Bosna-Hersek Gezisi Notları – 2

73

İkinci gün:

Vezirler şehri TRAVNİK’e doğru hareket ettik. Osmanlı döneminde, 17 tane vezir yetiştirerek en fazla vezir yetişen Osmanlı şehri olarak ün kazanmış bir yerleşim yeri. Şehirde yerleşim bizim Karadeniz tarzı yerleşim biçimini andırmakla beraber köyler o kadar dağınık değil, evler kendi arazileri üzerine kurulmuş ancak birbirine daha yakın oluşturmuşlar köylerini. Temiz düzenli bir yerleşim sağlamışlar, etrafta çöp namına bir şey gözükmüyor, hayvan barınakları düzenli, gübrelikler görünmüyor. Köyler adeta birer küçük düzenli şehir.

Yol üstündeki her yerleşim yerinde Müslüman Mahalleleri ve Hıristiyan mahalleleri veya köyleri birbirine yakın kurulmuşlar. Bir yerleşim yerinde Camisi ile Müslümanlar, sivri kubbeli kiliseleri ile Katolik Hırvatlar, yuvarlak kubbeli kiliseleri ile Sırplar bulunabilmekte.

Plava Voda isimli yerleşim yerine geldik. Şehrin girişinde tüm heybeti ile Osmanlı kalesi, içinde camiisi ile sizi karşılıyor. Şehirde Osmanlı paşalarından Elçi İbrahim Paşa medresesi bulunuyor. Osmanlıdan bu zamana kadar medrese olarak öğretimine devam etmiş ve şu anda aktif olarak öğrenci yetiştiriliyor. Yugoslavya devlet başkanı TİTO zamanında bir ara müze ve daha sonra halı sarayı olarak kullanılmışsa da şu anda eski şekliyle eğitime devam ediyor. Medresede dışarıdan içeriye ilk girildiğinde sağ ve sol yanlarda abdesthaneler yer alıyor. İçeriye doğru ilerlediğinizde çok geniş dikdörtgen şeklinde bir avlu ile karşılaşıyorsunuz. Avlu ilk yapıldığında üstü açıkmış. Tito zamanında üstü kapatılmış halen bu şekliyle duruyor, avlunun her iki tarafında dershaneler mevcut. Avlunun dip tarafında ise ibadete ayrılmış bir bölüm var burada  mihrap ve minber de yer alıyor. İki katlı bir bina, girişte bulunan Ahşap bir merdivenle sol taraftan ikinci kata çıkılıyor. Dershaneler burada da devam ediyor.

Medreseden çıktıktan sonra Osmanlı kalesinin bulunduğu tepenin altından tüm coşkusu ile akmakta olan bir kaynak suyu ile karşılaştık. Suyun her iki tarafı düzenlenerek dinlenme alanı haline getirilmiş. Hemen onun yanı başında gönül erlerinden bir zatın türbesi bulunuyor. Bu güne kadar oraya hükmetmiş, hala ruhuyla orayı dimdik ayakta tutmakta. Ancak orada yatan zatın kitabesinden ismini okumak mümkün olmadı.

Tarihi Travnik Kalesine müsaade etmedikleri için çıkamadık, içimizde bir ukde olarak kaldı. Ancak uzaktan görebildik.

Bu arada Plava Voda’nın meşhur Boşnak baklavasından yemeyi ve çok özel bir tadı olan kahvesinden içmeyi ihmal etmedik.

Yanındaki lokumundan içilişine kadar başlı başına bir tören Boşnak Kahvesi içimi. Herkesin kahvesi, cezveleri ayrı, cezveler özel bakırdan yapılmış. Bu bakır cezveler normal ateşte değil, odun ateşinde kahveyle buluşur ki işte o zaman benzersiz lezzet çıkar ortaya. Fincanlarının kulpu yok, bakır bir kap içinde muhafaza ediliyor ve fincanların içinde, bazı değerlerin unutulmaması için, “ay-yıldız” var…
Kahvenin doyumsuz tadına ulaşabilmek için Boşnak kahvesine şeker konulmaz. Kahve sadedir, mis kokusu ve damakta bıraktığı tat uzun süre kaybolmaz. Kahvenin en yakın dostudur lokum. Dünya üzerinde bu birlikteliği kıskananların sayısı hiç de az değildir. Çayla şeker hiç bir zaman kahve ile lokumun yakaladığı ahengi yakalayamaz. Lokum ağızda erirken, kahvenin lezzetiyle muhteşem bir birliktelik çıkar ortaya… Boşnak kahvesinin Boşnakların hayatında vazgeçilmez bir yerde olmasının sırrı da buradadır işte. Güne kahveyle başlamak, özel bir iş yapmış olmak demektir. Misafirliklerde kahve ikram etmek, “sana verdiğim değerin en güzel göstergesini sunuyorum” manasına gelir.

Travnikten dönüşe geçtiğimizde Fatih Sultan Mehmet’in yazdırdığı Ahitnamenin yazıldığı Fatih’in köyünü ve mescidini de ziyaret ettik. Bosna’nın fethi dolayısı ile 35000 Boşnak İslamiyet’le şereflendiğinde Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından 35000 kişiye karşı okunan ahitnamenin yazıldığı küçük mescit ve o sırada Boşnakların toplandığı alanı gezerek, şehitliğinde dualar ettik. Köyden bizim geldiğimizi gören yerli halk bize dostça davranarak aşure  ikramın da bulundular.

