İslamiyet ve Ateizm Üzerine Düşüncelerim

102

Ben, sosyalizmi içselleştirdiğini sanan ulusalcı bir
sosyalist olarak yazıyorum. Ayrıca yaşam uğraşında harcadığım mesailere bakarak
bir oranlama yaparsam kendimi yüzde 85 oranda bir teknik eleman, yüzde 15 oranda,
aydınlanma uğraşında okuyan düşünen birisi olarak görüyorum. Dolayısı ile
kendimi bu konularda iddialı olacak kadar yetkin bir âlim olarak katiyen görmüyorum.
Peki, mademki öyle, ‘niye bu konularda ahkâm kesiyorsun kardeşim’ diyen olursa,
“bizim naçizane yorumlar sütunumuz, zaten âlimler forumu değil ki” diye yanıt
verebilirim.

Netice
olarak, bu koşullarda, yetmiş yaşıma kadar ne biriktirdi isem bunları
toparlayarak burada hatasıyla sevabıyla sunmaya çalıştım.

            Dindar
yaşamıyorum. Hazreti Muhammet’i ilkel sosyalist bir devrimci olarak görüyor, İslamiyet’in
özellikle İlkel Sosyalist temelli doğuş felsefesini benimsiyor ve çok değer
veriyorum.

Ayrıca,
İslamiyet’in teolojik yapısını görüyor anlıyor ve buna da çok değer veriyorum.
Şöyle ki:

İslam’da Allah’ın Hristiyanlık’ta var olduğu gibi
yeryüzündeki hiçbir faniyle nesep, mucizevi ve bu nedenlerle temsili bir
ilişkisi yoktur. İslam’da imamların sadece namaz kıldırırken günlük
kıyafetlerinin, bayramlarda ise kravatlı takım elbiselerinin üzerine giydikleri
çok sade iş önlükleri dışında üniforma diyebileceğimiz abartılı bir görev
kıyafetleri yoktur. Bu nedenle İslam papazsız, ruhbansız, azizsiz, ortaksız ve
gerçekten Tek Tanrılı, bu anlamda çelişkisiz, mükemmel bir semavi din olarak bu
dünyadaki hiçbir kişi, zümre, yere ve de sadece bu dünyaya ait olmadan semanın
en yüksek katında bütün insanlığı ve bütün evreni kucaklar.

            Hâlbuki Hristiyanlık tam tersine
Baba, Oğul, Kutsal Ruh kabulü ile teolojik olarak yapısına girmiş olan kusurunu
sürdürmektedir. Bu teolojik kusur – eksiklik çok azametli ve adeta göğe uzanan
katedrallar, içinde tıka basa dolu abartılı resimler, heykeller, tasvirler, abartılı
dini seremoniler, ritüeller, din görevlilerinin abartılı üniformaları vb. ile
adeta kapatılmaya çalışılmaktadır. Hristiyanlıkta her doğan bebe İsa’nın
ölümünde pay sahibi olarak günahkâr doğar. Yaşamı boyunca tanrıya ibadet ederek
bu günahlarından arınmak çabası içinde olur. Bu inanç vahşi kapitalizmin çok da
işine gelmektedir. Bu inanca göre, işçiler ahlaken kaytarmaya üretmemeye
eğilimlidir. Bunlar ancak işten çıkarma sopası ve tehdidi altında çalışırlar, “bu
günahkârlara üç kuruş para, çok bile” denmektedir.

            Hâlbuki İslamiyet’te her doğan bebe
bir melek olarak doğmaktadır. Sonradan günah işlerse günaha girmektedir. Bu
nedenlerle geçmiş zamanlarda Hristiyanlıktan İslamiyet’e büyük sayılarda geçişler
olmuştur. Ancak bu geçişler İslamiyet’e yapışan terör yaftası nedeniyle zamanla
epeyi azalmıştır. Çünkü hem bunu engellemek isteyen, hem de Anadolu’da
gerçekleşen aydınlanmayı, Ortadoğu’da asla görmek istemeyen ABD ve İngiltere’nin
istihbarat servisleri eliyle kurduğu İslam kisvesi altındaki terör örgütleri üzerinden
bu yafta, yakın bir zamanda İslamiyet’e başarılı bir operasyonla yapıştırılmıştır.

