13.8 C
Kocaeli
Salı, Eylül 30, 2025
Ana Sayfa Blog Sayfa 1177

Sel Felaketi Sebebi İle Gidip Gördüğüm Kardeş Pakistan

Temmuz 2010 sonlarına doğru Pakistan’la ilgili sel felaketi haberleri Türk milleti olarak hepimizin dikkatini çekmiş ve bu dost insanların hali  üzüntümüze sebep olmuştur.

Kardeş Pakistan halkı için yardımcı olmamız gereken bu afetin boyutunun büyüklüğü ise gün geçtikçe daha da belirgin hale gelmektedir. 170 milyon nüfuslu Pakistan’da 30 milyona yakın insanı etkileyen bu afet 2000’e yakın insanın ölümüne ve birçok yerin ortadan kalkacak kadar harap olmasına sebep olmuştur.

İndus nehri kaynaklı suların, Mezopotamya büyüklüğündeki tarım alanı toprakların sulama kanalları (bunlar 70 yıl önce  İngiliz sömürge döneminde yapılmıştır) ile sulu tarıma uygun hale getirilmiş bölgeleri bu su baskınından etkilenmiştir. Bizim gittiğimiz 1,5 ay sonrası bile hala bazı tarım alanlarında sular çekilmemişti. İnsanların çoğu yıkılan toprak evlerinin yerine yapılan çadır kentler ve uydur-kaydır çeşitli imkânsızlıklar içinde temin ettikleri çadırımsı yerlerde yaşamaya çalışıyorlardı. Türk Kızılay’ının 2000 adete yakın yapmış olduğu Mevlana evleri ismi verilen  afet barınma alanları önemli bir konfora sahip yerlerdi. TürkKızılayı’nın yaptığı bu çalışma da bizler için bir onur vesilesidir.

Bölgedeki öncelikli ve önemli ihtiyaçlardan birinin temiz ve sağlıklı su olacağı bilgisinden hareketle Kocaeli Büyükşehir Başkanımız Sn. İbrahim Karaosmanoğlu’nun hassasiyetinin getirdiği bir düşünce ile bölgeye temiz su arıtma tesisi gönderebilme çalışması başlatıldı. Biri 35 ton/saat,  diğeri 50 ton /saat kapasiteli 2 paket arıtma sisteminin TürkKızılayı üzeriden Pakistan Kızılay’ına devredilerek orada böyle bir hizmet verilebileceği öğrenildi.

Bu sistemin cihazları temin edilip Pakistan’a gönderildi.Cihazların oraya vardığı bilgisi üzerine ISU’dan bir heyet olarak görevlendirildik. Görevimiz gönderilen sistemin uygun yere yerleştirilmesi ve çalıştırılması ve afet bölgesinin görülerek değerlendirilmesiydi. ISU Genel Müdür Muavini Bahattin Yanık, Elektrik Mühendisi Hakan Pir, Çevre Mühendisi Faruk Nezih ve teknisyen Levent Özer’le birlikte Karaçi üzerinden bölgeye intikal ettik.

Gittiğimiz bölge Belucistan Eyaletinin başşehri Quetta’nın 300 km güney doğusundaki bölge idi. Orada selden etkilenen Dera Murat Cemali (100 bin nüfuslu) Dera Allah Yar ( 80 bin nüfuslu) ve Dera Usta Muhammed ( 140 bin nüfuslu) yerler gezilip görülerek sistemin Dera Allah Yar’a yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Dera Murat Cemali’de Sağlık Bakanlığı’nın kurduğu tıp merkezi ekibiyle halka sağlık hizmeti veriyor ve takdir topluyordu. Ülkemizin verdiği bu hizmette bizim için mutluluk kaynağı olmuştur. Arıtma sisteminin Dera Allah Yar’daki temiz su temin sistemi alanına yerleştirilmesi ve devreye alınması yoğun bir çalışma ile gerçekleştirildi. Pakistan Kızılay’ından Dr. Ümran bey ve teknik eleman Behlül beyin özenli yardımları çalışanlarımızın sonuçlanmasına büyük katkı vermiştir.

Gördüklerimiz afetin bölgede yaşayan insanlar üzerindeki etkisinin ne kadar fazla olduğunu göstermekte idi. Zaten fakir ve yoksul olan halk bu afetle daha da yoksullaşmış ve yaşama şartları hepten zorlaşmıştı. Kerpiç evlerde yaşanan fakir yaşantı, sel sularına dayanamayan bu evlerin yıkılması ile daha alenileşmişti. Tablo çok acıklı ve hüzün verici idi. Önce İngiltere’nin sömürge anlayışı tarafından yoksul bırakılmış daha sonra da kast sisteminin ağalık düzeni insanları “görmesinler, bilmesinler, istemesinler ve itaat etsinler” şeklinde bir hayat anlayışı düzenini benimsetmiş, bu insanlar büyük bir tevekkülle hayata bağlanmaya çalışıyorlardı. Müslümanlığın getirdiği kadere rıza ve tevekkül anlayışı afetin ortaya çıkardığı olumsuzlukların tahammülünde insanlar için önemli bir moral destekti. Küçük küçük mescitlerin varlığı İslam’ın bir işareti olarak bölgede kendini göstermekte idi.

            Bu çalışma üzerine şu tespitleri yapmış bulunuyoruz;

  • a- Seçilen ve gönderilen bu yardımın çok yerinde ve uygun olduğu görülmüştür. Taşkın sahasının şuan da dahi en büyük ihtiyacın temiz ve sağlıklı su olduğu belirlenmiştir. Sağlık bakanlığının bölgedeki poliklinik merkezi yetkililerinin görüşü de bu doğrultudadır.
  • b- Bu ve benzeri afetlerde mutlaka afet bölgesinin ihtiyaçları ve bunların giderilmesinde yöresel alışkanlık ve anlayışların gözetilmesi lazımdır. (Bot giyilmeyen yere bot, bulgur yenilmeyen yere bulgur göndermenin doğru ve yerinde olmadığı gibi).
  • c- Yardımın yerine ulaşılabilirliliği, dağıtılabilirliliği, kurulup işletilebilirliği değerlendirilip tedbirleri alınmalı ve programlanmalıdır.
  • d- Gönderilen mekanik ekipmanların teslim öncesi mutlaka işletilmesi kontrol edilmeli, gidecek bölgedeki muhtemel imkansızlıklar tespit edilip tedbirleri alınmalıdır.
  • e- Gidilecek yere gönderilecek ekiplerin barınma, yeme-içme ihtiyaçları ve emniyetleri üzerinde değerlendirmeler yapılıp programın imkanları bu yönü ile de desteklenip kontrol edilmelidir.
  • f- Bölgede içme suyu alt yapısındaki kayıp kaçak oranının %80’leri geçtiği görülmüştür. Dolayısı ile arıtılan suyun şebekeye verilmesi durumunda kayıp kaçak sebebi ile arıtma tesisi kapasitesi çok büyümektedir. Bu sebeple tanker taşıma sistemi ile temiz suyun ihtiyaç sahiplerine ulaştırılması uygun olacaktır. Bunun için bölgeye yapılacak yardımlarda temiz su tankeri düşünülmelidir. Bölgede sağlıklı alt yapı yoktur. Kardeş belediyecilik anlayışı ile bölgenin bazı yerleşim yerleri pilot seçilerek buralarda örnek alt yapıya kavuşturulabilir.
  • g- Selde zarar görmüş bazı okul-cami gibi ortak kullanım mekânlarının tamir, bakım, yenilenerek yapımı gibi yardımlar yapılabilir.
  • h- Temiz su ihtiyacı düşünülerek daha büyük kapasitede konvansiyonel temiz su arıtma sistemi yapılabilir.
  • i- Küçük yerleşim yerleri için yer altı kuyuları ile temiz su ihtiyacı karşılanabilir.

