15.8 C
Kocaeli
Pazartesi, Mayıs 12, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 21

Dört Teker Bedeni, İki Teker Ruhu Taşır

Dün (8 Şubat 2025 Cumartesi) Kocaeli Kongre Merkezi harika bir etkinliğe ev sahipliği gerçekleştirdi. Kocaeli Valiliği, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Şura Kent Politikaları ve Araştırmaları Merkezi, Kocaeli Üniversitesi, Gebze Teknik Üniversitesi, Kocaeli Sağlık ve Teknoloji Üniversitesi, Kocaeli Ticaret Odası, Kocaeli Sanayi Odası, Marka – Doğu Marmara Kalkınma Ajansı ve Kocaeli Kent Konseyi işbirliği ile Motosiklet Çalıştayı düzenlendi. Çalıştaya Kocaeli’den ve yine yurdun dört bir yanından yüzlerce motosiklet tutkunu katıldı. Motolimit Motosiklet Kulübü olarak biz de oradaydık.

Çalıştay, Başiskele Belediye Başkanı Yasin Özlü’nün açılış konuşmasıyla başladı. Özlü, motosiklet tutkusunun Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın’ın kendisini teşvik etmesiyle başladığını aktardıktan sonra, Karadenizliler Mahallesi’nde 10 bin metrekarelik bir arazi belirlediklerini, bu alanın motosiklet sürüş eğitimleri için kapalı alan olarak inşa edileceğini ve bu alanda dileyen bütün motosiklet tutkunlarına ücretsiz eğitim verileceği müjdesini verdi.

Yasin Özlü’nün ardından sözü Kartepe Belediye Başkanı Mustafa Kocaman aldı. Kocaman’da Kartepe’nin motosiklet tutkunları için son derece keyifli bir sürüş rotası olduğuna dikkat çektikten sonra, Kartepe’de özellikle off-road sürüş konusunda faaliyet gösteren ve Mevlüt Kolay’ın yönetimindeki kapalı sürüş alanına değindi.

Kocaman’dan sonra kürsüye Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın çıktı. Büyükakın sözlerine bir motosikletçi sloganı olan “Dört teker bedeni, iki teker ruhu taşır” sözüyle başladı. Motosikletlerin trafikte diğer araçlar tarafından fark edilmemelerinin ve hatta önemsenmemelerinin ciddi güvenlik sorunu oluşturduğuna dikkat çekti. Yol kaynaklı problemlerin de motosikletler için risk oluşturduğunu ifade etti. Ama özellikle eğitimin önemine vurgu yaparak, motosiklet eğitim alanlarının artırılmasına ihtiyaç duyulduğunu ve Kocaeli’nin motosiklet dostu bir şehir olmasını arzuladığını ifade etti.

Büyükakın’ın konuşmasının ardından ulusal ve ulusararası yarışlarda Kocaeli’yi temsil eden şampiyonlara ödül törenine geçildi. Türkiye 50 CC Mini Sınıfı Şampiyonu Yusuf Ali Kolay, 50 CC Şampiyonu Alparslan Kelsoy, 50 CC Sınıfında Türkiye Motokros Şampiyonu Ahmet Hasan Yıldız, iki kez Türkiye şampiyonu ve 8-13 yaş arası 65 cc kategorisi Avrupa Supermoto Şampiyonası ikincisi Poyraz Bor, BMU Avrupa Şampiyonası Şampiyonu Berkay Sarıay, 2024 Türkiye Süper Enduro Şampiyonu Resul Kurtuluş, 2024 Türkiye 1000 CC Şampiyonu Kadir Erbay’a ödülleri takdim edildi.

Ödül töreninin ardından Prof.Dr. Alpaslan Fığlalı sözü aldı ve Türkiye ve Kocaeli’deki motosiklet sayıları, motosiklet sayısındaki artış, kaza sayıları ve şehir bazında motosiklet kazalarının kaza sayılarına oranı vb. konularda istatistiki bilgiler aktadı.

Fığlalı’dan sonra, Türkiye Motosiklet Federasyonu Başkan Vekili Ogün Baysan kürsüye çıktı. Baysan, “Pistlerde risleri azaltabiliyoruz ancak bunu trafikte yapamıyoruz” dedi.

Baysan’dan sonra sosyal medyada “maceraperest” olarak tanınan ve kendisini de öyle tanıtan Orkun Olgar kürsüye çıktı. Olgar, “Büyükşehir Belediye Başkanı ile iki ilçe başkanının ve hatta İç İşleri Bakanı’nın motosiklet tutkunu olduğu bu dönemde gerçekleştirilen bu çalıştayın motosiklet sürücülerinin güvenli sürüş başta olmak üzere pek çok sorununun çözümü için fırsat içerdiğini vurguladı. Olgar, 2016 yılında BAD’de Kaliforniya Eyaleti’nde motosikleti önceleyen bir kanunun yürürlüğe girdiğini, bu kanuna göre motosikletlerin trafikte filtreleme yapabileceklerini (seyir halindeki iki aracın arasından geçiş yapabileceklerini), güvenlik şeritlerini kullanabileceklerini ve filtreleme esnasında araçlardan biri motosiklete temas edip kaza meydana gelmesine sebep olursa kusurun tamamının motosiklete temas eden / çarpan bu araca ait olacağını ifade etti. Benzer düzenlemeye ülkemizde de ihtiyaç olduğunu vurguladı.

