Muhayyer Kürdi

96

 İnsanlık payesi üstünden alınmayanlar hisseder. Hissetmek gönül ve kalp işidir. Kalbi virane olmayanlar, yaşadıklarını acı, hüzün ve sevgi ayırımına tabi tutar.

His ırmağının coşkun akan kolu olan büyük acılar dilsiz, büyük aşklar evsizdir ve onlar bedensiz yaşanır.

Dilimiz, hüzün ve sevgileri anlatır fakat dili kalbine tercüman olmayanlar, hisseder ama ifade edemez. İşte bu aşamada hislerini sanatlı söyleyenler, söyleyemeyenlere dil verir, söyledikleriyle…

“Dili yok kalbimin ondan ne kadar bizarım’ diyenler, “gözlerime bak da inan, senin için kimmiş yanan” diyerek kalplerine ayna yaparlar gözlerini. Onu da başaramayanlar, şarkılardan fal tutar, acıyı ve sevgiyi öyle paylaşırlar.

Şarkılar, hislerin söz ve müzikle ifadesidir ve her milletin hayat algısına göre oluşturduğu musikisi vardır.

Kuran’da Allah’ın çağrısına muhatap olan ve o çağrıya tabi olan atalarımız, hüznü ve sevgiyi sanatlı şekilde icra etmekle kalmamışlar aynı zamanda insanların, his ve gönül dünyalarına hitap eden ve yeryüzünde, Klasik Batı Müziği ve Klasik Hint Müziği ile beraber sürekliliği ve geleneği olan Klasik Türk Müziğini oluşturmuşlardı.

Musiki, insanın ruh dünyasına hitap eden lisanıyla önce beyin ritmimizi, sonra kalp kimyamızı düzeltir ve ikisiyle birleşip hayatımıza huzur iklimini hâkim kılar, akıl, ruh ve beden sağlığına kavuşturur.

Çeşitli İslam Medeniyetlerinin zengin birikimine dayanan Klasik Türk Müziği, 590 makama varan zenginliğiyle şifahanelerde hastaların tedavisinde de icra ediliyordu. İnsanı maddi yönüyle ele alan Batı Tıbbını hayranlıkla benimseyip yaşamdan kovduğumuz bu tedavi ve iletişim şeklinin gerekliliğini ve etkisini yine Batı ilminden öğreniyoruz.

Güzel ve hoş müziklerden, insanlar kadar bitkiler ve hayvanlar da etkileniyor, su kristalleri en güzel şeklini alıyor. Müziğin beyin dili programlamadaki etkisi her gün biraz daha belirginleşiyor ve kötü müzik aynı oranda olumsuzluklara sebep oluyor.

1929’larda Radyodan okunması yasaklanan ve ancak 1970’lerde Konservatuarda eğitimine başlanan Klasik Türk Müziğindeki 590 makamdan 80 kadarının örneği günümüze kadar ulaşabilmiştir,

Acemaşiran, Beyati, Buselik, Hicaz, Hüseyni, Kürdili Hicazkâr, Muhayyer Kürdi, Nihavent, Rast, Sultanîyegâh ve Uşşak gibi makamlarıyla bir zamanlar gönül telimizi titreten Klasik Türk Müziği ve kültürü sahipsiz kaldı.

Yeni nesil; kırılıp giden yârine olan tutkusunu Beyati makamında “öyle derin nakşetmiş ki, felek seni şu gönlüme”; kendini hayatın akışına bıraktığını Hicaz makamında “kapıldım gidiyorum bahtımın rüzgârına”; ömür boyu sevdalardan çektiğini Hüseyni makamında “geçti sevdalarla ömrüm” ya da davetkâr bakışlı sevgiliyi Muhayyer Kürdi makamında “bakışı çağırır beni uzaktan” şarkısıyla edep dairesinde anlatmanın erdeminden bihaber.

30 yaşın altındaki nesle bu şarkılar bir şey ifade etmiyor. Onların gönül dili değişti. Obezlere uygulanan mide küçültme operasyonlarının benzeri sanırsınız yeni neslin beynine ve ruhuna uygulandı, düzgün ve anlamlı cümlelerden oluşmuş şarkıları hazzetmiyorlar. Popüler olandan ötesini anlamıyorlar.

Onlar, kafa ve kalp merkezli yaşamdan ziyade bel altı eksenli yaşama davet eden;”Kız, hepsi senin mi?”, “yakalarsam!…”, “evli iki çocuklu”, “yoksa bahçemin eski şanı, sebebi koparılan güller”, “tipim değilsin üstü kalsın”, “sevişmeden uyumayalım” gibi sözde şarkılardan hoşlanıyorlar.

İnsan,”edep ya hu!”demeden edemiyor. Nereden nereye savrulduk? Bu bir zıpırlaşma, süflileşme süreci değilse nedir?

Müzik derslerinde bize ilk öğretilen şey, “müzik ruhun gıdasıdır” cümlesiydi. İlmen ispatlanan bu yalın doğruyu esas aldığımızda, ruhu bu pespaye cümlelerle beslenen nesil, hangi yarınlara hazırlanıyordur ve bu başıboşluğu, vurdumduymazlığı hangi muhafazakârlıkla izah edebiliriz?

Son on yıla damgasını vuran muhafazakâr iktidar, on yıldır hep aynı makam ve aynı şarkıdan öteye geçemedi. Yeni bir şeyler söyleyin artık… Aksi halde Millet, Muhayyer Kürdi makamından “artık sevmeyeceğim, bütün kabahat benim”, “bir zamanlar sevginle ateşlenen başımı dayasaydım taşlara dizlerinin yerine”, “oyun bitti”, “aşkın kanunu” şarkılarını okuduğunda, birde bakarsınız ki, beraber yürüdüğünüz yolarının sonu gelmiş! İşte o zaman  ‘elbet bir gün buluşacağız, bu böyle yarım kalmayacak’ şarkısı yeni şarkınız oluverir, sizden öncekilerin olduğu gibi…