Alıştıra alıştıra !

109

AKP Hükümeti’nin Bakanlar Kurulu’ndaki son kararı, bu İktidar’ın aslında mazlumdan, fakirden fukaradan değil, sermayeden yana olduğunun da somut bir göstergesi.

1 Ocak 2010’dan itibaren yürürlüğe girecek yeni karar şu: Özel hastanelerin, SGK’lı hastalardan alacağı fark yüzde 30’dan yüzde 70’e çıktı!

Daha dün gibi hatırlıyorum Başbakan’ın sağlık konusunda yaptıkları açılımları anlatırken, “Devlet Hastahaneleri’ndeki kuyruklara son verdik” diye meydanlardaki haykırışlarını. Bu hamle ile de sosyal devletçiliğin, halkçılığın büyük savunucusu olmuştu Başbakan…

Medyanın anlı şanlı bir çok kalemi de övgüler yağdırıyordu AKP’nin sağlık politikasına…

Halkın da bu tablodan hoşnut olmadığını söylemek safdillik olurdu.. Halkımız da bu pembe tabloya inanmak istiyordu haliyle. Ne de olsa, artık SSK hastanelerinde kuyruk beklemeyecek, diledikleri hastaneye gidebileceklerdi…

Hükümet daha da ileri gidip aynı Amerika’da olduğu gibi, aile hekimliğini de getirecekti memleketimize. Eski Türk filmleri gibi hastalanınca, gözünüzü bir açacaktınız, doktor yatak odanızda başucunuzda.

Ama filmin mutlu sahneleri, başladığı gibi bitti hemen. Perde de “oyun bitti” yazısını okudu halkımız Bakanlar Kurulu’nın bu kararıyla..

Geçen hafta sağlık sektöründeki çatlak eczanelerin kepenk katlaması ile başlamıştı. Bu hafta da özel hastanelerin alacağı payın yüzde 70’e çıkarılma kararıyla, AKP’nin “sosyal” sağlık politikası adeta duvara toslamıştır!

AKP de kendini iktidar yapan milyonların değil, sağlık sektörünü elinde bulunduran birkaç gurubun Hükümeti olduğunu  ilan etmiştir böylece .

Halkı önce Özel Hastahaneler’e yönlendirip, sonra da pardon burada cebinizdeki tüm parayı fark olarak ödeyeceksiniz diyerek fakiri yine zengine peşkeş çekmiştir.

AKP’nin her işi böyle yürümüyor mu ?

Amerika’nın 1986 da bu yana dayattığı ama uygulanması için uygun zemin ve yandaş hükümet aradığı “Türkiye’nin himayesindeki Kürdistan” planını da alıştıra alıştıra bugüne kadar getiren de yine AKP değil midir?

Orada da “Kürt Açılımı”, “Güney Doğu Açılımı”, “Milli Birlik Açılımı”, “Demokratik Açılım” derken “Türkiyelilik” ile başlayan mesele Anayasa’dan “Türk Milleti” sözünün çıkarılma talebinin bizzat AKP li vekiller tarafından dile getirilmesine kadar gelmiştir.

En başından, örneğin Kasım 2002’de, Habur’dan çadır tiyatrosuyla, devlet erkanı töreniyle PKK’lı karşılasaydı AKP,  ne olurdu?  Kim kabullenirdi?

Ama ne yaptılar?

Adım adım işi bu noktaya getirdiler. “Türkiyelilik” dediler, “Ortalama Türk, Ilımlı İslam” dediler, “Ne Mutlu Türküm diyen faşisttir” dediler, ardından “Hepimiz Ermeniyiz” dediler, “Analar Ağlamasın” dediler, bir de baktık ki, “Türküm” demeye korkar hale gelmişiz!

Ocak 2003’te, “Ermenistan’ın taleplerini yerine getireceğiz” deselerdi millet ayağa kalkardı değil mi?

Ama alıştıra alıştıra  önce kilise onardılar, sonra Cumhurbaşkanımız Erivan’a maç izlemeye gitti.

Ardından bir de baktık ki Brüksel’de Bayan Clinton’un yanında Ermeni Kapısı’nı açma kararını imzalayıp Azeri Kardeşlerimizi arkadan vurmuşuz.

Yaptıklarının hiçbirini en başından söylemediler.

Daha doğrusu açıktan söylemediler.

Aslında  her şey en başından belliydi.

Bugün olanların tamamı, Abdullah Gül’ün, AKP’nin ilk başbakanıyken, ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell’la yaptığı ve kendi ifadesine göre “2 sayfa 9 madde” olan “Gizli Anlaşma“da mevcuttu…

Sırada neler mi var ?

Söyleyelim…

Dinler arası diyaloğun (!) gereği olarak “Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması” var sırada…

Patriğin Ekümeniklik Sıfatı” nın kabulü var sırada..

“Afganistan Bataklığı’nda Amerika ile birlikte boğulmak” var sırada…

Hepsinde de taktik aynı..

Alıştıra alıştıra…