Fransızların bir sözü var “kediye kedi demek” bu sözü en son Fransa devlet başkanı Sarkozy İran için kullandı ve dünya siyasi edebiyatına da bu sözle bir deyim kazandırmış oldu. Yani demek istenilen; hiç kıvırttırmadan, eğilip bükülmeden yapılan işin adını doğru koymak.
Son günlerde hepimizin malumu olduğu gibi terör belâsı yeniden hız kazandı, zaten hiç bir zaman durmamıştı ama seçimler dolayısıyla hükümetle PKK arasında yapılan müzakere sonucunda sadece ötelenmişti. Bu vesileyle şu sıralar sınır ötesi harekât sözcüğü çok sık telaffuz edilir oldu. Daha önceleri muhalefet partileri, özellikle MHP sınır ötesi konusunu ısrarla gündeme getirirken hükümet, bundan şiddetle kaçınırdı ve hatta tabir yerindeyse bazan da alaya alırdı. Ama bakıyoruzda son günlerde sınır ötesi sözcüğünü nedense ağzından hiçte düşürmüyor. Nihayet Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılan bir görüşme ve oylama ile PKK ile mücadele adı altında sınır ötesi harekât teskeresi alınmış oldu…
Nedense dedim ama bunun nedeni gayet açık.ABD, kendi askerlerini Kuzey Iraktan yılbaşına kadar çekecek ve oradaki Kürtler bir yerde kendi başlarına sahipsiz, korumasız kalacaklar. Zaten Araplar bunlara diş biliyorlar, kolaymı Saddam öldürüldükten sonra en az bir milyon Arap katledildi, genç kız ve kadınlarının bir çoğuna tecavüz edildi ve bir çok aydın ve vatan sever hapishanelere dolduruldu. Bütün bunların hiç birisi olmamış, yaşanmamış gibi kabul edilebilirmi, bunun içinmi gitti bunca canlar veya Kürtler gelip bunca zengin Petrol yataklarının üzerinde kendi devletlerini kursunlar diyemi?
Hafızalarımızı birazcık yoklayacak olursak komşu hükümet yetkilileriyle birlikte bizim hükümetimizde dahil olmak kaydıyla daha dün denecek zamana kadar Irak devletinin bölünmez bütünlüğünden bahsederlerken, bu günlerde ne yazıkki bu bütünlükten artık basedilmez oldu. Peşmerge liderleri devletin en üst düzey yetkilileri tarafından kabul ve ziyaret edilir oldular. Sessiz sedasız bizler istesekte istemesekte bir Kürt devleti kurdurulacak ve bunun en son hamiliğinide ne yazıkki Türk askerine yaptıracaklar ve bu olay alavere,dalavere derken her zaman olduğu gibi hafızalara Türkiyenin Araplara attığı gol olarak kazılacak.
“Yukarıdaki satırlar, en son 24 şehit haberinden önce yazılmıştı maalesef burnuma kötü kokular geliyor. İçimiz kan ağlasada görüyorsunuzki sistem tıkır, tıkır işliyor ve buyurun size Türk ordusunun Kuzey Irak’a girmesi için bir gerekçe daha doğdu”
Kediye Kedi Demek
Sağlık ve Sağlıklı Yaşama – 1
Sağlık, beden ve ruh olarak tam bir iyilik halidir. Sağlıklı olma ve sağlıklı yaşamada doğru alışkanlıklar önemlidir. Doğru ve uygun beslenme, yeterli hareketlilik, yeterli uykuya sahip olma, uygun fizik aktivite, kişisel hijyen kurallarına uymak sağlığın sürdürülmesin de önemli etkenlerdir.
Sağlığın değiştiremeyeceğimiz, etkileyemeyeceğimiz yönleri vardır. Bunlar ailemizden gelen genetik vasıflarımızdır. Bunlara etki etmemiz mümkün değildir. Fakat sağlığımızı etkileyen diğer önemli bir husus ise yaşam tarzımızdır. Bu tamamen bizim etkileyebileceğimiz bir durumdur. Yeterli ilgi, doğru bilgi ve uygulamalarla yaşam tarzımızı önemli ölçüde yönlendirerek sağlığımızı iyileştirebilir veya kötüleştirebiliriz.
Belirli ararlıklarla sağlık kontrol muayeneleri yaptırmıyor; şeker- kolesterol-ürik asit-üre gibi kan tahlilleriyle kendimizi takip ettirmiyor; hareket ve egzersiz alışkanlıklarımız yok veya yetersiz ise; beslenmemizde yeterli ve dengeli gıda almıyor, gerekli vitamin ve besin destekleriyle kendimize bakmıyorsak; yeterince ve uygun dinlenmiyor, uykumuza-tatilimize dikkat etmiyorsak, ailemizle birlikte bizi ferahlatacak imkanlarla moral sağlığımıza dikkat etmiyor, çevremizle ilişkilerimiz de olumlulardan ziyade olumsuz bir ortam oluşturuyorsak temel yapımız-genetiğimiz ne kadar iyi olursa olsun sağlığımız tehlike altında olacak ve yaşama kalitemiz gittikçe kötüleşen bir hayatımız olacak demektir.
Ruh ve beden sağlığı için egzersizin önemi büyüktür. Uygun ve yeterli bir egzersiz kalbimizin dostudur. Bu kalp ve damar hastalıklarını önleyerek daha sağlıklı ve uzun hayat sürmemizi sağlar. Varsa şekerimizin, tansiyonumuzun daha kolay kontrolüne destek verir. Adale ve iskelet sistemimizi güçlendirir ve hastalanmasını önler, yaşlanmamızı geciktirir. Moral sağlığımızı iyileştirir.
Yeterli ve uygun bir egzersizin ölçüsü nedir? Neler yapılabilir?