Kardeş Pakistan halkının bu afet sebebi ile yeni yardım ve desteklere ihtiyacı vardır. Afetin meydana getirdiği tahribatı Pakistan devletinin yalnız başına çözebilmesi çok zordur. Bunun için oluşturulacak yardım kampanyaları ile uygun olan alanlarda, o insanların yaşama imkânına ve daha sağlıklı yaşama alanlarına kavuşturulmasına destek veren çalışmalar yapılması bir insanlık ve de kardeşlik borcudur. On yıl kadar önce yaşadığımız deprem felaketinin olumsuzluklarının çözümünde yardımlaşmanın ne kadar önemli olduğunu gören bir şehirde yaşamaktayız. Bu sebeple şehrimiz adına yapılan bu yardımla beraber daha başka uygun yardımların sürdürüleceği inancı ile yardımlara katkı veren herkese teşekkür edilmesi gerekir.

Allah’ın her türlü afetlerden bizleri koruması ve tedbirini alma bilinci vermesi dileğiyle…

 

Pakistan

Pakistan

İSU'nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU’nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU'nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU’nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU kafilesi

İSU kafilesi

İSU'nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU’nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

Doktor abi Pakistan heyetiyle birlikte

Doktor abi Pakistan heyetiyle birlikte

Felaket bölgesinden bir görünüm

Felaket bölgesinden bir görünüm

Felaket bölgesinden bir görünüm

Felaket bölgesinden bir görünüm

Felaket bölgesinden bir görünüm

Felaket bölgesinden bir görünüm

Felaket bölgesinden bir görünüm

Felaket bölgesinden bir görünüm

Doktor abi felaket bölgesinde

Doktor abi felaket bölgesinde

İSU heyeti felaket bölgesinde

İSU heyeti felaket bölgesinde

İSU'nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU’nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU'nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU’nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU heyeti felaket bölgesinde

İSU heyeti felaket bölgesinde

İSU'nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU’nun felaket bölgesine gönderdiği yardım malzemeleri

İSU heyeti felaket bölgesinde

İSU heyeti felaket bölgesinde

Benim Güllerim

Kalbimde açan güller,

Koparır yapraklarını sonbaharda.

Kararıp, muma dönen alevlerle,

Yanarak yakar yüreğimi

Sevgiye susamış çocuk gibi.

 

Tomurcuk olan güller,

Açar yapraklarını ilk baharda.

Suya kanıp açılan çiçeklerle,

Burcu burçu kokarak gelen

Misk-i amber gibi.

 

Arayıp da bulsun diyerek,

Gizem dolu yapraklarını açıp da,

Çıkarsa ortaya güzelliği ile,

Şaşkına döner kalbim.

Aşık Yunus Emre gibi.

Artık Farkına Varın!

İki adam küçük bir kayıkla balığa çıkmışlardır. Balığa gittikleri gün sakin bir gündür. Ta ki oltaya takılan kocaman bir balık, kurtulmak için çırpınırken, adamı çekip suya düşürünceye kadar… Adam yüzmeyi bilmemektedir ve panik içinde “yardım et” diye bağırır arkadaşına

“kurtar beni”.

Arkadaşı elini uzatır ve adamı kayığa çekebilmek için saçlarından yakalar. Ama tutup çekmek istediğinde adamın peruğu elinde kalır ve adam tekrar suya batar,kafasını zorlukla çıkarıp, çığlık atmaya devam eder; “Yardım et bana, yüzme bilmiyorum” arkadaşı tekrar uzanır, bu kez kolunu yakalar. Tam çekecekken, kol yerinden çıkar, bu takma bir koldur.

Boğulmak üzere olan adam çırpınmaya devam etmektedir… Arkadaşı üçüncü kez uzanır. Bu sefer adamın bacağına denk gelir ve çeker… Çektiği tahta bir bacaktır. Adamın boğulmasına ramak kalmıştır, ama debelenmeye ve çığlık atmaya devam eder.

Arkadaşı sıkılmış bir şekilde bağırır “TEK PARÇA DEĞİLSİN Kİ, NASIL YARDIM EDEYİM SANA”

İki malum devletin yüksek derecedeki ajanı ve işbirlikçi ajanları aralarında konuşurlar.

Konu, ülkemiz üzerindeki emelleri… projeler ve planlar ortaya serilir. Büyük abi ajan  yukarıda  anlattığımız hikayeyi anlatır. “İşte Türkiye gerçeği bu, ister doğudan tut, ister batıdan, ister ortadan, ister kuzeyden… nerden tutarsan tut elinde kalacaktır” dediğinde küçük kardeş ajan ve diğer işbirlikçi ajanlar dikkat kesilirler… “alevi, sünni, laz, çerkez, türkmen, kürt, arap, pomak, sağcı, solcu, muhacir, yerli, sonradan gelen vs… bu ülkenin gerçeği bu… bunları tuttuğumuzda elimizde kalacaktır, böylece biz de kolayca büyüüüük projemize kavuşacağız” dediğinde küçük ajan kardeş ve işbirlikçi ajanların salyaları akan ağızları sevinçten kapanmaz…

Büyük abi ajan da, küçük kardeş ajan da ve işbirlikçi ajanlar da bir şeyi unutuyorlar ya da akıl edemiyorlar… Bu mübarek ülkenin kuruluş harcını sağlamlığını…

11. yüzyılda bu ülkenin kurulması için ustalar doğudan girerek çeşitli yerlere dağıldılar..

Yesevi ruhu ile temele öyle bir harç attılar ki, kopması mümkün değil… Yerli yaşayanı ile yeni geleni ile, Hıristiyanı ile Müslümanı ile sevgi saygı ortamında yaşamayı öğrettiler. Bu ülkede yaşayanlar, kız alıp verdiler, akraba oldular, birlikte ağladılar, birlikte güldüler, Çanakkale’de birlikte öldüler, Meclisi birlikte açtılar, Cumhuriyeti birlikte kurdular…

O ustalar, O erenler, daha sonrakiler, Mevlanalar, Yunus Emreler, Hacı Bektaşi Veliler, Hacı Bayram Veliler, Pir Sultanlar; bizden öncekilere, bizlere ve bizden sonrakilere “DEĞERLERİMİZLE BİR BÜTÜNLÜK İÇERİSİNDE YAŞAMAYI” öğrettiler ve bizlere miras olarak bıraktılar…

Bu gerçeğin farkına yüzlerce yıl varamayan ve hala da varamayan büyük abi ajan, küçük kardeş ajan ve onların işbirlikçileri ajanlar şunu iyi bilsinler ki… İNADINA BU ÜLKEDE SONSUZA DEK BİRLİKTE, BİR BÜTÜN OLARAK YAŞAYACAĞIZ….

