Dr. Mehmet Niyazi Özdemir Röportajı

128

Okuyucuyu tebessümlerden gözyaşına savuran gerçekler… Katran karası hakikatlerden ufkumuzu aydınlatan belirlemelere uzanan tahliller…
Mütefekkir Yazar Dr. MEHMET NİYAZİ ÖZDEMİR üstadımızın cevaplarında.
Öyle bir Türkiye tablosu ki… bakanlar; ‘Nasıl oldu da bu güne kadar göremedik’ diyecekler.
Oğuz Çetinoğlu: Târihî olaylarda, sebep-sonuç ilişkileri daima tartışma konusu olmuştur. Buna rağmen genel kabul görmesi mümkün değerlendirmeler de yapılmaktadır. Değerlendirmelerinizin isâbeti, hiç değilse, azımsanmayacak belli bir kütle tarafından dikkate alındığı biliniyor. Türkiye’nin içerisinden geçmekte olduğu sıkıntıların sebeplerini tahlil eder misiniz?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: Dünyâda genellikle iki süper güç birbirini dengeler, diğer devletse onların gölgesinde hayat hakkı ararlar. Bazen teknik gelişmelerden, Ümit Burnu’nun keşfi, yeraltı kaynaklarının gün ışığına çıkması gibi sebeplerden dolayı birkaç güçlü devlet yeryüzünde oluşur. Birinci dünya savaşından önce İngiltere, Rusya, Fransa, Almanya, ABD, tarihi bir realite olarak Osmanlı. İkinci Dünya Savaşından önce de yine İngiltere, Rusya, Rusya, Fransa ABD, Japonya gibi. İnsanlara benzer şekilde devletler de güçlendikçe güçlenmek isterler. Fakat insanları hayâ, utanma, vicdan gibi iç dinamikleri frenler. Devletler kendilerini denetleyen böyle dinamiklerden mahrum olduğu için, güçlü devletler, daha güçlenmek tutkusuyla birbirlerine girerler. Birinci ve İkinci dünya savaşlarında olduğu üzere bazen de süper güçler tekleşir; Cezar zamanında Roma’nın, Kanuni zamanında Osmanlı’nın, şimdi de ABD’nin olduğu şekilde. O vakit de dünyada terör kendini gösterir; Çünkü alternatif gaye güdenlerin başka çaresi yoktur.
1774 Kartal Meydan Muharebesini kaybedince, Eflâk ve Boğdan’ı Avusturya’ya, Kırım ve havâlisini Rusya’ya bıraktık; dolayısı ile süper güç olma hürriyetimizi de kaybettik. Bizim yerimize İngiltere’nin karşısında Rusya süper güç oldu. Arkasında süper güç olmayan milletler, ümmetler, yetim milletler ümmetlerdir. 1774’ten beri iki süper güç devamlı Hıristiyan’lardan olduğu için dünyayı devamlı Türk Müslüman kanı sulamaktadır.
2200 yıldır dünya târihini kaba çizgileriyle biliyoruz. Hunlar, Göktürkler, Karahanlılar, Selçuklular, Cengizliler, Timuriler, Osmanlılar, Babürlüler gibi süper güç olan devletleri alt alta yazıp toplayınca, bu zaman diliminde Türklerin ne kadar süre güç oldukları ortaya çıkıyor. Bu da dünyânın güçlü devletlerinin dikkatlerini üzerimize çevirmelerine sebep oluyor. Zira İbn Haldun, “su nasıl suya benzerse, milletin geleceği de geçmişine öyle benzer.” diyor. Unutmayalım ki büyük târihler, zayıf devletlere en büyük yük olurlar. Sıkıntılarımızın ana kaynağının buradan geldiği kanaatindeyim.
Çetinoğlu: İçerisinde bulunduğumuz durumda bir takım sıkıntılar var ki… çalıştaylar, görüşmeler, mutabakat arayışları içerisinde açılım hazırlıkları söz konusu: Ermeni açılımı, Alevi açılımı ve adı sonradan ‘Demokratik açılımı’ olarak değiştirilen Kürt açılımı… Birincisinden başlayalım: Dünya üzerinde birbirleriyle ilişkileri kopuk olan onlarca ülke var. Bu ülkelerle kimse ilgilenmez iken, Türkiye’nin ‘Ermenilerle ilişkilerinizi normalleştirin’ şeklinde bir yönlendirmeye muhatap edilmesini nasıl yorumlamak gerekir?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: Ermeniler Hıristiyan’dır; Günümüzün dünyâsında da Hıristiyan devletlerin ağırlığı tartışılamaz. Aramızdaki ilişkinin kopukluğundan daha çok Ermeniler mağdur oluyor; bu da günümüzün güçlülerini rahatsız ediyor.