            Geçmişe baktığımızda ise bambaşka bir
manzara görebiliriz. Sadece Engizisyon dönemini hatırlamakla başlayabiliriz. 1480-1750
yılları arasında İngiltere dâhil, Batı Avrupa’da çoğu kadın 40.000 ilâ 60.000
kişi cadılık suçlamasıyla idam edilmiştir.
1618-1648 Otuz Yıl Savaşlarında Avrupa’da 20
milyona yakın sayıda Hristiyan birbirlerini katletmişti. İki Dünya Savaşında
yaklaşık 70 ilâ 90 milyon Hristiyan birbirini katletmişti. Bunların yaptığı
Kızılderili ve Yahudi soykırımını daha çoook uzun olabilecek bu listeye ekledikten
sonra, bu günlere bakıp İslamiyet’e yapıştırılan bu terör yaftasını, Avrupa’nın
suratına çarpabiliriz.

            Peki,
kardeşim, “hangi İslam; doğru İslam nerede?” diye soranlara da bir yanıt vermek
gerekebilir. Hoca Ahmet Yesevi, Pir Sultan Abdal, Hacı Bektaş Veli, Yunus Emre
yolculuğunun sonunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, Cumhuriyet ve Aydınlanma
Devriminin eseri, Laiklikle taçlanan ve Anadolu’da yaşanmış olan İslam.
Bu günlere kadar kaç kuşaktır halkımız laik bir kimlikle hiçbir iktidar –
cemaat baskısı, zorlaması, zorbalığı olmadan özgür bir gönülle ve sadece kendi
irade ve istekleriyle Allah’a aracısız, doğrudan ve gönülden ulaşmanın verdiği
yüksek inançla ibadetlerini yapıyorlar, inançlarını yaşıyordu. Ben bunu hep
yaşadım, gördüm.

 

Ateizme
gelince; ateizm, Avrupa Aydınlanma Devrimi sürecinde, Kiliseye karşı verilen
savaşta illallah diyen aydınlanmacı düşünürlerin bir tepkisi olarak ve bir moda
olarak çıkmış ve yayılmıştı. Bir kişi tabi ki
ateist olabilir. Buna kimsenin diyecek bir şeyi olamaz. Mesela benim
arkadaşlarım içinde tabi ki vardır. Ancak Ateistliğin elit ve parlak bir
rozet gibi şov amaçlı olarak yakalarda sergilenmesine pek anlam veremem. Bir
kişi Ateist diye şahsımdan bir gram ekstra saygı göremez. Ateistlik bir insanı
bilime ve insana, daha inançlı ve daha saygılı birisi yapamaz. 

Charles Darwin ‘de, hiçbir zaman tanrıdan tam uzaklaşıp ateist olmamıştı,
kendi için en çok agnostik tanımlaması yapılabiliyordu. Koyu bir dindar
olan Dr. Louis Pasteur (1822-1895) öğrencilerine “Laboratuvara girerken İncili
kapının önünde bırakacaksınız” demişti yüz yıl öncesinde. Ayrıca dinlerin
evriminde ateizme varıldıktan sonrası tekrar sil baştanbaşa dönüp tekrar
putlara, liderlere tapınma da olabilir. 

Şunu da söylemek isterim: Ateizmin bir devlet
felsefesi ve sistemi olarak topluma dayatılmasını çok yanlış
buluyorum. Zaten Komünizmin, insanın ve toplumun olduğu bir yerde bir
ütopya olarak yeryüzü cenneti gibi tanımlanmasının önemli bir yanlış olduğu
tespitimden sonra devam edeyim. İsterse bir sosyalist topluma, ülkeye,
yeryüzü cenneti inmiş olsun. Burada bir genç kız çocuk yaşta felç ve yüzü
çarpılmış olsun ya da bir çocuk küçük yaşta ana, baba ve kardeşlerini bir
trafik kazasında kaybetmiş olsun veyahut bir genç işçi bir iş kazasında iki
kolunu birden kaybedip iş göremez hale gelmiş olsun. Sosyalizm bu
insanlara bir kırıntı bile merhem olamaz. Onların merhemi artık maneviyattır.
Yaşlılar için de öyledir. Bu insanları maneviyattan, Tanrıdan koparmak bir
zulümdür. Tanrı kadim tarihten, insanlığın ortaya çıkışından beri insanla
birlikte var olmuştur. Bkz: “Allah Kitap Peygamber – Kutsallaştırma Prosesi”
Dr. Hikmet Kıvılcımlı.