Güvensizlik esasına dayanan bir yapılanma içindeki sosyal organizasyonlarda korku bir yönetim tekniği olarak kullanılmaktadır. (Sosyal
organizasyonlardan kastımız şirket, aile, siyasi partiler, sendikalar,
resmi ve özel kuruluşlar ile tüm sivil toplum örgütleridir.)
Otoriter bir yönetici çoğu zaman eline geçirdiği yönetme yetkisini, yönettikleri üzerinde korku yaratan bir güce çevirir.
Korku
yaratan gücün örneklerini çokça görüyoruz. Bu bazen, devlet erkini
hasbelkader ele geçirmiş bir Bakanın, alanında isim yapmış bir bilim
adamını herkesin içinde paylamasıyla tezahür eder. Bazen aile
fertlerini korkudan tir tir titreten bir babanın davranışı olarak
dikkatimizi çeker. Bazen de hakaretten, işten atmaya varan ceza
yöntemlerini uygulayan ceberut bir patronda örneğini görürüz.
Bu yöntemin sadece ahlaki açıdan sakıncalı olmadığı, aynı zamanda ekonomik bir yönetim tarzı da olmadığı artık genel kabul gören görüş. Korkunun yönetim tarzı olarak kullanılması aynı zamanda motivasyon (isteklendirme) açısından da yanlıştır.
Hürriyet
Gazetesinin İK Ekinde yer alan bir yazıda bildiriliyor.
“L’Expansion.com sitesinin yaptığı araştırmaya göre uzmanlar hemfikir: Sevilme-takdir beklentisi, cezalandırılma-eleştirilme korkusundan daha itici ve yapıcı bir güç.”
Mesela bir şirketteki korkudan bahsederken ifade etmek istediğimiz korku türü, “psikolojik“.
“İstenen satış rakamına ulaşamamaktan korkan pazarlamacının, işsiz
kalma endişesi duyan sekreterin, arkadaşları tarafından dışlanan
grafikçinin, patronun karşısında yapacağı sunumun beğenilmeyeceğini
düşünen yöneticinin korkusu.”
“Başarısızlık, eleştirilmek,
dışlanmak, mahcup olmak; çalışma hayatında korkmak için sebep çok. Ve
korku, işyerinde yaşadığımız duygular arasında en güçlü, en etkili ve
en toksik olanı. İşyerinde yaşanan korku çeşitlerini üç ana kategoride toplayabiliriz: sosyal yargı korkusu (topluluk önünde konuşmak, mülakat vs), başarısız olma korkusu ve belirsizlik korkusu. (işsizlik, iş değiştirme, taşınma)
Benzer durumun kamu veya özel diğer kurumlarda da olduğu muhakkak.
Mensuplarının bu ve benzeri korkuları yaşadığı bir kurumda verimlilik
mümkün müdür? Yukarıda bahsettiğimiz insan tabiatından kaynaklanan bazı
korku türleri, bazen “bireyin enerjisini harekete geçiren ve belleğini
güçlendiren bir yakıt” bile olabilir. Yeter ki, “kişi korkusuyla
barışmayı; korkmaktan korkmamayı ve utanmamayı” becerebilsin.
Ancak yönetici ile mensupların birbirlerine güven duymaması sonucu, bir yönetim tarzı olarak korkunun kullanıldığı kurumlarda sürekli verimliliği sağlamak mümkün değildir.
“Sakat bir atı kırbaçlayarak bir süre koşmasını sağlayabilirsiniz,
ancak uzun bir süre değil.” Birinci sınıf jokeylere bakınız. Onlar
kırbaç kullanmak yerine, atıyla adeta bir bütün olarak, duygularını
paylaşarak onları yönetirler.
Peki ya ailede, eşler arasında bir güvensizlik
söz konusu ise.. Eşlerin birbirini izlemesi, şüphelerini haklı
çıkaracak deliller bulmaya çalışması ve her fırsatta güvensizliğin dışa
vurulduğu çatışmalar başlar. Taraflardan biri diğerini korkutmak
suretiyle gücünü göstermeye çalışır. Dövme, eve kapatma, fiziksel ve
psikolojik baskılar, “ben de seni aldatırım” türü şantajlar..
Ailede çocuklar ile ana-baba arasında da güven duygusu oluşmadığında yine genellikle başvurulan yol korkutmaktır. Korkutmak suretiyle çocuklarını istediği gibi eğitebilen, davranışlarını yönetebilen bir baba veya anne gördünüz mü?
Kurumlarda güvenilirliği sağlamak için öncü rol oynayan insanlara bakınız. İster resmen kurumun başında bulunsun, isterse resmi sıfatı olmamasına rağmen davranış ve tutumlarıyla, liderlik yapan kişilerin en önemli vasfının dürüstlük olduğunu görürsünüz.
Güvenilir olanlar, güven duyabilecekleri ilişkiler yaratırlar.
Sevgi
ile verenler, “bir mümin imanı ile” içinde bulunduğu kuruma kendini
“adamış” olanlar sıradan yöneticiler değildir. Onlar liderdir. Sıradan yöneticilerin başvurduğu korku ile yönetme tarzına başvurmazlar.