TRT gibi bir kuruma yandaş hale gelmek doğrusu hiç de yakışmıyor. Aslında sadece TRT değil; özel kanallarının çoğunluğu iktidara hoş görünmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bir dönemin tek boyutlu Demirperde basınına döndük. 17.04.2011 tarihinde TRT’nin akşam haberlerinden bir cümle: “Başbakan önemli bir açıklamada bulundu.” Peki, Sayın Başbakanın açıklaması önemli de diğerleri önemsiz mi oluyor? Ardından rahmetli Özal’la ilgili bir haber var. Haber, şu kelimelerle sıralanıyor: “Şüpheli bir ölümle aramızdan ayrılan…” Ölümün şüpheli olanını herhalde TRT tayin ediyor. Birçok ciddi ülkede siyasetçiler bizdeki kadar ekranları işgal etmiyor. Bizde Sayın Başbakan ile beraber canlı yayınlar yürüyor.
Siyaset spora da karışıyor. Alex’e ve Fenerbahçe Kulüp Başkanına Başbakan ziyaret ettiriliyor. Sayın Başbakan, belirli bir kulübü tutmuş olsa da tarafsız olmak durumundadır. FB Kulüp Başkanına yaramaz bir şey var mı mealinde sorduğu sorunun, hakemler üzerinde bir baskı yapmayacağı söylenebilir mi? Hangi hakem bundan böyle o kulüp aleyhine düdük çalabilir?
Hemen hemen her konuda aynı yanlışlarla karşılaşıyoruz. Üniversite giriş sınavlarından birçok alana kadar sınav sorularının emniyeti ortadan kalktı. Şifreler ortada dolaşıyor. Gerçekler karşısında yetkililerin açıklamaları kendileri dışında kimseyi tatmin etmiyor. Şımartılmış ve dışarıdan destekli terör çeteleri İstanbul’da esnafa ve dükkânlara saldırıyor. Terör örgütü yandaşlarına gösterilen hoşgörü, protestocu vatandaşa uygulanan muameleden çok farklı…
Muhafazakâr görünüm altında liberal rüzgârlara açık olup her türlü değişmeye teslim olmayı demokratikleşme zannedenler; şimdi de Mevlid ile uğraşıyor. 10 milyon TL bütçeli 300 kişilik koro yeni eserler üretmek yerine, mevcudu bozma ve değiştirme ihtiyacını duyuyor. Türk üslubu içinde İslâm’ı yaşamanın önemli örneklerinden biri olan ve rahmetli Süleyman Çelebi’nin o muhteşem eseri kilise müziğine çevriliyor. “Kantant” adı verilen düzenlemeler Hıristiyanlara özgün bir müzik anlayışını ifade etmiyor mu? Bach’ın kantantlarına benzeyen müzik düzenleyerek bütün asırlara hitap eden ve Türk nesillerini manevi bakımdan doyuran Mevlid’le oynamak neden? Muhafazakâr olabilmek için muhafaza edilmesi gerekenleri bozmak mı gerekiyor?
Mevlidi uzun bir süredir Türk Kültürüne has bir gösterge olduğu için dışlamak isteyenlere hep rastladık. Mevlidi 300 kişilik bir koroya anlamını yitirterek okutmak 3 dini birleştirici bir diyalog anlayışının eseri midir? 3 dinli ve 3 peygamberli, Hz. Muhammed’siz ve Kur’an’sız bir İslâm peşinde olanlar, burada da sırıtıyor. Diyanet İşleri Başkanı Diyarbakır’da Mevlid’ten bir parçayı Kürtçe okumak ihtiyacını duydu. Dünya dili olan Türkçe’ye arkadaş diller arama işgüzarlığını bırakalım.
Türkçe, Türkiye Cumhuriyetinin egemenlik haklarıyla ilgilidir. Aynen yargılama, para basma, vergi toplama, asker besleme ve eğitim-öğretim dili gibi… Dünyada hiçbir ciddi devlet, devletin dili varken, anadillere göre ortaoyunu oynamıyor. Anadilde eğitim zorlamaları, devletin dilini ve bayrağını değiştirtmeye benzer. Dışarıya hoş görünmek için yanlış danslar yapmayalım. Kürt açılımı macerasının ülkeye olan fatura büyük olacaktır. Bu macera bizi AB üyeliğine yaklaştırdı mı? AB üyesi Slovakya Macarca konuşanlara ceza koydu. AB bu yasağa karşı çıkmadığı gibi Slovaklara Macar açılımı yapın da demedi.
Paris’de Korsika dilinde konuştukları için bazı sanıklar, Mahkemeden dışarı çıkartılmışlardır. ABD’de İspanyolca çok yaygındır. Ancak ne ABD ne de onun dostları İspanyolca eğitimi seslendirmiyor. Türkiye’de ise, marjinal grupların dilleriyle Devlet yayın yapıyor, yer adları Türkçe dışına taşınıyor. ABD 2007 yılında İngilizce Dilbirliği Kanununu çıkarıyor. Gerekçesi ise, İngilizcenin farklılıkları birleştirici ve farklılıklar üstü özelliğidir. Bütün bu gaflet örnekleri “ileri demokrasi” diye hiçbir ciddi devlete kabul ettirilemez. 12 Haziran’da asıl bunlar oylanmalıdır.