Tanrıdan, Kut Almak

 “Türkler, tarih sahnesinde görüleli beri, kendilerini hükümlerine uymakla mes’ul kabul ettikleri bir TÖRE’ye sahiptirler. Töre’nin tatbiki ise hakanın vazifesidir. Bilindiği üzere Türkler’de hakan olabilmek için TANRI’DAN  KUT  ALMAK gerekir. Kut almak; ancak bilge, alp, erdemli, dürüst ve en mühimi adil kişilerin harcıdır. Aksi takdirde kut kazanmak muhaldir. Kazanılan kut’un devamlılığı bu faziletleri yaşamakla mümkündür. Yani Tanrı’nın istediği yolda yüründüğü takdirde Tanrı kut’unu geri almaz. Denilebilir ki, hakan Tanrı’nın istediklerini yerine getirmeye memurdur. Hal böyle olunca, Töre’yi tatbik etmekle mükellef hakanın Tanrı’nın iradesine uyduğu söylenebilir. Töre’nin dört ana prensibi vardır. Bu prensiplerden birisi, BÜTÜN  İNSANLIĞA  EŞİT  MUAMELE  etmektir.

“Kendisini cihan halkına eşit muamele etmekle mükellef sayan bir devlet anlayışıyla karşı karşıyayız. Türk Devlet Anlayışı’nda, devletin vazifeleri içinde halkın giydirilmesi, doyurulması ve çoğaltılması en mühim şartlardandır.

“Türk’ün bütün cihan halkına rahmet nazarıyla onları sulh ve sükuna kavuşturmak gayesiyle baktığı malumdur. Hal böyle olunca inandıkları Tanrı’da kendilerindeki bu hususiyetleri görmemeleri mümkün değildir. Aksi halde Tanrı’ya göre üstün duruma geçmek gibi tuhaflıkları kabullenmek gerekir. Tanrı’nın, yarattıklarına verdiği meziyetleri taşımadığı, noksan ve aciz olduğu düşünülemez. ” (GÖK  TANRI’nın Sıfatlarına Esmaü’l – Hüsna Açısından Bakış, Sait Başer, İstanbul – 1991  s. 33 – 34)

Fakat ne yazık ki, işte böyle bir milletin isminden rahatsız olanlar var!

Kendisini tüm insanlığın hayrına ve hizmetine adamış ve halen de adayan bir milletin adından gocunanlar var!

İçinden “Ben gelmedim davi için, ben geldim sevi için.” diyen ozanlar çıkarmış bir milletin varlığından huzursuz olanlar var!

İşte böyle insaniyet – perver bir millet ırkçı olabilir mi ve ona bu gözle bakılabilir mi? Fakat maalesef öyle sananlar ve böyle düşünenler var!

Türk Milleti’nin tarihte asla ırkçı olmadığının delili; böyle diyenlerin, bugünlere, öyle sandıkları milletin müsamaha ve hoşgörüsü sayesinde gelmeleri; bu çeşit sözleri rahatça sarf etmeleri ve bu şekilde devam ettikleri halde mevcudiyetlerine katlanılır olunmasıdır. Bu durum, bunun en büyük ispat ve kanıtıdır.

 

(Nitekim) İtalyan edebiyatçılarından Edmondo de Amicis’in ‘İstanbul / Constantinople’ adıyla Fransızca’ya çevrilen eserinin 1883 Paris baskısının 424 – 425. sayfalarında…eski Türk üstünlük şuurunun bir tür ‘İlahi hak’ niteliği kazanmış olduğundan bile bahsedilir:

 “Hakimiyet ve hükümranlık alışkanlıklarından kuvvet alan,…savaş için yaratılmış fatih bir milletten oluşlarının Allah tarafından bile desteklenip durduğuna öteden beri inanan…Türkler, …Allah’ın takdirinin her şeyde görülüp hissedilen kesin belirleyiciliğine…iman eden bu insanlara göre, Avrupa’nın fethi bir İlahi iradenin sonucu ve gerçekleşmesi şeklinde olmuştur. Bu dünya hakimiyetini onlara bir ayrıcalık olarak veren Cenab-ı Hak’tır. Bunca düşman kuvvetlerine karşı o hakimiyeti hala muhafaza edebilmeleri, onlara göre kendi ‘İlahi hak’larının kesin bir delili ve aynı zamanda iman ettikleri dinin hak din olduğunu da gösteren parlak bir ispatıdır.” (Türkler, İsmail Hami Danişmend, İstanbul – 2007, s. 205 – 206)

(Yine) atalarımızın yiğitlik ve cesaretleri, zeka ve ileri görüşlülükleri, teşkilatçılık yetenekleri gibi dünyaya ün salmış manevi üstünlüklerine karşılık, maddi güzellikleri de bütün Doğu milletlerinin tarih ve edebiyat kaynaklarında birçok yankılar bırakmıştır. Batı Estetiğince Eski Yunan tipi ne ise, Doğu estetiğince de eski Türk tipi odur. Onun için Avrupa’da her şeyden evvel “kuvvet” timsali olan eski Türk, Asya’da her şeyden önce “güzellik” sembolüdür. Mesela, bundan dokuz yüzyıl önceki muhteşem Türk tipini çok yakından incelemiş olan meşhur Arap şairi Ebu – İshak il-Gazzi, Türk ırkının yiğitlik ve cesaret ile fevkalade güzellik gibi Doğu’da ve Batı’da mesel ve misal haline gelen en göze çarpan niteliklerini şu zarif kıtasında ne güzel karşılaştırmıştır (İbn-ül-Esir, “El-Kamil fi’t-tarih”, c. 10, s. 254):

“Türk askerinden bir bölük yiğit hücuma kalkınca,
Onların müthiş naraları yanında,
Yıldırımın ne gürültüsü duyulur, ne de adı akla gelir!
Bu millet, öyle bir millettir ki eğer güler yüzle karşılanırsa,
Güzellik ve güleçlikte meleklere eş gibidir,
Üzerine hücum edilecek olursa da, ifrit kesilir!” (a. g. e. s. 16 – 17)

Evet, dost – düşman şunu iyi bilsin ki, Türklerin dostluğu; aranacak bir dostluk; Türklerin düşmanlığı ise, kaçınılması gereken bir düşmanlıktır. Çünkü:

Dostuna açar, her yerde cennet-asa bir kucak.
Düşmanı, bulamaz dünyada, kaçacak bir bucak.