Trafiğin bir ekosistem olduğunu ifade eden Olgar, “Dört teker için tasarlanan bir ekosistemde bizler iki teker ile yaşamaya çalışıyoruz” diyerek bir sistem eleştirisinde bulundu.

2012 yılında Belçika’nın başkenti Brüksel’de düzenlenen konferansta, Belçika’nın en yoğun iki şehrindeki sabah ve akşam trafiğinin incelendiğini ve sadece bu araçların küçük bir kısmı bile motosiklet kullansa trafik yoğunluğunun %40 oranında azalacağını tespit ettiklerini ifade etti.

Ardından beş ayrı konuda beş ayrı masa teşkil edildi ve her masada Kocaeli’deki motosiklet kulüplerinden üyelerin katılımı sağlandı. Her masada kendi konusunda motosikletlerle ilgili sorunlar ve çözüm yolları konuşuldu.

Ben de Doç. Dr. Fatih Sezer’in moderatörlüğünü yaptığı 4 nolu masada yer aldım. Motosiklete ilişkin sorunların hukuki yönden ne şekilde çözülebileceğine ilişkin görüşlerimizi ifade ettik.

Sadece Kocaeli’de değil ülke genelinde farklı ve çok fazla sorunları olan bir konunun yetkin kurumların organizatörlüğünde bir araya gelinip konuşulması ve çözüm yollarının araştırılması fevkalade değerli. Kocaeli Motosiklet Çalıştayında emeği olan herkese motosiklet camiası adına bir kez daha teşekkür ediyorum.

Akademi Hastanemiz

İzmit merkezde, 1990’lı yıllarda özel hastane eksikliği vardı. O tarihteki belediye başkanı Sefa Sirmen’in Ankara Bayındır Hastanesi’ne bağlı bir kuruluşu şu anki büyükşehir belediye binasına getirme girişimi 99 depremi sebebiyle sonuçlanamamıştı. O günlerde iş insanı ve işletmeci Kubilay Kırman ile yapılan bir görüşmede bu konu gündeme gelmişti. Yine iş insanı olan ve imkânlarının hayırlı ve iyi bir hizmette kullanılması istek ve tavsiyesi olan baba Şevket Kırman’ın onayı alınarak bu alanda çalışma yapılmasına karar verilmişti. O tarihte, Abdurrahman Yüksel cad. No 28 deki eski Emek açık hava sinemasının olduğu yere yapılmış olan yeni bina bu işe uygun bulunmuştu. Belediyenin idari yardımları ve Tıp fakültemiz hocalarından Ali Oğuz, Kamil Toker ile Savaş Ceylan’ın danışmanlığında bina elden geçirilip hastaneye uygun hale getirilmişti.

Akademi Hastanesi adı verilen bu yer 75 yatağı, 2 ameliyathanesi, 1 doğumhanesi, acili, röntgen ve laboratuvarı ile tam donanımlı olarak 2001 yılında açılmış; 15i tam zamanlı, 25i yarı zamanlı hekimleriyle 7/24 hizmet vermeye başlamıştır. Çalışmaları, hekim kadrosu ve hizmetleri ile kısa sürede şehrimizin güven veren bir sağlık kurumu olmuştur. 2003 yılında başlayan sağlıkta dönüşüm programındaki yeni düzenlemeler, özel hastanelere imkânlar sağlarken muayenehane hekimliğinde kısıtlamalar yaptığından; muayenehaneler kapanırken buraların iş yükü artmıştır. Akademi Hastanesi de 2014 yılında D 100 karayolu üzerinde, Symbol alışveriş merkezinin hemen yanında hastane olarak planlanıp yapılan yeni yerine taşınmıştır. Bu yer ise 110 yatağı, genel yoğun bakımı, 4 ameliyathane, 1 doğumhane, acili, çok katlı olmayan binasından otoparkına kadar beğenilen bir hastanedir. 60 a yakın hekimi ve 300 civarındaki çalışanı ile yılda ortalama      150 bin poliklinik, 5 bin ameliyat ve 1500 e yakın doğum hizmeti ile önemli bir sağlık hizmeti veren kurumumuz olmuştur.

Kuruluşundan bugüne birçok meslektaşımız burada hekimlik yapmıştır. Bunlardan bazılarını kısaca tanıtırken bir kısmının yalnız isimlerini yazabiliyorum. Eksik bıraktığım ve yazamadıklarımı okuyucularımın yorumları ile tamamlamasını ve hoş görülmeyi beklerim. Bu yazılarım ve sizlerin yorumlarının şehrimizin sağlık hizmetlerine ışık tutması en büyük dileğimdir.

Dr. Erkan Uysal: 1987 Cerrahpaşa Tıp mezunudur. Mecburi hizmet sonrası, bu şehre olan sevgisi sebebiyle 1990 da, Kocaeli Devlet’e acil hekimi olarak gelmiştir. 1998de Ünibel’de yöneticilik yapmış ve 2001de burada çalışmaya başlamıştır. 2004 den beri burasının başhekimliğini yapmaktadır.