Yürümek, koşmak, yüzmek, bisiklete binmek, merdiven çıkmak, kayak yapmak…. Bize istediğimiz faydayı sağlayacak spor çeşitleridir.
Haftada iki- üç kez 30 – 35 dakikalık veya günde üç-dört kez 10 dakika yapılan bir egzersizle yeterli faydayı sağlayabiliriz. Her egzersizden önce ısınma hareketleriyle vücudumuzu hazırlamalı, sonra sporumuzu yapmalıyız. Bu sporun sonrasında da soğuma hareketleriyle kas ve adalelerimizi rahatlatmalıyız.
Kalp hastalığımız var ise, tansiyon hastası isek veya yaşımız 60’ı geçmiş ise önce bir doktor kontrolünden geçip doktorunuzun tavsiyesi çerçevesinde spor yapmalıyız. Sporumuzu sürekli kılmak bunun lüzumluluğuna inanıp günlük programımıza koymakla mümkün olur. Sporumuzu daha eğlenceli hale getirmek için sevdiğimiz bir spor türünü seçmeli ve uyumlu bir grup kurmaya çalışmalıyız.
Şehrimizde, Kocaeli’mizde yaşadığımız için böyle bir imkanı çok daha kolay bulabiliriz. Özellikle son dönemde yerel yönetimlerin gerek yürüyüş parkurları; gerek yüzme salonları; gerekse hafif egzersiz yapmaya uygun yerlerin oldukça fazlalaşması ve kolayca ulaşılabilmesi mümkündür. Yeter ki biz niyet edip böyle bir işe zaman ayırabilelim.
Kocaeli’miz de İzmit merkez dahil her bir ilçemizde birden fazla yürüyüş parkurları mevcuttur. Nerede ise her mahallede kültür fizik hareketlerine yardımcı spor aletlerimiz şehir insanına hizmet vermek için hazırdır. Halka hizmet veren yüzme havuzlarının sayısı her geçen gün artmaktadır. Yürüyüş parkurlarımız böyle bir ihtiyacı fazlası ile verebilecek özelliktedir. İster deniz kenarında denizin temiz kokusu ve martı sesleri eşliğinde, ister dere kenarında doğal ve tabii güzellikler içinde yürüyüş yapma imkanları mevcuttur. Bu ortam ve imkanlar sebebiyle Kocaeli’nde yaşayan insanlarımız arasında her geçen gün daha fazla insan spor yapar hale gelmektedir. Büyükşehir Belediye Başkanımızın konuya önem vermesi ve bizzat kendisinin sabah yürüyüşlerini alışkanlık haline getirip insanlara önderlik yapması takdir ve tebrik edilecek bir husustur.Kendi döneminde yapılan bu yürüyüş parkurları döneminin unutulmayacak ve hayırla hatırlanacak basit gibi görünen fakat çok önemli bir hizmet çeşidi olarak kayıtlara geçecektir.
Sporun önemi ve imkanlarımız bu kadar uygun iken Kocaeli’nde yaşayan bizlere niyet etmek ve gayret etmek kalmaktadır. Kadın-erkek ayırt etmeden insanlarımızın daha sağlıklı bir hayat sürmesi için hiç bir ekonomik yük gerektirmeyen böyle bir alışkanlığı edinmesi dilek ve temennisi ile sağlıklı bir gelecek dilerim.
Terördeki Kirli Eller
Terör, uluslar arası siyasetin kirli bir yolu ve aracıdır.
Hemen her ülkede farklı etnik ve dini gruplar birlikte yaşar. Herhangi bir ülkenin üzerinde emperyal amaçları olan güçlü ülkeler bu ayrılıklar üzerinden kirli siyaset yaparlar!
Mahallenin delikanlısı, mahallenin kopillerini birbirine karşı kışkırtır, onların kavgalarını sadist bir zevkle izler, sonra bir tokat birine bir tokat ötekine vurur; “ayrılın lan” der!
Terör sahnesinde de oyun böyle oynanır!
Küresel ölçekte faaliyet gösteren Çok Uluslu Şirketler, bir ülkenin petrol ve maden kaynaklarını ele geçirmek ya da silah satışlarını artırmak için, bölgesel savaşları kışkırtmak için terörü maddi manevi desteklerler!
Dünyadaki terörün en büyük aktörü NATO’dur!
NATO, emperyalist güçlerin yani “Küresel Şirketlerin” silahlı gücüdür.
NATO, Libya’ya saldırırken “NATO’nun Libya’da işi ne?” diyen Başbakanımız, daha sonra bu saldırının destekçisi olmadı mı?
SURİYE, düne kadar iyi komşumuzdu da şimdi neden “tü kaka” oldu?
NATO ve ABD istedi diye, topraklarımızda kurulacak olan “Füze Kalkanı” emperyal güçlerin ve İsrail’in kalkanı değil mi?
İran’a yönelik bu kirli düzen, bu en eski dost ve komşumuzla aramızı açmaz mı?
Suriye ve İran hiçbir şey yapmadan sadece uzaktan mı bakarlar sanıyorsunuz!?
“Uluslar arası siyasette güçlü olmak ve liderliğe oynamak için ULUSAL GÜÇ açısından güçlü olmalısınız!”
Dış borçları sürekli büyüyen, bütçesinin önemli kısmını borç faizlerine ayıran, dış ticaret açığı yükselen, ekonomik düzeni- bankaları, sigorta şirketleri, borsası, en stratejik kuruluşları- yabancıların kontrolünde olan bir ülkenin uluslar arası siyasette rolü ne olabilir?
Ancak “figüran” ya da “dublör” olur!
Bu gerçeğin bilincinde olmayan ve kendisini baş aktör gibi görenlerin bu ülkenin başına getirdiği bir beladır terör!