Çetinoğlu: Türkiye’nin Ermenistan’a ihtiyacı yok. Fakat Ermenistan’ın dünyaya açılabilmesi düşüncelerinin olmazsa olmazı Türkiye’dir. Türkiye bu avantajını, avantajlı sonuçlar elde edilmesi için kullanabilir mi, hangi şartlarla?

Dr. Mehmet Niyazi Özdemir:  Evet bizim Ermenilere ihtiyacımız yok; onların bize ihtiyacı var; ama Ermenileri tek başına ele alırsak böyle; fakat Hıristiyan dünyâsıyla olayı değerlendirirsek durum değişiyor. Bilhassa ABD’deki ve Fransa’daki Ermeni lobileri sıkıntılara sebep oluyor. Rusya da Ermenileri Azerilerin üzerinde tehdit unsuru olarak kullanıyor; toprağının ciddî bir bölümünü işgal ettirdi. Yakın zamanda da silah gücüyle geri alınabileceğe pek benzemiyor. Anladığıma göre Türkiye, Ermenistan’la ilişkilerimizi normalleştirirken, Azerbaycan’ın toprağını kurtarmanın peşinde. Azerbaycan’ın işgal ettiği topraklarından bir santim bırakmadan çekilmesi şartıyla bir noktada buluşabilirse iyi olur. Aksi takdirde dişimizi sıkıp problemlere katlanmalıyız; arkasında Rusya, ABD, Avrupa var; ama taşıma suyla değirmen dönmez; Ermeniler daha büyük sıkıntılara girer. Ayrıca zaman lehimize işliyor; Türk dünyâsının ve İslâm âleminin nüfusu artıyor; yeraltı servetleriyle zenginleşiyorlar. Karşımızdakilerin nüfusu azalıyor; ekonomik sıkıntıları kendisini gösteriyor.
Çetinoğlu: Türkiye-Ermenistan sınırının açılması ile karşılaşılacak olumlu ve olumsuz gelişmeleri; a- Türkiye-Azerbaycan, b- Türkiye-Türk dünyası, c- Türkiye-ABD, ç- Türkiye Avrupa ülkeleri ilişkileri açısından değerlendirir misiniz?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir:
Türkiye’nin Azerbaycan’la anlaşmadan Ermenistan sınırını açacağına inanmıyorum; bunu ne bu, ne de oyla gelmiş bir başka iktidar yapabilir; ancak bir ara rejime, Yunanistan’ın NATO’ya dönmesinde olduğu gibi, yaptırabilirler. Azerbaycan’ın işgal altındaki toprağını düşünmeden Türkiye böyle bir şey yaparsa, Türk dünyâsındaki bütün ağırlığını kaybeder. Oralarda ağırlığını kaybeden Türkiye, batıda da şamar oğlanına döner. Tek taraflı Türkiye sınırını açarsa, ABD’den, Avrupa ülkelerinden ‘âferin’ alır; üç gün sonra bunu unutup yine Türkiye’ye dair klâsik politikalarına dönerler; tıpkı Kıbrıs’taki evet dediğimiz referandumda olduğu gibi.
Çetinoğlu: Alevi açılımı başladı fakat devam etmedi veya tavsadı-hızı yavaşladı… Önce; açılımın gerekli olup olmadığı konusundaki yorumunuzu alabilir miyim?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir:  Avrupalılar, emperyalist güçler sosyal bünyemizi derinliğine araştırıyorlar; nerede bir farklılık varsa, orayı dinamitlemeye başlıyorlar. Farklılık bulundukça istismar olacaktır. ‘Açılım’ ile bütünleşmemiz isteniyorsa ‘evet’; ama realist olmak da lâzım; bu iş nasıl gerçekleşecek?