Bosna-Hersek’te Fatih Sultan Mehmet e karşı Boşnakların özel bir ilgi ve alakalarını olduğunu her fırsatta görüyorsunuz. Boşnaklar Fatihi, “Sultan Mehmet Fatih” olarak anmaktadırlar. Bu söyleyişte içten ve samimi bir bağlılık sezmektesiniz.

Yol güzergâhında AHMİÇ köyünü de ziyarete gittik. Güzel bir Müslüman köyü. Güzel bir camisi var. Camiinin avlusuna kadar gittik. Çok güzel tertemiz düzenlenmiş bir avlu. Köylü; savaş esnasında bu köy camisine toplanmış ancak camii ile beraber bombalanmaktan kurtulamamış ve 3 aylık bebekten dedeye kadar 300 insan bir araya getirilerek burada şehit edilmiş, Köyde bombalanmamış bir ev kurşunlanmamış bir duvar yok. Böyle bir şeyi insan olan insan düşünemiyor. Bu ziyaretten sonra şu soru hiç aklımdan çıkmadı. SAVAŞMANIN DA BİR AHLAKI YOK MU? Savaştan sonra Türk Devleti camiyi ve oradaki insanların yuvalarını yeniden aslına uygun olarak yaptırmış. Yol boyunda Türk devletinin yaptırdığı yerler olduğu gibi diğer Müslüman ülkelerin de yaptırdığı camii ve yerleşim yerleri mevcut. Saraybosnaya geri döndük Saraybosna havaalanı yakınında yer alan tünele gidiyoruz. Saraybosna Yaşam Tüneli…

Aşırı Sırp milliyetçiliğinin yayılmacı politikasının dış kuvvetlerce körüklenmesiyle başlayan savaşta, Sırp güçleri Saraybosna’yı kuşatmıştı. Birleşmiş Milletler, insani yardım yapabilmesi için havaalanı bölgesinin kuşatma dışı tutulmasını istemişti. Ve bu alan dışında sürekli olarak bomba ve mermi yağmuru altında bir şehir vardı. Saraybosna hain Sırplar tarafından tatbikat adı altında tamamen muhasara altına alınmış, Bosna Cumhuriyetinin ilanından sonra Boşnaklara hayat hakkı tanımamak için her taraf tanklarla ve keskin nişancılarla çevrilmiş Havaalanının bulunduğu alandan geçen veya geçmeye çalışan birçok müslüman, keskin nişancılar tarafından vurularak şehit ediliyormuş.  Boşnakların nefes alacak hallerini bırakmamak için ellerindeki silah ve mühimmat da tamamen toplatılmış ve bu kargaşa ve zulum altında inlerken tek güvendikleri ve dayanakları Türkiye Cumhuriyeti ve yetkilileriymiş. Güven bu olsa gerek, güvenilen bu olsa gerek, tek destek ve yardım Türkiye Cumhuriyeti’nden gelmiş bekledikleri gibi. Ama Boşnakların askeri malzeme ve gıda temin edebilmeleri için bu havaalanını kullanmaları gerekiyordu ve bir sürü insan da bu yolda ölmüştü. Bu nedenle havaalanı bölgesine giden bir tünel yapma fikri ortaya atılıyor. Boşnak General Râşid Zorlak, tünel kazma işini gerçekleştirmek için iki mühendisi görevlendiriyor. Bu mühendislerden biri Fadil Şero diğeri de sonradan Bosna-Hersek Başbakanı olacak Necat Brankoviç. Tünel bir ucu havaalanı tarafından diğer ucu bir ailenin evinin bodrumundan olmak üzere iki taraftan birden karşılıklı kazılmaya başlanıyor. 4 ay sonra binbir zorlukla da olsa yaklaşık 800 metrelik tünel Allahın lutfu ile hiçbir ölçüm olmaksızın aynı yerde buluşuyor. Uzun ve zahmetli bir çalışmanın sonundu nihayet bir yaşam tüneli açılıyor  ve tünel sayesinde mermi altında kalmadan ihtiyaç malzemeleri ve yaralılar taşınıyor. Tünel sayesinde Türkiye üzerinden gelen mühimmat ve erzak da işgal altında inleyen Müslümanlara ulaşmaya başlıyor. Zalimin zalimliği her yerde, Saraybosna hava alanını elinde tutan Birleşmiş Milletler askerleri tünelin üstünden birçok kez su basarak tüneli işlemez hale getirmek istiyorlar. Ancak tünelin devreye girmesi ile Müslüman Boşnaklar sırp direncini kırarak Saraybosna’yı ve diğer şehirleri ele geçirmeye başlıyorlar. BM devreye giriyor; artık sizleri barıştıralım ne oluyor böyle dercesine savaşa son veriliyor bu girişimin ardından  sonuç:250 000 şehit. Savaşta bu tünelin önemi çook büyük. Tünelin başındaki giriş evi,  duvarları kurşun ve şarapnel izleri ile onlara inat hala ayakta. Savaş sonrası bu tünel, evin sahipleri tarafından müze haline getirilmiş. Müzede o günlerde kullanılan malzemelerin sergilendiği, fotoğrafların yer aldığı bir oda, tünelin nasıl yapıldığını anlatan çeşitli görüntüler  Ve tabi bir anı defteri var. Defterde birçok Türkçe yazı da mevcut. İşte biz bu müzeyi gördük. Evin sahipleri ile de tanışma fırsatı bulduk. Belki savaşın en fedakar kişisi olan ve direnişin can damarına korunaklık yapan evin hanımı ve  tüm Bosna-Herseklilerin Annesi hala hayatta. Kendisi ile tanışarak ellerini öptük. Hayır dualarını  aldıktan sonra oradan da ayrıldık.