Mardin Fetvası ve İbni Teymiye’nin Chi Guevara’sı ?

99

Mardin fetvası yeni bir kavram olarak literatüre girdi. Daha önce hiç bir İslami kaynakta yer almayan bir fetva özelliği taşımaktadır. Bundan dolayı tuhaf ve garip bağlantıların ve ilişkilerin önünü de açmış bulunmaktadır. Chi Guevara, sosyalizm ve komünizm felsefelerine inanmış ve bu uğurda başta Küba olmak üzere, anti emperyalist mücadelelere ve savaşlara hayatını adamış bir liderdir. İbni Teymiyye ise 13. yüzyılda yaşamış, ilmi birikimi ve eserleri ile İslam dünyasında önemli eserler bırakmış muttaki bir alimdir. Bu iki kahramanın aynı başlıkta bir araya getirilmesi ise, açıklanması zor bir konudur. Bu ikisini bir araya getirerek bir konuyu açıklamak için Mardin fetvası gibi bir fetvanın yayınlanması gerekiyormuş.

BBC ve Amerikan yayınlarını doğrudan takip etmeyen benim gibi bir çok kimse konudan daha sonra haberdar oldu.  İngiltere’den yönetilen Küresel Yenilik ve Rehberlik Merkezi ile Conapus Danışmanlık Şirketi tarafından, “Barış Diyarı Mardin” adıyla bir konferans Artuklu Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 27-28 Mart 2010 tarihinde düzenlendi. Konferansa, uluslararası düzeyde dini politik programlara konuşmacı olarak katılan kişiler çağrılı olarak davet edilmiş.

Konferansa Mardin’den kaç kişi dinleyici olarak katıldı? Bu konuşmaları dinlemek için kaç kişi Mardin’e gitti? Halk konferansa ne kadar ilgi gösterdi? Bilinmiyor. Bu konular üzerinde duran da olmadı. Zaten konferansın dili de Mardinlilerin bildiği bir dil değildi. İslami bir sorunu ele alma iddiasıyla düzenlenen bu konferansın dili de İngilizceydi. Ne Türkçe, ne Farsça ne de kitaplarını Arap dili ile yazan İbni Teymiye’nin dili ile konuştular. Anlaşılacağı gibi, konferansın muhatapları Mardin halkı değildir. O zaman bu konferansın muhatap kitlesi kimlerdir?

Konferansa, İngiltere ve ABD menşeli yayın kuruluşları, büyük ilgi göstermiş. Konu onların yayınları sayesinde uluslararası düzeyde tartışılan bir imaja ve söyleme dönüşmüş. Konferans bu özelliğiyle, sanki İslamla ilgili olarak medyatik alanda yeni bir metafor, imaj,  temsil, simulakr ve gösterge inşa etmek için düzenlenmiş. İnşa edilmeye çalışılan bu yeni gösterge, İslamofobia(İslam korkusu saplantısı) tartışmalarının yoğunlaşmasından sonra, Batılı İslam karşıtlarının geleneksel olarak Müslümanlar hakkında inşa edilen yüklemeleri, meşrulaştırmak ve güncellemek için yeni bir girişimdir.

Mardin fetvası ülkeleri işgal edilen Müslüman halkların durumunu gizleyen ve çarpıtan bir temsil yani bir metafor olarak gündeme düştü. Çünkü işgale karşı yapılan halk direnişlerini terörize eden ve bunu da İslami kaynaklara dayandırmaya çalışan bir çabanın ilmi olarak temellendirilmesi ve basın yoluyla söylemleştirilmesi amacıyla hazırlanmış bir toplantı gibi görünmektedir.  Daha önce işgal altındaki ülkelerde yapılan terör eylemlerinin bizzat işgalci güçlerce yönetildiğine açıklamaya çalışan birkaç makale yazmıştım.[1]

Hatırlanacağı gibi, daha önce Papa, İslamı duygusal heyecanları yöneten ve makul bir yönü olmayan bir din olarak yaftalamıştı. Ona göre Müslümanlar duygusal davranan ve akılcı olmayan insanlardır. ABD devlet başkanı Barack Obama’da seçim zaferi konuşmasında Müslümanları, yumruklarını sıkmış saplantılı kitleler olarak itham etmişti.