Çetinoğlu: Alevilerin savunuculuğu konusunda, Alevi olmayan kişilerin daha fazla aktif olduğu gözlemleniyor. Sebeplerini tahlil eder misiniz?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: Ayrılıklarımızı dinamitleme konusunda emperyalistlerin arasında işbirliği var. Meselâ ABD, PKK’nın arkasındayken Almanya’nın kimleri desteklediğine bakarsak, olup biteni gayet iyi görürüz. Tabii ABD’nin, Almanya’nın, diğer güçlerin adamları içimizde cirit atıyor; onların politikalarını bünyemizde uygulamaya çalışıyorlar.
Çetinoğlu: Alevilik Türkiye’nin bir gerçeği. İnkâr etmek faydasız, değiştirmek imkânsız, değiştirmeye teşebbüs etmek zararlı. Tarafların birbirlerini tanımaları ile problemlerin en aza indirilebileceği iddiaları var. Bu iddialar hakkındaki görüşlerinizi ve konu ile ilgili özgün düşüncelerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: Alevilerle Sünnîler arasında bir problem yok; hiç kimse kimseyi Alevi veya Sünnî olduğu için aşağılamıyor. Hatta komşumuzun Alevi mi, Sünnî mi olduğunun farkında bile değiliz. Problem herhalde devlet desteğinden yararlanmak hususunda ortaya çıkıyor.
Çetinoğlu: Aleviler mütecanis bir topluluk değil. Devlet desteğinden yararlanmaları, aralarındaki ilişkileri ve Türkiye’nin huzurunu olumsuz yönde etkiler mi?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: Herhalde Alevi açılımıyla, Alevilerin Diyânet teşkilâtında yer, bütçeden pay almalarını anlamak lâzımdır; çünkü aramızda başka sıkıntı yok. Onlar da bu toprağın çocukları; vergi veriyorlar; diğerleri gibi devletin imkânlarından faydalanmaları gerekir. Ama açık oturumlarda Alevileri dinledikçe, yazılanları okudukça Aleviler, mütecanis olmadıkları gibi aralarında uçurum var. Kimileri Aleviliğin din olmadığını, Hz. Ali ile de ilgisi bulunmadığını, Aleviliğin ‘Alev’den geldiğini, bir yaşama biçimi, kültür olduğunu söylüyor. Kimileri de Sünnîlerin arasında pek fark yok. Her halde ‘Ben Aleviyim’ diyenler, kendi arzularıyla bir çatı altında toplanmak; farklı olanların arasında ciddî bir sayım yapılıp bütünleşmedeki payları, Diyânet’teki durumları belirlenmeli.
Yalnız her şeyden önce Türkiye’nin ciddî bir nüfus sayımı yapılmalıdır; Alevilerin sayısı şu kadar; Kürtlerin ki bu kadar; şu kadar Arap yaşıyor… Diğerlerinin verdikleri rakamları da alt alta yazıyor, topluyoruz; Ülkemizin nüfusu doksan iki milyon çıkıyor. Biz Sünnî Türkler de piyasada yokuz. Ülkemizin nüfusu yetmiş iki milyon olduğuna göre, biz Sünni Türkler yirmi milyon çocuk yapıp diğerlerine dağıtınca ancak sıfır olabiliyoruz; yâni biz Sünnî Türkler diğer guruplara nüfus borçluyuz.
Çetinoğlu: ‘Kürt açılımı’ yanlış bir isimlendirme idi. ‘Demokratik açılım’ ise bir ucu açık kalmış görüntüsü veriyor. Sınır çizilmesi konusunda mutabakat sağlanabilecek, sağlanan mutabakatla akan kanlar durdurulabilecek mi, ülke kalkınmasına tahsis edilmesi gereken kaynakların hebâ olması önlenebilecek mi? Özetle, beklenen sonuçlara ulaşılabilecek mi?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: ‘Kürt Açılımı’, ‘Demokratik Açılım’, ‘Millî Birlik Açılımı’ ne dersek diyelim, yolumuz aynı kapıya çıkar. Farklı söylenmesi sâdece siyasî dikkat bakımından bir anlam ifade eder. Gaye akan kanı durdurmak, memleketin imkânlarını terör olayında değil de, kalkınmada kullanmak olduğu anlaşılıyor. Hangi idrak sâhibi buna karşı çıkabilir? Fakat bunu sosyal tedbirlerle gerçekleştirmek mümkün mü? Bunun açılımlarla sona ereceğine inanmak, bu tahrikin dışardan geldiğini görmemek anlamına gelir. Dağlarda 7.000 civârında terörist olduğundan söz ediliyor. Bu kadar insanın ihtiyaçlarını göz önüne getirelim. Arkalarında destekleyen bir güç olmasa yıllardan beri bu terörü sürdürebilirler mi? Kandan, gözyaşından hepimiz bıktık. Anneler, kardeşler ağlamasın; âmennâ. Bu uğurda çok şeyimizi verelim; tamam. Ne yazık ki sosyal tedbirlerle her gün içine odun atılan ateşi söndürmek mümkün mü?