“Komşularla sıfır sorun” diyerek komşularıyla, en yakın dostlarıyla bozuşan bir oynak dış siyasetin ağır faturasıdır terör!
Teröristler bunca silahı, mühimmatı, yiyeceği, içeceği, giyeceği nereden buluyor sanıyorsunuz?
Sözde uydular ve insansız casus uçaklarla teröristleri adım adım takip ediyoruz!
Nerede bu uydular?
Nerede bu casus uçaklar?
Kimin ipi kimin elinde biliyor musunuz!?
‘İnsanlar Konuşa Konuşa…’ isimli kitabın yazarı Yrd. Doç. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN ile AİLE üzerine söyleşi – 1
‘İNSANLAR KONUŞA KONUŞA…’ isimli kitabın yazarı Yrd. Doç. Dr. SÜLEYMAN DOĞAN ile AİLE üzerine söyleşi: ‘Aile bağlarındaki gevşemenin sonrasında, çatırdayan toplum yapımızı görmeliyiz.’ Diyen Dr. Doğan; kalabalıklara, feryat edercesine sesleniyor: ‘Akıl bulutlarını üzerinize, çile heybenizi sırtınıza alınız ve yuvanızı dağıtmayınız!’ Oğuz Çetinoğlu: ‘İnsanlar Konuşa Konuşa’ isimli kitabınızın tanıtımıyla başlayalım isterseniz. AİLE HAKKINDA BİRKAÇ SÖZ: İslâm’dan önce de iffet, ismet, vefâ ve sadâkat, fedâkârlık ve işbirliği temelleri üzerinde çok sağlam bir yapı teşkil eden Türk ailesi, İslâmlığın kabulünden sonra da Mukaddes Nikâh Bağı ile teşekkül eden, karşılıklı anlayış, sevgi, saygı, himâye ve yardımlaşma ile güçlenen kutsal bir ocak hâlinde devam etmiştir. Ailenin birliğini ve sağlam yapısını bozacak kötü davranışlar kesinlikle yasaklanmış ve kınanmıştır. Türk milletinin bin türlü tehlike ve güçlükler içinden geçerek, dağılmadan, yok olmadan bugüne ulaşmasında, bu sağlam aile yapısının büyük rolü olmuştur. Türk ailesi bir millî kültür, manevî terbiye ve fazilet ocağıdır. Güzel Türkçe’yi bu ocakta öğreniriz. Doğar doğmaz ismimizden önce kulağımıza Allah ve Peygamberimizin yüce ve güzel adları söylenir. Ana sütü bedenimizi beslerken, Türklük ve İslâmlık da ruhumuzu, fikrimizi, mâneviyatımızı besler. Her türlü bozulma ve yabancılaşmaya karşı en emîn korunma ve savunma siperimiz, aile ocağımızdır. Meşru temeli nikâh olan Türk aile ocağı bu özellikleriyle devam etmelidir. |
Türk Milleti mi, “Marjinaller” mi?
Terör devamlı Türkiye’nin gündemindedir. Türkiye hedef alınan bir coğrafi konum üzerindedir. Dost, düşman terörü bize karşı kullanmaktadır. Terörle mücadelenin uzun soluklu bir faaliyet olduğunu kararlılık ve süreklilik gerektirdiğini unutarak açılımlara girdik. Hatta silah bırakmamış örgütle doğrudan veya dolaylı müzakereye giriştik. Örgütün isteklerini silahsızlanma şartı ile kabul eder olduk. Askerimizle uğraştık. Dış taleplerle kurumu yıpratmaya çalıştık. Terörle mücadele edenlerle mücadele ettik. Kuzey Irak’taki yönetimi ve Bağdat’ı destekledik. Onlara olmadık hizmetler verdik. Onlardan medet umduk. Yanlış anlaşmalar yaparak mücadeleyi izin alarak yapar duruma girdik. Pazarlık gücümüzü yitirdik.
Yeni anayasayı bile etnik merkezli ve marjinalleri destekler şekilde hazırlamaya çalışıyoruz. Bütünü değil de araştırmalarda %5-7 arasında değişen milli kimliği, devleti ve vatandaşlığı reddeden marjinalleri esas aldık. Ondan sonra da terörden şikâyetçi oluyoruz. Bu çelişkiyi Türkiye çözmeli. Siyasi iktidar kadar ona rey verenleri de vebal altında bulunduğunu artık fark edelim. Dizi izlemekten, yalan rüzgârlarından ve oyalayıcı konulardan fırsat bulabilirsek…
Anayasa veya başka bir konuda bir şeyler yapacaksak, Türk Milletinin varlığını göz ardı edemeyiz. Yapılan bütün araştırmalar etnik kimliği değil, milli kimliğin ön planda yer alması gerektiğini gösteriyor ve etnik ırkçılığı, bölücülüğü reddediyor. Bunun en son örneklerinden birisi de 2011 Türkiye Değerler Araştırması‘dır. Türklüğü ile iftihar edenlerin oranı %70’i geçiyor. “Oldukça iftihar ederim” diyenlerin oranı da %15’lere dayanıyor. Türklüğü reddedenler %6’da kalıyor.
Açık Toplum Vakfı ve Boğaziçi Üniversitesi’nce yapılan bir araştırmada “Türk Dili ve Türk Kültürü içinde yaşıyorum” ve “öncelikle bunlar gelir” diyenlerin oranı %86’yı buluyor. “Etnik dilim ön planda yer alır, Türk Dili ve kültürü ile bir bağım yoktur” diyenler %5 çıkıyor.
