştır. Çünkü Türkiye bir savaş halindedir. Ancak bu savaş dış güçlerle ve onların T.C. vatandaşı olan taşeronları ile yapılan bir savaştır. Yani iç savaşla uzaktan yakından bir ilgisi yoktur.
CHP lideri Baykal’ın başına gelenler bu savaşın bir parçasıdır ve şimdilik Baykal’ın istifası ile sonuçlanmıştır.
Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’liler bilmelidirler ki artık ülke yönetiminde bir güç sahibi değillerdir. Bu gün Baykal’ın başına gelenlerin yarın kullanılma süreleri bitince değişik şekilde AKP’lilerin başına gelmesi muhtemeldir.
Ülkenin ve Türk halkının yaşadıklarına bakınca, Recep Tayyip Erdoğan “ben bu ülkeyi nasıl bu hale getirdim” diye düşünmelidir.
Erdoğan, iktidar olmak ve iktidarda kalmak için ülkemizin geleceğini tehlikeye atmıştır. Türkiye’de meydana gelen olayların hepsinden Başbakan Erdoğan sorumludur. Erdoğan çıkıp “bunlar beni ilgilendirmiyor” diyemez.
Hukukta “kusursuz sorumluluk” diye bir kavram vardır. Eğer siz bir ülkede başbakansanız, meydana gelen olaylar için “benim bir kusurum yok” diyemezsiniz. Ülkenin en tepe idarecisi olarak, hiçbir şeyde kusurunuz olmasa bile her şeyden sorumlu olursunuz. Örneğin bir otobüs sahibinin şoförün yaptığı kaza sonucu ortaya çıkan hasardan sorumlu olduğu gibi. Yani otobüs sahibi arabayı ben kullanmıyordum diye sorumluluktan kurtulamaz.
Eğer böyle bir sorumluluğu kabul etmiyorsanız derhal o koltuğu terk ediniz.
Türkiye, güven ve huzurun kalmadığı, ekonomik istikrarın bozulduğu ve insanların başlarına her an her şeyin gelebileceği endişesine kapıldıkları bir ülke oldu. Bunun başlıca mimarı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’dir.
Günümüzde yaşananlar geleceği şekillendirecektir. Sekiz yıllık AKP iktidarı milli şuurdan uzak, vizyonsuz ve tarihi gerçeklerin doğasına aykırı politikalarla, Türk Milletini ve devletini bir uçurumun kenarına getirmiştir.
Bu sebeple vatandaş evinde rahat uyuyamamaktadır!
Buna karşılık Erdoğan ve AKP’nin, ülkenin gidişatındaki kötü tablodan dolayı, sanki kendileri sekiz yıldan beri iktidar değilmiş gibi faturayı başkalarına çıkarmaya çalışması asla kabul edilebilecek bir anlayış değildir.
Ülkemizde yaşananlara bakınca Avrupa Türk Gazeteciler Birliği Başkanı Gürsel Köksal’ın bu hafta Milliyet ve Fanatik Gazetelerinin Avrupa’da yayın hayatlarına son vermeleri nedeniyle yayınladığı bildirideki feryadı bana çok ilgi çekici geldi.
Köksal “Avrupa’daki Türkçe kan kaybediyor,.. Türkçe geriliyor, geriletiliyor, darbe alıyor. O nedenle “İnadına Türkçe” diyoruz” diye feryat ediyordu.
Türkiye’de kan kaybeden bir millet Avrupa’da nasıl kan kaybetmez. Sen millet olarak Ankara’da var değilsen, Avrupa’da nasıl olursun?
Ankara’nın derdi Türklük ve Türkçe değil ki. Onlar Türkçe konuşup, Türkçe düşünmüyorlar ki. Sen Avrupa’da gerileyen hangi Türkçe’den bahsediyorsun. Türklük ve Türkçe Türkiye’de geriliyor. Görmüyormusun ?
Türkiye’de derin bir nefes alıp ruhunun en ince noktalarına kadar oksijen giden bir vatandaş görebiliyormusunuz?
Önünü göremeyen Türk insanı, Avrupa’da gerileyen, geriletilen ve yok edilmeye çalışılan Türkçe’yi nereden görsün.
Onun için, Türkiye’de bir savaşın var olduğu gerçek bir tespittir. Ancak bu savaş Türk Milleti ve Türk Devleti ile onun düşmanları arasında geçmektedir. Herkes görecektir ki, savaşın sonunda Türk Milleti ve onun devleti zafer kazanacaktır. Bunun için Türk Milleti hesap sormaya ilk adım olarak sandıktan başlayacaktır. O günlerde yaklaşmaktadır.