Kültürümüzde etnisite yok; kabul var. Kim kendisini ne hissediyorsa odur. Sokullu Hırvat asıllıdır; ama bizim kadar Türk ve Müslüman olduğuna inanıyoruz; o da kendisini öyle kabul etmeli ki her gece bir saat Kur’an, bir saat de Türk tarihi okuduğu rivayeti kitaplarda yer almaktadır. Bu teşkilatın elebaşlarını mercek altına alıp derinleştirin, bakalım altından ne çıkacaktır?.. Emperyalistlerin kültüründe hem etnisite var; hem de bizi varlıkları için tehlike görmektedirler. Bu işin tahrip edicilerini niçin kullanmasınlar? O zaman biz terörle yaşamaya maalesef alışmaya mecburuz. Sosyal bünyemizi polisiye ve kültürel tedbirlerle güçlendirmenin yollarını aramalıyız. Evvelâ o bölgeyi iyi tanıyan, sadece terörle mücâdele eden, profesyonel bir birlik oluşturmalıyız. On aylık askerin tetik çekerken gözünü kapatması tabiidir. Sonra ciddî, tarafsız, bölücülüğü amaç edinmemiş, bir Kürt enstitüsü kurmalıyız. Bu enstitü, önce Kürtlerin kim olduklarını genel olarak, sonra aşiret aşiret ortaya koyarsa, bu yangının alevleri azalır. Hepten yok olmaz; çünkü içlerinde Kürt olmayan zümreler, ülkemize gaile açmak için Kürt görünmeye devam ederler. Ve sonra unutmayalım ki Kürtler bir sabah ‘Biz artık Türk olduk’ deseler, emperyalistler bize yeni bir dert icat etmezler mi? Ellerinde tuttukları kozlara dikkat edersek, devamlı yedekli çalıştıklarını görmüyor muyuz?
Kimileri ‘Biz çözmesek, başkaları karışır’ diye endişe ediyorlar. Emperyalist güçler bizi ufalamaya kafalarına koymuşlarsa bahâne bulmakta güçlük çekmezler; tavşana senin niçin şapkan yok diyerek hakkından geldikleri gibi.
Şunu da unutmayalım ki hiçbir beşerî güç sınırsız değildir. At gözlüğünü çıkarırsak, dünyâda çok alternatiflerin olduğunu görürüz. Zâten vatanını savunamıyorsan, onu bir gün elinden alırlar; lütufla vatan sahibi olunmaz.
Çetinoğlu: Osmanlı’dan tevârüs eden gelenekle; bâzı problemleri yok saymak veya önemsememek gibi zaaflarımız olduğu biliniyor. Açılımlarla, zaaflarımızı aşma irâdesinin belirdiği söylenebilir mi?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: Açılımlarla hiçbir zaafımızın aşılacağına inanmıyorum. Elbette ki her günün dünyâsı farklıdır. Medeniyet üretmenin birkaç ana kaynağından biri hürriyettir ki insanımızdan bunu esirgememeliyiz. Ama kanun hâkimiyetinin olmadığı hürriyet anarşidir. O da çöküntünün en ağır mikrobudur. Devlet ne hukukun üstünlüğünden tâviz vermeli; ne de âcizlik göstermelidir. Âcizlik gösterdiği anda o tüzel kişi devlet olmaktan çıkar.
