Aile, Eğitim ve Toplum

110

Toplumsal değişimin pek çok dinamikleri mevcuttur. Bu dinamikler
genellikle birbirlerine etki ederek bir bütün halinde değişime sebep
olurlar. Yani toplumsal değişimi bir tek nedenle açıklamak yeterli
değildir.

Söz konusu noktadan hareketle Türkiye’de aile ve eğitim ilişkisinde
gözlediğimiz ciddi değişimlere dikkat çekmek istiyorum. Zira bu
alanlarda meydana gelen ve birbirlerini tetikleyen değişimler toplumsal
yapımızın ve dolayısıyla toplumsal meselelere bakış açımızın da
değişimine sebep olmaktadır.

Sanayileşme ile birlikte bilindiği üzere Türk aile yapısı, dünyanın
pek çok yerinde olduğu gibi çekirdek aile biçimine dönüşmeye başladı.
Günümüzde bu dönüşüm büyük oranda gerçekleşmiştir. Çekirdek ailenin
tanımı yine bilindiği üzere anne-baba ve çocuklardan oluşan aile yapısı
şeklinde ifade edilmektedir.

Toplumun temeli olarak aile yapısının değişimi, bu ortamda yetişen
bireylerin eğitim ve gelişim biçimini de etkilemektedir. Yani çekirdek
aile ile yapısı ile birlikte büyüklerin aile yapısındaki etki ve
rolleri değişmiş, bu değişim gelenek ve kültürün aktarılmasında önemli
bir işlevi bulunan ailenin bu işlevini gerçekleştirme şeklini ve
oranını da değiştirmiştir.

Zira anne-babaların genellikle çalıştığı ve çocuklarıyla
ilgilenmelerinin kısıtlı bir zamana has kılındığı ülke şartlarında, bu
işlevi yerine getirmesi beklenebilecek aile büyükleriyle irtibatın
azalmış olması, eski ve yeni nesil arasındaki bağın, birbirini anlama
ve kültürel devamlılık açısından zayıflamasına sebep teşkil etmektedir.

Söz konusu zayıflık sadece kültür ve değer aktarımı değil, aynı
zamanda bunlarla yakın alakalı olan insan ilişkilerinin mahiyetinde de
gözlenmektedir. Öyle ki, bireyselliğin ön plana çıktığı ve insanların
giderek yalnızlaştığı bir toplumsal yapı oluşmaya başlamıştır.

Bu değişim sürecine tesir eden bir diğer etken ise aile bireylerinin
sayılarında meydana gelmeye başlayan azalmadır. Zira çekirdek aile
yapısı dahilinde ebeveynlerin her ikisinin de çalışıyor ve “kariyer”
planlıyor olmaları, çocuk sayılarının azalmasına, pek çok ailenin
tercihlerini bu doğrultuda kullanmalarına sebep teşkil etmeye
başlamıştır. Dolayısıyla “akrabalık” kavramı da özellikle yeni nesil
için anlam değişimine uğramaktadır.

Nasıl mı?

Çocuk sayısının her nesilde gittikçe azalması, yeni nesillerin
akraba sayısının da azalması anlamına gelmektedir. Ailenin, kuvvetli
aile bağlarının insan hayatındaki yeri düşünüldüğünde ise bu durumun
bireyleri nasıl etkileyeceğini anlamak çok da zor değil.

Öyle ki, insan sosyalleşmeye ilk olarak ailede başlar. Aile
bağlarınız ve akraba ilişkileriniz kuvvetli olduğu oranda güçlü bir
sosyalleşme sürecinden, güven duygusunun çocukluktan itibaren tatminkar
biçimde alınmasından bahsetmek mümkün olacaktır. Bu durum ise
bireylerin hayattan korkmalarını, kendilerini dünyanın merkezinde
görerek yalnızlığa itmelerini engelleyecek önemli unsurlardan biridir.

Nitekim bugün en büyük problemlerden biri gençlerimizin
donanımlarına rağmen hayattan korkmaları, sosyal manada kendilerini
yeterince ifade edememeleri değil midir? Gittikçe bireyselleşen bir
anlayışın toplumsal hayata hakim olmasından yakınmıyor muyuz?

Tüm bu unsurlar netice itibariyle eğitim sistemimizi ve onun içeriğini de etkilemiyor mu?

Yine bu unsurlar, toplumsal meselelere bakış açımızı ve bu
meselelere dair tutumlarımızı etkilemiyor mu? Geçmişte kısıtlı
imkanlara rağmen üstünden geldiğimiz sorunlarımıza dair bugün sahip
olduğumuz imkanlara rağmen bir nevi korkarak bakmak bunun bir
göstergesi değil mi?

Dolayısıyla toplumsal değişim ekonomik, sosyal ve kültürel
unsurlarda yaşanan değişimlerin birbirlerini etkilemeleri neticesinde
çok yönlü sebepler ve tabii sonuçlar zinciri ile gerçekleşmektedir.
Değişim şüphesiz kaçınılmaz bir süreçtir. Ancak bizi bu noktada
ilgilendiren değişimin yönüdür. Yönün iyiye veya kötüye doğru olmasında
ise bizlerin nelerin karşılığında neleri verdiğimizi ciddi biçimde göz
önüne almamız ve buna göre tutum ve tavır belirlememiz belirleyici
olacaktır.