İslam dünyasında ise birçok kimse bu ithamları kendilerine hakaret olarak algılamadı. Bu ithamların doğruluğunu bile savunan Müslümanlar oldu. Batının Müslümanlarla ilgili bu söylemine, bazen Kuran-ı Kerim’den ayetler örnek gösterildi, bazen de Peygamberimiz (a.s)’ın gazaları bu söyleme delil olarak ileri sürüldü. Şimdi de Mardin Fetvası adıyla gündeme gelen yeni durumla, ünlü âlimlerden İbni Teymiye’nin Moğollara karşı Müslümancı direnmeyi öngören görüşleri, söz konusu saplantılı yüklemeye delil olarak gösterilmeye çalışılmaktadır.

Konferansla inşa edilmek istenen imaja ve anlama bakılırsa, ülkeleri işgal edilen Müslüman halklar, işgalcilere karşı İbni Teymiye’nin 13. yüzyılda Moğol saldırılarına karşı durmayı ve direnmeyi dini bir görev olarak telakki eden fetvasını, kendilerine mesnet edinmişler. Konferansın konuşmacıları da bu duruma karşı, İbni Teymiye’nin fetvasının eleştirisini yapmışlar. Direniş hareketlerini, terör eylemi olarak damgalamışlar. İşgale karşı gelmeyi, barışı ihlal etmek olarak değerlendirmişler. ABD ve İsrail işgaline karşı gelmeyi, İbni Teymiye’nin memleketinde, İslami dayanaktan yoksun bir davranış olarak mütalaa etme yolunda yeni içtihatlar yapmaya ve fetvalar vermeye kalkışmışlar.

Öncelikle konu hakkında şunu da hatırlatmakta yarar vardır. Moğol saldırılarına karşı gelmenin dini vücubiyeti hakkında, sadece İbni Teymiye değil, dönemin birçok din âlimi ve toplumsal hareket önderi, çağrıda bulunmuştur. Ahi Evren ve Kadı İzzeddin bunların başında gelmektedir. İkinci olarak işgale karşı gelme ve işgale direnme sadece Müslümanlıkta mevcut olan bir olgu değildir. Bütün halkların ve milletlerin maşeri vicdanında ve geleneğinde, işgale karşı gelme, önemli bir değer, tutum ve davranış olarak görülmüştür.

Vietnam halkının önce Fransa, daha sonra ABD işgal kuvvetlerine karşı direnişi, Fransa halkının işgalci Alman kuvvetlerine karşı  mücadele etmesi, Çek halkının Prag’da işgalci Sovyet kuvvetlerine karşı gelmesi, Küba halkının ABD kuvvetlerine karşı savaşması ve hepsinden önemlisi, Anadolu halkının Türk ve Müslüman kimliği ile İngiliz ve Fransız emperyalizmine karşı mücadele etmesi, kurtuluş savaşına katılması, işgal karşıtı halk direnişlerinin en önemli örneklerindendir. Bu liste daha da uzatılabilir.   

Mardin konferansını düzenleyenlerin mantığına göre, Chi Guevara, Küba işgaline karşı mücadeleye katılırken İbni Teymiye’nin Fetvasına göre davranmış olmalıdır?  Chi Guevara, “Görevlerin en kutsalı nerede olursa olsun, emperyalizme direnme görevidir” derken, İbni Teymiye’nin fetvasına göre hareket etmiş olmalıdır!? Hu Şi Min, Vietnam halkını Fransız ve Amerikan işgal kuvvetlerine karşı direnişe çağırırken, İbni Teymiye’nin fetvasına göre düşünmüş olmalıdır!?  Mahatma Gandhi İngiliz emperyalizmine karşı “Barışçı direniş mücadelesini” başlatırken, İbni Teymiye’nin fetvasına göre karar vermiş olmalıdır!? Bu tuhaf benzetmeler ve yakıştırmalar tabi ki gerçek değildir. Gerçek olma ihtimali de yoktur. Ancak ülkeleri işgal edilen halklar yukarıda belirtildiği gibi, hürriyetleri ve bağımsızlıkları için mücadele etmeyi, direnmeyi ve savaşmayı her zaman bir inanç ve varoluş biçimi olarak telakki etmişlerdir.