Dr. Mustafa Akkoyun; 1990 Çukurova Tıp mezunudur. Kocaeli Tıptan 2001 de dâhiliye uzmanlığını almış ve burada çalışmaya başlamış ve hekimliğine burada         devam etmektedir. Ayrıca şehrimize 1987 de mecburi hizmet ataması ile   SSK hastanemize gelen     ve         sonra Devlet hastanemizin dâhiliye hekimlerinden olan Hamit Aslan 2007’de emekli olup muayenehanesini de kapatarak 2019 a kadar burada hastalarına bakmıştır. Yine Gölcük Deniz Hastanesinde başhekimlikte yapmış olan gastroenterolog Mehmet Onaylı ile Kocaeli Devlet’in dÂhiliye uzmanlarından Işık Elgün de emekli olup                       muayenehanesini kapattıktan sonra bir süre burada hekimlik yapmıştır.

Akademi Hastanesi kardiyolojide de hizmet vermiştir. Önce Kocaeli Devlet’in uzmanlarından Murtaza Şerifi bu dalda hasta bakmış; 2011 de şehrimize gelen Dr. Yakup Balaban kardiyoloji bölümünü geliştirerek tam zamanlı olarak çalışmış, gerekli durumlarda anjiyo ve stent takma işlemlerini yapmıştır. O da 2015 de ayrılmış olup yeni uzmanlarla bu alandaki hizmet sürdürülmektedir. Kalp damar cerrahisi bölümünü ise tıp fakültesi hocalarından Prof. Dr. Haluk Akbaş kurmuş ve kalp ameliyatları bu hastanede de yapılmaya başlanmıştır.  Halen bu bölüme yine tıp fakültemiz hocalarından olan ve oradan istifa ile ayrılmış olan Prof. Dr.Ersan Özbudak, tam gün çalışma şekli ile burada çalışmaktadır. Genel yoğun bakımı Kocaeli Devletin yoğun bakım hekimi olan Naim Çelik tarafından kurulmuştur. 2011 e kadar yarı zamanlı ve sonrası tam zamanlı burada çalışmaktadır.

Cerrahide de birçok hekimin burada da çalıştığını görüyoruz. Prof. Dr. Mustafa Dülger, Burhanettin Ulusu, Armağan Akbaş bunlardandır. Serdar Kaman ise 2003 de geldiği Kocaeli Devletten 2006 da istifa edip tam zamanlı olarak burada çalışanlardandır. Gastroenteroloji üst ihtisası olan bu meslektaşımız endoskopide kullanılan biyopsi forsepsini prototip üretmesine rağmen bürokrasiyi aşıp seri üretimine başlatamamıştır.

Bunun da etkisi ile siyasete girmiş, İyi Partiden 2019 da Büyükşehir başkan adayı olmuş, %32 gibi oldukça yüksek oy almış ama seçilememiştir. Akabinde hastanesinden de ayrılarak Kuveyt’e gitmiştir. Halen orada hekimlik yapmaktadır.

Kadın doğum uzmanı Nuri Hüseyinoğlu ve çocuk hastalıkları uzmanı Hülya Göçük açıldığından beri burada çalışmaktadır. Şehrimizin yerlisi ve kıdemlilerinden Ayten Gül’de yarı zamanlı olarak kısa bir süre burada çalışmıştır. Yine Gültekin Akbilek,  Halil Atalay gibi muayenehaneleri ile de bilinen hekimler bürolarını kapattıktan sonra burada çalışanlardandır. Hastaneleri ile birlikte İzmit merkezdeki muayenehaneleri ile bilinen bazı hekimler emekli olup özel bürolarını da kapatarak burada mesleklerini icra etmişlerdir. Zekayi Tuncay (nöroloji), Ümit Akbaş (fizik tedavi), İhsan Atun(üroloji), Köksal Alptürer ve Uğur Tolon (ortopedi), M.Emin Çevrim (göz), Mustafa Yetiş ve Kemal Doğanay (göğüs), İsmail Hiçyılmaz(cildiye), Memet Canpolat (röntgen), Müjdat Akisen(kbb), Yusuf Yazıcıoğlu (mikrobiyoloji/enfeksiyon) bunlardandır.

Hastane yönetimi bunlardan başka ihtiyaca göre her branştan yeni hekimler ile kadrosunu yenileyip güçlendirerek hizmetlerini sürdürmektedir.

Hizmette 25. yılına girmekte olan Akademi Hastanesi 2024 de sağlıklı yaşama ve yaşlanma olarak bilinen ve alternatif tıp uygulaması olan welness çalışmalarını başlatmıştır.2025 de ise kordon kanı ve kordon dokusu bankacılığını da hizmetlerine eklemiştir.

Akademi Hastanesi’ni şehrimize kurup çalıştırdığı için Kubilay Kırman’ı tebrik ederken bu hizmete vesile olan babası Şevket Kırman’ı rahmetle anarım. Başta hekimlerimiz olmak üzere, İnsanlarımızın sağlık sorunlarına merhem olma gayretindeki                           tüm çalışanlarına teşekkür eder; sağlık, başarı ve mutluluklar dilerim.

CHP’nin Cumhurbaşkanı Adayı

Okuyucularım farkındadır, günlük siyasete dair pek yazmam. Niçin? Baş sebebi görece çok anlamamam. Daha doğrusu, biraz anlıyorum da benden çok daha iyi anlayan arkadaşlarımın arasındayım. Onun için görece…

Bir başka sebebi, günlük siyasete dair yazıların tam da öyle, yani günlük olması. Günün meselesine dair yazarsanız, gün dönünce o mesele artık güncel değildir. Onun için günün meselelerine toptan bakıp acaba bunlardan bir kalıcı sonuç çıkarabilir miyim diye bakıyorum. Benim geldiğim memlekette, yani doğa bilimlerinde invaryantlar, yani değişmezler aranır. Siyasetin invaryantlarını bulmaya çalışıyorum. Galiba bir tane buldum. Ne olduğunu söylemeyeyim. Yazının sonunda okuyucunun ferasetine bırakayım o değişmezi.