Camlarımızı Silelim

Şu kıssayı duymuş olabiliriz: Evin hanımı, her gün, kocasına komşu kadının yıkadığı çamaşırları göstererek “Bu kadın çamaşır yıkamayı bilmiyor, bak çamaşırlar leke içinde.” dermiş. Kadının bu değerlendirmesi birkaç gün sürmüş. Bir gün bakmış ki bir değişiklik var, çamaşırlar tertemiz. Kocasına bu defa, komşu balkondaki çamaşırları göstererek “Kadın çamaşır yıkamayı öğrenmiş; baksana çamaşırlar bembeyaz olmuş.” deyivermiş. Kocası tebessüm etmiş ve “Ben akşam, camları sildim, kaç gündür senin kirli dediğin, çamaşırlar değil, camlardı.” demiş.

Kadının bu haline illüzyon denir. İllüzyon, dilimizde yanılsama, yanılmaca, gözbağcılık diye karşılanır. İllüzyonun aşırısı, sağlıklı olmama halidir, hastalıktır. İllüzyon, her kişide farklı derecededir.

Gözleri ağlamaktan yaşla dolan Fuzuli’nin “Su Kasidesi”nde gökyüzünün yağmur yüklü bulutlarla kaplı olduğunu söylemesi de bir illüzyondur. Yanılsama, her insanda mevcuttur. İnsan, öznel varlıktır. Kişinin, kendisinin yanılsamadan uzak kaldığını, nesnel olduğunu söylemesi, varlık özelliklerini inkâr etmesi, meta olduğunu ilan etmesidir. Biz insanız, hatalarımızla varız. Zaaflar, yanılsamalar, insan olmanın doğal sonucudur. Kişinin yetiştiği çevre, zevk algılaması, dünya görüşü, yerleşik değerleri, beklentileri; birer yanılsama nedeni olabilir.  Bunların içinde en kötüsü,  ideolojik takıntılar ve menfaat esaretidir. Bu tür takıntı ve esaret, bir körlüktür, kişiyi inkâra hatta küfre kadar götürür.

Birey olarak, iç ve dış dünyamız arasındaki cam duvarı temizlemeliyiz. Camların kirliliğe oranında hata yaparız. Yanlış algılama, yanlış bilgi demektir. Yanlış bilgi de yanlış yorum ve istenmeyen sonuç demektir. Doğmalarla ve önyargılarla yüklenmiş bir eğitimin nesliyiz. Bizim neslimiz, kokuyla yetiştirildi. Öğrendiğimiz taklidi ilk kelimeler, “cıs, acı, öcü…” oldu. Gittiğimiz okullarda, bize, düşmanlarla çevrili bir ülkede yaşadığımız, içte ve dışta pek çok düşmanımız olduğu öğretildi. “Yasak, bölünme, irtica, komünizm, vatan düşmanı” en çok duyduğumuz ve bilinçsizce kullandığımız kelimeler oldu. Gözlüğümüzün veya evimizin camlarına bunlar siyah harflerle yazıldı. Tabular, önyargılar, doğmalar, değişmez ilkeler, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyen maddeler esaret zincirimizin halkaları olarak karşımıza çıkarıldı. “Sorgula” kültürü yerine “kabul et” kültürü ile yetiştirildik. Vatana bir kuruşluk faydası olmayıp vatanseverlik rantından geçinenler bey; kurulu değerleri birazcık sorgulamak isteyenler bölücü, vatan düşmanı oldu.

İnsan, özgür varlıktır, özgür yaratılmıştır. İnsanın özgürlüğü, iç ve dış dünyasını doğru algıladığı orandadır. Baktığı camı kirli olanlar, iki dünyanın da fatihi olamazlar. Kendi yaşamımızda bunun sınırsız örneğini yaşamışızdır. Bir zamanlar doğru kabul ettiğimiz değerlerin yıkılmasıyla hafiflediğimiz, korkularımızın yok olmasıyla özgürlük havası teneffüs ettiğimiz, “Yıkılsın bu dünya!” dediğimiz olmuştur. Böyle durumlar, biz yaşadıkça olacaktır. Bu evrensel yasadır.

Eğitimin temel amacı, insani değerlere ulaşmak için insanı özgür kılmak olmalıdır. Özgürlük, öğretilebilen bir değerdir. Kendini ve genel anlamda insanı önemseyenler, ona yaratılmışların en şereflisi gözüyle bakanlar, eğitim işine insanı özgürleştirerek başlarlar. Bu anlamda, yeni bir yapılanmaya ihtiyacımız var.

Prangasız ve kösteksiz bir dünya için, camlarımızı hemen silmeye başlayalım.

Avcı ve Simon

Hanefi Avcı ile Numan Kurtulmuş olayı arasında netice itibariyle bir benzerlik var mı?

Buraya dönmek üzere şimdilik bir nokta koyalım.

Taraflardan hiç birine angaje olmadan,

İnsaf ölçüleri dâhilinde,

Sorgulayan ama çamur atmayan,

İnancımıza uygun bir şekilde analiz yapmak istedim.

Şunu da baştan belirteyim.

Sayın Avcının gönül ilişkisini ben özel hayatın mahremiyeti açısından görmüyorum.

Bunu da O’na hiç yakıştıramadım

Başına gelenlerinde o sebeple olduğu kanaatinde değilim

Buraya da dönmemek üzere bir nokta koyalım.

Sayın Avcı avlandı mı?

Avlandıysa kimler avladı?

Devlet mi?

Cemaat mi?

Avcıyı cemaat avladıysa sebebi nedir?

Avcıyı avlayan cemaatse stratejik bir hata mı yaptı?

Devletse 35 sene niye bekledi?

Buraya da dönmek üzere bir nokta koyalım.

Sayın Avcı sıradan bir polis müdürü değildir

Emniyet teşkilatının üst düzey görevlerinde bulunmuş,

Ayrıca önemli operasyonlara imza atmış,

Kamuoyunun yakından tanıdığı bir isim.

Ayrıca susurluk davalarında çetelere karşı mücadele etmiş,

28 Şubat döneminde demokrasiden yana tavır almış bir kimlik.

Dünya görüşü itibarıyla da milliyetçi ve muhafazakâr.

Çocuklarını cemaatin okullarında okutmuş bir isim.

1992 ve 1999 yıllarında emniyet içerisinde hazırlanan Fetullahçı polis müdürleri listesinde ismi yer almıştır.

 Bu vb sebeplerden dolayı Ak Parti iktidarına 2002 yılına kadar kızağa çekilen bir isim.

Ak Parti, geçmişte yapmış olduğu hizmetlerinden dolayı kendisi önemli görevlere getirmiş bir yönetici.

Bütün bunlar bir insanın hayatta hiç hata yapmayacağını ve suç işlemeyeceğini göstermez.

Ama siz suç olarak bula bula devletin görev amaçlı verdiği pasaportları sahte,

Ruhsatlı olup ta tarihi dolduğu halde süresi uzatılmayan silahları kaçak…

Dolayısıyla bu kişiyi de bir örgüt üyesiymiş gibi göstermeye çalışırsanız,

Buna da aklı başında kimse inanmaz.