Çetinoğlu: Demokratik açılım hareketi Türkiye’yi Osmanlı’nın çözülüş sürecine benzer bir mâceraya sürükler mi?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: İnsanın olduğu yerde problem olur. Ancak aptalların olduğu yerde problem olmaz. Osmanlı döneminde de pek çok problemimiz vardı. Osmanlının sosyal bünyesi tahribe çok daha müsaitti. Coğrafi olarak da Rusya ve güneş batmayan İngiliz İmparatorluğu’nun ateşten kıskacında yaşıyordu. Savaşsız, yenilgisiz tek santimetre kare toprak kaybedilmedi. Yenenlerin, yenilenlerin kaderinde söz sahibi olması tabiidir. Osmanlı çözülmedi; yenildi. En elemli döneminde bile Şeyh Sinusi, Seyit el Tunusi, Şekip Aslan gibi ayrı ırktan ve ayrı mezhepten milyonlarca insan yanındaydı. Demokratik açılım Türkiye’yi mâcerâya sürükler. Çünkü insanımızı birbirine bağlayan ortak payda çeşitli sebeplerden dolayı çok azaldı. Kültür ve millî eğitim politikamız böyle devam ederse, açılıma gerek kalmadan çözüleceğini söylemek kehânet değildir.
Çetinoğlu: Demokratik açılım; Türk kültürü potasında kaynaşmış olsa bile, kendi aralarındaki sosyal faaliyetlerinde mahallî kültürlerini diri tutan Abazaları, Çerkezleri, Gürcüleri, Lazları, Tatarları ve diğer grupları, daha fazla serbestiyet istemeye yönlendirir mi?
Dr. Mehmet Niyazi Özdemir: Demokratik açılım Abazaları, Çerkezleri, Gürcüleri, Lâzları, Tatarları ve diğer gurupları daha farklı imtiyazlar istemeye sevk etmez. Lâzlar hariç diğerleri vatanlarını kaybetmişlerdir. Milletler acılardan çok şey öğrenirler. Yakın dönem fikir ve kültür hayâtımıza bakınca, askerî târihimizi değerlendirince, bunların Türk milliyetçiliğini fişeklediklerini görürüz. Ahmed Midhad Efendi’den, Ömer Seyfeddin’e kadar pek çok kalem erbâbı, Ali İhsan Paşa’dan, Refet Paşa’ya, Eşref Sencer Kuşçubaşı’na kadar pek çok kahramanımız Çerkez’dir. Kim Ömer Seyfeddin’den daha çok Müslüman, daha çok Türk, hattâ daha çok Osmanlı olduğunu iddia edebilir. Onlar biliyorlar ki bizi var eden iksir, İslâm plâtformunda filizlenen Türk kültürüdür; varlığıdır. Hepimiz o kültürden besleniriz; bizler için başka hayat alanı yoktur. Bu bakımdan Lâzlar incelenmeye değer. Müslüman oluşlarından ve Rus düşmanlığından dolayı bizimle beraber oldukları zannedilir. Bunda hakikat payı vardır. Fakat olay bu kadar basit değildir. Derinliğine araştırınca Çerkezlerin, Lâzların, diğerlerinin de Tûrâni olduklarını görürüz. Lâzların üzerinde oynanan oyunu hepimiz biliyoruz. Ekilen fesat tohumlarını Kalmuk’un güçlü mantalitesi, İslâm şuuru boğup atmıştır ve atacaktır da. Bundan kesinlikle şüphe etmemeliyiz.
Çetinoğlu: İzniniz olursa, çok genel bir soru ile röportajı sonlandırmak istiyorum:
Cumhuriyet rejiminde siyasî yönetimin meşruiyet kazanması için, seçim veya bâzı hallerde referandum gereklidir. Meşruiyetin devamı için başkaca bir şarta gerek var mı?

Dr. Mehmet Niyazi Özdemir:  İlk defa devletin meşruiyetine dair hassasiyeti olan aydınla karşılaşmaktan sevinç duyduğumu belirtmek isterim. Devletin temeli tarlaya atılmaz; onun temeli milletin vicdânındadır. Vicdânı oluşturan en büyük unsur dindir. Türkiye’de bazı kesimler laiklik adına ‘Kahrolsun Şeriat’ diye bağırıyorlar; tabii bu milleti yaralıyor. Bağıranların şeriatın ne olduğunu bilmedikleri kesin; hiç düşünmüyorlar ki şeriatın hâkim olduğu Osmanlı döneminde de ayaklananlar ‘Şeriat isteriz’ diye bağırıyorlardı. Demek ki şeriatın hukuk sisteminden başka anlamı da var; adâlet gibi.