Üç yıl önce – üç yıl sonra

Bakınız, 18 Eylül 2022’de, Altılı Masa Kimi Aday Göstermeli başlıklı bir yazı yazmıştım. Özetle şunu söylüyordum: “Anketlerin hata payını hesaplayabilirsiniz. İstatistik bilimi, kazanma şansları 50-50 olan iki adayın hangisinin kazanacağını %1’in altında hatayla öngörebilmeniz için rastgele 9604 kişiye sormanız gerektiğini gösteriyor. Sorun ve sonuca göre aday gösterin. Her şeye hile karıştırmaktaki maharetimizden endişelenirseniz, bütün masacıların üstünde anlaşacağı bir şirkete verin işi. Hatta yabancı bir şirketten bile isteyebilirsiniz.” Hiç birini yapmadılar. Sayın Meral Akşener, bir süre sonra aynı teklifi tekrarladı… Yapılmadı ve seçim kaybedildi. Anladık ki bütün altılı masa hareketi temelde Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı içinmiş. Seçimi kazanmak için değil. Sonuç şunu gösterdi: Kılıçdaroğlu’nun adaylığını temin etmekle seçimi kazanmak aynı hedefler değildir. Acaba helalleşecekler mi?

Şimdi de bu eski hataya çok benzer bir rota izleniyor. Yine anlıyoruz ki seçimi kazanmak için değil, Sayın İmamoğlu’nun adaylığını temin etmek için gayret gösteriliyor ve bu ikisi yine ayrı hedefler.

Aslolan ihtiraslarımız

Bu defa anket zahmetine katlanmalarına da gerek yok. Belki bir düzine anket yapıldı ve hep aynı sonuç alındı. Sayın Mansur Yavaş, açık ara önde. Doğrudur, yanlıştır ama halkın tercihi böyle. CHP seçmeninde de tercihi aynı. Anketlerde, seçmen tercihinin kırılımlarını da yapıyor: CHP seçmeni hangi adayı istiyor, diğer parti seçmenleri hangi adayı istiyor diye… Sonuç yine aynı çıkıyor. Ama biz allem eder, kallem eder direniriz ve o tercihi değil kendi tercihimizi aday yaparız. Sonra kaybedersek de canımız sağ olsun. İhtirasımız yolunda kaybederiz ya.

Mesele doğruyu bulmak değil de siyasî münakaşayı kazanmak ise yanlışa da kulp bulunur. “Erken seçime erken aday gerektir.” O halde bir milyon üye kaydedip sonra elcağızınızla kaydettiğiniz üyelere “Kimi tercih edersiniz?” diye sormak yerine hemen, hem de bugün, hem de bu saat, anketleri açıp bakın. Kimi gösteriyorsa onu aday ilan edin. Bundan hızlısı yok.

Bir başka kulp: Bakın altılı masada adayı geç ilan ettik, o yüzden kaybettik. O sebeple o sonucun hiç mi hiç ilgisi yok. Altılı masanın adayını geç ilan etmesinin sebebi, diğer partilerle gizli mutabakatlar, ödünç milletvekillikleri pazarlıkları ve bunların masanın ikinci büyük partisi İYİ Parti’den gizlenmesiydi. Sanki iç siyasetin Sykes-Picot anlaşmasıydı. Ne kadar geç olursa o kadar iyiydi; ne kadar emri vaki olursa o kadar iyiydi… Ve nihayet cesaret edilip Kılıçdaroğlu’nun adaylığı ilan edilince kıyamet koptu. Geç ilandan değil, gizli kulislerden kaybedildi. Geç ilandan değil, yanlış adaydan kaybedildi.

Arzulanan sonuçlara yanlış sebepler

İşte siyaset tartışmalarının bir başka sıkıntılı tarafı. Sebep-sonuç çözümlemeleri, sebep- sonuç düşünceleri sağduyuya göre değil, çıkmasını istediğimiz sonuca göre yapılıyor. “Biz İmamoğlu’nun aday olmasını arzu ediyoruz. Bunu sağlamak için nasıl bir aday belirleme usulü uygulamalıyız?” Açıktır ki akıl yürütme de soru da yanlış: Biz seçimi kazanmayı arzu ediyoruz. Bunu sağlamak için nasıl bir aday belirleme usulü uygulamalıyız?” diye sorulmalıydı.

Başka kulplar da bulunur: Mesela İmamoğlu’nun çok sevdiği “Kürt seçmen”! Hani devlet vaat ettiği. İşte o “Kürt seçmen” Yavaş’a oy vermezmiş. Bu ifadelerin temeli reddedilir de en basit cevap şudur: Anketler bütün Türkiye’nin örneklemesidir. Sonuç neyse odur. Anketler o seçmene de öbür seçmene de öteki seçmene de yapılıyor. Gerçek şu ki siz beğenmediğiniz için sonuca karşı çıkıyorsunuz.

Mesele adayın erken mi geç mi belirleneceği değildir. Mesele seçmenin tercihinin mi sizin tercihinizin mi aday yapılacağıdır.