Bu yaklaşım size duyulan güveni de zedeler.

Unutmamak gerekir ki Müslüman için hayat sadece bu dünyadan ibaret değildir.

Elbette cezayı gerektiren bir suç işlemişse akıbetine katlanmalı.

Ama şu anki akıbetin ben isnat edilen suçtan dolayı olduğu kanaatinde değilim.

Şimdi dönelim en başa,

Numan kurtulmuş ile Hanefi Avcının akıbetleri arasında nasıl bir benzerlik var? diye sormuştum.

Numan Kurtulmuşun akıbetinin sebebi neyse,

Hanefi Avcının uğradığı akıbetin sebebi de aynı yâda benzerdir.

Nasıl mı?

Numan Bey niçin partisinden ayrılmak zorunda kaldı?

Numan Bey karizmatik ve lider vasıflı bir genel başkandı.

 AK Partiden doğacak boşluğu dolduracak yegâne alternatifti.

Ama önüne iki seçenek konuldu

1 – Ya kayıtsız şartsız itaat edeceksin.

2 – Yâda çekip gideceksin.

Aksi takdirde partiyi iktidara taşısan bile bizim için potansiyel bir tehlikesin.

Birini seç,

Gerisi malum..

Aynı durun Sn. Avcı içinde geçerlidir.

Zaman zaman belki çoğu zaman cemaatin içerisinde olmuş

Onları tanıyan açıklarını bilenlerden,

Cemaatin emniyet ve diğer birimlerindeki yapılanmasını, legal varsa illegal işlerini bilen, raptuzapt altına alınmazsa cemaat açısından ilerde tehlike arz edebilecek ruhunda liderlik vasfı olan bir isim.

Kanaatime göre cemaatte Avcının önüne iki seçenek koydu

1 – Kayıtsız şartsız itaat.

Böylece varsa hatalarının üstü şimdiye kadar açılmadığı gibi bundan sonrada açılmayacak..

2 – Yâda İpini çekeriz sonuçlarına katlanırsın denildi.

Hanefi Avcıda ilerde başına gelecekleri bildiği veya tahmin ettiği için

Tedbir amaçlı o meşhur kitabını yazdı..

Sonuç malum.

Emniyet içerisindeki bu durum ilk defa Hanefi avcının başına gelmemişti.

Bu ve benzeri sindirme ve koltuk boşaltma operasyonlar daha öncede yapılmıştı.

Suç mu?

Kılıf bulmaktan daha kolay ne var.

Hanefi Avcının dediği gibi.

Eğer cemaat Avcıyı mahkûm ettirdiyse..

Büyük bir yanlışa imza atmış oldu.

Yani stratejik bir hata yaptı.

Her gün medyada Avcı ve cemaatle ilgili açık oturumla düzenleniyor.

Çarşaf çarşaf yazılar yayınlanıyor.

Böylece cemaatin emniyet içerisindeki yapılanması da deşifre oluyor.

Bu tartışma ve deşifre olayı sadece emniyetle sınırlı kalacak gibide değil.

Cemaatin saygınlığı ciddi ölçüde zedelendi ve kamuoyunda tartışılır hale geldi.

Elbette ki sol basında bu konu üzerine balıklama daldı böyle fırsat kaçırılmazdı.

Bundan sonra cemaat sadece dini hizmet,

Eğitim -öğretim faaliyetleri ve

Uluslar arası Türkçe olimpiyatlarıyla hatırlanmayacak…

Avcı olayı ve Onun iddiaları yönüyle de hatırlanıp tartışılacak.

BİZ İNANCIMIZ GEREĞİ SEVDİĞİMİZ İNSANLARIN HATALARINI

Sevmediğimiz insanlarında doğrularını görmemiz gerekir.

Hanefi Avcının iddialarından en dikkat çekeni emniyet içerisinde izinsiz olarak telefon dinleme olayıdır.

Tabii ki eğer doğruysa bu hukuk dışı olay cemaatin hepsini kapsamaz.

Fethullah Hocanın olayların hepsinden haberdar olduğu kanaatinde değilim.

Telefon dinleme işi beni de düşündürmedi değil.

Ben burada taraflardan bağımsız olayları kendi mantık ölçülerimle değerlendirmeye çalışıyorum.

Nihayetinde okuyan bağımsız düşünen olayları yorumlamaya çalışan bir insanım.

Medyanın bir bölümünde

Özelliklede cemaatin görsel ve yazılı medyasında her gün gizli bir ses kasetinin yayınlanması

Genelkurmayın, üst düzey bürokratların, Anayasa mahkemesi üye yâda üyelerinin aşağıya doğru birçok insanın telefon konuşmalarının dinlenerek kaydedilmesi

Gerektiği zaman servise sunulması…

Cemaat medyasının habercilikten öte olayların tarafıymış gibi yayın yapması dikkat çekici.

Eğer bu dinleme işini devlet suçluların cezalandırılması karanlıkların aydınlatılması adına yasal olarak yapıyor yâda yaptırıyorsa,

Cemadatında buna vatan millet adına taraf oluyorsa ne ala..

Elbette ki hepimiz yıllardan beri milletin bağrına çöreklenen karanlık yapıların şer odaklarının çökertilmesinden büyük mutluluk duyuyoruz.

Müsaade ediniz şöyle de bir endişemi söyleyeyim

Bu dinlemeyi eğer iddia edildiği gibi emniyet içerisindeki cemaatin derin yapılanması izinsiz olarak yapıyorsa,

AK PARTİ hükümetini çok zor günler bekliyor demektir.

Cumhurbaşkanının,

Başbakanın,

Bakanların ve milletvekillerinin zamanı gelince servis edilmek üzere

Dinlenmediğini kim nasıl garanti edebilir?

Zamanı gelenlerin ipi nasıl çekiliyorsa,

Zamanı gelince Onlarında ipi çekilecek demektir.

Çünkü siyasette ebedi dostluk ve ebedi küslük olmaz.

Hükümet bu durumun farkında değimli?

Gerekirse bu konuyu başka bir yazıda ele alırız.

Hanefi avcıya içerisinde bulunduğu durumdan dolayı sabır ve metanet diliyorum.

Günahlarına kefaret olsun.

Numan Kurtulmuş’a da halka ve hakka hizmet yolunda başarılar diliyorum.

Yolu ve bahtı açık olsun

Allah doğruların yardımcısı olsun.

Her türlü kötülüklerden de bu milleti korusun.