Bilgesan Stratejik Araştırmalar Merkezi’nce yapılan araştırmada Bağımsız Kürt Devleti talebi anadili Kürtçe olanlarda %9.9’dur. Federasyon talebi de %5 dolayındadır. Genelde araştırmalarda bir yanlış yapılıyor. Zazalar çok farklı bir yapıda olmalarına rağmen, Kürtlerle bir gösteriliyor. Kürt ırkçılığı çizgisinde olanlar buna bilhassa dikkat ediyor.
Değişik araştırmalarda ortaya çıkan sonuçlar tavizcileri, açılımcıları ve Türkiye’yi tanınmaz hale getirmek isteyenleri açıkça tekzip ediyor; doğrulamıyor.
Bu durumda %5-7 dolayında olan marjinal bir grubu ve dış dayatmaları esas alarak Türkiye bir anayasa oyunu oynanamaz. Kürt vatandaşlarımız da önemli oranda terör örgütü ile veya aynı hedefleri silahsız gerçekleştirmek isteyenlerle aynı çizgide değildir. Kurmançça konuşan herkesi PKK üyesi görmek de son derece yanlıştır. Terör örgütünün amaçlarına hizmet eder.
Bize yabancı olan etnik ayrımcılık ve ırkçılıkla bu kadar uğraşmak yerine; ülkenin asıl sorunlarını ele almalıyız. İşsizliği, bugünün sanayi toplumlarını karşılaştığı sorunlarla ileride karşılaşmamak için neler yapılması gerektiğini düşünmeliyiz. Türkiye’nin iktisadi ve siyasi kuşatmadan nasıl kurtarılacağını tartışmalıyız. Dev adımlarla büyüyen dış ticaret açığı ve cari açığın yarattığı ipotekleri, Türkiye’yi ithal cennetine dönüştüren yanlış kur politikasını, ithalat patlamasını, her yıl 15-20 milyar dolar faiz ve kar olarak dışarıya yapılan transferleri, bankaların dış açık dolayısıyla yabancılara gittiğini düşünmeliyiz.
Uygulanan İktisat Politikasının dışarı ile ortak bir azınlık grubu tatmin ettiğini, Türk Milletini fakirleştirdiğini, ülke çıkarları ile bağdaşmadığını görelim. (Bu konuda Prof. Dr. Esfender Korkmaz’ın yazılarını dikkatle izleyelim.) Zaten ülke çıkarlarını hesaba katarsak, ekonomik krizlerin hemen kapımızda olduğunu bilelim.”ABD’nin menfaatlerine dokunmayalım, ABD ileride Müslümanlaşacak” şeklinde CIA bağlantılı sözde Müslümanların acıklı halini fark edelim. Yaklaşık 82 ülkede internet kullanılarak yapılan protesto hareketlerinin, yürümeyen, köhneleşmiş Dünya düzenine isyanın bizi de ilgilendirdiğini fark edelim.
Kentimizi Seviyoruz
Giderek kalabalıklaşıyoruz. Yollara, caddelere ve kaldırımlara sığmıyoruz. 3.625 kilometre kare alanda bir buçuk milyon kişi bir arada yaşıyoruz. Yurdumuzun her köşesinden gelmişiz. Zengin bir kültüre ve renge sahibiz. Ayrı ve gâyrı gözetmeden hep beraber bu kentte yaşamaya çalışıyoruz.
Coğrafi konumumuz nedeniyle çok özel bir şehiriz. Her gün binlerce motorlu aracın geçtiği, onlarca şilebin limanlarımıza gelip gittiği, tren taşımacılığının gerçekleştiği, yüzlerce fabrikanın üretim yaptığı, binlerce tüccar ve esnafın faaliyette olduğu bir kentteyiz.
Yüzbinlerce öğrencimiz, kamu ve özel sektör çalışanlarımız, işçilerimiz ve pek çok nedenle diğer illerimizden, kentimize gelen gidenlerin yüküyle beraber olağanüstü hareketli bir ortamda yaşıyoruz.
Çok önemli bir kentiz. Ülkemizin en çok vergi veren ikinci, vergi tahakkukunu ödemede birinci şehiriz. Gayri safi milli hasıladan fert başına en fazla payı alan insanların bir arada yaşadığı, güçlü bir çekim merkezini oluşturuyoruz.
Büyük ölçüde bu nedenle, birbirinden şöhretli, pahalı markalar ana caddelerimizi ışıklı ve görkemli vitrinleriyle donatmaktadırlar. Büyük marketler çoktan beridir faaliyettedirler.
Son zamanların renkli gelişmelerinden biri de kaldırımlara taşan sokak ve cadde kafelerimizdir.
Aynı kaldırımlarda, simitçi, börekçi, ceviz, kestane, mısır, şam tatlısı, incir ve benzeri ürünleri satan seyyar satıcılarımız da, yer almaktadır.
Kentimizde yaşayanların otoları, genelde ana cadde ve sokakların bir tarafını park olarak kullanmaktadır. Kaldırımlarımız, halkımızın yoğun hareketliliğiyle dolup taşmaktadır.
Kent içi ve çevre yollarımız da ayrıca sürekli olarak , hareket halindeki motorlu taşıtlara hizmet vermektedir. Doğal olarak taşıtların egzoz deşarjlarıyla havamız kirlenmektedir.
Belediye görevlilerimizin, özverili, yoğun ve iyi niyetli hizmetlerini ve hizmet üretme girişimlerini elbette, takdir ile izlemekteyiz.
Ancak, açıkça söylemek gerekirse, tüm çabalara rağmen kentimizin yerleşim, şehircilik, ulaşım ve çevre konularında yeni çözümlere ihtiyaç vardır.
Yeni tarz çağdaş öngörüler oluşturabilmek için, belediye ve kent yetkililerinin, şehircilik bilimine hakim, bilgi ve birikime sahip, sosyo-ekonomik gelişmeleri sentezleyebilen uzmanlara gereksinmeleri vardır.