İnsan hakları kavramı çerçevesinde konuya yaklaşıldığında, Birleşmiş Milletlerin yayınladığı “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi”nde de işgale karşı direnme, ülkesinin bağımsızlığı için mücadele etme ve bu amaçla örgütlenme, temel insan hakkı olarak tanımlanmıştır. Cezayir’in ve Hindistan’ın bağımsızlık mücadelesi ve direnişi bu direniş hakkının kullanımının müşahhas örnekleridir. Dolayısıyla Irak’ta, Afganistan’da ve ABD’nin işgal kuvvetlerinin etki alanı içerisinde bulunan Körfez ülkeleri, Pakistan ve Yemen gibi ülkelerde, halkın işgale karşı gelmesi, her şeyden önce İnsan hakları evrensel bildirgesine göre kullanılan bir haktır. İşgale karşı gelen halkın İbni Teymiye’yi bildiği ve ona göre davrandığı da şüphelidir. 

Malum konferansı düzenleyenlerin ve konferansın sonuç bildirgesini imzalayanların bu örnekleri bilmeme ihtimali yoktur. İbni Teymiye’nin fetvasını yanlışlamalarının mevcut direniş hareketlerinin direnme ruhiyatlarını sarsacağını sanmaları ise saflık olur. Direnişlerin temelinde iman olmakla birlikte, bu imanın bir fetvaya bağlı olarak şekillendiğini varsaymak önemli bir yanılgıdır.  Direniş her şeyden önce bir varolma biçimidir.

Mardin konferansı, Batıda İslam karşıtı hareketlerin Müslümanlara ve İslami inanç ilkelerine yükledikleri olumsuz söylemin doğruluğunun Müslümanlarca itiraf edilmesi anlamına gelmektedir. Konferansta konuşulanlara bakılırsa, tarihte Batılıların iddia ettiği gibi, terörist eylemleri meşrulaştıran İbni Teymiye gibi âlimler olmuştur. Yani terörist eylemlerin arkasında İslami inançların yattığına dair bir itiraf söz konusudur. Mardin konferansında konuşanlar bu tavırları ve tutumları ile işgale karşı direnmeyi terör olarak değerlendirmişler. Terörün İbni Teymiye’nin 13. yüzyılda verdiği fetvaya bağlı olarak biçimlendiğini varsaymışlar. Böylece İslamofobia söylemini meşrulaştıran itiraflarda bulunmuşlar. Diğer taraftan da bir Müslüman ülke halkının işgal kuvvetlerinin egemenliğinde barış içinde yaşayabileceğini de söylemiş oluyorlar.  

Mardin konferansı, Müslüman ülkelerde halkın işgal güçlerini olumlu karşılamalarını sağlamayacaktır. Bu konuda bir etki bırakmayacaktır. Çünkü işgal devam ettikçe direniş artacaktır. Bu durum, Vietnam’da böyle oldu. Fransa’da böyle oldu. Cezayir’de hakeza böyle oldu. Ancak Batı ülkelerinde İslam karşıtı hareketlere de yeni malzeme vermiş olacaktır. Onların İslam karşıtı şiddet eylemlerini arttırmalarına neden olacaktır.  Temel İslam inançlarına yönelik olarak başlatılan mantıksal propagandaya yeni veri sağlamış olacaktır.

 

 

 

 


[1] Duran Hacı, ABD Saldırılarının Doğası