Kamyoncunun Kopan Parmağı (Bazıları empati yaptıklarını zannederler)

76

30 yıl önce İlkokulda birlikte okuyan Mehmet ile Ahmet, Mehmet’in babasının görev tayini dolayısı ile ayrı düşerler. Gözden ırak kalpten de ıraktır atasözünde olduğu gibi, her ne kadar bayramlarda ve önemli günlerde birbirlerini telefonla arasalar da, 40 yaşlarına kadar yüz yüze görüşmemişlerdir.

Ahmet Ankara’da bir lisede branş öğretmenliği yaparken, arkadaşı ise, ilk okuldan sonra çeşitli ailevi problemlerden dolayı okuyamamış ve baba mesleği olan kamyon şoförlüğünü zorunlu olarak sahiplenmiştir. Önceleri babasının yanında muavin olarak çalışmaya başlamış, bugünlerde ise, evli üç çocuklu ve kendi kamyonunun şoförü olarak evine ekmek götürmeye ve ülkesine hizmet etmeye çalışmaktadır.

Bir gün yine kamyonuyla bir işe gitmiş, yükü yükledikten sonra brandayı çekmek ve halatı bağlamak için kamyonun kasasının üzerine çıkmıştır. İşi bitip inerken kasanın demirlerinden tutunup aşağıya kendisini bıraktığında, elim bir kaza geçirmiştir. Yeni evlendiği sıralarda, çok sevdiği hanımına sadakat nişanı olan alyans yüzüğü kasanın çengeline takılmıştır. Vücudunun ağırlığını taşıyamayan yüzük parmağı kopmuştur.

Mehmet  ve ailesi bir müddet üzüldülerse de, “Allah büyüğünden korusun”, “başa gelen çekilir”, “nihayetinde kamyonun altından yel geçiyor”, benzeri teselli unsurlarıyla yarayı kısa sürede tamir etmişlerdir.

Yıllar sonra Mehmet parmağının acısını unutmuş, takamadığı yüzünün sadakat göstergesini ise, hanımının kalbini ve sevgisini kendi kalbine nakşederek sürdürmüştür.

Bir gün Mehmet’in kamyonuyla işi Ankara’ya düşer. Telefonunda kayıtlı olan arkadaşı Ahmet’ arar ve Ankara’da olduğunu, müsait ise görüşmek istediğini söyler. Arkadaşı da çok sevinir,  hemen buluşmak için Mehmet’e rehber olur ve buluşma planını yaparlar. Mehmet biraz da mahcuptur. Çünkü kendisi okuyamamış kamyoncu olmuş, arkadaşı ise okumuş ve aydın bir lise öğretmeni olmuştur.

Arkadaşına karşı mahcup olmamak, pot kırmamak için nelere dikkat etmesi konusunda, kendisini hemen gözden geçirmeye başlar. Ahmet, Mehmet’in bulunduğu kamyon garajını öğrenir ve oraya gelebileceğini söyler.

Buluşma anı gelir ve hasretle kucaklaşırlar. Otuz yılın özlemi vardır. Mehmet’in saç sakal birbirine karışmış, üstü başı toz toprak içinde ve ütüsüz, elleri halat çekmekten, direksiyon çevirmekten nasırlaşmıştır. Ahmet ise, takım elbiseli ve kravatlıdır. Traşını olmuş elbisesi ütülü, konuşması memur usulüdür.

Hasretle kucaklaşmanın ardından tokalaşırlar. O da ne? Ahmet arkadaşının sağ yüzük parmağının olmadığını fark ederek, elini tutup yukarı doğru çeker.

“Mehmet bu ne hal oğlum, ne oldu parmağına? Der. Mehmet: “Sorma kardeşim, kamyoncunun kaderi, eşimize olan sadakat timsali yüzüğümüzü kamyonun kasasının katil kancasına kaptırdık” der ve olayı kısaca anlatır.

Ahmet empati yapmayı üniversitede okumuştur. Derhal kendini onun yerine koyup, güya teselli etmeye başlar:

“Üzülme koçum, meslek kazası herkesin başına gelebilir, takma kafana, bir tanesi gittiyse, dokuz tane daha var. Ama yine de çok üzüldüm. Diğer azaların tam ya sen ona bak. Görmüyor musun ortalık engelli ve azası noksan insanlarla dolu, moralini sakın bozma, hem kamyonunla daha büyük bir kaza yapıp bugün yaşamıyor olabilirdin. Ama sen de dikkat etmemişsin. İnsan kasanın üzerinden atlarken yüzüğünün nereye takılıp takılmayacağına dikkat etmez mi? Sen zaten ilk okuldayken de çok hareketliydin. Yine kanının kaynayık bir zamanına denk geldi herhalde. Hadi gel bir çay içelim”.

Mehmet’in boynu bükülür. Zaten kravatlı ve tahsilli arkadaşına tedirginlikle yaklaşmıştı. Anlattıklarının hepsini o da biliyordu. Kazanın ilk anlarında bundan çok daha kaliteli teselli edenleri olmuştu zaten. Yıllar geçmiş ve olayı dahi unutmuştu. Yüzük parmaksız yaşamaya alışmıştı, hiç dert bile etmiyordu. Geriye dokuz parmağının kaldığını o da biliyordu. Ortalıkta birçok daha ileri derecede engelli olduğunu o da görüyordu. Hem de dikkatsiz davrandığı konusunda suçlayıcı ifadelerde bulunmuştu.

Neyse dedi kamyon şoförü, tahsilli arkadaşına, “ben unutmuştum yeniden derdimi depreştirdin. Allah’ın takdiri deyip geçelim. Gel sana bir kamyoncu kahvesinde çay ısmarlayayım” der.

Ahmet hatasının bir kısmını anlar ve başını öne eğerek, “seni üzmek değildi niyetim, empati yaparak, seni teselli etmek istemiştim” der.

Hayatın kendisini pişirdiği, olgunlaştırdığı, çilelerin katmer katmer yetiştirdiği Mehmet gülümseyerek, Ahmet’in üzülmesinin önüne geçer onu kolundan sürükleyerek muhabbet içinde şoför kahvesine doğru götürürken içinden şöyle geçirir:

“Hey be koçuma, yıllar sonra seni görmek ne güzel, yiğidim benim, ülkemin insanlarına malıyla, mülküyle, ustalığıyla, şoförlüğü ile fedakârca hizmet eden çilekeş kardeşim. (Parmağını farkettiğinde ise);  hayırdır yiğidim, bir meslek kazası galiba. Rabbim seni korumuş. İnsanız her an her şey olabilir. Geçmiş gitmiş zaten yıllar olmuş, yeniden acını tazelemeyelim. Ama ne güzel yüzündeki yaşama sevinci daha da artmış, gözlerinin içi gülüyor, çor çocuktan ne haber? Valla çok büyük işler başarıyorsun. Ben bu koca kamyonun bırak brandasını halatını çekmeyi, kasasına bile çıkarken korkarım, gece gündüz yollarda milyonları sırtına yükleyerek, insanlara ve vatana hizmet etmek, en az bizim öğretmenliğimiz kadar kutsaldır.”  Deseydi keşke, daha mutlu olurdum.

Selam, sevgi ve dualarımla… Allah’a emanet olunuz.