Var olanı korumak ve iyileştirmek kadar yeni çekim alanlarını hazırlamak da önemlidir. İleriye dönük olarak yeni alanların kazanılması ve modern normlara uygun olarak biçimlendirilmesi, düzenlenmesi, yalnız bizler için değil gelecek kuşaklar için de gereklidir.
Hiç kuşku yok ki, yeni ve köklü dönüşüm projelerini uygulayabilmek çok zordur. Parasal gücün yanında, birbirinden farklı pek çok konuların yeniden yapılandırılmaları gerekecektir. Ancak sayın başbakanımız ve hükümetimiz yeni faaliyet dönemlerinde gerçekleşecek olan büyük ve çağdaş yatırımları peş peşe gündeme getirmektedirler.
Büyük beğeni ile izlediğimiz bu girişimlerden şehrimizin de pay almasını ve şehircilik alanında atılım yapılmasını diliyoruz.
Fetvada Ehliyet
Bir konuda son kararı vermek oldukça zordur. Bir de Yüce Allah adına din ile ilgili karar vermek, fetva vermek de zor ve vebal gerektiren bir durumdur.
Bu gün dünyada her alanda tahminlerimizin üzerinde gelişme ve değişmeler yaşanmaktadır. Teknolojik gelişmeler, bütün alanlarda son derece hızlı bir şekilde yerini almış durumdadır. Sürekli değişiklik ve yenilikler gözlenmektedir.
Adeta dünyada var olan nimetler, Hakk’ın eserleri olarak tek tek ortaya çıkmaktadır. Her türlü değişme ve gelişmeler karşısında dinimizin rolü ve konumu nedir? Bizim bu değişme ve gelişmeler karşısında konumumuz ne olmalıdır?
Her şeyden önce şu hususun bilinmesine mutlaka ihtiyaç vardır: Dinin sahibi Allah’tır. Hükümlerde tasarruf sahibi de O’dur. “Dikkat edin halis din yalnız Allah’ındır”ayeti bunun en açık delilidir. (Zümer, 39/3) Kullara düşen görev ise; “Dini Allah’a has kılarak (ihlâs ile) kulluk etmektir.” (Zümer, 39/2)
Bu ölçü içerisinde hareket etmeye çalışmak öncelikli bir görevdir. Ancak her konuda olduğu gibi dini konularda da ehil olanlar kadar, ehil olmayanlar da kendilerini söz sahibi zannetmektedirler.
Böyle olunca, fetvalar çoğalmakta, hükümlerde karışıklıklar meydana gelmektedir. Ehil olmayanlar sadece verdikleri fetvadan değil, fetva vermekten de sorumludurlar.
Ehil olmayanlardan fetva alanlarda sorumluluktan kurtulamaz. Bu durumda “Fetva nedir? Fetva kimden alınmalıdır? Herkes fetva verebilir mi?” sorularına cevap bulmamız gerekir.
Fetva, “Bir olayla ilgili hükmü açıklayan, kuvvetli ve kesin cevaptır.” Fıkıh terimi olarak, “Fakih bir kişinin sorulan fıkhi bir meseleye yazılı veya sözlü olarak verdiği cevap, ortaya koyduğu hüküm” demektir. Bu hükmü yeterli fıkıh bilgisi olan vermelidir, aksi halde verilen fetvalar telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurabilir. Zamanımızda yaşanmakta olan bazı olumsuz hadiseler de bundan kaynaklanmaktadır.
Fetva verecek kimsede şu beş şartın bulunması gerekir: 1-İyi niyet sahibi olmak ve yalnız Allah rızasını gözetmek, 2-İlim, hilim, vakar ve ciddiyet sahibi olmak, 3-Kendisinden ve bilgisinden emin olmak, 4-Halka kendi otoritesini kabul ettirmek, 5-Fert ve toplum olarak insanları tanımak.
Bu şartlardan da anlaşılacağı gibi fetva veren şahsın, fetva isteyenin psikolojik durumunu dikkate alması, halk nazarında itibar sahibi, basiretli, vereceği fetvanın fert ve toplum üzerindeki etkisini kavrayacak bir görüşe sahip olması gerekmektedir.(İslam Hukuk Metodolojisi, M. Ebu Zehra, s.391 vd.)
Hz. Peygamber (s.a.s.) zamanında, mazeretinden dolayı teyemmüm ile yetinmesi gereken sahabeye su ile boy abdesti aldıran ve bu yüzden hastalanıp ölümüne sebep olanlara, Resulullah (s.a.s); “Allah onları kahretsin, adamı öldürdüler. Madem ki bilmiyorlar, bilene sorsalar ya; aczin, bilgisizliğin çaresi ve ilacı sormaktır” (Ebu Davud, Et-Tahare, (336) 1/93) buyurarak sormayı ve araştırmayı teşvik etmiş, bilgisizliği ve cüretkârlığı kınamıştır.
Bu gün bu konudaki problemlerin başında cüretkârlık gelmektedir. Bunun ardından da vebal gelmektedir. Hz. Peygamber (s.a.s.)“Kime ilme müstenit olmayan bir fetva verilmişse, bunun günahı ona fetva verene aittir. Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bile bile, farklı bir irşatta bulunursa ona ihanet etmiş olur”[(Ebu Davud, İlim, 8, (3657)]buyurmuştur.
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de“Dillerinizin uydurduğu yalana dayanarak ‘Bu helaldir, bu da haramdır’ demeyin, çünkü Allah’a karşı yalan uydurmuş olursunuz. Muhakkak ki Allah’a karşı yalan uyduranlar kurtuluşa eremezler” (Nahl, 16/116)buyurarak kişinin yeterli bilgiye sahip olmadan dini konularda fetva vermesinin ne derece ağır bir vebal olduğunu bildirmiştir.