ÂMİN

200 yıldır Devam Eden ve Bir Türlü Çözülemeyen Meselelerimiz

Başkanımız Ahsen Okyar’ın ısrarlı yazı talebi ile karşılaşmayan Ocağımız üyesi yoktur. Sitemize girecek bu ilk yazımda, yeni yazı kaleme almak yerine tam 20 sene önceki bir konferans açılışında yaptığım konuşma notlarıma yer verdim.. Bakalım 20 sene önce gündemimizde neler varmış? Neler söylemişiz?…

Dünya tarihinde en hareketli geçen yüzyılı 20. yüzyıl olmuştur. İki tane Cihan Harbi yaşanmış, imparatorluklar yıkılmış, yerini Milli Devletler almış, ilimde ve teknikte çok büyük ilerlemeler yapılmıştır. 2. Cihan Harbi’nden sonra meydana gelen güç dengeleri şimdi yine değişmekte, 20. yüzyıl biterken dünyamız yeniden yapılanmaktadır. Bütün bu gelişmeler baş döndürücü bir hızla olmaktadır. Bu gelişmeleri iyi takip eden ve iyi değerlendiren milletler, dünya politikasındaki etkili yerlerini alacak, takip edemeyen, kendini buna uyduramayan milletler ise bugün olduğu gibi yarın da dünya politikasında söz sahibi olamayıp, sömürülmeye devam edeceklerdir. Bu sebeple Türk Devletini idare edenlerle, aydınlarımızın ve ilim adamlarımızın sorumlulukları her zamankinden fazladır.

Bugün Türk Milleti her zamankinden daha çok birlik beraberlik içinde olmalı ve çevremizde gelişen olayları iyi değerlendirmelidir. Eğer hadiselerin arkasında kalmaz, onlara yön verebilirsek 21.asır Türk Asrı olur. Yok hadiseleri yakalayamaz, gerisinde kalırsak 21.asrın bizim açımızdan 20.asırdan bir farkı kalmaz. Eğer daha iyi, daha güzele gitmek istiyorsak; ki istiyoruz, o zaman milletçe kucaklaşarak, sen ben kavgasından uzaklaşmamız gerekmektedir.

Biliyorsunuz Türk illerinde, Hürriyet rüzgarları esmektedir. Bu; kısa zaman sonra müstakil Türk Devletlerinin kurulacağının haberi ve müjdesidir. Ancak, bugün sevinçle karşıladığımız bu hadiselerin gerekli tedbir alınmaz ise, bir kısım problemler getireceğini iyi bilmemiz gerekir. Bugün dünyanın yeniden yapılmasında üretilen senaryoların bizim lehimize olmadığının şuurunda olmalıyız. Rumu, Bulgarı, Ermenisi ile üzerimize oynatılacak milletlere, bir de Saddam hadisesi eklendi. Bütün bu sebeplerden dolayı aydınlarımıza çok büyük görevler düşmektedir. Bu görevleri yerine getirmeleri Türk Milletinin geleceğini garanti altına alacaktır.

Aksi takdirde; 200 yıldır devam eden ve bir türlü çözülemeyen meselelerimiz, milletimizi parçalamaya ve güçsüzleştirmeye götürmektedir. Unutulmasın ki; 1814’de kurulan Etniki Eterya Derneği, 1858’de Yunanistan’ı kurmuştur. 1920’de de Kudüs’te toprak almaya başlayan Yahudiler, 1948’de İsrail’i kurmuştur. 1978’de kurulan PKK, ilk eylemini 1979’da yaptı.1984’den günümüze kadar da eylemlerini devam ettirmekte olan PKK, Kurdistan’ı kurma aşamasındadır.

 

İçime Hep Hüzün Doluyor

Başlıktaki sözlerden kastım, Merhum Yıldırım Gürses’in sözünü yazdığı ve bu sözlere muhteşem uyumlu bestesini giydirerek kültürümüze kazandırdığı harika şarkıyı anlatmak değil.

Akşamları TV haberlerini izlerken yaşadığım ruh halimi en hafif bu cümle ile anlatabildiğim için başlığa aldım. Belki hüzün yerine kasvet, sıkıntı ve hatta bazen öfke kelimelerinden birini kullanmam daha gerçekçi olur.

TV kanallarının neredeyse hepsinde PKK/BDP taraftarı veya bu kanadın tezlerinin propagandasını yapan aynı kişileri görüyoruz. Sözde sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile aydın, gazeteci, uzman sıfatlı bu kişilerin barış, demokrasi, insan hakları gibi kavramların ırzına geçerek anlattıklarını dinlemekten gına geldi. Haberlerde terör örgütü liderinin sayın(!) sıfatıyla anıldığı mitingler, sokak gösterileri ve beyanatlar sıradan vakalar oldu.

“PKK eylemsizlik/ ateşkes kararı aldı” diye günlerdir sevinç çığlıkları atıldı. Fakat terör örgütü yandaşları İmralı’daki müebbet hükümlü mahkûmun Suriye’den çıkarılış yıldönümü, doğum günü vb bahanelerle esnafa kepenk kapattırmaya, caddeleri, meydanları ateşe ve kana bulamaya devam ediyor. Polis aracının içine molotof kokteyli atarak polisler diri diri yakılmaya çalışılıyor. Teröristbaşının liderleri olduğunu haykıran ve ona af çıkarılarak siyaset serbestîsi isteyen grupların taşlı, sopalı, molotoflu gösteri yürüyüşlerinde BDP’li milletvekili, polis şefine küstahça hakaret ediyor. Fakat eylemde can kaybı olmayınca, TV kanallarında haberin veriliş şekli şöyle: “Gösteri olaysız sona erdi.”

Hukukun ve devletin otoritesi, itibarı ve onurunun ayaklar altına alınması artık olay değil!

TV kanallarının PKK/BDP propagandaları için bu yoğunlukta kullanılması, yorumcuların seçilişi, çanak sorular ve haberlerin sunuluş tarzı tesadüf olmasa gerek. Yandaş medya, Doğan Grubu ve Ciner Grubunun aynı olumsuz tavır içinde buluşmasının manasını anlayanlar, anlamayanlara anlatıversin lütfen.

*********

Üniversitelerde Türban/ Başörtüsüne Serbestlik

CHP, genel başkanlığa Kemal Kılıçdaroğlu’nun gelmesinden sonra “pozitif muhalefet” yapacağını açıkladı. Referandum sürecinde “türban sorununu biz çözeriz” diye verdiği söze dair kararlılığının devam ettiğini gösteriyor.

Abant kampında konuyu enine boyuna tartışan CHP’liler, kafalarında çözümün nasıl olacağını netleştirmiş gibi görünüyorlar. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasına göre CHP’liler, Üniversite ile sınırlı kalmak üzere, türbana özgürlüğe taraftarlar. Buna karşılık ilköğretimde, lisede ve kamu hizmeti veren yerlerde türbana/ başörtüsüne karşılar.

Yıllardan beri ciddi sıkıntılara yol açan bu meselenin çözümü toplumu rahatlatacaktır. Kadınlarının yüzde 70’inin başörtüsü kullandığı bir toplumda, yürütülmeye çalışılan yasakçı tavrın yarattığı gerilim ve sancı giderilmiş olur.

