Adalet, haklının güçlü olduğu halin adıdır. Demokrasi ise temel insan hak ve
özgürlüklerinin güvence altına alınmış olduğu bir rejimin adıdır.
1950′ dan sonra tek başına iktidar şansı bulan üç partiden birinin
adının Demokrat idi.
Diğer iki partinin adlarında adalet kelimesinin geçmesi tesadüf olmayıp,
halkın demokrasi ve adalet özlemlerinin bir yansıması olsa gerek.
Demokrasilerde asıl olan devleti teşkil eden Yasama, Yürütme ve Yargı
güçlerinin ayrı olmasıdır. Yetmez, demokrasiden bahsedebilmek için ayrıca
güçler arasında bir denge bulunması, bu güçler ile basın (medya), Sivil
Toplum Kuruluşları gibi ilave sosyal denetim vasıtalarıyla gücün
kullanımının denetlenmesidir.
İktidarda bulunan Adalet ve Kalkınma Partisinin, son zamanlarda demokrasi tarihimizde
görülmemiş bir güce kavuşması
hemen herkesi endişelendiren bir sosyal/siyasal olay haline geldi.
Yasama ve Yürütme güçlerini başından beri eline geçirmiş olan AKP iktidarı Yargıyı,
medyayı ve büyük ölçüde STK’ları da ele geçirdi. Böylece yeni
sistemle artık bir kuvvetler ayrılığından bahsedemez olduk.
AKP’nin gücü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine
geçilmesi ile inanılmaz derecede arttı. İktidar bu gücünü son derece pervasız
ve hoyratça kullanmaktan çekinmez oldu.
Daha önce kontrol altına alınan TSK, YÖK, HSK, AYM, gibi kurumlar
etkisizleşti. Merkez Bankası, TÜİK, YSK, BDDK gibi bağımsız
olması gereken kurumlar da bağımsızlıklarını yitirdiler.
Bunlar bile yetmedi. Tamamını kendi atadıkları Anayasa Mahkemesi
gibi yargı gücünün en tepesindeki bir kurumun kararlarını bile istediğinde
uygular, istemediğinde uygulamaz oldular.
İçişleri Bakanı ile Anayasa Mahkemesi arasında Twitter üzerinden polemik üretilmesi,
kurumların devlet ciddiyetinden ne kadar uzaklaşıldığını gösterdi.
Binlerce yıllık devlet geleneğine sahip Türk Devletinin adeta bir kabile
devleti seviyesine düşmesi içimizi kanattı.
Geride kala kala muhalif görüştekilerin hâkim olduğu iki meslek kuruluşu
kalmıştı. Türkiye Barolar Birliği ve Türk Tabipleri Birliği’ne
dahi tahammül edemez oldular. “Çoklu Baro”, “Çoklu Tabip Odası” uygulamasına
geçerek kendi baroları ve Tabip Odalarını yaratmak gayreti içine girdiler.
“Her iktidar kendi zenginini yaratır” sözü bu dönemde de en parlak örneklerini
verdi. “Türkiye beşten büyük mü?” gibi sorular tartışılır oldu. Bu yeni
zengin dostlar vasıtasıyla ekonomik gücün kontrolünde çok ciddi mesafe alındı.
Tarikat
ve cemaatlerle sağlanan
sıkı iş birliği AKP iktidarının bir yandan blok
oylar, diğer taraftan devlette
kadrolaşma için istediği
insan gücünü sağladı.
*****************************
Demokrasi
mi Bu?
Yönetenlerin denetlemediği, hesap sorulamadığı ve
vatandaşların fikirlerini beyan etmekten korktuğu bir rejimin demokrasi olabileceğini
söylemek mümkün mü?
Literatürde “Yönetimin bir tek kişi, bir grup ya da
zümre elinde olması ‘otokrasi‘; halkın
elinde bulunması ise ‘demokrasi’ olarak
ifade edilmektedir.”
Şimdi soralım: Ülkemizde “hukukun üstünlüğü” söz konusu mudur? Yoksa keyfi bir
egemenlikten bahsedebilir miyiz?
Hak
ve özgürlükler yeterli ve
güvence altında mıdır? Diğerleri bir yana fikir/
konuşma hürriyeti tesis
edilmiş midir?
Siyasi özelliği olan yargılamaların çoğunda “tabii hâkim ilkesi”
çiğnenerek mahkeme heyetlerinin değiştirilmesi halinde yargıya güven kalır mı? Bazen
de istemedikleri bir kararı veren hâkimin cezalandırılması örnekleri ne
için yaşanıyor?
Bu gözdağı vermeler adalet açısından en vahim sonucu doğuruyor: Hakimler
kendi kararlarına “aman siyasi iradeye aykırı olmasın” diye otokontrol uygulamak
zorunda kalıyor.
Gazetecilerin, haber ve yorumları sebebiyle, hapishanelerde uzun tutukluluk ve mahkûmiyet
cezalarına muhatap olması da böyle. Bu gazetecilerin yaşadıklarını gören diğer
gazeteci ve yazarların “aman siyasi iradeye aykırı olmasın” endişesi ile “oto
sansür” uygulamasına ve görevlerini yapamaz hele gelmesine yol açıyor.
*****************************
İslamcıların
Hedefi Dünyevileşti
Son 18 yılda, “İslamcı” olarak adlandırılan kitlenin eriştiği siyasi ve ekonomik güç, bunların hedeflerinin
dünyevileşmesini sağladı. Dünyevi
gücün haz ve şehveti bu kitleyi bozdu.
“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadisini
söyleyenler, haksızlıklarını dile getiren bütün dost ve
düşmanlarını dilsiz hale getirmeyi başardılar.
Sıradan insanlarımızı sosyal medyada beğendiği bir yazı veya görselin
altındaki “beğen” tuşuna basmaktan korkar hale getirdiler.
Kullandıkları gücün haz ve şehveti, haksız
oldukları durumda bile gücünü ölçüsüz bir şekilde
kullanarak, haklı olan hasmını alt etmeyi kendilerine mubah ve hatta doğru gösterir oldu.
“Emanet”i elinde bulunduranlar, verilen gücün bir
emanet olduğunu ve Hakk’ın rızası hilafına kullanılmasının sonucunun “şiddetli
bir azap olacağını”
unuttular.
Daha fazla demokrasi vaat edenlerin yönettiği ülkede, en
temel insan hak ve özgürlükleri en hoyratça ihlal edilmekte.
“3Y
yani Yolsuzluk, Yoksulluk ve Yasakları kaldıracağız” diye geldiler. 3Y
hiç olmadığı kadar arttı, karabasan gibi ülkemizin üstüne çöktü.
Kimliğinde Müslüman olmayı öne çıkaranların hatası, insanları İslam’dan soğutur. “Devletin
dini adalettir” ilkesinin çiğnenmesi devleti sarsar.
Dünyevi güç geçicidir. Adalet ve hukuk herkese
lazım. Ey güç sahipleri, gücün zevalinde adalet ve
hukuk istemeye yüzünüz olması için bugünden yatırım yapınız.