Anladınız mı niçin siyasete dair yazmayı sevmediğimi? Bundan siyasete dair bir genelleme çıkar mı? Bence apaçık ortada. Hadi ipucu vereyim: Siyasetçi bunlardan hangisini savunur dersiniz? Gerçeği mi arzu ettiğini mi?

Bir de bulmaca: Tarafsız ve bağımsız yargımız bu şartlarda İmamoğlu’nu mahkûm etme yoluna gider mi?

Depremin Yıldönümünde Albay Reşat Bey’i Andım

Albay Reşat Bey Büyük Taarruz sırasında çok stratejik öneme sahip Çiğiltepe’deki birliklerimizin komutanıydı.

“Mustafa Kemal Paşa Albay Reşat’ı Anafartalar muharebelerinden tanıyordu. Keza Kafkas Cephesinde düşman işgalinde görev almış, 1918 yılında Yıldırım Ordularında grup komutanlığına atanmıştı.”

26 Ağustos’ta görevi Çiğiltepe’yi Yunan askerinden temizlemekti. 27 Ağustos’ta Mustafa Kemal Paşa cepheden telefonla bilgi alır. Albay Reşat Bey tepeyi düşmandan yarım saatte temizleyeceğini söyler. Ama düşman beklediğinin üstünde mukavemet gösterdiğinden sözünü tam vaktinde yerine getiremez.

Albay Reşat Bey için, Çiğiltepe’yi almak bir onur meselesiydi. Reşat Bey, Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte alamayınca “Yarım saat zarfında o mevkiyi almaya size söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam” notunu bırakarak intihar eder.

Çiğiltepe düşmandan temizlenmiştir ama Mustafa Kemal Paşa bu ahlaki sorumluluğu yüksek kahraman subay için çok üzülür.

Albay Reşat Bey, vefatının ardından Kırmızı Şeritli İstiklâl Madalyası ile onurlandırıldı. Atatürk, Albay Reşat Bey’in ailesine “Çiğiltepe” soyadını verdi.

****

Peki 6 Şubat 2023 depremlerinin 2. Yılında neden Çiğiltepe kahramanı Albay Reşat Bey’i hatırladım?

Çünkü O, devlet adamlarının verdikleri sözü tutmasının önemini anlatan muhteşem bir örnektir.  Çok önemli ve büyük işler başarmış olsa bile sözünü zamanında yerine getirememiş olmanın ahlaki sorumluluğunu taşıyan örnek bir abide şahsiyettir.

**********************************

Depremde Ne Söz Verildi Ne Kadarı Yapıldı?

6 Şubat 2023 Depremleri olduktan bir süre sonra 680 bin konut ve 170 bin işyerinin (850 bin bağımsız bölümün) yeniden inşa edilmesi gerektiği belirlenmişti. Seçim öncesiydi, başta CB Erdoğan ve Çevre Şehircilik Bakanı olmak üzere yetkililer “inşaatların yapımına Mart ayının ortasında başlanacağı ve en geç bir yıl içinde tamamlanacağına” söz verdi. Bölge halkı da bu sözlere inanıp AKP ve Erdoğan’a oyları yağdırdılar.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın sitesinde verilen ve CB Erdoğan’ın konut teslim töreninde de açıkladığı son rakamlara göre; “deprem bölgesinde teslim edilen konut ve iş yeri sayısı 155 bin 124’e yükseldi.” Yani iki yılda, bir yılda teslim edeceğiz denilen sayının yüzde 18’i kadar yapılabilmiş.

Önümüzdeki bir sene içinde yapılıp teslim edilmesi planlanan konut ve işyerleri de dahil edilecek olursa, toplamı yaklaşık 453 bin olacak. Yani 3 yılda teslim edilecek olan sayı “bir yılda teslim edeceğiz” diye söz verilen sayının yüzde 53’ü kadar olacak.

Yapılan işleri küçümsemiyorum. Ama verilen sözler bir seçim vaadi olarak kalmamalı ve yapılamayacak sözler verilerek yüzbinlerce insanımız umutlandırılmamalıydı.

Deprem sonrası benim de yazdığım gibi, bir yıl içinde 850 bin konut ve işyerinin yapılmasının, imkansız olduğu belliydi. Çünkü teknik altyapımız yani malzeme ve insan gücü kapasitemiz buna yeterli değildi. Bunu konunun uzmanları açıklamıştı.

Buna rağmen verilen sözlerle mağdur vatandaşlarımızın oylarını aldılar ama umutlarını çalmış oldular.

Albay Reşat Bey, öngöremediği bir düşman direnci ile hedefe söz verdiği zamanda erişemediği için intihar etmişti. İktidarın söz verdiği hedefe ulaşılamayışının sebebi ise öngörülemeyen zorluklar değildi. Bile isteye seçim kazanmak için gerçeğe aykırı sözler verildi.

Bunun yaptırımı olarak yöneticilerimizin intihar etmesini falan istememiz elbette mümkün değil. Ama demokrasilerde verilen sözler tutulmadığında istifa etmek gibi, halktan özür dilemek gibi yaptırımları olduğunu hatırlayarak üzülmekten başkası elimizden gelmiyor.