CHP, bu yolla sıkışıp kaldığı yüzde 20-25 bandındaki oy kitlesinin dışına taşabileceğini ve AKP’nin türban üzerinden yaptığı siyaset alanını daraltmayı düşünmüş olabilir. Bu arada kökten laikçi ve başörtüsüne kesin karşı olan seçmen kitlesinden ne kadar oy kaybeder, bunu bugünden kestirmek mümkün değil. CHP’nin alternatifi olabilecek bir sol parti mevcut olmadığından bugün için çok fazla oy kaybı beklenmemesi gerekir.

AKP kitlelerinin bu sebeple CHP’ye kayacağını beklemek gerçekçi olmaz. Ancak başörtü meselesinin çözümüne yardımcı olmuş Kılıçdaroğlu CHP’si, AKP’li kitleye daha sempatik gelecektir.

AKP- CHP yakınlaşması için ilk adım olabilecek bu hamleden sonra yeni adımlar atılabilir.

“Kürt sorunu” adı verilen meselede, yeni CHP’nin nasıl bir çözüm düşündüğü de açıklandığı zaman, AKP politikalarıyla benzeşen ve hatta aynı paralelde olacağını tahmin ettiğim bir rapor ortaya çıkacağını tahmin ediyorum. Kılıçdaroğlu’nun referandum sürecinde telaffuz ettiği “genel af” olabileceğine dair cümlelerini bunun ilk işareti olarak görüyorum.

İşte bu atmosferde, seçimden sonra AKP- CHP koalisyonu her iki parti kitlesince de yadırganmadan gerçekleştirilebilir. Bu koalisyon sayesinde Türkiye topraklarında, “demokratik özerklik” caddesinden, Kürt federe devletine giden “duble yollar” yapılması mümkün olabilir.

Eğer AKP seçimden tek başına iktidar olarak çıkmayı başarabilirse, CHP muhalefeti tarafından bir direniş gösterilmemesini sağlayacak ilişkiler ve usuller geliştirilebilir. Hangi konularda? Irak’ın yeniden yapılandırılması, Kürtlerin bölgede güçlendirilmesi, ABD-İran politikaları, enerji havzalarının geleceği gibi konularda. ABD, Türkiye’ye vermek istediği role ve bu amaçla yapılması düşünülen değişikliklere karşı direnişi kırmak istemektedir.

AKP- CHP kitleleri arasında yakınlaşma sağlanırsa, seçimlerden sonra yapılacak yeni anayasada radikal değişikliklerin gerçekleşmesi ve hatta Başkanlık sistemine geçiş ve ilk Başkanı seçme konusunda mutabakatın sağlanacağı bir suhulet iklimi yaratılabilir. Türkiye tarihinin en önemli değişimlerinden biri tepkisiz bir ortamda gerçekleştirilebilir.

CHP’nin yapısal dönüşümü, bütün bu değişimin yapılabilmesinin ilk şartıdır. Bakalım Kılıçdaroğlu, CHP’de böyle bir dönüşümü ne kadar istiyor ve ne kadar başarabilecek?

Bu şart gerçekleşirse, MHP’nin alacağı oy ve çıkaracağı milletvekili sayısı eğer bütün bu planlamaları bozacak mertebede olmazsa, yapılan planlar tıkır tıkır işleyecektir.

Başörtüsü meselesi elbette ki bir dış kaynaklı problem değildir. Ancak iç dinamiklerin oluşturduğu problem alanlarının, emperyal güçler tarafından kendine yakın iktidarlar oluşturmak ve/veya kendi menfaatlerine uygun politikalara yol açmak için kullanıldıklarına dair çok örnek vardır.

CHP’nin genel başkanının değişme şekli ve sonrasında partinin özellikle “Kürt Sorunu”/ Güneydoğu politikalarındaki değişimi bir de bu açıdan izlemekte fayda olabilir.

 

 

Kocaeli’den Pakistan’a Yardım

Kurtuluş savaşında hanımların kollarındaki bilezikleri dahil varını yoğunu İstiklal mücadelemize katkı olsun diye bize gönderen, 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde ilk yardım edenlerden olan Pakistanlı kardeşlerimize kısa bir müddet önce kendileri deprem felaketini yaşadıklarında Kocaeli olarak 2.5 milyon TL. toplayıp göndermek sureti ile bizde küçük bir yardımda bulunmuştuk. 1000 yılın felaketi olarak anılan Marmara depreminden etkilenen insan sayısı 460.000 kişi olduğu halde, Pakistan’ı vuran sel felaketinden etkilenen insan sayısı 20 milyona ulaşmıştır. İskan edecek bir karış kuru toprağın bulunmadığı geniş alanlarda yaşam mücadelesi veren bu insanların dramını gözlerimiz yaşararak,içimiz acıyarak televizyonlardan  seyrettik.

Hükümetimiz ve Kızılay’ımız her zaman olduğu gibi özellikle Pakistanlı kardeşlerimize çok kısa zamanda Türk insanının  yardım elini uzatmıştır.

Yaklaşık bir ay önce Kızılay İzmit Şubesi öncülüğünde  acaba  Kocaelililer olarak bu mağdur kardeşlerimize biz nasıl yardım yaparızın araştırmasını yaparken Eski Orman Bakanımız Sayın Osman Pepe adına İş adamı Sayın  Mehmet Çoban, Kent Konseyi Başkanımız Sayın Ali Ufuk Yaşar, Kent Konseyi Genel Sekreterimiz Sayın Sedat Yücel beni arayarak TürkKızılayı üzerinden Pakistan’a yardım yapmak için bir araya gelmemizi teklif ettiler. Kocaeli Kent Konseyi ofisinde Ayışığı Derneği ve Kullar Belediyesi eski Başkanı Sayın Mahmut Civelek, İlim Yayma Cemiyeti Başkanı ve Fuar Müdürü Sayın Fevzi Utaş, Sayın Mehmet Çoban ve Sayın Orhan Atabay’ın da iştiraki ile bir araya geldik. Orada Kocaeli Kent Konseyi öncülüğünde, TürkKızılayı İzmit Şubesi ile müşterek  Kocaeli Pakistan’a Yardım Platformu adı altında bir yardım platformu oluşturmaya karar verdik. Sayın Osman Pepe’nin Demiryolu Caddesindeki boş olan binasının alt katını irtibat bürosu olarak kullanarak çalışmalara başladık.

Çok hızlı bir şekilde devam eden ziyaretler sonucu, Sayın Kocaeli Valimizin, Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımızın, Sayın Kartepe, Başiskele, Gölcük, Körfez, Gebze, Darıca  gibi ilçe Belediye Başkanlarımızın da desteği ve hamiyetperver İş adamlarımızın, sanayicilerimizin bağışları ile su, muhtelif gıda ve temizlik malzemelerinden  oluşan  700 ton bağış malzemesini İntertex kapalı fuar alanında topladık. TürkKızılayı Genel Merkezinin temin ettiği 20 vagondan müteşekkil bürüt 500 ton kapasiteli Tren katarına, taşıma işini yapan sayın Muammer Saral’ın temin ettiği Konteynırlı Tırlarla net 410 ton malzemeyi yükledik. Halen Fuar alanında bir miktar eksiği ile  ikinci bir katarı gönderebilecek kadar bağış malzemeleri bulunmaktadır.

