22 Temmuz seçimlerinden sonra oluşan siyasi dengelerde AKP’nin
aldığı %46,5 oy oranı en belirleyici parametre oldu. Seçimden önce de
tek başına iktidar olan ve az bir destekle anayasayı değiştirebilecek
konumda olan AKP, milletvekili sayısı bakımından benzer konumda
olmasına rağmen, artan oy oranının sağladığı psikolojik güç ile hareket
alanını daha da genişletti.
İktidarın cumhurbaşkanını seçtirmesi ve yapmak istediği radikal
değişiklikler için meclis içi ve dışı muhalefet direncinin
zayıflamasında, seçimlere katılım oranının yüksek olması ve mecliste
daha çok partinin ve kesimin temsil edildiği bir yapının oluşması da
etkili oldu.
Seçimin üzerinden daha üç ay bile geçmeden AKP iktidarının devamı
için oy kullanan üç ayrı kesimin tepkileri arasında ciddi farklılıklar
kendini göstermeye başladı:
1- İstikrar adına AKP’ye destek veren “liberal” ve “eski solcu”
kesimler Cumhurbaşkanlığını da AKP’nin almasından, yapılmak istenen
yeni Anayasadan ve AKP’nin esas tabanını teşkil eden “milli
görüşçülerin” muhtemel “mahalle baskısından” endişe etmeye başladılar.
Bu kesim AKP’ye oy verdiği halde, başörtüsünün “Atatürk’ün Köşküne”
girmesinden dolayı psikolojik yıkım yaşamakta ve “çağdaş yaşam”
tarzlarına müdahale edileceği korkusu içindeler. AKP’nin bu kadar
güçlenmesinden rahatsız olan bu kesimin öncüleri “liberal”, ve “eski
solcu” aydınlar, Hürriyet Gazetesi öncülüğünde, AKP’nin gerçek
tabanının zafer duygularına gem vurmaya ve iktidarın radikal kararlar
almasını dizginlemeye çalışıyor.
2- “AKP’ye şartsız destek veren” ve kendilerine 2. Cumhuriyetçiler
denilen bir grup var. Bu entelektüel grubun sayısı az, ancak AKP
iktidarının yurt içi ve dışı etkin çevrelerde kabullenilmesini
sağlamada tesiri hayli fazla.
Bu grup, AKP iktidarlarını “evrensel demokrasiye ve dünyalaşma
sürecine geçişe” katkıda bulunduğu gerekçesiyle desteklediğini ifade
ediyor. AB’ye ne pahasına olursa olsun girme taraftarı olan 2.
Cumhuriyetçilerin, Batıdan gelen “insan hakları, demokrasi, özgürlük”
ambalajlı ne kadar proje varsa hepsine kayıtsız şartsız destek olması;
Kıbrıs, Irak gibi dış politika konularında ABD ve AB kaynaklı
görüşlerle tam bir mutabakat içinde olması dikkati çekiyor.
ABD ve ilişkili fonlarla münasebetleri iyi olan bu grup, milliyetçi/
ulusalcı ve cumhuriyetçi gruplar tarafından, Büyük Ortadoğu Projesi
kapsamında Türkiye’nin parçalanması ve yeniden düzenlenmesi amacına
hizmet etmekle suçlanıyor.
İkinci Cumhuriyetçiler AKP’nin “sivil ve renksiz Anayasa projesi”nin
destekçisi. “Mahalle baskısı” nedeniyle “çağdaş yaşam” tarzının tehdit
altında olacağı endişelerine katılmıyor.
3- Buna karşılık yıllardan beri kendini mağdur hisseden, seçimle
geldiği zaman bile inandıkları gibi yaşayamadığını, dinine ve
mukaddeslerine saygı gösterilmediğini düşünen AKP’nin gerçek tabanı,
bastırılmış duygularını açığa vurmakla gizlemek arasında tereddüt
ediyor. Bir yanda “geçmişte yaşadığımız mağduriyetlerin intikamını
almalıyız” anlayışında olanlar, diğer yanda da “temkini elden
bırakmadan devlet mekanizmalarını kontrol altına almaya çalışmalıyız”
diyenler var.
AKP iktidarı oy verme konusunda ortak hareket eden, ancak farklı
dünya görüşlerine sahip üç kesimin temsil ettiği siyaset anlayışı
arasından hangisini seçecek?
İster uzun vadeli siyaset düşüncesiyle, isterse devlet adamı
anlayışıyla hareket etsin, Sayın Başbakan ve Hükümetin milletimizin
bütününün hassasiyetlerini dikkate alan tercihler yapması en doğrusu
olacaktır.
İktidar öncelikle seçimlerde millete verdikleri sözleri unutmadan,
“tek millet, tek devlet, tek bayrak” anlayışından milim sapmadan..
“Hukukun üstünlüğü” ilkesinden taviz vermeden.. “Mali, iktisadi ve
idari tam bağımsızlık” umdesine bağlı kalarak.. “Din ve vicdan
özgürlüğünü” sağlamalı ve ekonomik kalkınmayı başarmalı.
Ancak sadece kendilerine oy verenlerin değil, hayat tarzlarına
devlet veya “mahalle baskısı” yoluyla müdahale edileceğinden endişe
edenlerin de; “Türk’süz ve Atatürk’süz Anayasa istemeyenlerin, “vatan
elden gidiyor” korkusunu yaşayanların da duygu ve hassasiyetlerine
saygı göstererek…