Parayı belirli oranda hemen hemen herkes sever; çünkü ona muhtaçtır. Ancak, maddeye ve paraya tapan bir insan tipi Türk Kültürüne ve onun manevi dünyasına yabancıdır. Maddi tatmin ile manevi tatmini dengeleyebilmek, her ikisini yerine göre birlikte düşünebilmek idealdir. Sorunlardan uzaklaşabilmenin ve kendi dışımızdaki insanlarla anlamlı işbirliği ve dayanışmaya girebilmemiz, kendimizi basit bir makinenin dişlisi olarak görerek toplumla yabancılaşmamamız ve mutlu olabilmemiz için bunlar gereklidir. Gelir olmadan kimse yaşayamaz; bunun da farkındayız.
Bu böyle olmakla beraber; iktisadi konuları konuşmak, tartışmak beklendiği ölçüde ilgi uyandırmamaktadır. Vatandaşın gözünde dini ve inançla ilgili olumlu veya olumsuz örnekler önem taşır ve onun siyasi tercihini etkiler. Yolsuzluklar ve onun doğurduğu yoksullaşma, gelir dağılımını bozulması, iktisadi kuruluşların yabancıların eline geçmesi, yabancılara toprak satışı, hayali AB üyeliği yolunda verilen garip tavizler, garip özelleştirmeler, AB önünde aşağılanan ülke konumuna düşüşümüz, iç ve dış borcun doğurabileceği sonuçlar, üretmek yerine ithal etmenin öne çıkışı, cari açığın çok tehlikeli bir şekilde sıcak para ile karşılanma yanlışı, ülkemizdeki iktisadi durgunluk, protesto edilen binlerce çek ve senet, kapanan işyerleri, tütmeyen ocaklar, işsizlik muhakkak ki herkesi ilgilendirmelidir.
Bu sorunların bir kısmı daha önce vardı deme hakkına kimse sahip değildir. İktidarların görevi, devraldıkları sorunları çözebilmek ve ülkeyi daha iyi hale getirebilmektir. Hele sekiz seneye yaklaşan bir iktidar süresi geçmişse; bu bizi dünü suçlama yanlışına götürmemelidir.
Siyaset ve iktisadi hayatın Dünyamızda iç içe girdiği bir dönemi yaşıyoruz. Türkiye siyasi bir ablukaya alınmışsa ve inisiyatif kullanamaz hale getirilmişse; iktisadi hayat da bundan tabiî ki etkilenecektir. Ülke yararına alacağınız kararlar da sınırlı hale gelecektir. Ülke yararına alacağınız kararlar, dış çıkarları kısıtlayacağından, sizi rahatlıkla siyasi merkezli bir iktisadi krizle karşı karşıya bırakabilir. Türkiye bugün bu şartları yaşıyor.
Sanal gelire dayanıp borçlanma ve tüketimi kamçılama küresel anlamda da, milli seviyede de krize sebep olabilmektedir. Gelirlerimiz azalmış ve satın alma gücümüz oldukça düşmüş olsa da; harcamalarımızı kontrol etmek durumundayız. Biz bunları yaparken iktisadi hayati yönlendirenlerin de gerekli tedbirleri dışarıyla çelişse dahi almaları, üretimi ve ihracatı olumsuz etkileyen düşük kur, yüksek faiz politikasına sığınmamaları gerekmektedir. Ara malı ithalatına dayalı ihracat artışını öne çıkararak kamuoyu yanıltılmamalıdır. Vasıtalı vergileri azaltmak durumundayız. Bütün bu ve benzeri konuları geçenlerde düzenlenen “Türkiye Ekonomisi Nereye götürülüyor” konulu açık oturumda ele aldık. Gerçekleri gizlemek bir süre mümkün olabilir; ama bu sürekli olamaz.
Asıl üstünde durmak istediğim bir konuya geçmek isterim. Birçok temel kavramla ilgili olarak zihinlerde bir bulanıklık olduğu görülmektedir. Bazen de bu temel kavramlara çok farklı anlamlar yüklenmektedir. Kavramlar kısaca kullanılmaktadır. Milliyetçilik ve ırkçılık birbirine karıştırılmaktadır. Milletleşme ırk tasnifi zannedilmektedir. Etniklik milli kimlikle aynı seviyede düşünülmekte, milli kimlikle etniklik rakip zannedilmektedir. Hümanizmin batıdaki yorumu ile normal sözlük anlamı birbirine karıştırılmaktadır. Azınlık niteliğine sahip olmayan etnik gruplar azınlık gibi yorumlanmaktadır. Bizde dini azınlıklar söz konusudur. Oysa Sayın Başbakan bile konuşurken azınlıklardan bahsetmektedir.
Milli kimliğin kültürel olduğu unutulmakta, kimlik sadece coğrafyaya bağlanmaktadır. Aynı coğrafyayı paylaşmış olmak kültürel kimlik değildir. Kimlikte ortak kültürel paydalar ve mutabakatlar aranır. Bunun farkında olmazsanız; Türkiyeliliği ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığını kimlik diye ortaya atarsınız. Bu yanlışlar nedense hep bizde oluyor. Alman Başbakan önce Almanım, sonra Avrupalıyım diyor. Almanya’da vatandaşlarımız artık misafir işçi olmaktan çoktan çıkmış olmalarına rağmen; Türk okullarına karşı direniliyor. Orada “bütünleşme” (entegrasyon) aranıyor, Türkiye’de ise demokratikleşme için “çözülme”.. Bizim Kürt veya Kürtleşmiş Türkmen vatandaşlarımızla bir sorunumuz yok. Ama bu işten menfaatlenen ve dışarı ile işbirliği yapanlarla dün olduğu gibi bugün de sorunumuz var.