 

Türkleri Yok Etme Stratejisi!

Emin Işık’ın “Aşkı Meşk Etmek” isimli yeni bir kitabı çıktı. Emin hocanın bu kitabındaki bir tespiti çok dikkat çekici.

Hoca; Hz. İsa’nın doğduğu yıllarda Çin nüfusunun 35 milyon Türk nüfusunun ise toplam 15 milyon olduğunu söylüyor. Aradan geçen iki bin sene zarfında Çinlilerin nüfusu 1.5 milyarı aştı, Türkler’in nüfusununda bunun yarısına yakın ya da hiç olmazsa en az beşte ikisi kadar olması lazım diye devam ediyor.

Ancak Emin Işık’ın ifadesine göre Çin Seddi’nden Adriyatik kıyılarına kadar sayabileceğimiz Türk nüfusu 180 milyon çıkıyor. Peki bu Türklere ne olmuş?

Türkler ya asimile olmuşlar ya da soykırıma uğramışlar.

Burada Allah uzun ömür versin Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının Başkanı Prof. Dr. Turan Yazgan’ın söylediklerini hatırlamamak mümkün değil.

Yazgan’a göre son iki yüz yılda 150 milyon Türk katledilmiştir ve bunun adı soykırımdır. Bunu bir anlayabilsek, yeryüzünden soyu silinmek istenilen birinci milletin Türkler olduğununda farkına varacağız.

Yine Emin Işık, Türk nüfusunun günümüzde en az  1 milyar civarında olması gerektiğini ve eğere böyle olsaydı bu sayıda bir nüfusun küresel güçler için büyük tehlike oluşturacağını söylüyor ve ekliyor “bugün Türkiye’yi bile çok görüyorlar”.

Bu asimilasyon ve soykırım kendiliğinden zuhur etmemiştir.  Türk Milletine hasım olanlar bunu bir plan ve strateji içinde gerçekleştirmiştir. Bunların son hedefi de Türkiye ve Türkiye toprakları üzerinde yaşayan Türk Milletidir.

Unutmayalım ki; dünya sürekli akan, hareket eden bir enerjik alandır. Dünyamız üzerindeki koşullar değişken olduğu için, fiziksel ve psikolojik çevrenin değişmesiyle uygulanan stratejilerde zamanla değişimler göstermektedir.

Tarihin derinliklerine dalıp gittiğimizde ve önyargısız bir şekilde tarihle yüzleştiğimizde, başımıza gelenleri doğru algılayabilir ve bu gün karşılaştığımız olayları analiz edebiliriz.

Stratejinin dehası olarak kabul edilen SunTzu ve Çinliler “savaşmadan kazanmayı” en arzulanan zafer yolu olarak görürler. Onlara göre savaş kazanmak başarı değildir. Başarı, düşman askerlerinin savaşmadan teslim olmasını sağlamaktır. Şimdi Türkiye’ye karşı öz yurdumuzda uygulanan strateji bu temel hususa  dayanmaktadır.

Türk Milletinin karşısındaki güçler, 1919’dan itibaren karşılarında Mustafa Kemal’le bayraklaşan bir direnç ve onun en büyük eseri olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini bulmuştur. Bundan dolayı doğrudan savaş açıp sonucunun ne olacağı meçhul bir mücadeleye girip askerlerini öldürmek yerine Şeyh Sait, Dersim, PKK isyanlarını , 12 Eylül öncesi olaylarını çıkartıp, Türk Milletine karşı bölücü kürtleri, kripto Ermenileri, Balat’taki patrik namlı papazı kullanma yolunu seçmişlerdir.

Sırada daha kullanacakları bolca malzeme bulunmaktadır. Strateji dehalarının çok iyi bildiği ve bizim bir türlü farkında olmadığımız bir  diğer  hususda “düşmanınızın gücünü strateji aracılığıyla azaltın ve içten çökmesini sağlayın” prensibidir. Bu prensip içinde Türk Milletinin yaşadıklarını bir mantık çerçevesinde değerlendirdiğinizde  Türkler açısından hiçte iç açıcı olmayan sonuçlara ulaşırsınız.

Türk Milletine karşı uygulanan stratejilerin sonuç vermesi  için devamlı surette dikkatimiz dağıtılmakta ve dikkatsizlik körüklenmektedir. Böylece dikkatimizi toparlayamadığımız için kendi menfaatlerimizi korumak yönünde harekete geçme isteğimiz körelmektedir.

Türk Milletinin, başına gelenleri anlaması ve bunlardan kurtulmak için çabalaması, zihnimize saldırarak, enerjimiz kurutularak ve moralimiz bozularak engellenmek istenmektedir. Bütün bunlar, perde arkasındaki güçlerin maşaları eliyle yapılmaktadır. Maşaların kullanılmasındaki amaç ise, ola ki; Türkler bu oyunu bozarsa yarın yine müttefik olunur kapısını açık tutmaktır.

Örneğin; Yunanlıların İngilizler başta olmak üzere Haçlı zihniyetinin kışkırtması ve desteği ile Anadolu’ya çıkartılarak Türklerle savaştırılması, ABD’de karargah kurmuş cemaat eliyle Türkiye’nin sosyolojik dengelerinin bozulması, isyanların dost ve müttefik olduğunu sandığımız  devletlerin eliyle gerçekleştirilmesi, PKK’nın arkasında stratejik dostlarımızın maddi ve manevi duruşunun olması, zavallı ermenilerin Türklere karşı  kullanılmak üzere bunların tuzağına düşmüş olmaları gibi çoğaltabilecek bir çok hususun Türk Milletine karşı strateji geliştirenlerce değerlendirildiğini görüyoruz.

Türkiye’de son zamanlarda Türk  Milletinin ve devletinin bekası üzerine söylem geliştiren buna karşılık Türk Milletinin sessizliğini garipseyen İnsanlara karşı “siz başka bir şey bilmezmisiniz” stratejisi uygulanıyor.

Elbette bizlerde başka şeyleri biliriz. Ancak bir milletin ve devletin beka sorunu ortaya çıkmışşa, milletin güvenliği ve bu sorundan ivedilikle selamete çıkarılması, öncelikle konuşulması ve çözülmesi gereken bir sorun haline gelmiş demektir. Daima bunları hatırlatmamızın başlıca nedeni budur.

Türkiye’nin ve Türk Milletinin, üzerine oynanan  ve nihai amacı Türk Milletinin varlığını yeryüzünden silmeyi hedefleyen bu stratejilerin varlığını açık etme vazifesi, bunları bilen ve anlayan insanların üzerindedir. Bu insanların ehliyet ve liyakat esasına göre, bilimin ışığında, Türkiye’ye yapabilecekleri katkı bu güne kadar yapılanların fersah fersah üzerinde olacaktır. Fakat ilk önce Türklere karşı uygulanan stratejileri anlamak kaydıyla. Onun için etrafınıza bakarken mutlaka aklınızı ve vicdanınızı uyanık tutun.