*****************************

Sorumsuz Sorumlular

Albay Reşat Bey’in benzeri sorumluluk anlayışının bir örneğini 2015’te yaşadık. Osmangazi Köprüsü yapım sürecinde geçici yürüme yolu halatlarının kopması sebebiyle kendini sorumlu tutan Japon Mühendis Kishi Ryoichi intihar etti. Bıraktığı notta “Bu iş benim ve ülkemin gururuydu. İnsanlar büyük emek harcadı. Kopmanın sorumluluğu bana ait” notunu bırakmıştı.

Japonlarda başka “onur intiharı” örnekleri de var: “Japonya’nın Kobe şehrinde 1995’te meydana gelen 7,2 büyüklüğündeki depremden sonra kurtarma ve yardım çalışmalarında yaşanan aksaklıklar nedeniyle, kentin su işleri müdürü Takaşi Nakanişi intihar etti. Kentin yeniden imarından sorumlu Belediye Başkan Yardımcısı Tagumi Ogava açıkta kalan halka ev yetiştiremediği için kendini yaktı.”

Biz de yöneticilerin kendilerini sorumlu tutması gereken bir çok felaketler yaşadık. En son, 78 can kaybının yaşandığı, Bolu Kartalkaya’daki yangın felaketinin sorumluluğunu üstüne alan bir kişi bile çıkmadı.

En büyük orman yangınları, maden faciaları, sel afetleri, askeri mühimmatın patlaması gibi facialarda büyük acılar yaşadık. En büyük felaket olan 6 Şubat depremlerinde, resmi rakamlara göre, 53 bin 537 canımızı kaybettik. 107 bin vatandaşımız yaralandı. Kayıpların bu kadar büyük olmasında idari, siyasi hata ve eksiklikler olduğu inkar edilemez bir gerçek.

Ama bütün bu felaketlerde bir tek sorumluluğu üstlenen olmadı. “Fay hatlarını imara açtık, hatalı ve kaçak binalara imar affı getirdik, denetim yap(a)madık, gerekli teçhizatı sağlayamadık, hata yaptık” diyerek özür dileyen bir kişi bile çıkmadı. Hepsine “kader” deyip, sorumluluğu yüce Allah’a yıkıverdiler.

****

AK Parti hükümetinin 12 Haziran 2011 seçimleri öncesinde 2023 yılı için açıklamış olduğu hedeflerinin başlıcaları şöyleydi:

Milli Gelir (GSYH): 2 trilyon dolar, Kişi Başına Milli Gelir: 25 bin dolar, İhracat: 500 milyar dolar.

2023’te bu hedeflerin yarısına anca ulaşılabildi. Enflasyon: Tek hane (maksimum yüzde 9) hedeflenmişti, yüzde 61,5 oldu.

Bu kadar büyük ve fahiş hatalar yapan iktidardan hiç kimse bu başarısızlığın sorumluluğunu üstlenmedi. “Rabbim bizi affetsin” bile demediler.

İktidarın bütün bu başarısızlıklara rağmen, “Türkiye’nin uçtuğuna, Almanya’nın bizi kıskandığına” inanan kitlelerin lügatinde AHLAKİ SORUMLULUK diye bir kavram yok galiba.

