Bir Öğretmen Yazısı

109

 

Dünyaya “Merhaba” dedikten sonra çevreyle bütünleşirken, cinsiyetimize göre kendimize meslekler seçeriz. Önce ya anne ya baba oluruz, onların rollerini oynarız. Sonra öğretmen kavramı girer dünyamıza. Artık, hepimiz birer öğretmeniz. Beyaz önlük giyeriz, beyaz tebeşir alırız elimize. Bir ciddiyet örneğiyizdir, tam otorite kurarız etrafımıza. Çocukları ağlatırız, severiz, döveriz rol gereği. Çünkü öğretmeniz. Tadına doyum olmaz bu rolün.

Bu tat, ilköğretim çağında biter. Başka meslekleri tanımışızdır, başka değerleri ve bu değerlerin kendi aralarındaki önceliklerini kavramışızdır. Öğrenmenin, öğretmenin, sevginin para etmediğini görmüşüzdür çevremizden. Evdekiler, ya para ya makam ya imaj konuşuyorlardır. Biz de mesleklerimizi, getirisine göre sıralarız aklımızca. Öğretmenlik, listedeki birinci sırasını terk etmiş, son sıraya düşmüştür. Büyüklerimizden “Bir şey olamayacaksa öğretmen olsun bari!” lafını duyarız. Bir şey olamayanın öğretmen olduğu bir ülkede yaşamak, ne acı değil mi?

Bu ülkede insanlar, “Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum.”, diyen Hz. Ali’yi, Fatih’in hocası Akşemsettin’i referans alır, onları yüceltir, kendisine model alırdı. Çünkü insanlar, ilim öğretenlerin peygamberler mertebesinde kutlu insanlar olduğuna inanırdı. Öğretmen, maddenin değil, mananın simgesiydi. İnsanlarımız, öğretmenlerin, insan yaşamında ekmek kadar, su kadar, toprak kadar gerekli ve değerli olduğuna bilirdi.

Devirlerle beraber, öğretilenler, bunun doğal sonucu olarak değerler de değişti. İnsanlar yaşama sevincini, özgüvenini, paylaşma mutluluğunu, yarın umudunu kaybetti. Gelinen nokta, ne öğreteni ne de öğreneni memnun etti. Özenilen meslek özenilmez, saygı duyulan meslek sayılmaz oldu. Çocuklarımız artık öğretmen olmak istemiyor.

Öğretmenliğe yeniden hayat vermek, onu yeniden inşa etmek zorundayız. Sporda birinciler o sporu yapanların seçilmesi ile ortaya çıkar. Öğretmenlik, bu mesleğe ilgi duyanların, gönül verenlerin seçilmesi ile ulaşılacak bir meslek olmalı. Öğretmen, kendisine ibadet hazzı veren değerleri öğretmeli, hem öğretmenin hem öğrettiklerini bilmenin ayrıcalığını yaşamalı. İlmiyle, irfanıyla, dış görünüşüyle, ailesiyle bulunduğu topluma kutup yıldızı olmalı.

Öğretmen; öğrenmeyi sevmeli, öğretmeyi sevmeli, insanı sevmeli. Kendisiyle barışık, çevresiyle uyumlu olmalı. O, alarak değil, vererek yüceleceğini bilmeli. Özveri, çalışkanlık, iyimserlik, dürüstlük, doğruluk, sabır; öğretmenin temel ilkeleri ve nitelikleri olmalı. Öğretmen hizmet ettiği insanları, vatanını sevmeli; tarihini, kültürünü, iyi bilmeli. İnançlı olmalı.

Her 24 Kasım’da atılan nutuklarla geçiştirilecek meslek değildir öğretmenlik. Her gün yeniden inşa edilen aşktır, heyecandır, ümittir öğretmenlik, bir yaşam tarzıdır. Şairin, şairlik için dediği gibi, ben de diyorum ki: “Öğretmen olunmaz, doğulur.”

Şüphesiz her meslek kutsaldır. Her meslek insana hizmet eder, insan kutsaldır. Bazı meslekler insana dolaylı hizmet eder. Terzi kumaşa, mühendis betona, demire, şekil verir. Öğretmenin malzemesi de insandır, amacı da insandır. Bir mühendisten, bir terziden, bir çiftçiden daima bir adım öndedir öğretmen. Ağaç misali, bindiğimiz dalların tamamı öğretmen gövdesine bağlıdır. Bu gövdeyi önemsemeyen, beslemeyen toplumlar, zamanla köksüz kaldıklarını görmeye mahkûmdurlar.

Ülkemiz, hala, üç ayda öğretmen yetiştirme, ideolojik amaçla öğretmen devşirme politikalarının sancısı çekiyor. Bu ayıbı kısa zamanda kapatmalı, yarayı tamir etmeliyiz. Öğretmenlerimizin ekonomik durumlarını iyileştirmeli, hizmet içi kursları ile pedagojik yönlerini güçlendirmeli, motivasyonlarını artırmalıyız. Öğretmen – öğrenci arasındaki sevgi, saygı, güven bağını yeniden tesis etmeliyiz. Bunun için hem yöneticilere hem öğretmene hem velilere büyük görevler düşmektedir.

Öğrenmenin, öğreticinin ve öğrenicinin olmadığı yerde erdemden söz edemeyiz. Erdem yoksa biz niçin varız?