Şunu iyi bilelim ki İslâmiyet devlete şablon getirmemiştir. İslâm devleti veya Müslümanların devleti Pâdişahlık, Hâkanlık, Meşrûtiyet, Cumhûriyet olabilir. İslâmiyet sâdece despotizme kapalıdır. Cumhûriyet’le İslâmiyet’in çatışmayacağını millete anlatmak lâzımdır. Zâten milletin Cumhûriyet’ten duyduğu bir sıkıntı yok; millet, Cumhuriyet adına konuşanlardan rahatsız oluyor. Seçim ve bâzı hallerde referandumdan başka, şimdilik devletin meşruiyetini devam ettirmek için başka şeye ihtiyaç duymadığını düşünüyorum. Fakat Cumhuriyet adına konuşanların yıkıcılığına, milletin vicdânındaki devletimizin temellerini koparmak gayretini bilerek bilmeyerek yaptıkları tahribâta karşı, millî aydınların İslâm devletini öğrenmelerinin, Cumhuriyet içinde Müslümanca yaşamanın pek âlâ mümkün olduğunu geniş kitlelere sık sık anlatmalarının faydalı olabileceğine inanıyorum.
Mehmet Niyazi Özdemir kimdir?
İlk ve orta okulu Akyazı’da okudu. Liseyi İstanbul Haydarpaşa Lisesi’nde bitirdi. Sonra Hukuk Fakültesi’ne girdi; 1967’de oradan mezun oldu. O dönemde hukuk fakültesinde takıntısız olarak üçüncü sınıfa geçenler, dekanlığa müracaat edip, izin alarak Edebiyat Fakültesi’nin herhangi bir bölümüne devam edebiliyorlardı. Bu imkândan faydalanarak Edebiyat Fakültesi’nin Felsefe Bölümü’nden sertifika aldı. Mezuniyetini takiben devlet felsefesi sahasında doktora yapmak için Almanya’ya gitti.
Brilon’daki Goethe Enstitüsü’nde Almanca öğrendi. Marburg Üniversitesi’ne intisap ederek burada Prof. Dr. Ditrich Pirson’un yanında ‘Türk Devletlerinde Temel Hürriyetler’ konulu tez ile ‘Doktor’ unvânı aldı.
Uzun yıllar Almanya’da oturdu. 1988 yılından beri Türkiye’de ikamet etmektedir. Tercüman ve Zaman gazetelerinde yazdı. 1987’den beri başlangıçta haftada üç gün, sonraları haftada bir gün Zaman Gazetesi’nde yazmaktadır. Ayrıca; Genç Akademi, Nizâm-ı Âlem, Türk Yurdu, Ufuk Çizgisi gibi dergilerde makaleleri yayınlanıyor.
Mehmet Niyazi Özdemir, tezli romanlarıyla tanınan bir yazar ve düşünürdür. Eserlerinde millî konuları işlemeyi şiar edinmiştir. Fikrî eserlerinde ise Türkiye’nin sosyal yapısı üzerine görüşlerini açıklar.
Yayınlanmış Eserleri:
Edebî Eserler: Varolmak Kavgası: (1970), Bayram Hediyesi Hikâyeleri: (1971), İki Dünya Arasında: (1977), Ölüm Daha Güzeldi: (1982.Türkiye Millî Kültür Vakfı Ödülü kazandı.) Yazılamamış Destanlar: 1980), Çanakkale Mahşeri: (1998 Türkiye Yazarlar Birliği armağanını kazandı.) Dâhiler ve Deliler: (2001), Daha Dün Yaşadılar: (2006), Yemen Ah Yemen (2004), Doğunun Ölümsüz Çocuğu (2009).
Fikrî Eserleri: İslam Devlet Felsefesi: (1988), Millet ve Milliyetçilik (1979), Türk Devlet Felsefesi (1989), Türkiye’nin Meseleleri: (İki Cilt 1992), Medeniyet Ülkesini Arıyor: (1999), Medeniyetimizin Analizi ve Geleceği: (2000), Millet ve Türk Milliyetçiliği: (2000).

Önceki İçerikKuşatmayı Yarmakta Kararlıyız!
