Devletimizin temelini teşkil eden esaslar Anayasamızın ikinci maddesinde “Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir” şeklinde nitelendirilmiştir.
Lafı eveleyip, gevelemeden hemen söyleyelim ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti şu anda ne tam demokratik, ne tam lâik, ne tam sosyal devlet, ne de tam bir hukuk devletidir. Cumhuriyet tarihimiz boyunca bazı konularda olumlu gelişmeler kaydetmemize rağmen, Anayasamızda ifade edilen bu kavramlar rejime tam olarak yansıtılamamıştır.
Sami Selçuk’un “Demokrasiye Doğru” kitabından bir cümle: “Cumhuriyetin ülküsü kısa vadelidir, son duraklıdır: Hukuk Devleti. Demokrasinin ülküsü de, ufku da sonsuzdur, dur durak bilmez: Hukukun üstünlüğü.” Demek ki demokratik bir cumhuriyet olabilmek için sadece “hukuk devleti” olmak bile yetmiyor, “hukukun üstünlüğü” kavramının yer etmesi gerekiyor. Ya tam bir “hukuk devleti” bile olamayan bir rejimin adı ne olur?
“İrade-i milliye’ yi hâkim kılmak” (Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir/ Egemenlik ulusundur) esası Cumhuriyet döneminin bütün anayasalarında kabul edilmesine rağmen uygulamada tam olarak gerçekleştirilememiştir.
Maalesef Cumhuriyet tarihimiz boyunca da, millet iradesine ipotek koyan güçler hukuku milleti terbiye aracı olarak kullanmışlardır. Millet iradesinin hâkimiyeti sağlanabilseydi, hukuk kuralları milletin hayatını sadece tanzim eden (düzenleyen), inanç, örf ve gelenekleri ile tam bir uyum içinde olan kurallar olacaktı. Hukuk, devleti yönetenlerin fikir ve inançlarına göre, milleti şekillendirme aracı olarak kullanılıyorsa bu tür rejimlerin adına demokrasi demek mümkün değildir.
Diğer taraftan, özellikle son yıllarda, AB ve ABD ile ilişkilerde milli vicdanı yaralayan uygulamaları yaşıyoruz. Kanunlarımızın nasıl çıkması gerektiğine AB karışıyor, ekonomimize IMF, dış politikamıza ABD müdahale ediyor. Cumhurbaşkanı, Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı ve birçok düşünen kişi “Cumhuriyet tarihinin en riskli döneminin yaşandığını” ifade ediyor.
Bu ortamda, milliyetçilik (veya ulusçuluk) duygularının canlanmasının çok tehlikeli bir gelişme olduğunu söyleyip, bu gelişmeden endişe duyanların sesi vatan ve millet sevdalılarından daha gür çıkabiliyorsa, Atatürk milliyetçiliğine bağlı olmak konusunun ne kadar geçerli olduğuna varın siz karar verin.
Bütün bu yazdıklarımdan sonra çok karamsar olduğum sonucuna varılmasın. Devlet gibi dev bir organizasyonu değerlendirirken siyah ve beyaz olarak değerlendirmek doğru değildir. Biz Anayasamızda ifadesini bulan bu kavramları çeşitli gri tonlarında yaşıyoruz.
Bu konularda bizden geride olan çok sayıda devletten daha iyi durumdayız. Ancak milletimizin bizden daha iyi durumda olanlar kadar demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü hak ettiğini düşünüyorum.
Cumhuriyetimizi kuran iradenin de nihai hedefinin “demokratik cumhuriyet” olduğundan hiç kuşkum yok.
Milli iradenin tecelli ettiği TBMM’ nin kuruluşunun 87. yıldönümünde demokrasi ile cumhuriyeti bağdaşmaz kavramlarmış gibi tartışacak yerde, Cumhuriyetimizi tam bir demokrasi ile nasıl taçlandıracağımıza odaklanmak herhalde daha doğru olacaktır.