Bundan dolayı Sahabe-i Kiram fetva vermekten kaçınmışlar, bu işi fakîh olanlara havale etmişlerdir. Peygamber Efendimiz (s.a.s) kendisine bir mesele sorulduğunda çoğu zaman vahiy gelmesini bekler, ondan sonra cevaplardı.
Dini konularda ehil olan kimselerin fetvalarına, insanları doğru bir şekilde bilgilendirmelerineher zaman ihtiyaç vardır. Aksi halde dini konularda devam eden fetva furyası insanlarımızı rahatsız etmekte ve üzerlerine daha fazla sorumluluklar yüklemektedir. Cenab-ı Hakk’ın buyurduğu gibi,“Bilmeyenlerin bilenlere ve ehline sorması”(Enbiyâ, 21/7) problemlerin çözümü için tek çıkar yoldur. Bilmeyenlerin de bilmedikleri şeyleri söylemenin haram olduğunu (A’râf, 7/33) unutmamaları gerekmektedir.
İzmit’in Kaldırımları!
Yağmurlu bir İzmit akşamında, Salim Dervişoğlu caddesine, kaldırımda ilerliyorum.
Kaldırımlar oynak ve sulu!
Kaldırımlarda sıkça su birikintileri.
Kaldırımda değil, sığ bir denizde yürüyor gibiyim!
“Belki, Sabancı Kültür Merkezi önünde daha düzgündür” diye düşünüyorum. Ne yazık ki, orada da kaldırımlar oynak!
Büyükşehir Belediyesi önündekiler de öyle!
“Karaosmanoğlu yağmurlu bir gün bu kaldırımlarda yürüse ne hisseder?” diye soruyorum kendi kendime!
Çoraplarım vıcık vıcık olmuş.
Paçalarım, çektiği sularla giderek ağırlaşıyor!
İyi ki şemsiyem var. O da olmasa nice olurdu halim?
Necip Fazıl bu kaldırımlarda yürüse, o ünlü şiiri “Kaldırımlar” ı nasıl yazardı?
Kaldırım taşları ayağımın altında oynadıkça daha çok su alıyor giysilerim!
Kaldırım taşları oynar mı?
Kaldırımlar üzerine minik havuzlar oluşur mu?
Kimler yaptı bu kaldırımları?
Kim ihale etti?
Kimler kalite kontrolü yapıp teslim aldı?
İşin ehli olanlar mı yaptı, yoksa “bizimkiler!” mi?
Bu kaldırımları yapanların aldıkları para helal mi?
Yurt dışında bir çok ülkede kaldırımları inceledim.
Hiç biri bizimkiler gibi oynak değil!
Hiç birinde su birikmiyor; yola doğru ince bir meyil verilmiş, yağmurda bile kaldırımlar çorap ya da paçalara su pompalamıyor!
Üstelik, yoldan yaklaşık 25-30 santim yüksekliğinde kaldırım örneği yalnızca bizde var!
Dolgudan iyi para kazanılıyor olmalı!?
Uzun sözün kısası; İzmit’in kaldırımları kaldırım değil!
Üstelik hemen her dönemde yeniden ve yeniden kaldırım inşaatları yapıldığı halde!
Kaldırım işi birilerine iyi para kazandırıyor belki ama, ceremesini en ağır biçimde bizler, bu kentin dilsiz sakinleri yaşıyoruz!
Kaldırımların bize yaptıkları işkence az bile!
Biz bunu hak ediyoruz; çünkü, işi ehline vermiyoruz!..
Hac ve Düşündürdükleri – 2
Say: Safa ve Merve tepeleri arasında dört gidiş üç gelişten ibarettir.
Allah(cc)ın Hz Hacer’e verdiği görev yâda yüklediği misyondur.
Hz Hacer, zenci ve köledir.
Allah (cc) bütün görevlerin asil ve soylu olanlarda toplanmasını istemiyor.
Eğer öyle olsaydı Bu görevi bir kraliçeye verir.
O’nun adını kıyamete kadar yaşatırdı.
Say; bebek yaştaki Hz İsmail’in su ihtiyacından dolayı
Ana yüreğiyle Hz Hacer’in sağa sola koşuşturmasıdır.
Bir anne, bir yavru ve ıssız bir ortam
Hikmeti hüda
Say Arapça kökenli bir kelime olup çalışma ve gayret etmek demektir.
Yani acze düşerek ümit kesmek yok.
Bu gayretin neticesinde Hz İsmail’in ayaklarının dibinden su fışkırıyor.
Bunu gören anne Hz Hacer sevinçten gözleri parlamış bir vaziyette
Adeta havaya zıplayarak bağırıyor
ZEM, ZEM
Yani dur gitme, kaybolma
Evet, bugün içtiğimiz zemzem suyu
Bilim adamlarınca yapılan bir araştırmaya göre yer altındaki suların eğimi Mekke’ye doğrudur
Arafat: Mekke’den az bir uzaklıkta bulunan tepenin adıdır.
Hac ibadeti Mekke Medine ve Arafat üçgeninde oluşur.
Peygamberimiz Arafat’ın önemine binaen ”Hac Arafat’tır.”buyurmuştur.
Arafat’ta peygamberimizin bir taş sutunla işaretlediği bir yer vardır.
Orası Hz Âdem ile Hz Havanın buluştuğu yerdir.
Öğlen namazı ile ikindi namazı birleştirilerek birlikte kılınır.
Arafat’ta vakfe yapılır.
Yanı durulur.
Bu duruş Dünyada Müslüman’ın kimin yanında ve kimin karşısında duracağının göstergesidir.