Sonraki İçerikMektup
Avatar photo
28 Kasım 1938 tarihinde Bafra’da doğdu. İlk ve ortaokulu doğduğu şehirde bitirdikten sonra Ankara Ticaret Lisesi ve Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi’nde okudu. İş hayatına Ankara’da muhasebeci olarak başladı. Ankara ve Karabük’te; muhasebeci, mali müşavir ve profesyonel yönetici olarak devam etti. İstanbul’da, demir ticareti ile meşgul oldu. SSCB’nin dağılmasından sonra Türk Cumhuriyetlerinde sanayi yatırımları gerçekleştirmek üzere çok ortaklı şirket kurdu. Şirketin murahhas azası olarak Azerbaycan’da ve Kırım’da tesis kurup çalıştırdı. 2000 yılında işlerini tasfiye etti. İş hayatı ile birlikte yazı hayatı da devam etti. İlk yazısı 1954 yılında Bafra’da yayımlanmakta olan Bafra Haber Gazetesi’nde başmakale olarak yer aldı. Sonraki yıllarda İlhan Egemen Darendelioğlu’nun Toprak Dergisi’nde, Son Havadis ve Tercüman gazetelerinde yazıları yayımlandı. Türk Ocakları Genel Merkezinin yayımladığı Türk Yurdu dergisinde yazdı. İslâm, Kadın ve Aile, Yörünge, Ufuk, Emelimiz Kırım, Papatya, Tarih ve Düşünce, Yeni Düşünce, Yeni Hafta, Sağduyu, Orkun, Kalgay, Bahçesaray, Türk Dünyâsı Târih ve Kültür, Antalya’da yayımlanan Nevzuhur, Kayseri’de yayımlanan Erciyes ve Yeniden Diriliş, Tokat’ta yayımlanan Kümbet, Kahramanmaraş’ta yayımlanan Alkış dergilerinde, Dünyâ ve Kırım’da yayımlanan Kırım Sadâsı gibi gazetelerde de imzasına rastlanmaktadır. Akra FM radyosunda haftanın olayları üzerine yorumları oldu. 1990 – 2000 yılları arasında (haftada bir gün) Zaman Gazetesi’nde köşe yazıları yazdı. Hâlen; Önce Vatan Gazetesi’nde, yazmaktadır. Oğuz Çetinoğlu; Türk Ocağı, Aydınlar Ocağı, ESKADER / Edebiyat, Sanat ve Kültür Araştırmacıları Derneği ve İLESAM / Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Üyesidir. Yayımlanmış Kitapları: 1- Kültür Zenginliklerimiz: (2006) 2- Dört ciltte 4.000 sayfalık Kronolojik Tarih Ansiklopedisi: (2008 ve 2012), 3- Tarih Sözlüğü: (2009), 4- Okyanusa Açılan Kapılar / Tefekkür Mayası Röportajlar: (2009). 5- Altaylardan Hira’ya Türk-İslâm Dostluğu: (2012 ve 2013), 6- Bilenlerin Dilinden Irak Türkleri: (2012), 7- Türkler Nasıl ve Niçin Müslüman Oldu: (2013), 8- Türkmennâme / Irak Türkleri Hakkında Bilmek İstediğiniz Her Şey: (2013). 9- Türklerin Muhteşem Tarihi: (Nisan 2014 ve Nisan 2015) 10- 115 Soruda Türk İslâm-Âlimi Mâtüridî (Röportaj): 2015) 11- Cihad – Gazi – Şehid: Kasım 2015. 12-Yavuz Bülent Bâkiler Kitabı (2016 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 13-Her Yönüyle Kâzım Karabekir (2017 Mehmet Şadi Polat ile birlikte) 14-Dil ve Edebiyat Dergisi / İlk 100 Sayı Bibliygorafyası (2017 Mehmet Şâdi Polat ile birlikte) 15-Büyük Türk İslâm Âlimi Serahsî (2018), 16-Âyetler ve Hadisler Rehberliğinde Kutadgu Bilig’den Seçmeler (2018), 17-Edib Ahmet Yüknekî ve Atebetü’l-Hakayık (2018), 18- Büyük Türk İslâm Âlimi Mâtürîdî (2019), 19-Kâşgarlı Mahmud ve Dîvânu Lugati’t-Türk (2019). 20-Duâ / Huzura Açılan Kapılar. (2019) 10-Yesevi Yayıncılık, 12-Yakın Plan Yayınları, 13-Boğaziçi Yayınları, 14-Dil ve Edebiyat Dergisi, diğer kitaplar Bilgeoğuz Yayınları tarafından yayımlanmıştır.