Bürokratik Yargı İktidarının Mahremiyetinin İfşası

111

Yargı camiasındaki tartışmalar ve çekişmeler gittikçe artmaktadır. Son tartışma yargı mensuplarının biri birlerini dinlemeye almaları ile alevlendi. Mafya, asker, polis, üniversite, bürokrasi, basın ve sivil toplum örgütü ayakları ile müşahhaslaşan malum Ergenekon davası, yargı bürokrasisini de kendi içinde parçaladı. Yargı mensuplarının biri birlerini dinlemeye almalarına sebep oldu. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, Danıştay, Yargıtay ve malum davanın yetkili mahkemesinin üyeleri, basında yer alan haberlere bakılırsa, bu dinlemelere takılan yargı mensupları arasında yer almaktadır.

Öte taraftan yargı kuruluşlarının temsilcileri bu dinlemelere şiddetle karşı olduklarını açıkladılar. Bunu insan haklarına aykırı bulduklarını belirttiler. Dinlemelerin yargıyı sindirme amacıyla yapıldığını söylediler. Bir yargı mensubunun tüzel bir kişilik olduğu anlamına gelecek açıklamalar yaptılar. Tüzel birer örgüt olan yargı kurumlarının dinlenmesinin, yargı bağımsızlığını zedelediğini ve bu uygulamanın kuvvetler ayrılığı ilkesine aykırı olduğunu belirttiler.

Bu makalede dinleme, tele kulak, fiziki ve teknik takip olarak adlandırılan bu tecessüsleri, ifşa edilen karşılıklı suçlamalar ve dedikodular bağlamında değil; “yargı bürokrasisinin iktidarı”  üzerindeki etkisi bağlamında değerlendireceğim.. Çünkü bu dinlemelerin mevcut yasalara uygunluğu sorunu başka bir tartışmadır. Dinlemelerin yargı bürokrasisinin iktidarı yani jüristokrasi üzerindeki etkisi başka bir konudur. Birinci konu fazlasıyla tartışılmaktadır. Bu bağlamda kimisi dinlemelerin içeriği, kimisi de yargı mensuplarının dinlenmesinin anlamı üzerinde durmaktadır. Bundan dolayı ben ikinci konu üstünde duracağım.

Bürokratik örgütlerin kuruluş amaçlarından bağımsız bir iktidar alanı yarattıkları ve bu alanı kendi lehlerine olacak şekilde, sürekli şişirdikleri, konuyla ilgilenenlerin bildiği bir husustur. Bürokratik örgütlerin bu özelliği hakkında Batı’da ve ülkemizde bir çok araştırmanın yapıldığı da bilinmektedir. Bürokratik örgüt mensuplarının teknokrasi ve zümre hakimiyeti sıfatıyla kurulu siyasi yönetimleri hakimiyetleri altına aldıkları da bilinen bir husustur. Kanunlara rağmen kendi hakimiyet alanlarını şişirdikleri ve kamu idaresini özel çıkarlarına alet ettikleri bir vakıa olarak bilinmektedir.

Ancak yargı sisteminin bürokratik bir örgütün parçası olduğu, maalesef gözden kaçmaktadır.  “Jüristokrasi” olarak tanımlanan bu bürokratik iktidarın mahzurları konusunda Fransız ihtilalı yıllarından bu yana çeşitli eleştiriler de yapılmaktadır. Kafka’nın hukuki süreçlerle ilgili olan “Dava” adlı romanı; yargı bürokrasisi ve iktidarının uyguladığı hukuki retoriklerin bunaltıcı, bıktırıcı ve taciz edici uygulamalarını ve bürokratik uzantılarını, ilginç temsillerle anlatır. Yargı bürokrasisinin hüküm vermeyi sürece yayan retorikleri, bilindiği gibi, kamusal disiplinin zedelenmesine yol açmaktadır. (Bir yanılsamadan dolayı buna adaletin gecikmesi diyorlar) Bu bıktırıcı retorikler ve bürokratik işleyişler, suçlu ve suçsuz farkı gözetilmeksizin şikayete ve ihbara konu olan herkes için  aynı düzeyde geçerlidir.  Bu durumun tipik örneği ise yıllarca devam eden ve birçoğu, davalıların ölümü ile kapanan dava dosyalarıdır.

Son zamanlarda yargı mensupları ve kurumlarının malum Ergenekon davası ve uzantıları ile ilgili olarak kendi meslektaşlarını izlemeye almaları ve meslektaşları hakkında tecessüste bulunmaları, yargı bürokrasisinin kurulu iktidarını, doğrudan etkileyecek bir aşamaya geldi. Çünkü yargı bürokrasisinin failleri, yani yargı mensupları,  bağlı oldukları iç tüzük ve hukuk usulü gibi retoriklere bağlı kalmıyorlar. Aralarındaki güvensizliği, husumeti ve biri birlerine karşı besledikleri önyargıları, ifşa ediyorlar, “medyatik iktidarın” en önemli malzemesi olarak görselleştiriyorlar. Medyatik pazarın malzemesi haline getiriyorlar. Gazetelere ve önemli basın kuruluşlarına, bazen gizlice, bazen de açıkça malzeme veriyorlar. Yargı mensuplarının birçoğu gazetelere filmlerdeki kurgulara benzer pozlar vermektedir. Slogan ifadelerle açıklamalar yapmaktadır.