Ver Kurtul

Terör örgütü PKK’ya silah, para ve siyasi destek veren ABD ile PKK işbirlikçilerine hibe’ adı altında milyonlarca Avro boca eden AB, oturdular, kafa kafaya verdiler ve bir tiyatro oyunu yazdılar. Tezekten bu oyunun adına ‘KÜRT SORUNU’ dediler…
Halkımızın yüz vermediği bu tezekten tiyatro oyununu gündemde tutabilmek için medyayı da kullanarak onlarca yıl süren bir ‘algı operasyonu’ yürüttüler.
Aklını ve mantığını yitirmemiş yurttaşlarımız hep şu soruları sorup durdular: Nedir bu KÜRT SORUNU? Kürtler NE İSTİYOR?
Gerçekten de Kürtler ne istediler de olamadılar?
Kürtlerden Cumhurbaşkanı OLDU.
Kürtler Başbakan OLDU.
Kürtler TBMM Başkanlık koltuğuna OTURDU.
Kürtler Başbakan Yardımcısı OLDU.
Kürtler Bakan OLDU.
Çok sayıda Kürt, Milletvekili OLDU.
Kürtler Vali OLDU.
Kürtler Kaymakam OLDU
Kürtler Orduda General OLDU.
Kürtler Yargıç OLDU.
Kürtler Savcı OLDU.
Çok sayıda Kürt, Avukat OLDU.
Kürtler Doktor OLDU.
Kürtler Mühendis OLDU.
Kürtler Ekonomist OLDU.
Kürtler Akademisyen OLDU.
Kürtler Yazar, Çizer OLDU.
Kürtler, TV dizisi için Senaryo Yazarı OLDU.
Çok sayıda Kürt, çok zengin iş insanı OLDU.
Peki, Kürtler başka ne istiyor?
PKK terör örgütü devletten TOPRAK İSTİYOR!
Kürt yurttaşlarımız değil, PKK, Doğu ve Güneydoğu bölgelerini istiyor, bu topraklarda bağımsız Kürt devleti kuracaklarmış!
PKK’nın siyasi uzantısı DEM, bu istekleri açıkça söyleyemiyor; demokrasi diyor, anayasal eşitlik diyor, anadilde eğitim diyor, kimlik sorunu diyor, kısacası kıvırıp duruyor!
Değerli Dostlar,
‘Kürt Sorunu’ adlı tezekten tiyatro oyununun ilk perdesini ‘Çözüm Süreci’ adıyla, AKP hükümeti 16 Temmuz 2014 günü açtı.
İzleyicileri ‘yuh’ haykırışları sonucu perde kapandı!
Çözüm Süreci’nin ikinci perdesini MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli açtı. PKK terör örgütü elebaşını İmralı’dan TBMM’ne davet etti! Olmadı, PKK’nın siyasi uzantısı DEM İmralı’ya gitsin, dedi.
DEM’den Kürt olmayan Kürtçü Sırıtkan Sırrı Süreyya Önder ile Arap kızı Kürtçü Pelvin Buldan İmralı’ya gittiler.
Tezekten tiyatronun bu sahnesindeki aktörlerine bakıyorum şu atasözümüzü anımsıyorum:
Tezkten terazinin boktan olur dirhemi!
Değerli Dostlar,
DEM’ciler İmralı’dan şu mesajla döndüler:
“Sayın Bahçeli ve Sayın Erdoğan’ın güç verdiği YENİ PARADİGMAYA ben de POZİTİF ANLAMDA grekli katkıyı sunacak ehil ve kararlılığa sahibim.”
Şimdi DEM’li Kürt olmayan Kürtçü Sırıtkan Sırrı Süreyya’ya bir görev düşüyor. Doğduğu şehir Adıyaman’a gitsin.
Adıyaman’da 25 BİN 987 OKUMA YAZMA BİLMEYEN yurttaşımıza ‘Yeni PARADİGMAYI ve POZİTİF katkıyı’ anlatsın! Bakalım o yurttaşların tepkisi ne olacak?
DEM eşbaşkanı Arap kızı Kürtçü Pelvin Buldanlı da İmralı mesajını alıp doğduğu şehir olan Hakkâri’ye gitsin. Orada yaşayan OKUMA YAZMA BİLMEYEN 9 BİN 58 yurttaşımıza ‘YENİ PARADİGMAYI’ anlatıversin. Görelim bakalım nasıl karşılanacak?
Bitmedi.
İki DEM’li, Kürt olmayan Kürtçü Sırıtkan Sırrı Süreyya Önder ve Arap kızı Kürtçü Pelvin Buldanlı elele tutuşup, rüyalarındaki Kürdüstan’ın başkenti olacak Diyarbakır’a gitsinler.
Diyarbakır’da OKUMA YAZMA BİLMEYEN 80 BİN 438 kişi yaşamaktadır. Onlara ‘YENİ PARADİGMAYI’ ister Türkçe, ister Kürtçe anlatsınlar, görelim bakalım tepki nasıl olacak?
Ben Kürtçe bilmiyorum. Kürtçe küfürleri de bilmiyorum.
Eğer Kürtçe küfürleri bilmiş olsaydım; Diyarbakır’dan, Adıyaman’dan ve Hakkâri’den, iki DEM’linin katmerli küfürlerle nasıl kovalanacaklarını yazabilirdim!
Değerli Dostlar,
Sözde muhalif televizyon kanalı Sözcü TV’de haber programı yapan ‘Narenciye mi nedir?’ Fatih Portakal, Yeni Kürt Açılımı konusunda şöyle dedi: ‘Kürt Sorunu artık silahla çözülemeyecek!’
Bunun açık anlamı şudur: PKK’yı silahla yenemedik! Öyleyse istedikleri toprakları verelim, kurtulalım! VER KURTUL diyen yalnız ‘Narenciye mi nedir?’ Fatih Portakal değil!
TV kanallarında sözde uzman olarak boy gösterenler, bazı emekli subaylar, yazarlar, sanatçılar da var!
Türk milletine suikast hazırlığı içinde olanların sayısı, tüm tahminlerin ötesinde!
Türk milleti bu suikasttan kurtulabilecek mi?
Yılmaz Dikbaş

Konferansa Davet:

Muhterem efendim,

7 Şubat 2025 Cuma akşamı saat 18:30’da, Sivil Toplum Merkezi’nde (Alemdar Caddesi’nin köşesi, Tramvay Yolu Üzeri) düzenlenecek olan ve Bahadır Aligül ‘ün konuşmacı olarak katılacağı “Türkiye ve Dünya Perspektifinden Gençliğe Bakış” adlı konferansımıza tüm halkımızı bekliyoruz.

Merminin Ördüğü Sır

Sâhilime vuran yürek çırpıntılarım

Muhtemel bir susuzluğa mayalıyor beni

Yatak-yorgan sırtlatan sıkıntılarım

Kör pençelerle tırmalıyor beynimi

 Damlarda dolaşan o hayâlin sesi

Bizi muhteşem bir meçhule kaldırır

Gözlerinden par par yağar kızılötesi

Kıyametin eşsiz cümbüşüne daldırır

 Sığmıyor ruhun resmi Nuh’un Gemisi’ne

Sanki bu beden bu yüreğe bir boy dar..

Âşığım yasak bir ömrün tek hür meyvesine

Geliyor yedialtmışbeşlik hakiki yar!

2 Şubat 1995 – İzmit Bahçecik

Karabatak

            “Karabatak kuşu gibi”sin benzetmesi dikkatimi çekti, hoşuma gitti. Bir görünüp bir ortadan kaybolan kimseler için kullanılan deyim.

            Neden karabatak?