Sizin yeriniz Musa’nın yanımı yoksa Firavun’un yanı mı?
Müslüman’ın duruşu zamana zemine konjöktüre göre değildir.
Müslüman hakkın yanında batılın karşısındadır.
Mazlumun yanında zalimin karşısındadır.
Müslüman zulmün karşısında olduğu gibi, fırsatını bulunca kendiside zulmetmez.
Müzdelife: Rivayetlere göre Hz Âdem ile Hz Hava’nın izdivaç yaptığı yerdir.
Yine rivayetlere göre şeytan burada çok üzülmüştür.
Bir Âdem ile uğraşmam gerekirken şimdi binlerce milyonlarca Âdem ile uğraşacağım.
Müzdelife’den şeytana atılacak taşlar toplanır.
Mina’ya geçilir.
Mina: Mina, Şeytanın temsili olarak üç bölümde simgelendiği yerdir.
Şeytan burada neden üç bölümde simgelenmiştir?
Bunun manası insanda kötülüklerin ana kaynağı üç yön vardır.
Yani insanın üç tane şeytana benzeyen tarafı vardır.
Bunlar
1 – Servet duygusu: Haram kazancı taşlıyorum demektir
2 – Şöhret duygusu: Hak için olmayan şöhret afattır.
Nefsimi tatmin edici şöhreti de taşlıyorum.
Çünkü afatın sonu berbattır.
3 – Şehvet duygusu: Tüm bu duyguları gayri meşru yoldan elde etmeyi taşlıyorum demektir.
Günümüzde insanlar servet, şöhret ve şehvet için neler yapmıyorlar ki
Şeytanı taşlamakla insan kendindeki bu üç şeytanı duyguyu taşlıyor demektir.
Bu üç duygu üç şeytanı temsil eder.
Bunları çekin alın bakalım insanlarda kötülüklerden eser kalır mı?
Burada Ali Şeriati’yide rahmetle yâd etmek gerekir.
Der ki; Hacda Şeytanı taşlayanlar memleketlerine dönünce şeytanı alkışlarsalar burada taşlamasalar da olur
Müslüman neyi niçin yaptığını, neyi niçin terk ettiğini bilmelidir.
İşte buna şuur hali denir.
Kurban: Hz İbrahim(as) ilerlemiş yaşında tek erkek çocuğu olmasına,
Oğlu İsmail’i de çok ama çok sevmesine rağmen
Allah(cc) için ondan vaz geçebilmesi olayıdır.
Şeytan burada Hz İbrahim’i kararından vaz geçirmek için çok uğraşıyor.
Yaşın ilerlemiş.
Başka erkek çocuğun olmaz.
Rüyayı yanlış anlamışsındır.
Netice alamaz
İsmail in annesi Hacer’e gelir.
Kocan oğlunu kesecek
Sen bir anne olarak buna nasıl sessiz kalırsın
Koş yetiş
Engel ol
Netice alamaz
Koşarak İsmail’in yanına gelir.
Baban seni kesecek
Sen daha çok gençsin
Önünde güzel günler var
Sen buna nasıl razı olursun
Bir şeyler desene
Babana engel olsana
Netice alamaz
İşte buda Allah(cc) emirleri karşısında Müslüman bir baba
Müslüman bir anne
Müslüman bir evladın sergileyeceği tavır
Şeytanın hilelerine karşı dik duruşun simgesidir.
Bu anlayış Müslümanlar açısından ideal olandır.
Görünüşte zordur ama sonu hep olumlu gelir.
İdeal olanı Allah (cc)peygamberler ve veli kulları üzerinden gösterir.
Müslümanlarında öyle olmasını ister
Birde günümüz Müslümanları için reel olan var.
Değil evladımızı feda etmeyi Allah için maddi menfaatlarımızın ne kadarından vaz geçebiliriz.
Bu sıradan Müslümanlar için.
Birde gücü elinde bulunduranları düşünün.
Fedakârlık şöyle dursun
Hak ve hukuka ne kadar riayet ederler.
İnanmazsanız Müslüman zenginlerin yaşantılarına ve ücret politikalarına bir göz atın.
Reel olan ile ideal olanı bir birine karıştırmamak lazım.
İdeal olandan da hepten uzak durmamak lazım
İdeal olan taşladığımız şeytanı yaşantımızdan uzak tutmaktır.
Reel olan ise hacda taşlayıp döndükten sonra peşinden koşmaktır.
Günümüzde Müslümanlar açısından reel ve ideal dengesi kaça kaçtır?
Allah (cc) bizleri şeytana karşı dik duranlardan eylesin.
Siz Allah (cc) emirlerine ram olur
En sevdiklerinizden bile vaz geçmeyi göze alırsanız
Allah (cc) bunu karşılıksız bırakmaz.
İsmail’in yerine koç göndermesi gibi
Bütün Müslümanların bu şuurda olması temennisiyle…
Ortadoğu’da Çıban Başı: İsrail
Yahudiler Ortadoğu’da yerleşti yerleşeli bütün dünyanın huzuru bozuldu. Gün geçmiyor ki gazeteler, televizyonlar İsrail’in yeni bir tecavüzünden bahsetmesinler.
Kapitalist Yahudilik âleminin beslediği desteklediği bir avuç İsrail ordusu, kabına sığmamakta ve her türlü melanetleri yapmaktadır. Yakındoğu’nun Arap aleminin kalbine bir hançer gibi saplanan İsrail’in bu tecavüzleri karşısında Araplar tam bir birlik halinde hareket edememekte. Günlerini nutuklarla, mitinglerle, protestolarla geçirmektedirler. Bu sebeple de bütün Arap âleminde isyanlar, parçalanmalar devam etmektedir. Atlas Denizinden İran sınırlarına kadar yayılan 200 milyondan fazla nüfusa sahip olan Arap alemi 6 milyonluk İsrail’in hakkından gelememiş bütün haklarını Yahudilere çiğnetmişlerdir. 2 milyona yakın Arap kendi öz yurtlarından sürülmüş, Filistin mültecileri adı verilen bu zavallılar aç çıplak çöllerde dolaşmaktadırlar.