Yargının birçok önemli ilkesi vardır. Bu ilkelerden en önemlisi ise bilindiği gibi, “açıklıktır”. İlk çağdan bu yana yargılamanın açık olması, bütün hukuk sistemlerinin en temel ilkesi olmuştur. Modern yargı sistemlerinde de bu ilke benimsenmiştir. Ancak modern “yargı bürokrasisinin” kendi içyapısı, yargının şeffaflığını ortadan kaldıracak derecede sistemi retoriklere boğmuştur. Birçok davada yargı retorikleri sistemi anlaşılmaz kılmıştır. Davalılar ne olup biteceğini anlamakta zorluk çekmektedir. Şeffaflığın ortadan kalkması ilkin bu şekilde gerçekleşti. Yani yargı, baktığı davaların seyrini bile şeffaf bir şekilde sunmakta aciz kalmaktadır.

Ancak esas önemli olan taraf, yargı bürokrasisinin örgütsel yapısındaki kapalılıktır. Hangi savcının veya hâkimin hangi özelliklere ve yeterliliklere göre terfi edeceği, yeterince belli değildir. Kendi içinde büyük ihtimalle tamamen siyasi, ideolojik, hısımlık ve kişisel ilişkiler bağlamında seyreden bu terfi işlemleri, yargı mensuplarını iktidar ve çevre arayışlarının parçası haline getirmektedir.  Yargı mensupları kurumsallaşan bürokratik ağlar içerisinde, kurguda rasyonel, ancak uygulamada tamamen kişisel tercihlere bağlı olarak statülerini korumaya çalışmaktadırlar. Bu kurumsal yapı, yargı mensupları arasında kadrolaşma ve karşılıklı çıkarları koruma güdüsünü de beslemektedir.

Yargı kararlarının şeffaf olması için, yargı mensuplarının bağlı oldukları bürokratik düzenin de şeffaf olması gerekir. Ancak ortaya çıkan tartışmaların seyrine baktığımızda, yargının üst düzey kurumlarının temsilcileri, şeffaflıktan ziyade, yargı bağımsızlığı ve yargı gücüne vurgu yapmaktadırlar. Türk milleti adına görev yapan ve karar veren bir bürokratik kurumun iç işleyişi neden kapalı olur?

Mahremiyet resmi ve kamuya ait görevlerle ilgili değildir. Çünkü bu görevler kamu adına yapılmaktadır. Mahremiyet ve gizlilik özel hayatla ilgilidir. Teknik takip ve dinleme konusunda karar verme konusunda yetkili olan yargıçlar, resmi görevi olmayan kişilerin dinlenmesi konusunda rahat karar verirken, kendi meslektaşları için gizli yollarla karar vermek zorunda kalıyorlar. Dinlemenin sonuçlarını medya üzerinden değerlendirmeye alıyorlar. Yargı mensupları ile ilgili teknik takiplerin basında yer alması bir taraftan üstü örtülen şeffaflığın yeniden gündeme gelmesini sağlarken, diğer taraftan “yargı bürokrasisinin gizli iktidarını” da sorgulanır duruma getirmektedir. Yargılamayı medyatik iktidarın kontrolüne ve yönetimine bırakmaktadır.

Yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesine vurgu yaparak yargı kurumlarının dinlenmesine ve teknik takibe alınmasına karşı çıkan yargı kurumu yetkilileri, bu çıkışları ile aslında sözünü ettiğim bu kapalı “yargı bürokrasisinin iktidarını” korumaya çalışıyorlar. Yargı bağımsızlığından kasıt, hukuk ilkelerinin bağımsızlığıdır. Yargı kararlarının her kese eşit seviyede uygulanmasıdır. Buna yargı bürokrasisinin mensupları da dahildir. Yargı bürokrasisinin bağımsızlığı değildir. Yargı gücünden kasıt ise yargı kararlarının uygulanmasına her kesin kendi rızalığı ile veya devletin cebir kullanması ile uymak zorunda olmasıdır. Yoksa yargı bürokrasisinin oligarşik bir kuvvet olarak, kendi başına buyruk olması değildir.

Yargı mensuplarının kendi meslektaşlarını teknik takibe alması, aslında demokrasi ve şeffaf bir hukuk düzeni için yararlı bir tartışmayı da başlatmıştır. Bu tartışma, gizli tutulan güvensiz bürokratik yargı sisteminin üstünü de açmaktadır. Resmi ve yasal statülerin arkasına saklanarak eş dost kayırmalarını da engelleyici bir ortam inşa etmektedir. Dinlemeler sanıldığı gibi siyasi iktidarla bağlantılı olacak bir tartışma değildir. Yargı bürokrasisinin iktidar alanını daha da genişletmek isteyenler, konuyu siyasi iktidarla bağlantılı olarak ele alıyorlar. Çünkü eskiden beri bir teamül olarak yargı bürokrasisi, kendini siyasi iktidardan bağımsız ve onunla eşit bir güç olarak görmektedir.

Yargı mensuplarının, bizzat yargıçların verdiği kararlara bağlı olarak izlenmesi ve dinlenmesi, yargının bağımsızlığı ile alakalı değildir. Yargının bağımsızlığı demek, yargı bürokrasisinin bağımsızlığı demek değildir. Yargının uygulamakla yükümlü olduğu yasaların bağımsızlığı demektir. Yargının yasaların arkasına saklanarak, bir siyasal güç alanına dönüşmesi, kilisenin kendini tanrı yerine kaim kılmasına benzemektedir. Dinlemeler ve bunların ifşası, inşa edilen bu yargı bürokrasisinin ve iktidarının mahremiyetini açıklığa çıkarmaktadır.