            Karabatak kuşunun özellikleri nedir?

            Karabatak kuşu, bir su kuşu türüdür. Özellikle deniz, göl veya derin suların bulunduğu alanlarda yaşamaktadır. Balık avcısı olan bir kuş türü. Karabatak kuşunun kendi içerisinde otuz farklı alt türü bulunmaktadır. Suya dalarak balıkları yakalar. Balık peşinde suya dalan Karabataklar, uzunca müddet su içinde kalabilir, yüzebilirler.

            Karabataklar su üzerinde durup sonra suya dalabilen kuştur. Bir görünür, bir gözden kaybolur. Ne zaman ve nereden çıkacağı belli olmaz.  Takip edilmesi zor olan bir kuş türüdür.  Ayrıca her türlü balığı kolayca avlayabilmektedirler.

            Karabataklar; işini bilen, menfaatçi karaktere sahiptir.

            Karabatak kuşunun, kuşlar dünyasındaki saygınlık derecesini bilmiyorum, bir insan karakteri olarak karabatak kuşu niteliklerine sahip bir arkadaşım olsun istemem. İnsanı yorar, yolda bırakır. Varlığı da yokluğu da bir derttir, belki yokluğu daha büyük kazançtır. Karabatak kuşu gibi dostu olanların, düşmana ihtiyacı yoktur, dense yeridir.

            İstikrarsızlık, en belirgin niteliğidir, karabatak tiplemesinin. Varım, dediği yerde yok olması, yok olması gereken yerde var olması, insanı çileden çıkarır. Bir özgüven eksikliğidir belki bu, belki de dikkatleri üzerine çekmek, ilgi odağı olmak ihtiyacıdır. Sahip olmadığı değeri, başkalarının ona lütfetmesini beklemek. Bir karakter zaafı olarak, hak etmediği değeri gasp etmek, en belirgin niteliğidir bu tiplerin.

            Çevremizde ne kadar karabatak kuşu varmış, dediğinizi duyar gibiyim. Bir arkadaşınızla bir yolculuğa veya bir iş birliğine karar verdiniz. Sizin için yoldaş, çözüm ortağı oldu bu arkadaşınız; bakıyorsunuz, üç beş gün sonra ortalıkta görünmüyor; sizi ne arıyor ne soruyor. Siz de ulaşamıyorsunuz kendisine. Güvendiğiniz dağlara kar yağdı, ümitleriniz söndü. Aradan haftalar geçiyor, ortaya çıkıyor sözü edilen kişi. İş işten geçmiş oluyor. Sizin bu arada insanlara olan güveniniz yıkıldı, projenizle ilgili motivasyonunuz düştü. Sebep, karabatak kuşu.

            Kaçınmak lazım istikrarsızlıktan. Verilen sözün arkasında durmak lazım, duruş sahibi olmak lazım. İstikrarsızlık; düzen bozucu, huzur kaçırıcı olmaktır, kargaşaya yol açmaktır. Ne kötü bir vitamindir kargaşayla beslenmek!

            Temel, bir gün bir adama sert üslupla: “Hey, hem şehrim, sen beni tanıyor musun?” diye sorar. Yabancı, tanımadığını söyleyince, Temel de: “Sen beni tanımıyorsan ben seni hiç tanımıyorum.” cevabını verir. İstikrarsız kişilerden mahrum olmak, bir eksiklik değildir. Onlar, kayboldukları zaman bizim için zaten yoklar, göründükleri zaman ise menfaatleri olduğu içindir. Varlıkları da yoklukları da bizim için değildir, kendileri içindir.

            Kararlılık, kişiye saygınlık kazandırır. Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber sahabeleriyle istişare eder, istişareden savaşa girme kararı çıkınca zırhını giyer. Daha sonra sahabeler karardan pişmanlık duyarlar ve savaşmaktan vazgeçilmesini isterler. Bunun üzerine Hz. Muhammet, “Hiçbir peygamber, zırhını giydikten sonra çıkarmaz.” diyerek kararlılık gösterir. Elde edilen her zaferin, kazanılan başarının, yaşanılan her huzurun temelinde karlılık vardır, istikrar mevcuttur. İstikrarsızlığın olduğu yerde ise karamsarlık, güvensizlik, bıkkınlık, kargaşa vardır. Yalancılık, zaten bu ruh halinin temelindedir. 

            Karabatak kuşu gibi olmak, pek çok olumsuz niteliğin davranış olarak ortaya çıkan sonucudur. İkili, çoklu ve uluslararası ilişkilerde bu tür davranışlar, maalesef, sıra dışı değil; hatta zeki, uyanık, akıllı olmanın gereği diye yorumlanıyor, alkışlanıyor. Bir davranış türü; ancak hiç insani değil. İnsan psikolojisi, belirsizliği reddeder, tepki gösterir. Biyolojinin, kozmolojinin, fiziğin yasaları bir düzen üzerinde yürür. Kuruluş formülleri hiç değişmez. Beşerî ilişkiler de böyle olmalıdır. Komşuluk ilişkilerini, siyasetteki ve ekonomideki ilişkileri, milletler arası münasebetleri, istikrar üzere yürütmek; asaletimizin, varlığımızın, inancımızın gereğidir.

            Dünya bu: Kimimiz leylek gibi lak lak, kimimiz ördek gibi vak vak, kimimiz karabatak… Değişmez gerçek: Son durak, kara toprak.