Diğer taraftan Arap zenginleri, şeyhleri, emirleri sayısız cariyeler, son model lüks arabalar türlü zevk sefa içinde binbir gece masallarının alemini yaşamaktadır. Bu adamlar ömründe bir defa olsun karnı doyuncaya kadar yemek yemeyen, bir defacık olsun kahkaha ile gülmeyen o mübarek Peygamberin Ümmetinden olamazlar. Bu günkü Arap aleminin İslamiyet’ten evvelki Araplarla hiçbir farkı yoktur.
Arap memleketleri, Dünyanın en zengin memleketleridir. Zira bu memleketlerde 20. ve 21. asrın medeniyetinin şah damarı kanı canı olan zengin petrol kaynakları mevcuttur. Yerin üstüne hakim olamayan Arap yerin altından da bihaberdir. Biz Türkler din kardeşlerimiz olan Arapları her bakımdan kuvvetli kudretli kendi memleketlerinde hür ve müstakil hiçbir istismara yer vermeyen insanlar, devletler olarak görmek isteriz.
Asırlarca bir arada yaşadık, adetleri adetlerimize, dilleri dilimize karışmış bütün içtimai hayatımıza girmiş, vicdanlarımıza kadar sinmiştir.
Büyük Ortadoğu projesi gereği ABD’nin Ortadoğu’da ki devletlere saldırısını ve rejim değiştirmeye kalkışmasını millet olarak asla tasvip etmedik. Bu sebeple de İsrail’in Gazze’ye yardım için giden gemiye saldırıp dokuz vatandaşımızı şehit etmesi ve Arap Ülkelerindeki kargaşaları teşvik etmesi sebebiyle İsrail’den elçimizi çektik. Bu ülkelerden Suriye ve Mısır devamlı Türk düşmanlığı yapmış, Suriye yıllarca Terörist başını Şam da malikâneler de yaşatmış ve Hatay İlimizi bizden isteme cesaretini de göstermiştir. Bu ülkeler Türkiye aleyhine yapılan düşmanlıklar bize yöneltileceği yerde İsrail’e yönetilse Araplar sözlerinin eri olsalar ortada İsrail diye bir şey kalmayacağı gibi bütün Ortadoğu bilhassa Arap alemi büyük devletler arasında bir pazarlık mevzuu bir nüfuz sahası olmaktan çıkar Ortadoğu’da sulh ve sükunun muhafazası ve devamı isteniyorsa şöyle hareket edilmesi gerekmektedir.
1- Ortadoğu’da devamlı huzursuzluğa sebep olan İsrail Arap ülkelerinin birleşmesi birlikte hareket etmesiyle Yahudi şımarıklığına son verebilirler.
2- Ortadoğu devletleri hassaten diğer İslam devletleriyle anlaşarak Atlantik’ten Endonezya ya kadar 500 milyon Müslüman dan müteşekkil bir topluluk halinde kuvvetli kudretli bir varlık halinde dünyanın karşısına dikilmelidir.
3- Bu İslam devletleri krallıkları emirlikleri bırakmalı Cumhuriyet idaresine kendi hür iradeleri ile geçmelidirler. Böylece milletle devlet ve hükümet idare edenlerle idare edilenler arasındaki düşmanlık kalkmalıdır.
Bu gün Ortadoğu’dan Fransızlar ve İngilizler çekilmiş görünmektedir. Ancak Ortadoğu’da ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’nın çıkarları çakışmaktadır. Ortak emperyalist politikalar Dünyanın her yerinde olduğu gibi Ortadoğu’da da ABD tarafından planlanır. Askeri operasyonları ABD icra eder istihbarat çalışmaları İngiltere kültürel faaliyetleri Fransa yürütür. Amaca ulaşmak için çeşitli dolapların çevrilmesi ve ortalığın karışması gerekir. Bunu tezgâhlayan da Almanya’dır. Bu gün Ortadoğu Arap ülkeleri isyanlarla, çatışmalarla karanlık günler geçiriyorsa bunun sebebi Ortadoğu’da çıkarları çakışan devletlerdir.
İsrail Ortadoğu’da başlı başına bir meseledir. İsrail’i uzaktan yakından ilgilendiren her mesele dünya iktisadiyatını hatta fikriyatını elinde bulunduran Yahudilik alemini dolayısıyla bütün dünyayı ilgilendirir.
Her devlet kendi boşluğunu kendisi dolduracak hale gelmeli. İçtimai iktisadi, siyasi her sahada kuvvetli olmalı memleketlerini bir istismar sahası olmaktan kurtarmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihinde hiç bu kadar acz içinde olmamıştır. Öğretmenleri kaçırılıyor, polisleri, askerleri, korucuları şehit ediliyor. PKK Teröristleri artık işi o kadar ileriye götürdüler ki kendi insanlarına kurşun sıkıyorlar. Bayanları öldürüyorlar ondan sonrada “Affedersiniz biz polis zannettik” diyorlar. Eskiden bir söz vardı ” doğmamış çocuğa don biçmek” şimdi “doğmamış çocuğa kefen biçiyorlar.”
Bizim yöneticilerimizde PKK terör örgütünün uzantılarıyla görüşmelerinden memnun hatta meclise gelmelerinden de büyük mutluluk duyuyorlar.
Yüce Allah milletimizi korusun.